2012’ Ye Girerken; Üreticilerin Üretim Üzerindeki Egemenlikleri Aşınmaya Devam Etti. Dr. Nesrin Alpaslan

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Neoliberal politikaların Kırsal Kalkınma Programları ile tarım ve hayvancılıkla ilgilenen nüfus azalmakta, kırsallar boşalmaktadır.

 

nalpaslan@anafikir.gen.tr

Neoliberal politikalar tarım ve hayvancılıkta kurallarını pekiştirmeye devam etti.

Yeterli gelir sağlayamayan üretici üretimden koparıldı.

Tarım ve hayvancılıkla ilgilenen nüfus azaldı.

Devletin rolü azaldıkça çok uluslu şirketler üretim ve pazarlama üzerinde egemen olmaya başladı.

Yoksullar yüksek maliyetli hayvansal proteine ulaşamadı. Beslenmede protein eksikliği açlık boyutuna geldi.

Tarım ve hayvancılık sektöründe Piyasalar, Siyasetin yerini aldı.

Ulusal hayvancılık sektörü küresel rekabetin insafına terk edildi.

1980, 24 Ocak kararları ile başlayan neoliberal politikalar 2010 -2012 yılında sürekli ithalat dönemine girdi.

1980’lerde uygulamaya konulan emperyalist politikaların gereği olarak; Devlet küçülecek, piyasalar serbestleşecek, serbest rekabet üretimi artıracak, maliyetler düşecek ve halk ucuz gıdaya ulaşacak sözünü veren iktidarlar ülkeyi üretimsizliğe, halkını ithal ürünlerle beslenmeye mahkûm etti.

Hayvansal ürünlerde yerel fiyatlar üreticide düşük, tüketicide yüksek seyretti. Üreticiler gelirlerinde azalma sonucu yoksullaştılar,  yeniden yatırım yapamadılar. Yoksullar ise yüksek fiyatlı ürünlere ulaşamadılar.

1980 sonrası uygulanan neoliberal politikalar sonucunda kaçınılmaz olarak ortaya çıkan hayvancılıkta geriye gidiş, 2010’da cumhuriyet döneminin ilklerini yaşattı.2010 yılında başlayan ilk kurbanlık hayvan ithali 2011’de de devam etti.

1980 yılında 80 milyonun üzerinde olan hayvan varlığı 2012’ye girerken %40’ın üzerinde azalma gösterdi.

 

Aşağıdaki tablo incelendiğinde 1975–1980 yılları arasında hayvan sayısında belirgin bir artış, 1980 yılından sonra ise belirgin bir düşüş görülmektedir.

TÜİK’ in 2009 yılı istatistiklerine göre 2009 yılı sonu itibari ile toplam Büyükbaş hayvan sayısı bir önceki yıla göre %1.2 azalarak 10.811.165 baş oldu. Büyükbaş hayvan içinde sığır sayısı %1.3 azalarak 10.723.958 oldu. Koyun sayısı 2009 itibariyle bir önceki yıla göre %9.3 azalarak 21.749.508 baş oldu. Keçi sayısı ise %8.3 azalarak 5.128.285 başa geriledi.

Hayvan sayısındaki azalma hayvansal üretimde düşüşü getirdi.

Küresel rekabetin insafına bırakılan hayvancılık sektöründe üretimin maliyeti düşürülemedi. Küresel piyasalarda yerli üretim, düşük maliyetli yabancı ürünlerle rekabet edemedi. Ürününü kar edemeden satan yerli üreticiler yeni yatırımlar yapamadılar. Dolayısı ile hayvan sayıları ve hayvansal üretim düştü.

TÜİK ’in istatistiklerine göre 2009 yılı sonu itibari ile kırmızı et üretimi bir önceki yıla göre %14.5 oranında azalarak 412.621 ton oldu. Aynı yıl içinde sığır eti %12.2, koyun eti %15.1 ve manda eti %24.6 azalma gösterdi. Et üretiminin azalması sonucu 2010 yılında et fiyatlarının önlenemez yükselişi hükümetin hayvancılıkta “geçici terbiyevi ithalat” kararı “sürekli ithalat” politikasına dönüştü.

Cumhuriyet tarihinde ilk defa et fiyatları borsa, döviz, faiz ve altın gibi finansal göstergelerden sonra günlük takip edilir hale geldi.

Süt sektöründe yaşanan kriz, et sektöründeki krizi de etkiledi

2006 da yaşanan kuraklık 2007 yılında yem fiyatlarının %22 oranında yükselmesine neden oldu.  Ancak Yem fiyatlarının yükseldiği, dönemde süt, süt tozu ithalatı nedeni ile çiğ süt fiyatları sınırlı kaldı, yükselemedi. Süt ile yem fiyatları arasında dengenin çok bozulduğu,(bir kilo süt ile alınabilecek yem miktarı azaldıkça süt üretimi karlılığını yitirmektedir) dönemlerde üretici,  süt üretimi ile et üretimi arasında tercih yapmaktadır. Nitekim Süt üretiminden zarar eden üretici et üretimini tercih ederek süt hayvanını kesime yolladı. Bu nedenle 2007 yılında geçici olarak et üretiminde  % 31 artış gösterdi. Ancak 2008’de süt krizi patlak verdi.

2007 yılında hayvan sayısındaki süt hayvanlarının kesimi nedeniyle azalması sonucu et üretiminde 2008’de %16,  2009’da %14 gibi hızlı bir düşüş yaşanmıştır.

Sonuç olarak Süt krizi ile birlikte bir milyon civarında inek yok edildi. Süt krizinden sonra et krizi meydana geldi.

2009 yılından itibaren et arzında sıkıntı tekrar başladı, fiyatlar yükseldi, 2010 yılında Hükümet ithalat kararı alarak uygulamaya koydu.

Hükümet üreticiyi de tüketiciyi de korumadı.

2008’de süt krizi patlak verince Tarım ve Köyişleri Bakanı “süt sektöründe fiyatlar piyasa şartlarında oluşuyor… Ona çok fazla müdahale olmaz. Fiyatlar kendi piyasa şartlarında kendi kendine dengelenir” şeklinde açıklama yaparak üreticinin de tüketicinin de yanında yer almadı.

Sayın bakana sormak lazım “süt fiyatları serbest piyasa şartlarında belirleniyorsa, çiğ süt fiyatları düştüğünde neden marketlerde süt fiyatları düşmüyor”

Onların tarif ettiği sistemle gerçek işleyişin alakası da yok. Fiyatların serbest piyasada belirlenmesi için rekabetçi bir yapının olması gerekmektedir. Oysa süt üreticisinin örgütsüz olduğu, devletin düzenleyici rolünün olmadığı, piyasaya egemen olan özel şirketler fiyatları tek yönlü belirliyorlar ve üreticinin yarattığı artı değeri kapıyorlar.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı üretim işlevinden kopup neyin fiyatı yükselirse onun ithalatını yapıyor. Böylece sektörde dışa bağımlılık artıyor.

Ticari sınırlarımızın aşındığı uluslar arası kapsamda bir piyasa algısı ile yerel ürünlerin fiyatı yükseldiğinde, yerine ucuza ithal ürün getiriliyor. Böylece Türkiye, nüfusu arttıkça gıda gibi temel gereksinimlerde dışa bağımlılığa hızla yükselen bir ülke konumuna geliyor.

Türkiye süt hayvancılığı açısından halen dünya süt üretiminde önemli bir konuma sahiptir. .

Türkiye, dünyada süt üretiminde önde gelen 15 ülkesinden birisidir. Ülkemiz yılda 10 milyon tonun üzerinde süt üretimi ile dünyada önemli bir yere sahiptir. Ülkemizde üretilen sütün %90’ı inek sütüdür. Bu nedenle azalan büyük baş hayvan sayısı süt üretimini direkt etkilemektedir.

2010 yılında başlatılan “sıfır faizli hayvancılık kredisi” ile 35 bin kişiye 2.2 milyar lira verildi.     1 milyon 800 bin büyük baş hayvan alımı yapıldı. İthal edilen hayvanların bir milyon 100 bini süt hayvanıdır.

Kredilerin sektöre gerekli yararı sağlaması için gereken önlemlerin alınması,  Süt hayvancılığının acil sorunlarından yem sorununa öncelik verilmesi  sektörün acil taleplerinin başında gelmektedir.  Sütün üretiminde işletme giderlerinin %75’ini yem gideri oluşturmaktadır. Ancak yıllar itibariyle yem fiyatları sürekli artış göstermiş buna karşılık çiğ süt fiyatlarında artış sınırlı kalmıştır.

Yıl 2004 bir çuval yem 15TL, çiğ süt fiyatı 50 kuruş,

Yıl 2011 bir çuval yem 35TL, çiğ süt fiyatı 74 kuruştur.(eylül ayına kadar ortalama 50-64 kuruş arasında idi).

Yem dışındaki maliyetlere bakıldığında dünyanın en pahalı mazotunu, elektriğini, kullanıyoruz. Ayrıca ilaç, biyolojik madde, aşı vb veteriner hekimlik hizmetleri de eklendiğinde sütün maliyeti oldukça yükselmektedir.

Çiğ Süt üretim maliyetindeki artış çiğ süt fiyatlarına yansımamaktadır.  Fiyatların düşmesi, Sütün sunumunda görülmemekte, çiğ sütün fiyatı, markette satılan paketlenmiş, işlenmiş süt ürünlerinin fiyatına dâhil edilmemektedir.  Oysa gelişmiş ülkelerde marketteki süt fiyatı, çiğ süt fiyatının genelde 1.5 katı olurken Türkiye’de bu oran 3 katına kadar çıkmaktadır.

Geçmişte Devletin süt sektöründe düzenleyici rolünü üstlenen Süt Endüstrisi Kurumu’nun neoliberal politikalar gereği özelleştirilmesi ile piyasaya egemen olan özel şirketler fiyatları kendi çıkarları doğrultusunda belirlemektedirler.

Devletin düzenleyici rolünün olmadığı piyasalarda Çiğ süt fiyatları üretici ve sektör için çok hayati önem taşımaktadır. Üreticiler çiğ süt fiyatının belirlenmesinde söz sahibi olamamanın sıkıntısını yaşıyor.

2010 Ekim ayına kadar ülkemizde çiğ süt fiyatları batıda 74 kuruş, diğer bölgelerde 60 kuruştan uygulanmıştı. 2011 yılı ocak ayında çiğ süt fiyatları batıda 64 kuruş diğer bölgelerde 55-40 kuruşa düşürüldü, hatta bazı bölgelerde 34 kuruşa kadar düştüğü bilinmektedir.

2011 yılında gayrı resmi toplantı yapan “Ulusal Süt Konseyi” çiğ süt fiyatlarını 1 Eylül 2011 tarihinden sonra 74 kuruşa yükseltti.  Sanayicilerin katıldığı “Ulusal Süt Konseyi”  toplantısında,   üreticilerin isteği değil sanayicilerin isteği oldu.

Yeni bir habere göre,  çiğ süt fiyatları 80 kuruşa sabitlenmek isteniyor.(Çiğ süt fiyatlarındaki bu sınırlı artış doların yükselmesi ile ithalatın cazip olmamasından kaynaklanmaktadır) .Oysa sütün maliyeti doğru hesaplandığında çiğ sütün fiyatının 1TL’in üzerinde olması gerekmektedir.

Çiğ süt fiyatı üreticilerle birlikte maliyetler doğru hesaplanarak tespit edilmelidir.

Türkiye’de mevcut hayvancılık işletmelerinin  % 80’i, 10 baştan aşağı hayvana sahip küçük işletmelerdir. Sektörde üretici güçlerin büyük kısmını küçük üretici köylüler oluşturmaktadır.

Küçük üreticiler örgütsüz ve parçalanmış bir yapıdadır. Bunun karşısında dev işletmelere sahip büyük üreticiler ve sanayiciler örgütlüdür. Sektörde hali hazırda var olan küçük üreticilerin de yer aldığı örgütler ya verimsiz ya da hükümetin gölgesi altındadır. Bu örgütler üyelerinin haklarını savunamamaktadır.

Örgütsüz dağınık olan küçük üretici, üretimde teknolojinin gelişmesini sağlayamamakta piyasada düşük maliyetli ürünler ile rekabet edememektedir. Yeni liberal politikaların “minimal devlet” hedefi işlevsel anlamda ülkemizde gerçekleşmektedir. Devletin küçültülmesi ile birlikte üreticilerin ekonomik özgürlüğü,  ekonomiyi yönetenlerin çizdiği sınırda kalmaktadır. Neoliberal politikaların uygulandığı emperyalist kapitalist sistemde ekonomiyi yöneten uluslar arası sermaye denetimindeki “işbirlikçi sermayedir”. Küçük üreticiler Emek yoğun bir üretim alanı olan süt üretiminde sözleşmeli üretici olmakta ve uluslar arası sermayenin denetimine girmektedir. Sözleşmeli Üretimde; üretici, üretimden ve kaliteden sorumludur. Ancak piyasada hâkimiyet sütü tüketiciye sunan şirketlerdir. Süt,  asıl değerini piyasada sunumda bulmaktadır. Dolayısı ile piyasaya egemen olanlar artı değeri kapmaktadırlar.  Bu piyasa düzeninde gelirleri sürekli azalan köylü, küçük üretici üretimden ve topraklarından koparılarak kente göçe zorlanmaktadır.

Neoliberal politikaların Kırsal Kalkınma Programları ile tarım ve hayvancılıkla ilgilenen nüfus azalmakta, kırsallar boşalmaktadır.

Milyonlara geçim sağlayan, milyonları besleyen tarımsal ve hayvansal üretimin ayağa kalkması üretici güçlerin %80’ini oluşturan küçük üreticilerin örgütlü ve bilinçli mücadelesiyle mümkün olacaktır.

Tek bir örgütlenme biçimi yoktur. Her ülke kendi şartlarına uygun bir örgütlenme şeklini seçmelidir. Üretimden pazarlamaya her aşamada etkin, üreticinin sosyo-ekonomik her türlü hakkını savunan,ulusal-uluslar arası hukukta,rekabet hukukunda bilgili ,üretimde yol gösterici örgütlenmelere gitmek gereklidir.

Ülkemizde üretici güçlerin çoğunluğunu oluşturan küçük köylü üreticilerin örgütlü egemenliği kırsal alanın demokratik bir yapılanmaya kavuşmasına önemli katkıda bulunacaktır.

Dr. Nesrin Alpaslan

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir