1 Kasım Seçim Sonuçları ve Sonrası -Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

1 Kasım seçim sonuçlarını genel-geçer biçimlerde değerlendirmenin hayatta bir karşılığının olmayacağı açık. Son zamanlarda meydana gelen ama henüz tam olarak da anlaşılamayan gelişmeleri göz önüne alınca yeni durumun ya da muhtemel gelişmelerin gerektirdiği değerlendirmeler yapmak gerekir. Yakın geçmişte yaşanılan tarihsel süreci göz ardı etmeden, günümüzdeki dış-iç dinamiklerin etki-tepki bütünselliğini esas alan bir değerlendirme yapabilmek önemli görünüyor.

Dünyanın egemen güçlerinin, çeyrek asırdır, Fas’tan Pakistan’a kadar uzanan bölgeyi emperyalist planları doğrultusunda –inişli çıkışlı olsa da- dönüştürmeye çalıştıklarını biliyoruz. Bu geniş bölgedeki ülkelerin birçoğu çok değil on yıl önceki durumlarından daha olumsuz konumlara sürüklendiler. Bu süre içinde emperyalist devletler, iktidara gelmelerinde rol oynadıkları güçler vasıtasıyla neo-liberal politikaların uygulanmasında, bu ülkelerin parçalanmasında, ekonomilerinin daha fazla bağımlı hale gelmesinde ve gericileşmesinde önemli mesafeler aldılar.

Türkiye de bu planın en önemli hedeflerinden biri oldu.

Emperyalist güçler ve içerdeki uzantıları ülkemizde sadece iktidarı ele geçirmekle yetinmediler, bu arada muhalefeti de istedikleri biçimde şekillendirdiler. Muhalefeti, muhalif olma potansiyeli taşıyan parti, kitle örgütleri ve sendikaları neo-liberal politikalarla uyumlu hale sokmakta başarılı adımlar attılar. En başta da önemli muhalefet partilerinin karar mercilerini eskisine göre daha net biçimde elde ederek projelerine karşı muhalif seslerin çıkma ihtimalini zayıflattılar ya da ortadan kaldırdılar.

Bu süreçte Batı emperyalizminin kontrolü altına aldığı en önemli kuruluş CHP oldu. Zamanın en güçlü emperyalist devletlerine karşı verilen kurtuluş mücadelesini yöneten kadroların kurduğu bu parti, yürütülen operasyonlarla, ABD ve AB’nin yörüngesine eskisiyle mukayese edilemeyecek ölçülerde sokularak; ülkenin en geniş muhalif güçlerinin denetim altına alınması kolaylaştırıldı.

Ülkemizin son yüz yılından biliyoruz ki; Türkiye halkının hiçte küçümsenmeyecek bir kısmı uluslaşma-demokratikleşme sürecine destek veren özelliklere sahiptir. Bu süreçte güçte olsa Aydınlanmacı, Cumhuriyetçi, Laik bir halk kesimi oluştu. Bu demokrat kesime solcuları-sosyalistleri de ekleyince ülke yönetiminde etkili olabilecek bir potansiyelin ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Özellikle 1960’lı ve 70’li yıllarda bu ilerici blokun ülke yönetiminde kısmen de olsa söz sahibi olduğu biliniyor. 1961 Anayasası bu kesimin etkinliğiyle yaratıldı. TİP’in Meclise girişi, CHP’nin “Ortanın Solu” siyasasını benimsemesi, DİSK’in kuruluşu ve eylemliliği, Dev-Genç’in ortaya çıkışı ve gelişimi, bu dönemlerdeki çeşitli halk hareketleri-direnişler hep bu demokrat-devrimci kesimin başarılarıydı. 12 Mart yenilgisinden sonra 1973 seçimiyle başlayan süreci, açık faşizmden çıkış olarak topluma benimseten, ABD’nin tehditlerine rağmen Haşhaş ekimine izin verilmesini sağlayan eğilim de sonuçta bu bağımsızlıkçı güçlere dayanıyordu. 1970’lerin ikinci yarısında MC’lere ve faşist saldırılara direnen bu geniş kesim 12 Eylül faşizmi ile dağıtıldıktan sonra bir daha eskisi gibi toparlanamadı. SHP denemesiyle birlikte bu topluluğa liberalizm aşısı yapılmaya, etnikçilik ve mezhepçilik geçer akçe olarak önüne sürülmeye başlandı. 12 Eylül sonrasında Özal’la birlikte kurulan neoliberal düzene karşı en aykırı çıkış olan Zonguldak işçilerinin direnişi istenen başarıyı elde edemezken; Sovyetler Birliği’nin dağılması ve ABD’nin Ortadoğu’da etkinliğinin artması da (Irak’ın işgali, Kürt hareketlerinin kontrol altına alınması vb) bu demokrat kesim üzerinde olumsuz etkiler yarattı.

Bu arada sol argümanlarla ortaya çıkan PKK’nın Sovyetlerin dağılmasından sonra rota değişikliğine giderek kurtuluşu ABD ile anlaşmakta bulması, halkımızın bir bölümünün ilerici-solcu bloktan kopmasına neden olmakla kalmadı, bütünlüklü uluslaşma süreci de parçalanmaya başladı. Böylece öteden beri solla, cumhuriyetçilerle birlikte davranan solcu Kürtler ve Alevilerin bir bölümü ilerici bloktan ayrılmaktan da öte; ideolojik ve politik olarak eski yol arkadaşlarının karşılarına geçtiler.

Diğer yandan, 1990’lardan itibaren Batılı güçler tarafından elde edilen entelenjansiyanın dış destekli faaliyetleri, sözünü ettiğimiz aydınlanmacı, cumhuriyetçi, devrimci kesimin liberal fikirlerle zehirlenmesinde başarılı sonuçlar yarattı. Bu zehirleme faaliyetlerinde en büyük başarıyı da solun önde gelen, kitlelerce bilinen isimleri gösterdiler. Solculuk yapıyor görüntüsü altında yıllarca başta gençler olmak üzere demokrat kamuoyunu, liberalizmin ve sapkınlığın batağına soktular. Özellikle üniversitelerde etkin olmaları sağlanan bu liberalleşmiş çevreler Postmodernizm gericiliğiyle ilerici-devrimci düşün dünyasını nefessiz bırakmaya çalıştılar. AB ve Soros fonlarıyla beslenen bu kesimler solu etnikçiliğe ve mezhepçiliğe indirgeyerek işçi sınıfı ideolojisini kafalardan silmek için kılıktan kılığa girdiler.

  1. yüzyılın başlarından itibaren bütün neo-liberal çeteler, etnikçiler, solcu görünümlü işbirlikçiler hep birlikte sol ve ilerici olan her kesimi ve her şeyi dağıtmak için seferber edildiler. Yüzyıllık uluslaşma sürecini ortak düşman ilan etmekte anlaşan bu halk düşmanları bağımsızlıkçı, devrimci olan her şeyi parçalamaya ve teslim almaya çalıştılar. Bu dönemde saldırıya uğrayan örgütlerden biri de CHP oldu. İşte Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarının CHP’nin tepesine oturtulması bu sürecin sonucudur.

7 Haziran ve sonrası

Emperyalizmin bölge politikalarının etkisiyle, 7 Haziran öncesinde, ülkenin getirildiği yer gittikçe derinleşen kriz, kaos ve dağılmaya doğru gidiş oldu. Ülke ya bu gidişe teslim olmayı sürdürecek yani hızla iç savaşa ve yıkıma doğru gidecekti ya da bu gidişi değiştirmeyi deneyecekti. Bu denemeyi kim yapacaktı? Yıkım sürecinin baş aktörlerinden eşbaşkanın AKP’si mi, yoksa TESEV’li Kemal mi? Bu sorunun cevabı bölgede meydana gelen gelişmelerde saklı.

Koşulların zorlamasıyla, Türkiye’deki orta kesimler ve bürokrasinin de devreye girmesiyle, 7 Haziran sonrasında, ABD ile yeni bir “anlaşma”nın sağlanmış olması ihtimali yüksek görünüyor. Tam da bu dönemde Rusya’nın Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki gelişmelere fiilen müdahil olması ABD’nin elini gözden geçirmesi sonucunu yarattı. Elindeki en önemli güç olan Türkiye’yi PKK vasıtasıyla içsavaşa sürükleyen Washington, Rusya’nın Esad’ın yanında Suriye’ye müdahalesiyle yeni bir değerlendirme yapmak durumunda kaldı. Çin’in Doğu Akdeniz’e ilgi duyduğunu belli etmesi, İran ve Hizbullah’ın Rusya ile birlikte davranması ABD’nin elindeki PKK-PYD kartının bu gelişmelere müdahil olma açısından yetersizliğini ortaya koydu. Bu durumda ABD, Türkiye ile anlaşma yoluna girdi. Kendisine muhatap olarak da yeniden AKP’yi ve onun yanı sıra büyük sermayeyi, orta kesimleri ve bürokrasiyi yani TSK’yı seçti. Gelişmelerin gösterdiğine göre, ABD emperyalizminin Rusya’yı çevrelemek ve Çin’i sıkıştırmak için Türkiye’yi, Orta Asya Türk devletlerini ve Japonya’yı devreye sokmak için harekete geçtiği anlaşılıyor. Bu arada Suriye ve Irak’tan sonra parçalanma sürecine itmeyi düşündüğü Türkiye’yi şimdilik rölantide bırakarak karşı cephede yer alan İran’ı kaos ortamına sürüklemeyi önüne koyduğu anlaşılıyor. Bu politikanın hayata geçirilmesi anlamında olmak üzere, İran’ın yıllardır ezdiği Azeriler başta olmak üzere bu ülkedeki diğer etnik kesimlerin harekete geçmeleri yönünde faaliyetlerin yürütüleceğini söyleyebiliriz.

Türkiye’de son zamanlarda ortaya çıkan gelişmelere işte bu çerçeveden bakmak gerekir. 1 Kasım seçimlerine, PKK’ya ve Cemaat’a karşı yürütülen operasyonlara, İncirlik üssüyle ilgili yapılan anlaşmaya ve Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine müdahil olmasına da ABD ile kurulmaya başlanan bu yeni ilişkiler ve iç dinamiklerin kazanmaya başladığı etkinlik açısından yaklaşılmalı.

Bu yeni bir süreçtir, salt eski kavramlarla ve düşünce kalıplarıyla açıklanamaz.

Yeni koşullarda ortaya çıkmaya başlayan durumu özetlersek;

  • Ortadoğu, Asya’nın bütünündeki ve hatta dünya ölçüsündeki büyük kapışmaya bağlı olarak şekillenecektir. Görünen o ki; bu çatışmada Türkiye, sonuçta, Batı emperyalizminin yanında yerini almaktadır.
  • 1 Kasım seçimlerinden çıkarılacak sonuç; AKP, ABD ve bürokrasi tarafından iktidara memur edilmiştir. Yeni gelişmelerin sahibi 1 Kasım seçim sonuçlarını oluşturan güçtür. O güç, AKP’yi memuriyete atayanlardır. Bu açıdan bakınca Saray üzerinden yapılan çözümlemelerin anlamlı bir karşılığı yoktur.
  • PKK’nın kaderi bu yeni ilişkilere bağlı olarak tayin edilecektir. Muhtemelen ABD, PKK’nın etkisinin yok edilmesini istemeyecek, bu örgütün yeni politikaların bir parçası olmasına Türkiye egemenlerini razı etmeye çalışacaktır.

Bu gelişmeler, Türkiye’nin emperyalizme olan bağımlılığını zayıflatmayacak, “yaralar” sarılarak sağlamlaştıracaktır. Çünkü bu süreçte ekonominin içine sokulduğu dar boğaz daha da daralacak, üretim ekonomisine yönelme yerine borçlanma, kumar ve talan ekonomisinin ağırlığı artacak. Sıcak paraya olan ihtiyaçla birlikte dış borç büyüyecek. Bu olumsuz gelişmelere paralel olarak işsizlik, yoksulluk ve açlık da artacak. Ekonomik krizin nereden geldiği meçhul paralarla atlatılması mümkün olamaz. Bütün bu görünen sonuçların emperyalizme bağımlılığı arttırmayacağını kim söyleyebilir?

Emperyalizme bağımlılık sadece ekonomik alanda değil, politik olarak da artacak. Suriye, Irak ve muhtemelen İran’daki gelişmeler ile Kürt meselesi üzerinden sonu gelmeyen tazyikler, Türkiye’yi Batı’nın politikalarına mecbur edecek yönde işleyecek. Bu arada Kıbrıs’ta yaratılan “anlaşın” baskısı bu politik dayatmayı daha da ağırlaştıracak.

Önümüzdeki dönemde bölgedeki gelişmelerin seyrine göre, Batı emperyalizminin baskısıyla kurgulanan çözüm süreci ve buna bağlı olarak geliştirilecek yeni anayasa, “demokratikleşiyoruz” gürültüleri arasında halka kabul ettirilmeye çalışılacak. RTE’nin başkanlık hayalleriyle de uyumlu biçimde geliştirilmeye çalışılacak bu gerici sürece karşı bütün ilerici-demokrat güçleri, devrimci ilkelerle beslenen cumhuriyet değerleri etrafında birleştirmek en önemli gündemimiz olmalı.

 

Mehmet Ali Yılmaz

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir