*1918’in hayaleti ve Orta Doğu’da Osmanlı Mirası…

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

1918’in hayaleti Orta Avrupa ve Balkanlardan Kafkasya’ya, oradan da Mağrip ve Maşrık’a dolaşıp duruyor….

Çağdaş dünyayı şekillendiren en önemli olaylar dizisi Birinci Dünya Savaşı ile ilgilidir. İkinci savaş daha büyüktür ama temelde birinci savaşın tamamlayıcısı sayılabilir. İmparatorlukların sonu, çok sayıda yeni devletin kuruluşu, sömürgeciliğin tasfiyesine giden yol, 1917 devrimi ve daha birçok gelişme birinci büyük savaşa dayanır. Ne var ki, 1918 sonrasında kurulan devletlerin sınırları Soğuk Savaş’tan sonra ardı ardına yıkılmaya başlandı. Önce, bu savaşta müttefik yanlısı tutumunun ödülü olarak yaratılmış olan büyük Sırbistan Krallığı’nın federatif biçimdeki devamı olan Yugoslavya dağıtıldı. Bunu gene suni bir birleşme olan Çekoslovakya’nın dağıtılması izledi. SSCB’nin parçalanması ise en büyük darbe idi. Polonya ve Romanya’ya dokunmadılar çünkü Doğu Avrupa’nın yapbozu kısa vadede daha fazla karışamazdı. Ne var ki Macaristan’da kabaran muhafazakar dalga, bu defterlerin de 2020’lere doğru yeniden açabileceği düşündürtüyor. Orta Avrupa, Baltık ve Kafkaslar şu veya bu şekilde yeniden düzenlenirken Orta Doğu kısa bir süre sırasını bekledi. Ancak “Büyük Ortadoğu Projesi” olarak bilinen girişim ve Körfez Savaşı ile birlikte bu bölgede de olaylar hız kazandı. Söz konusu  gelişmeleri tüm yönleriyle çözebilmek kolay değildir çünkü dolaylı stratejiler izleniyor. Bu yazının amacı, gelişmeleri biraz daha iyi görebilmek için tarihi arka plana genel bir bakış sağlamaktır.

Birinci Dünya Savaşı üç büyük hanedanı imparatorluklarıyla birlikte yıktı: Romanovlar, Habsburglar ve Osmanlılar. Avusturya ve Osmanlı devletleri ebediyen tarihe karıştılar. Ruslar ise kısa  sürede SSCB’yi kurarak bir dönem daha aynı sınırlara ulaştılar ama bu da kalıcı olmadı. Ruslar şimdi ellerinde kalanı korumak ve eski etki alanlarından kopmama savaşı veriyorlar.

Restorasyon döneminin büyük politikacısı ve Viyana Kongresi’nin ev sahibi Metternich, siyasi müşaviri Gentz’e daha 1815 yılında “Türk monarşisi yıkılacak olursa Avusturya ancak çok kısa bir süre ayakta kalabilir” demişti. Bu büyük tespitte sadece çok küçük bir yanılgı vardı. Bütün ömürleri boyunca birbirleriyle savaşmış olan bu iki imparatorluk, son savaşlarını müttefik olarak yaptılar ve aynı anda yıkıldılar. Galipler ise imparatorluk olarak kısa süre daha dayanabildiler. İkinci Dünya Savaşı’nın fırtınaları İngiltere ve Fransa’nın sömürge imparatorluklarını da önüne katıp dağıttı, böylece yüzlerce yılın mirası çeyrek yüzyıl içerisinde tarih oldu. Ancak ABD yeni bir dünya gücü olarak varlığını hissettirmeye başladı. Bu sarsıntılarda oluşan yeni dönemin 21. yy. başına sarkan büyük problemi, tekrar topun ağzına gelmekte olan Ortadoğu sınırlarıdır.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşı ile Soğuk Savaş olarak adlandırılan olay dizileri gelecek yüzyıllarda, 1914’de başlayıp 1989’da biten tek ve aşamalı bir büyük savaş olarak görülecektir. 1918’in liderleri hırslarına yenik düşüp çok kötü barış antlaşmaları yaptılar ve savaş 1939’da yeniden parladı. 1945’in liderleri 1918’in liderlerinden daha akıllı oldukları için 50 yıl sürecek bir uluslararası düzeni planladılar. Yalta sistemi de denilebilecek olan bu yapı sayısız bölgesel savaşa rağmen Soğuk Savaş bitinceye kadar sürdü, yani gerçekten yarım yüzyıl ayakta kaldı. Yalta sisteminin çöküşü ise 1918 sınırlarının değişmesi ile birlikte başladı veya sistem çökerken sınırlar da hemen değişime uğradı. İlk parçalanan Yugoslavya oldu çünkü koşullar olgunlaşmıştı. Müttefikler 1918’de, kendilerine bağlı kaldığı için büyük sıkıntılar yaşayan Belgrad yönetimini Avusturya’nın Balkanlardaki tüm mirasını vererek ödüllendirdiler. Halbuki daha 1875 yılında Avusturya’nın Dışişleri bakanı Andrassy şöyle demişti: “Türkiye Avusturya-Macaristan için ilahi bir fayda sağlamaktadır. Eğer Bosna-Hersek Sırbistan ve Karadağ’ın eline geçecek olursa orada yeni bir devlet kurulur ve biz bunu önleyemezsek yıkılmamız mukadderdir ve hasta adam rolünü bu sefer biz üzerimize almış oluruz”.  Gerçekten de bu rolü dahi oynamaya fırsat bulamadan yıkıldılar. Ama yetmiş yıl sonra intikamlarını aldılar. Slovenya ve Hırvatistan’ın ayrılmasını destekleyerek Yugoslavya’nın parçalanmasında ve Rusya’nın sadık müttefiki Sırbistan’ın yalnız kalmasında Almanya ile birlikte başrolü oynadılar. Bu olaylar Balkan kazanını tekrar ateşin üzerine oturttu ki, hala içten içe kaynamaya devam ediyor.

Soğuk savaşın bitmesiyle birlikte başka sınırlar da gündeme geldi. Rusya 1918’de yitirip 1939’da yeniden ilhak ettiği Baltık ülkeleri ile 19. yüzyılda ilhak ettiği Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinin bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. Buralarda kurulan rejimler de büyük sorunlar yaşıyorlar. Ne var ki çatışmaların merkezi kısa sürede Orta Doğu’ya kaydı. Bunun nedeni bölgenin cetvelle çizilen sömürgecilik dönemi sınırlarıdır. Dünyada hiçbir ulus düz hatların içinde yaşamaz. Ne var ki Osmanlıların paylaşımı o kadar aceleye gelmişti ki, petrol ve siyasi pazarlıklar halkların doğal sınırlarını dikkate alamazdı.

1911 Trablusgarp ve 1912-13 Balkan Savaşlarından arta kalan Osmanlı toprakları 1913/14 kışında batılı devletler tarafından prensipte paylaşılmıştı. Güney Irak’ta verilen petrol imtiyazı ile ülkenin dört bir yanındaki ikili veya üçlü demiryolu anlaşmaları bu paylaşımın sınırlarını yansıtıyordu. Buna göre Ruslar Doğu Anadolu’yu, Fransızlar Suriye ve Lübnan’ın yanı sıra kuzeybatı Anadolu’yu, İngilizler Güney Irak’ın yanında Ege’yi, Almanlar İstanbul Bağdat demiryolunun güzergahı üzerindeki toprakları ve İtalyanlar Antalya’yı müstakbel işgal bölgeleri olarak belirlemişlerdi. (1913/1914 döneminde Osmanlılarla ilgili olarak İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya ve İtalya’nın ikili veya üçlü olarak taraf oldukları on bir önemli anlaşma vardır). Yani Birinci Dünya Savaşı çıkmasa bile Türkiye’nin başka savaşlar yapması mukadderdi.

Osmanlılar savaşa girer girmez  bir İngiliz filosu Basra önünde belirerek petrol bölgesini sağlama almak için çıkarma harekatı yaptı. Bunlar her durumda Hindistan’da bu iş için hazırlanan ve Basra açıklarında beklemekte olan birliklerdi. Savaş boyunca Osmanlılara karşı en ısrarlı İngiliz girişimleri Musul’u da işgal bölgesine katmaya yönelikti. Özellikle 1917’deki petrol krizinden sonra İngiliz Savaş Bakanı Hankey, dışişleri Bakanı Balfour’a şunları yazmıştı: “İlerdeki savaşlarda petrol, bugünkü durumdan daha çok önem kazanacaktır. Büyük miktarda petrol bulabileceğimiz yer, İran ve Mezopotamya’dır. Bu nedenle bu iki yer üzerindeki kontrolümüz İngiltere’nin savaştan beklediği birinci hedef olmalıdır”.

İngiltere’nin daha savaş başlamadan Irak konusunda hangi hesapları yapmış olduğunu gösteren başka olaylar da vardır. 29 Temmuz 1913 tarihinde İngilizler Osmanlılardan Şattülarap bölgesinde gemi işletme ve Basra’da liman kurma imtiyazları koparmışlardı. Aynı yıl 19 Mart tarihinde imzalanan diğer bir anlaşma ile de Irak petrollerinden Osmanlılara verilmesi önceden taahhüt edilmiş olan % 50’lik hisse iptal edilmiş (yani Osmanlıların bölgeden çıkartılacağı açıkça ifade edilmiş), şirketin yarı hissesi İngiliz D’arcy grubuna, geri kalan % 25’erlik iki hisse de Deutsch Bank ile Anglo-Saxon Petroleum Co. arasında paylaştırılmıştı. Şirket kısa süre içerisinde Musul’u da imtiyaz alanı içerisine almayı başaracaktı.Yani, Musul İngilizler için hayati öneme sahip bir stratejik öncelikti ve Mustafa Kemal belki de bunu bildiği için Misak-ı milli sınırları içerisinde kalan Musul konusuna her zaman itidalli bir şekilde yaklaşmıştı. Nitekim 1926’ya kadar çeşitli girişimler yapılmış ve özellikle 1922 ve 1923 yıllarında bunlar ilan edilmemiş bir savaş seviyesine ulaşmışsa da (Ravendiz Harekatı), olayların olumsuz gelişmesi karşısında aşırı zorlamaya gidilmemiş, bölgeye gönderilen küçük birlik geri çekilmiş, toparlanmak için huzura ihtiyacı olan Türkiye, özellikle İngiliz destekli Şeyh Sait isyanından sonra bu tür girişimleri yinelememişti.

Bölgenin paylaşımı ile ilgili esas anlaşma 1915/16 kışında ingiltere ile Fransa arasında süren yoğun müzakerelerden sonra varılan Sykes-Picot Anlaşması’dır. Buna göre Fransa Suriye ile Kilikya’yı alıyor ve Bu alanın Musul’a kadar olan hinterlandı ise yine bu ülkenin himayesine bırakılıyordu. Ne var ki İngilizler 1918’de Musul’u işgal etiler ve Fransızları oldubittiye getirerek buradan çıkmayacaklarını söylediler. Lloyd George Fransızları ikna etmek için çok büyük zorluk çektiyse de, artık adı Irak Petroleum Co. olarak değiştirilmiş olan eski Osmanlı Petrol şirketindeki % 25’lik Alman hissesini almak karşılığında buradaki taleplerinden vazgeçtiler. Kilikya’ya giren Fransızlar da Adana, Antep, Maraş ve Urfa’da yapılan çetin savunmalardan sonra güneye çekilmek zorunda kaldılar. (Gazi ve Kahraman ünvanları iki kentimize buradan miras kaldı.) Böylece iş Irak ve Suriye adında iki devletin yaratılmasına kaldı. Bunun için araya cetvelle düz bir hat çizildi. Her iki devletin de tarihi bir karşılığı yoktu ve sınır büyük ölçüde afakiydi. Bu arada Suriye’de başka bir oyun oynanıyordu.

1918 yılında Suriye’ye girmiş olan İngiliz ordusu 1919/20 kışında anlaşma mucibince kıyıdaki işgal bölgelerini Fransızlara teslim ediyordu. Ancak Lawrance’ın öne çıkardığı Faysal’ın liderliğindeki Araplar hala iç bölgelere hakim bulunuyorlardı. Kuzey Afrika’da büyük sömürgeleri olan ve Arap milliyetçiliğine hiçbir sempati beslemeyen Fransızlar bu durumu kendilerini bölgeden çıkarmayı amaçlayan bir İngiliz oyunu olarak nitelendirdiler. Araplar da Fransızları istemiyorlardı.

1920 yılının başlarında Araplar “Genel Suriye Kongresi” adı verdikleri bir toplantıda Lübnan ve Filistin’i de içeren bağımsız bir krallık ilan ettiler ama bundan bir ay sonra yapılan San Remo Konferansı’nda Suriye Fransa’ya bırakılınca Faruk’un kurmaya çalıştığı devlet birkaç ay içinde süpürüldü. Faysal bunun üzerine Irak’a kral yapıldı. Her kararı İngiliz Yüksek komiseri’nin denetiminden geçen kukla bir kral. Ama İngilizler de Kraliyet Hava Kuvvetleri olmadan onun Irak’ta hiçbir şey yönetemeyeceğini söylüyorlardı. (Irak bir hava kuvveti tarafından yürütülen yegane işgal olarak tarihe geçecekti). Suriye’de ise Fransızlar böl ve yönet politikasının en üst örneklerini verdiler ve Lübnan’ı üç misli büyüterek Hıristiyan veya Müslüman hiçbir kesimin hakim olamayacağı bir bölge haline getirdiler. 1926 yılında Lübnan’ı tümüyle ayrı bir devlet yaparak Maruniler, Dürziler, Hıristiyan azınlıklar ve Müslümanlar arasında barışa olanak vermeyen bir yapı oluşturdular. Ayrıca bölgede azınlıklara dayanılarak düşmanlıkları artırma politikası izlendi. Şii’ler ve Sünniler arasındaki çatışmalar Suriye’deki politik gelişmelere damgasını vururken Çerkesler asker, Ermeniler de muhbir olarak kullanıldı. Suriye ve Lübnan asla istikrara kavuşmasına imkan olmayan birer varlık olarak hayat buldular ve çoğu zaman da iç sorunlarını komşularına taşıma eğilimi taşıdılar.

Irak ve Suriye düz çizgilerle birbirlerinden ayrılırken, Ürdün ve Filistin’de düz çizgilerle yaratılıyor ve diğer Arap ülkelerinden ayrılıyordu. Birer etnik çorba olan Suriye ve Lübnan’ın yanısıra Sünni çoğunluğa sahip Irak’ta geniş Türkmen, Kürt ve Şii nüfus kalıyordu. Petrol kaynakları büyük olan Osmanlı’nın eski Kuveyt sancağı ise bu nedenle, ve yine cetvelle Irak’tan ayrılıyor, tabii güneyinde Suudi Arabistan ile sınırı da yine cetvelle çiziliyordu. Saddam petrolün uluslararası hesabında yanılıp da, burasını yine Basra vilayetine bağlı küçük bir kasaba olarak görüp almaya kalkınca karşısına dünyanın en büyük ordusu çıktı. (Mahmut Şevket Paşa suikaste kurban gitmeden önce sadrazamlığının son günlerinde İngilizlerin bu küçük sınır kasabası ile niçin bu kadar aşırı bir şekilde ilgilendiklerini çözmeye çalışıyordu. Bu elindeki son dosyalardan birisiydi.)

1921 yılının 12 Mart günü Kahire’de Semiramis Otelinde (Lawrence “Ortadoğuda herkes burada” demişti) Ortadoğu’da İngiliz bölgelerinin geleceği hakkında yapılan konferansta Ürdün için Abdullah, Irak için de Faysal’ın kral olması kararlaştırılırken Suriye çoktan kaynamaya başlamıştı. Bu ülkede 1925 yılında çıkan başka bir ayaklanmada Fransızlar Şam’ın merkezinde bile birçok yeri top ateşine tutarak binlerce kişiyi öldürdüler. Ertesi yıl Dürzi ayaklanması da aynı şekilde bastırıldı. 1936-1939 yılları arasında İskenderun’un Türkiye’ye katılma meselesi öne çıktı. 1941 yılında İngilizler Suriye’deki Vichy taraftarı Fransızlara karşı çok kanlı savaşlar yaparak Şam’a girdiler. Suriye ve Lübnan’da halk bunu Fransız yönetiminin fiili sonu olarak gördü ama 1945-46 yıllarında Fransızlar bağımsızlıktan önce Suriye kentlerini son kez bombalamaktan geri kalmadılar. Bu iki bölge 1948’den itibaren İsrail ile tanışacak ve sürekli bir savaş yaşayacaktı. Lübnan birçok kez fiilen parçalanırken Suriye Şii diktatörlüğün baskı ve katliamlarıyla ayakta kalacaktı.

Irak özellikle Kuzey bölgelerine hakim olmak için defalarca savaşacak ancak bunu hiçbir zaman tam olarak başaramayacaktı. Kuzeyde etnik, güneyinde ise dini bir bölünme içinde olan ülkede istikrar kurulamayacak, 1921’den sonra on beş yılda otuz altı hükümet kurulacak ve sonra da askeri darbeler çağı başlayacaktı. Nihayet Iran-Irak Savaşı’nda kuzeydeki otoritesi zayıflayacak, Saddam’ın Kuveyt’i başarısız işgal girişiminin ezilmesinden sonra büsbütün ortadan kalkacaktı. ABD 1991’den sonra Irak’ı filen üç bölgeye ayırdı ve kuzeyde Kürt ağırlıklı bir yönetimin oluşması için gayret gösterdi. Araplar 1988 yılında Halepçe’de zehirli gazla 5.000 kişinin öldürülmesi dahil, Kürt oluşumlarına karşı bazı hareketler yaptılar ama bölgeye hakim olamadılar. Bu bölge 2003 ABD işgalinden sonra da henüz nihai sınırlarına kavuşmamıştır ama batı müdahalesi ile de ulaşacağı düşünülmemelidir.

Sınırları belirsiz olan bir diğer bölge de Filistin’dir. Burada Araplara vaat edilen topraklar 1922 yılından itibaren (ki daha öncesi de vardır) burasını kendi vaat edilmiş toprakları olarak gören Yahudi yerleşimcilerin eline geçmeye başladı. Bu tarihten itibaren de çatışmalar yoğunlaştı. Bir süre Araplar, Yahudiler ve İngilizler arasında üçlü bir savaş yürüdü (ama İngilizler el altından Yahudilere yardım etmeseydi İsrail devleti kurulamazdı), sonra, 1948’de İngiltere aradan çekiliverdi. Araplar ortalarında bir Yahudi devletiyle kalakaldılar. İsrail Araplarla yaptığı her savaşta sınırlarını genişletti, nihayet 1973 savaşından sonra Mısır ile sınırını halletti ama uzun süre Güney Lübnan’ı işgal altında bulundurdu. Şam’ın hemen güneyindeki Golan tepelerini hala elinde tutuyor. Gazze şeridi ve Batı Yakası’nda yıllar boyu her gün çatışma oldu. Kudüs de tarafların taviz dışında tuttukları bir mekan olarak en büyük sorunlardan birisini oluşturuyor. Mülteci kamplarında yetişen umutsuz nesiller çok daha kavgacı. Ama daha esaslı sorunlardan bir tanesi de tarafların her gün azalan su kaynaklarından vazgeçmek istememesidir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransızlar bölgeden çekildiler, şimdi Almanlarla birlikte yeniden söz sahibi olmak istiyorlar ama Amerika’nın gölgesinde hareket etmeye mahkumlar. 1956 Süveyş krizi onların bölgede güç kullandığı son çatışma idi ve zaten Amerika’dan azar işiterek geri adım attılar. İngiltere ise resmen çekilmekle birlikte her zaman etkili oldu. Bunların yerini esas olarak ABD ile Rusya aldılar. Arap-İsrail mücadeleleri, özellikle 1967 ve 1973 savaşları Amerikan ve Rus silahları ve doktrinleri arasında birer düello halinde cereyan etti. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle Rusların etkinliği çok azaldı. Öte yandan bölgedeki her etnik ve dini ayırım büyük güçler tarafından kullanıldı. İstikrarın kurulması için Ortadoğu daha birçok savaştan ve düzenlemeden geçmek zorunda çünkü barışın ortak zeminini bulmanın imkanı yok.

Türkiye ise uzun süre bölgede aşırı çekingendi. 1918’den kalan sorunlar ve acı duygular , Irak’ın parçalanmasının yarattığı korku, büyük güçlerin baskıları, İsrail’e karşı ikircikli tutum, Şii kuşağının etkinliği gibi birçok etken vardı. Bölgede yapılacak her girişimin Türkiye’de irili ufaklı depremler yaratacağı söylendi. Bu doğruydu ama Türkiye hiçbir şey yapmasa da her halükarda depremlerden etkilenecekti. Korkunun ecele faydası yoktur.

Osmanlı mirası aradan neredeyse bir asır geçmesine rağmen kimseye mutluluk getirmedi. Bu yüzyıl da böyle geçecek gibi görünüyor.

Mehmet Tanju Akad

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir