Ankara Hukuk Kurultayı (2) – Ahmet Yıldırım

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Vahim suçlamalarla gözaltılar sıradanlaştı. Bunlar güzel günlerimiz; sırada “Arabuluculuk Yasası”, “Devlet Sırrı Yasası”,

 

“Terörün Finansmanı Yasası” var!

ahmety@anafikir.gen.tr

AİHS IŞIĞINDA YARGI BAĞIMSIZLIĞI VE YARGICIN TARAFSIZLIĞI
(AÇIK OTURUM 12 OCAK 2012- PERŞEMBE)


“YARGILAMAYI KOLLUK BELİRLİYOR, KOLLUK YARGIYI TEHDİT EDİYOR”

Prof. Dr. Sibel İnceoğlu: AİHS bizim iç hukukumuz haline gelmiştir. Ama AİHM bir davaya bakarken somut olaylarla kendisini sınırlar, pragmatik bakar. Biraz düşük bir standartla bireyin hakkıyla sınırlı bakar. Ülkelerin yargı sisteminin farklılıklarını bir harmanda toplamak için bu biraz anlaşılabilir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi şu özelliklere bakıyor:

Mahkeme üyelerinin niteliğine bakıyor önce. Meslekten yargıçlar ne kadar ağırlıktadır. Meslekten hakimleri bir güvence olarak kabul ediyor.

Bu yargıçlar nasıl atandı? Göreve gelme görevden alma şartları nedir? Yargıcın meslek yaşamının uzunluğu, dışarıdan müdahaleye açık mı?

Yargıçlar kişiye bağımsız görüntü veriyor mu?

AİHM yürütme organının yargıç atamasını bir ihlal olarak görüyor. Avrupa Yargıçlar

Danışma Konseyi’nin 1 numaralı atama görüşü yargıçlar tarafından kurulmuş bir kurulun atama yapmasını gerekli görüyor.

Türkiye’de HSYK atama yapıyor. Ama atama yapan gerçek güç burası mı? Öyle değil. Yargıç atanmadan önce onun adaylık statüsüne girmesi gerekiyor. Bunun için 2 aşamalı sınav yapılıyor. Biri yazılı diğeri mülakat. HSYK’da 7 üyenin beşi bakanlık bürokratıdır. HSYK bir tür onay makamı; atamayı yapan gerçekte başka yer.

Yazılı ve sözlü sınavlardaki başarı oranı bunu açığa çıkarıyor.

Yazılı sınavda ilk 10’a giren başarılı adaylardan sözlüde % 46’sı elenmiş. Neden? Çok yüksek bir oran. İlk yüze girenlerin yarısı elenmiş!

Ancak ilginç bir durum yazılı sınavda son 10’a girenlerin tamamı başarılı olmuş.

Mülakatta genel ve fiziki görünüm, kültür durumu gibi çok ilginç kriterler var.

Oysa bu tartışmalı durumları çözecek yöntem basıt: Soruları önce hazırlar kurayla çektirirsiniz. Herkes çektiği soruyu yanıtlamak zorunda kalır. Bir de sınavı kayda alırsınız. Dava açma olanağı sağlarsınız böylece.

HSYK kararına karşı yargı yolu kapalıdır. Bunlar AİHM tarafından sakıncalı görülüyor. Ancak bu seçim süreci hakkında bir başvuru daha yapılmamış. Bu mahkeme önüne ne gelirse onu inceler. HSYK nasıl işliyor diye bakmaz. AİHM’e başvuracaklar bu ayrıntıları da dosyaya eklemelidirler.

Bir yargıcın yer değiştirmede en azından 5 yıl yer güvencesi verilmelidir. Atanacağım sürüleceğim diye korkmamalıdır. İsteği olmadan yeri değiştirilmemelidir. Yer değiştirme meslekten ihraç kadar önemlidir. Bu süreç adil yargılama yöntemine aykırıdır.

Ben HSYK’dan bu adli ve sicil yer değiştirmelerini, HSYK’nın kararlarının gerekçelerini istedim. Hiçbir şey vermiyorlar. HSYK’yı yıllardır taciz ediyorum 500’e yakın karar var internette. Ancak 7 tane gönderdiler bana. Buradan nasıl bilimsel bir çalışma çıkarabilirim. Bilgi edinme yasası çıkmasına karşın ancak bu sayıyı 14’e çıkarabildim.

Hepimizin bu disiplin cezalarının gerekçelerini edinmek için mücadele etmesi lazım.

Adalet bakanlığında çalışan yargıç ve savcı olmamalı. Bu merkezde çalışabilme isteği yaratıyor. Mart 2011 Venedik Komisyonu’nda var. Bu geçişkenlik burada eleştiriliyor.

Adli kolluğun olmaması yargılamalarda dolaylı bir etki yaratıyor. Mutlaka kurulmalı.

Adalet Bakanlığının 100 denetiminin 90’ı hakim savcıya müdahaledir.

22-23 yaşında bir genci hakim yapmak doğru değil. Azarbeycan’da bile 30 yaş sınırı var.

Bugün Türkiye’de yargılamayı kolluk belirliyor. Kolluk yargıyı tehdit ediyor.

Dr. Gökhan Güneysu: Hakimin tarafsızlığı ve bağımsızlığına müdahale yalnızca ihlal değil toplumsal sorunlara da yol açabilir. Toplumda biraradalığı bozabilir. Toplumda adalete güvenin bozulmaması gerekir. Bu bozulursa felaket olur.

AİHM yargıç bağımsızlığı konusunda önemli kararlar verdi.

Bir dinleyici avukat: Savcığın mütalaası önümüze hep karar olarak geliyor. Yargıçlar kendilerini kamunun patronu olarak görüyor.

Av. Ömer Güven (Dinleyici): Hakimlerin disiplin kararına ulaşılamıyor. Bu hakimlerin gizlilik dünyasını açıklamak istememek.

Prof. Dr. Muharrem Özen: Hukuk fakültelerinde psikoloji, tarih gibi derslerin verildiği bir hazırlık dönemi olmalı. Yaşamında hiç ideolojik slogan atmamış bir öğrenciye kurucu iktidar anlatıyorsunuz. Avukatlar yargıç seçilebilmelidir. Ayrıca sınavlarda hakim ve savcılara psikolojik test yapılmalıdır.

Prof. Dr. Sibel İnceoğlu: HSYK’nın yargıçlar için verdiği yer değiştirme ve disiplin ya da ihraç kararlarının gizliliği kalkmazsa o yargıcın kararlarında kuşku doğar.

ABD’de bu kararların tamamı açıktır; karar kesinleştiği andan itibaren. Karar verildikten sonra açıklanmasının bir sakıncası olmamalıdır. Öyle ki ABD’de daha karar kesinleşmeden süreç bile şeffaflaşıyor. Bazıları isim açıklamıyor yalnızca karar olayını açıklıyor. Meslekten ihraç gibi ağır kararların kamuoyu tarafından bilinmesi gerekiyor. Özel bilgi deyip bilgi edinme yasasına karşı çıkıyorlar. Daha önce Adalet bakanlığı yanıt verebiliyordu. Ona dava açabiliyorsunuz. Yeni HSYK’nın yanıt vermeme hakkı var. Dava da açamazsınız.

 

TÜRKİYE’DE YARGI BAĞIMSIZLIĞI
(AÇIK OTURUM – 12 Ocak 2012-Perşembe)

Hasan Gerçeker: İnsanlar temel hak ve özgürlüklerin önemini anladılar. Bunun da kuvvetler ayrılığı ilkesiyle sağlanacağını kavradılar. Ama bunu bizim toplumların özümsemesi kolay olmuyor. Siyasi güç de yargının ellerinde olmasını istiyor. Ve çekişme, tatsızlık böyle başlıyor. İnşallah en kısa sürede bu kavgadan kurtulur ve yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı gerçekleşir.

Yargıçlar hem dışa karşı hem içe, kendilerine karşı tarafsız ve bağımsız olmalıdırlar.

“YARGININ DEVLETLEŞMESİ, HUKUKUN TAŞRALAŞMASI, YARGICIN MEMURLAŞMASI…”

Dr. Orhan Gazi Ertekin: Demokrat Yargı Derneği adına konuşurken yargı bağımsızlığı sorunu ve sorusuna birden çok sorun içeren kapsamlı bakılması gereken bir alan olduğunu düşünüyorum. Bu sorunu hazır klişelerin dışında ele almalıyız.

Klişe 1: Adalet Bakanlığı memurları HSYK’dan çıksın talebi! Buna gülümsüyorum.

Klişe 2: Yargı süreci devam ediyor, Lütfen karışmayalım! Bu da en tehlikeli klişe!

Bunlardan mutlaka uzak durmamız gerek. Tarafları daha geniş bir prespektif geliştirmeye çağırıyoruz.

Yargı bağımsızlığı kavramı modern devletle gelen diğer kurumlar gibi bir talihsizliğin üzerine oturmuştur. Yargı bağımsızlığı üzerine konuşanlar bu sorunu çözmede başarısız kalmıştır. Dünyanın her ülkesinde bu sorunu çözmede tarihsel bir iflasla karşılaştım.

Mithat Paşa, 1881 yılında, sadrazamlıktan azledilip 5 yıldır Aydın valiliği yaparken suikaste uğradı, Fransız konsolosluğuna sığındı. Arkasından Ahmet Cevdet Paşa, bugünkü Yargıtay başkanı, onun okul arkadaşıydı, gidip bizi Avrupa’ya karşı rezil ediyorsun, diyerek yargılamaya ikna etti İstanbul’a getirdi. Mithat paşa, tek şey istiyorum, o da adil yargılanmak diyerek bunu kabul etti. Yıldız’ın bahçesine kurulan çadır mahkemesinde yargılandı, kendi tanığını bile getiremeden yargılandı, önce idama, sonra sürgüne mahküm edildi. Taif’te zindanda boğduruldu. Anayasacıydı, devletin gücünün vatandaş karşısında sınırlandırılmasına çalışan politik bir adamdı.

2 yıl önce emekli olmuş Genel kurmay Başkanı cemaatle/devletle sorunlarının bittiğini sanırken iddianamesi 1.5 yıl önce yazılmış bir davaya sanık olarak eklendiğini farkediyor. Bugüne dek yasa, devlet, Atatürk, devletin tam göbeğinde, karargahında yetişmiş bir adam. 2 yıllık kovuşturma dosyasına eklendiğini fark ediyor.

131 yıl önceki yargı sorunuyla aynı sorunu yaşıyoruz.

Bu iki olayı bir kenara not edelim. İngiltere’ye gidelim.

İngiltere yargı denilen kurumsal tecrübenin gerçekleştiği topraklardır. Yeni çıkan burjuvazi aristokratlar arasında çıkan savaşta yargı hakkını burjuvalara terk etmemek için doğmuştur yargı bağımsızlığı kavramı. Bu dengeyi korumak için formüle edilmiştir.

Montesquie almış; buna kuvvetler ayrılığı diyoruz. Toplum yaşamının, devlet erkinin paylaşımı diyoruz.

İngiltere’de, 1- Toplumsal güçler arasında dengeden doğar, 2- Hukukun özerkleşmesi kavramına dayanır, 3- Yargı bağımsızlığı kadim hakimlik üzerine oturur. Özerk hakim eşittir toplumsal olgunluk.

Türkiye’ye gelirsek, hakimlik toplumsal sınıfların üzerindeki dengeye değil devlet geleneğine dayanır. Adli istiklalle yargı bağımsızlığını karıştırmayalım. Yargı bağımsızlığı yabancıların tahakkümünden kurtulma üzerine inşa edilmeye çalışılmıştır. Bu yargı bağımsızlığı değil; yargı tam devletin içinde.

1934 yılı çok önemli. Kamu hukuku dersi Tarih dersiyle birlikte okutuluyor. Recep Peker tarafından başlatıldı. Böylece hukuk siyasal anlamından uzaklaştı.

Cumhuriyet döneminde hukuk düşüncesi üniversiteye havale edilmiştir. Yargıç taşraya memur edilmiştir.

1960’lardan sonra üniversiteler de çökünce taşra hakimleri hukuka gelmeye başladı. Hukuk düşüncesinin tartışılamaz hale gelmesi bu saçmalıktadır.

Türkiye’de yargıç yoktur. Yargıcı, kunduracı ve hekimle birlikte sayar Recep Peker.

Bizde 1- Yargının devletleştirilmesi, 2- Hukukun taşralaştırılması, 3- Yargıcın memurlaştırılması gerçeği vardır.

Bu problemli yargı olgusunun 1950’den sonra ikiye bölündüğünü, iki düşman kardeşe bölündüğünü düşünüyorum.

Alevi ve sunni ayırımcılığı, komünistlik-faşistlik ayırımı.

Ama bunların hiçbiri kendisi değil; hepsi devlet oyunu oynuyorlar. Bu iki grubun yanında olduğumuz sürece bize Mithat Paşa ve İlker Başbuğ Paşa’nın kaderini paylaşmak düşer. Bu rezalet oyunun seyircisi olmaya devam edeceğiz.

Bugün geçmişten daha kötü durumdayız. Geçmiştekilerin hukuk bilgileri vardı. Geçmişte hiçbir Yargıtay başkanı aleyhe temyiz kalksın dememiştir!

“BUGÜN YAŞANANLARI KABUL EDEN YARGIÇLARIMIZIN OLMASI EN BÜYÜK SORUNUMUZDUR!”

Doç Dr. Devrim Güngör: Bugün yaşananları kabul eden yargıçların olması büyük sorunumuzdur. Yargıçların hür ve bağımsız vicdana sahip olmaları gerekir. Bu olmazsa hakkında kesin karar verilmeyen herkes suçsuzdur diyemezsiniz. Bir günbile olsa tutuklanmak büyük haksızlıktır. Böyle kolay tutuklama yapan hakimlerin dava sonunda vereceği karara nasıl güveneceğiz. Hakimlere karşı kendimize güvence arıyoruz! Bir toplum bu duruma düşmüşse bu durum vahimdir. İddianame demek tüm delillerin toplandığı anlamındadır. Artık sanık kaçıp nasıl delilleri yok edecek!

Gizli tanıklarla adeta gizli bir ceza muhakemesi kurumu oluşturulmuştur.

Referandimlarla demokrasi olmaz. Seçimlerle demokrasi olmaz. Gerçek bir hukuk devletinin geleceği değişken yanar dönerbir seçmen kitlesinin tercihlerine bırakılamaz. Referandumlarla ülke için hiçbir hayırlı sonuç alamayız. Etkileyici bir liderin vicdansızlığı, acımasızlığı kitleleri peşinden sürükleyebiliyor; o zaman ne yapacağız.

Artık yolun sonuna gelinmiştir. Şeklen bir yargı güvencesi var diye sessiz kalmak mümkün değildir.

 

“ŞÜPHE SANIĞIN LEHİNE DEĞERLENDİRİLİR İLKESİ, SANIĞIN ALEYHİNE DEĞERLENDİRİLİR İLKESİNE DÖNÜŞTÜ!”

Av. Kadir Özbek: Bugünden sonra yaşadıklarımıza bakarak gelecek için ders çıkarmalıyız. Örneğin Avrupa’dan bize yansıtılmak istenen neydi? Bize kabul ettirilen ne oldu? Kuvvetler ayrılığı ilkesi tanrısal olumlamaya, mutlak gücün yozlaşabilirliği, bunun için denetlenmesi gerektiği ilkesiyle laik bir devlet üzerinden bir önem ifade eder. Bugün demokrasilerde kuvvetler ayrılığında laikliğin önemli olmadığını söyleyenler var.

Mutlak güç tarih boyunca böyleydi; yargıyı hep sınırlamak istedi.

Oysa kudretliler için de yargı bağımsızlığı önemlidir. Kudret geçicidir çünkü. Yargı bağımsızlığı yargıca tanınmış bir soyluluk değildir.

Bağımsızlık sorumluluktur. Bir adım ötesinde ihlal vardır. Yargı bağımsızlığı demokrasiyle yaşamsal ilişkidedir. Çoğulcu demokrasi azınlık haklarını koruma amaçlıdır.

Yargının binaları yenileniyor. Ama yargı ruhunu kaybetmiş. Anayasa yargısına sağlanan olanakların adli yargıya verilmemesi ilginçtir.

Türkiye’de siyaset yargısallaşmıştır. Her gün ahkam kesilmektedir.

Türk basınının önemli bir bölümü ilkeli davranmamaktadır.

Mahkemenin adil yargılama yaptığını etrafa, topluma, olayın taraflarına hissettirmesi gerekmektedir.

Eskiden HSYK’de bakan var diye eleştiriliyordu şimdi yargı bağımsızlığının gerçekleştirilmesi adı altında müsteşar yardımcısı ve genel müdür de girdi. Niye böyle yaptılar? Anlamak için 1950’ye gideceksiniz. Bir değişimin olması için önce yargıyı ele geçireceksiniz.

Ne yapacağız? Bunları unutmayacağız.

Uzun tutuklamalarda şüphe sanığın lehine değerlendirilir ilkesini tersine çevirerek şüphe sanığın aleyhine değerlendirilire dönüştü.

Referandum altın vuruşu yapan son noktaydı. Torba kanunlarla hile ile insanlar kandırıldı. Anayasa değişiklikleri böyle yapıldı. Bir orkestradan bile değişik sesler çıkar; yeni HSYK’dan çıkmıyor! Blok davranıyorlar! Bu anlayış adalet dağıtıyor. Bu yargıçları denetleyecek yüksek yargıçlar da yok!

Yargının hızlandırılması olamaz. Yargılamayı sınırlandıramazsınız.

Yargıtay’da tetkik hakimi sayısı artırıldı. 3-4 heyet birden çalışıyor. Bu arkadaşlar orada suç işliyorlar. Katılmadıkları toplantıların altına imza atıyorlar!

Sorunumuz yargının üçüncü kuvvet olduğunu kavrayamaması, diğer toplum kesimlerinin de buna yanaşmamasıdır!

Av. Metin Feyzioğlu: Yanyana gelmeyecek iki kavram yanyana getirildi. Adil yargılama hakkı ve özel güvenlik mahkemeleri.

 

ADİL YARGILANMA HAKKI VE ÖZEL GÖREVLİ MAHKEMELER
(AÇIK OTURUM – 12 Ocak 2012- Perşembe)

 

“ADİL YARGILAMA HAKKINI GEÇTİK ADİ YARGILASINLAR RAZIYIZ!”

Av. Ümit Kocasakal: Bu mahkemelere gerek yoktur. Hepinize saygılar sunuyorum diyebiliriz; yeterli.

Doğruları dile getirmek, yalanları düzeltmek zorundayız: İlk defa bir genelkurmay başkanı sivil mahkemece tutuklandı deniyor. Bundaki 7 yanlışı bulun!

Nerede sivil mahkeme? Bunlar askeri mahkemelerden de beterdir. Yetki değil görev mahkemesidir. Her alanda özel görevli mahkeme de diyemiyoruz. Özel görevlendirilmiş mahkemelerdir. İş artık teknik detaylarda değil, gözaltı, tutuklama, dinleme makamlarıdır. Sanıklarla, avukatlarla, zıplama, hoplama muhabbetlerine giren avukatların savunmaları 15 dakikayla sınırlanırken 16 celsede men cezası vermek!

Bu mahkemeler anayasa dışıdır. Yedek hakim tutuklama yapıyor? 250 ve devamında yedek hakim var mı? DGM’lerde vardı bu yalnızca! Anayasamızın 6. Maddesinde hiç kimse hiçbir organ anayasada olmayan yetkisini kullanamaz demiyor mu?

Bu mahkemelerin tüm kararları ve uygulamaları yoklukla malüldür! Kaçakçılık ve bankacılıkta da yok diyorlar bu kez. Hiçbir anayasal dayanağı olmayan uygulamadan söz ediyoruz. Çok ciddi bir durum.

Adil yargılama hakkını geçtim adi yargılama hakkını tanısınlar yeter. En temel asgari kurallara uyulmuş olur.

“BU YARGI TÜRKİYE’Yİ ÇÖZÜYOR!”

Bir canavar yarattılar; kendi adamlarını da yemeye başladı. Burası bir vakum. Her şeyi görev alanına çekiyor. Örgüt suçlaması-gözaltı-sorgu-sevk-tutuklama-itiraz-red! Aynı şablonu uyguluyor.

Ama zannediyorlar ki belli kişileri çarpar. Bu bir kör oyun, 30’unda kime çarpacağı belli olmaz. Asliye cezanın bakması gereken şike davasına nasıl oluyor da bu mahkemeler bakıyor. Millet ciddi ciddi demokratikleşiyoruz diye yazıyor. Bu tutuklamalarla nasıl oluyor bu.

Her muhalif bir gün Silivri’yi tadacaktır. CHP genel başkanına değil bize yönelik bir mesajdır bu. Bir hesaplaşma vardır. Geçmişle filan değil 1923’le hesaplaşmadır. Bu mahkemeler bunun için yaratılmıştır. Gazi Ertekin bu mahkemeler siyasi iktidarı da kuşattı diyor. Freni patlamış bir kamyon var. Nerede duracağını bilemiyoruz.

Açık ara askeri mahkemede yargılanmak isterim. Kimsenin savunmasının kısıtlanmadığı bir mahkeme en azından.

250. maddede özel yetkili mahkeme hakimlerine kısıtlama getirilmiş. Diğer hakimlere niye yok! Diğer hakimlere güvence yok demek bu!

Yargı çözer deniyor. Yargı Türkiye’yi çözüyor!

Tutuklama kararlarınının gerekçesi nerede? 2 yıl önce bıraktığınız kişiyi yeniden tutukluyorsunuz. Dava açılınca zaten deliller toplanmış değil miydi?

Hiç kimse artık güvencede değil. Her yerde kar var. Her yerde örgüt var. Cezaevi senin bu gece! Bir tane de gizli tanık. Tadından yenmez. Odatv davasında hep telefon görüşmesi. O kadar uzun ki bir türlü davaya gelemiyorsunuz!

12 Eylül’le hesaplaşıyorlarmış. Gücünüz yetiyorsa arkasındaki güçle de hesaplaşınız.

Herkes bugünlerde na yaptığıyla, onuruyla onursuzluğuyla tarihe geçecek. Açıkça yetki gaspı yapıyorlar. Hem görevi kötüye kullanma hem tahditten yargılanacaklar. Ama gerçekten adil yargılanmalarını istiyoruz biz!

“GİZLİ FAŞİZM ASKERİ FAŞİZMDEN BİN KAT DAHA TEHLİKELİDİR!”

Metin Feyzioğlu: Ne güzel değil mi? İstanbul, Ankara Barosu başkanları bir arada. Her sabah yeni bir azimle kalkıyor mücadele ediyoruz. Siz de dayanın; özgürlük yakındır.

Enterasan bir tutuklama emri örneği vereceğim: İfadesi alındıktan sonra tutuklanmak üzere yakalanmasına!

Burada nasıl adil yargılanmayı konuşalım. Silivri’de dinleyici salonuna tepeden mikrofon iniyor. Neresini anlatalım. 148’de Cumhurbaşkanı’ndan komutana dek Yüce Divan’ı gösterir. Burada Frankeştayn’ın nereye gideceği mesajı vardır. Cumhurbaşkanı, HSYK başkanı, yargıtay, danıştay başkanı, korkun sizi de tutuklarım mesajı vermektedirler.

Bu yepyeni bir kuvvet oldum demektir. 4. Bir kuvvet. Yargının faşizmi askeri faşizmden bin kat daha tehlikelidir!

 

İNSANLARIN KAFASINDAKİ DÜŞÜNCELER CEZALANDIRILABİLİR Mİ?”

Prof. Dr. Timur Demirtaş: Terör suçu olabilmesi için sindirme, korkutma, cebir ve şiddet olmalı. Askeri tesisleri tahribi olmalı vs. terör kavramı sulandırılıyor bu mahkemelerde. Bir genelkurmay başkanı teröristse başka terörü nasıl tanımlayacaksınız?

Yargıya olan inanç artık çok sarsıldı. Toplum bölündü. Gizli tanık da sulandırıldı. Savcılar bu tanıkların suçlamasıyla tutuklama yapıyor.

Uzun tutukluluk sonucu bu hakimler nasıl beraat kararı verecek. CMUK 34’de tutuklama kararının gerekçesi gerekiyor diyor. Kendi ifadesini göremeyen tutuklular var. AİHM’de Türkiye mutlaka mahküm olacak. O kadar sudan sebepler ki… İnternet andıcı terör suçu olabilir mi? Görevi ihmale bile girmez.

İnsanların kafasındaki düşüncelerin cezalandırılması düşünülemez. Bu açılan davaların hiç birinde icraya başlamak söz konusu bile değil.

Yrd. Doç. Dr. Devrim Aydın: Türkiye’ye örgütsüz, tepkisiz bir ülke eleştirisi yapıyorduk. Artık Silivri davalarıyla çok örgütlü bir toplum haline geldik! Üç İstanbul gibi üç Türkiye romanı da yazılacak. Terörü teröristle durdurmaya çalışan bir ciddiyetsizlikte devlet olabilir mi? İktidar da bir şehvet gibi demek ki; kendilerini tutumıyorlar.

“BU KIŞ FAŞİZM GELİR!”

Emine Ülker Tarhan: Gelecekte bu ülke nereye gidecek? Özgürlüklerin yargı kararlarıyla korunmasından söz ettim. Referandumda kolektif mücadele verdik ve kaybettik. Ama % 44’ün demir leblebi olduğunu vurguladım hep. Disiplinli ve sabırlı bir mücadeleyle bu durumdan kurtulabiliriz. Ordusu 30 yılda, yargısı 20 yılda dizayn edildi bu ülkenin. Bundan kurtulmak kolay değil. Belki de önümüzde daha 30 yıllık bir faşizm dönemi de yaşayabiliriz. Yetmez ama evetçiler iklim değişecek Akdeniz olacak diyorlardı. Ama iklim sertleşti!

Hergün kadın cinayetleri, kadın ölümleri, tutuklu ölümleri.

Hukuk yok. Polis şefi devleti var. Bunu görüp buna karşı çok çalışmak ve derinleştirmek gerekir mücadeleyi. Bu çalışmayla yol almalıyız. Ben buna inayorum.

530 öğrenci, 100’e yakın gazeteci, 8 milletvekili ve bir o kadar öğretim üyesi tutuklu var. Onlar hücrede ama biz de dışarıda kafeste tutukluyuz. Bunlar bir yerden emir alıyor. Bu yargı olamaz, vicdana ve karakitaba göre hareket ettiler. Biz de bu durum karşısında çok şaşkınız. Nasıl mücadele edeceğimizi bu yüzden bilemedik. Şimdi niyetlerini ve yöntemlerini çözünce nasıl mücadele edebileceğimizi de biliyoruz. Aşiret şer’i hukukun temellerinin atıldığını, hiçbir şeyi tesadüfen yapmadıklarını artık biliyoruz.

Arabuluculuk yasasıyla bir basın bilgilendirmesi düşünüyorum. Bu kış faşizm gelir diyorum. CHP’nin mal varlığına göz koydular.

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VE HUKUK DEVLETİ
(AÇIK OTURUM – 13 Ocak 2012- Cuma)

Av. Mihail Aleksandru Tanesescu (Bükreş Barosu Yönetim Kurulu Üyesi): Devlet hep vatandaştan önemli olmaktadır. Vatandaş da avukata ihtiyaç duymaktadır. Avukatlık demokrasinin aynası durumundadır. Her vatandaş avukatı tarafından korunabileceğini bilmelidir.

Diktatör devletler avukatı yargı sisteminden ayırmaya çalışır. 1950-80 arası Çin’de avukatlık mesleği yoktu. Adalet savcı ve hakimler tarafından yapılıyordu.

Demokrasi bir hediye midir? Yoksa demokrasi için her gün savaşmalı mıyız? Evet, elbet 2000 yıl öncesinden beri bu şekilde mücadele veriliyor.

Amerika’da 11 Eylül’den sonra saldırgan bir devlet gördük. İnsan hakları güvenlik kaygısının altında kaldı.

Günümüzde avukatlar için 2 önemli olay vardır: 1- Meslek sırları ile ilgili sınırlar getirilmektedir. Devlet ne kadar demokratikse avukatın müvekkiliyle ilgili sırları saklama hakkı da o kadardır. Tüm Avrupa ülkelerinde bunun mücadelesi vardır bugün. Belçika ve Fransa avukatları bu hakkı kazandı. 2- Devlet avukatları işadamı olarak görme uygulaması güdüyor. Avukat, müvekkili tarafından güvenilmez bir paragöz olarak değerlendiriliyor.

Bugünkü İtalya Başbakanı Mario Monti 5 yıl önce artık barolar birliğine gerek olmadığını söylemişti. Hukuk eğitimi almış herhangi biri bunu yapabilir. O zaman AB komisyonu üyesiydi. 3- Tek bir yol var: mesleğimizin onurunu koruyacağız, mesleğimizin ontolojisine saygı göstereceğiz. Kriz anlarında mesleğimizin etik ve manevi değerlerine sahip çıkmalıyız. Vatandaşın güvenini sağlamalıyız.

Prof. Dr. Tanel Demirel: Ben bir liberalim. İfade özgürlüğünün sosyolojik ve kültürel yönüne bakacağım. Öncelikle ifade özgürlüğünün sorunsuz olduğu bir dönem yok. Bu neden? 1- Bu özgürlük insanı insan yapan düşünme özgürlüğünün koruduğu bir insani değerdir. 2- Bu özgürlüğe sonuçları açısından bakar. İyidir. Farklı fikirler çatışır. Biz de hangisi toplum için iyidir diye bakarız. Araççı bir yaklaşım. Bu özgürlüğü bastırmanın maliyeti bastırmaktan daha ucuzdur mantığıdır.

Bunu Türkiye’de bir değer olarak görüldüğünü söylemek mümkün değil. En iyi siyasi toplumun nasıl olduğunu biz biliyoruz, ifade özgürlüğüne gerek yok o halde mantığı. Türk kültüründe herkesin kendi hakikati var. Çoğu, başkasının başka hakikati olabileceğini düşünmüyor. Feodal Avrupa’da da böyleydi bu. Padişahım bizim adaletimizi sağlar hesabı.

Merkezi devlete karşı çıkacak güçler gelişince ancak çatlak sesler çıkmaya başladı. Osmanlı’nın geri kalmasının nedeni de buydu. Osmanlı’da bir türlü merkezi devlete karşı gelecek güçler sosyal/ekonomik güce ulaşamadı.

“TÜRKİYE İKİYÜZLÜ BİR HUKUK DEVLETİDİR!”

Cumhuriyet’te 1. Mecliste Şeyh Sait İsyanı’na dek belli bir çoğunluğun olduğunu görüyoruz. Daha sonra Cumhuriyetçi milliyetçi modernleşme projesinin tek hakikat olduğunu görüyoruz. Bu yolları da biz biliyoruz, bunu bilimden alıyoruz, bunu da millete öğreteceğiz anlayışı. Bu da Osmanlı’dan gelen kurumları yok etti. Bu katı milliyetçilik bir baskı oldu. Satılmışların, içimizdeki düşmanın saldırısına maruz kalırız korkusu. 1950’de siyasi açıdan kesinlikle bir ilerleme kabul ediyorum. Köy kasaba çevresinden beslenen bu kültürün ideal toplum anlayışı Kemalistler kadar kötü olmasa da kendi hakikatlerini dayatma anlayışında farklarının olmadığını görüyoruz. Fark, milliyetçi dayatma yerine dinci milliyetçi bir muhafazakâr mahalle baskısının siyasal alana taşındığını görüyoruz. DP-AP-ANAP-AKP ile bu anlayışa sürüklendik sürükleniyoruz. Kamu gücünü ele geçirince Kemalistleri aratacak denli baskı uygulayabiliyorlar. Tıksırıncaya kadar içiyorlar söylemi örneğin.

AK parti ifade özgürlüğü açısından diğer sağ partilerden iyiydi. Ama son dönemlerinde bunu terk etti. İfade özgürlüğünün faydalarını bu partide savunan var mı? Ben iktidarımı nasıl sürdüreceğim? Baskıyla mı, biraz izin vererek özgürlükçü görünerek mi?

Çok partili rejime geçiş Cumhuriyet’e karşı birikmiş tepkilerin gazını almak içindi. Özal’da Kürtlerin gazını aldı örneğin.

Bütün toplumlarda bu ve benzeri sorunlar yaşanmaktadır.

Kemal Şahin (Yargıç): İfade özgürlüğü hakkı daha çok politik alana ilişkin bir haktır. Belirli bir amaç için tasarlanan ve belli bir kitleyi amaçlayarak işliyorsa bunu bir hak olarak kabul edebiliriz.

Devletin tüm bilgi ve belgelerine tüm yurttaşların ulaşabilmesi gerekir. Türkiye’de bunun gerçekleşmesi mümkün değil diye düşünüyorum. TEM yasası özel yasayı getiriyor. Diğer tarafta normal ceza yasası. İki ayrı yargı düzeni getirilmiş vatandaşlar için. Hukuk devletinin tek bir yargı sistemi olmalı.

“YA BİLİNCİNİZİ HAPSEDİN YA BEDENİNİZİ HAPSEDECEĞİZ!”

Türkiye ikiyüzlü bir hukuk devletidir. Sadece Özel yetkili mahkemeler mi? Ceza yasasına da baktığımızda bunu görürüz. İki seçenek var: Ya bilincinizi hapsedin ya bedeninizi hapsedeceğiz! Bu anlayış hukuk devleti olarak adlandırılabilir mi?

12 Eylül 2011 referandumunda en azından HSYK’nın eskisinden iyi olacağını düşünüyorduk. Tam tersi gerçekleşti. Şöyle: Önceki HSYK zamanında onları eleştirdiğimizde cezalandırılırdık. Şimdi ise tasarruflarını onaylamadığımızda cezalandırılıyoruz! HSYK 9. yy. Katolik Kilisesi 1. Engizisyonu gibi çalışmaktadır.

Yurttaşlarımız bu yargıya müdahale etmelidir. Politik bir hak olan düşünme özgürlüğüne saldırıya karşı gelmek biz aydınların ve akademisyenlerin görevidir.

Prof. Dr. Hüseyin Altaş: Ötekileştirmeden şikayetçi olarak iktidara gelenler ötekilerini ötekileştirmeye başladılar. Bu gidiş fiziki olarak saldırıya kadar dönüşebilir. Vatandaşları bu durumdan bizlerin biz akademisyenlerin kurtarması lazım. Bizi dinlerler. İfade özgürlüğüne mutlaka kavuşmaları gerekir. Toplum olarak bu olgunluğa eriştik.

Prof. Dr. Necdet Basa: Muhafazakâr modernlik! Bu iki kavramın nasıl bir araya getirildiğini anlamak itiyorum. Demokrat yargı Derneği’nin Kemal Şahin beyin YARSAV’ın karşısına çıkmasından söz ediyoruz. Şimdi pişmanlık ve yanılgı var. Osman Can, Osman Gazi Ertekin pişman olduğunu söylüyor. Bugünden endişe duyduğu noktasına geldiler.

Kemal Şahin: Biz o zamanki HSYK’ya da karşıydık. Pişman değiliz. Ama yenisinin böyle olacağını bilmiyorduk.

Av. Tuncay Alemdaroğlu: Modern ceza hukukunun temel kavramlarından olan sanığın suçsuz olduğunu kanıtlama zorunluluğu olmamasını iddia makamının sanığın suçsuz olduğunu kanıtlama anlayışına dönüştüğü bir anlayışı yaşıyoruz. Sanığın susma hakkı var. Bu haklar yalnızca mahkeme salonlarında çözülmez, dışarıda basının bizim bu hakkı koruma mücadelesi vermemiz gerekir.

Yrd. Doç. Dr. Güneş Okuyan Ergün: Az kelime ve az fikir az demokrasi anlamına gelir. Aralarında doğru orantı vardır. Kelime sayısı tek başına demokrasinin gelişmişlik seviyesini göstermez. Kullanılan kavramların manipüle etmek, içini boşaltmak, anlamsızlaştırmak söz konusudur.

Bugün suçsuzluk karinesi kavramı işte bu halde gelmiştir. 1789’dan Helsinki Yurttaşlar Bildirgesi’ne dek bu haklar yazılı olarak hep kabul edilmiştir. Bir kişinin suçlu olarak kabul edilebilmesi için suçsuz olduğuna ilişkin şüphelerin bertaraf edilmesi gerekir. Bu karinenin uygulanmadığı bir devlette yaşıyoruz.

Sanığı peşinen suçlu gören bir mahkeme engizisyondur. Gerisi bir tiyatro oyunudur. AİHM 6. Maddede dürüst mahkeme şartını getirmiştir. Anayasamızda temyiz sonuna dek kişi suçsuzdur yazar.

Şüphelinin ifadeleri basına verilmez, gizlidir. Makul seviyeyi aşan tutukluluk halleri de AİHM’den döner. Suçlamaların ağır olması tutukluluk halinin devamı için tek başına yeterli bir neden değildir. 2003’te AİHM böyle bir tutuklamayı ihlal olarak değerlendirmiştir. Hâkim tutuklamanın her aşamasını gerekçelendirmek zorundadır. Gerekçesiz olmak, bu ihlaldir.

Kişiler masumiyetlerini ispat etmekzorunda değildir. Devlet bunu kanıtlamak zorundadır. Ama herkes kendinin suçsuz olduğunu kanıtlayabilir. Susma hakkını kullananları bu yüzden suçlu kabul edemezler hâkimler. Kişi, aleyhine delil yaratmaya zorlanamaz.

Bu kavramı kötü niyetli manipülasyonlarda alet etmemek gerekir. Sinsice karşı çıkmak, açıktan karşı çıkmaktan çok daha tehlikelidir. Özgürlük havarisi olarak bu hakkı yok edebilirler.

 

“ADİL YARGILAMA MI ADİL YARGILANMA MI?”

Yrd. Doç. Dr. Barış Erman: Subjektif bir hak olarak bunu herkes kabul ediyor. Ama kamu otoritesini kullanan kişidir asıl bu hakkı koruyacak kişi. Adil yargılama hakkı diye bir şey yalnızca Türkiye’de var. Önemli olan adil yargılanma hakkıdır! Örgüt üyeleri örgütün tüm suçlarından sorumlu tutuluyorlar. Oysa bu doğru değildir. İrlanda’da suçlu-suçsuz-suçluluğu kanıtlanamamış diye karar çeşidi vardır.

AÇIK TARTIŞMA (14 Ocak 2012 – Cumartesi)

Metin Feyzioğlu: Bizi hâkimlerden kim kurtaracak diyor artık insanlar. Bu noktaya geldik.

“SİLİVRİ YARGI KAMPÜSÜ OLDU!”

Orhan Birgit: Rauf Denktaş’ı anmak istiyorum. Kıbrıs’ta Türk hukukunun tesisi ve özgürlüğü için mücedele verdi. Son nefesinde de Kıbrıs’ın bağımsızlığı için mesaj vererek öldü.

Türk basını dünya basını içinde özgür gösteriliyor, görülüyor. Benden daha yaşlı yazı yazan bir meslektaşımız yok. Kendimi şeyhül muharririn olarak adlandırıyorum rahatlıkla. Bir hocamız, Ergun Sarıca hukuk fakültesindeki dersinde örfi idare nedir diye soru sormuştu. Bir arkadaşım, kalkıp omuzuna dokun, eğer birisi size sokakta böyle dokunur, ben polisim sizi gözaltına alıyorum derse ve bilinmeyen bir yere götürürse bu örfi idaredir dedi. Ve dersi geçti.

Türkiye mütemadiyen bu labirentlerden geçiyor. Ne zaman sorguya çıkacağı bile belli olmayan sürelerde gazeteciler içerde yatıyor. Mahkemeleri Beşiktaş’ta ama mahkeme yeri 100 km. uzakta. Orası bir yargı kampüsü halinde. Orada yargıçlar da enterne edilmiş durumda.

Sedat Ergin: Dış dünya Türkiye’deki basın özgürlüğü konusunda son aylarda sesini yükseltti. New York Times’in uzun bir yazıyla Türkiye’deki yargının durumu ve basın özgürlüğü konusunu Odatv davasını konu edinerek, “Korkutma, tutuklama ve mali baskı”yla hükümetin basını sindirmeye çalıştığını yazdı. Yine Time dergisi, hükümetin yargıyı “muhaliflerini sindirmek için baskı aracı olarak” kullandığını, hükümete desteğini hep açıkça sürdüren Financial Times’in bile başyazı kaleme alarak “otoriter bir bir yönetimin Türkiye’ye yerleştiği”ni, “gazeteci/terörist arasındaki sınırın kaybolduğu”nu yazdı. Özellikle Avrupa İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammerberg 10-14 Ekim 2011 arasında “gizli” Türkiye ziyaretinin ardından 10 Ocak 2012’de yayınladığı “Türkiye’de Adalet Yönetimi ve İnsan Haklarının Korunması” başlıklı raporu çok önemlidir. Bu raporun ilk kez Türk yargısını hedef alıp eleştiren bir zehir zemberek rapor olduğunu belirtmeliyim.

Bu durumun Türkiye açısından çok “problemli bir durum”u göstermektedir. Artık Türkiye’nin ya bu yoldan çıkarak “çıtayı” düşürüp ya üçüncü dünya ülkesi olacağını ya da bu yoldan dönerek demokratikleşme yolunda ilerleme tercihini seçeceğini; Türkiye’nin gelinen noktada bu iki yoldan birini tercihle baş başa kaldığı”nı söyleyebiliriz. AİHM Türkiye’nin yükünü artık taşıyamıyor.

Ahmet Hakan: Kısa ve 3 ana başlıkta konuşacağım. 28 Şubat’la bugünü karşılaştıracağım. O dönemde 28 Şubat’ı yapanlara muhalif bir yayın organında çılışıyordum. Bu iktidarın öncülü bir yayın organı. Ahmet Taşgetiren, Abdurrahman Dilipak gözaltına alınmış sabah serbest bırakılmışlardı. Gazeteciler andıcı vardı ama tek bir gazeteci bile gözaltına alınmamıştı. Yargı mensuplarına askerler birifing vermişti. Biz de eleştirmiştik. Çevik Bir beni mahkemeye vermişti ama mahkeme beni ikinci celsede beraat ettirmişti.

“YARGININ YARGICI KİM?”

O dönemde hiçbir türbanlı gözaltına alınmamıştı. Bugün ise KCK davasından iki başortülü kadın başörtüleri çıkarılarak gözaltına alındı, tutuklandı. O zaman kıyamet koparanlardan bugün tek bir ses bile çıkmadı.

Bugün bakınca onların bir direniş kültürü yokmuş, amaçları iktidara gelmekmiş. Bunu anlayınca bugün ben dehşete düştüm. Türkiye’de söz döner keser döner kısır döngüsünden çıkmamız gerektiğine inanıyorum. Buradan kurtulmamız gerek.

Bugün yaşananlar 28 Şubat’la karşılaştırıldığında bu endişelerin 4’ü de o zaman yaşanmadı.

Bir ihbara maruz kalıp tutuklanacaksınız. Şu tarihte tutuklanacak diyor hatta bazı meslektaşlarımız. Yahu suçumuz nedir arkadaş, niçin tutukluyorsunuz. Yok.

Bir sabah bir operasyona maruz kalarak gözaltına alınmak tutuklanmak. Başı sonu belli olmayan bir iş. Bir şey bulamazlarsa reyting operasyonu adıyla tutuklanabilirsiniz.

Bazı konulardan söz edersem başıma ne gelir endişesi. Odatv davasında müthiş savunmalar vardı. Hiç kimse gazetesinde bundan söz edemiyor. Bana darbeci derler endişesi.

Yargının bir takım çevrelerce ele geçirilip geçirilmediği çok riskli oldu. Son olarak beni kaygılandıran durum: Darbelerle hesaplaşmak durumundayız. 12 Eylül, 28 Şubat ya da İlker Başbuğ’un hatası varsa o. Ama Batı medyasında oluşan endişe bende de başladı.

12 Eylül işi bu davaların üzerini örtmek için kullanılacak. Buradan bir demokratik arınma değil mesleğe bir gözdağı görüyorum ben.

“DAVALAR GAZETELERDEN KAÇIRILIYOR GAZETECİLER DE DAVALARDAN KAÇIYOR!

Ercan İpekçi: Avrupa Parlamentosu Gazetecileri İzleme Komisyonu ve Gazeteciler Federasyonu 23 Ocak’ta görülecek Odatv davasını izlemeye büyük bir heyetle gelecek. Cemil Çiçek 2006’da bakan olarak o maddeleri değiştirdi şimdi uyguluyor. Onlar gazeteci değil teröristtir diyor. Bu insanların hangisi terör olayında yakalandı, eylem anında yakalandı. Gazeteciler yalnızca başbakanlarla filan röportaj yapmazlar ki yer altı adamlarıyla da yaparlar vs. Bu gazeteciler hırsızlıktan yatıyor olsalardı olay olmaz mıydı toplumda, terör örgütü olmayı acaba niçin tercih etmişler?

Metin Feyzioğlu: Bir yargıcın cesaretine terk edilmiş özgürlük özgürlük değildir. Amaç gayrimeşrudur ama siz yasal meşru yoldan gidiyorsunuz ve soruşturulup tutuklanıyorsunuz. Orada faşizm var demektir.

T.C. tarihinde hiç olmadığı kadar gazeteci ve avukat tutuklu durumundadır. Davalar kamuoyundan kaçırılıyor, basından kaçırılıyor. Ama zaten gazeteciler de davadan kaçıyor!

Nuri Alan: 28 Şubat birifingine katıldım, ama pişman değilim. Herkesin toplantısına giderim ben. Bu kararlarımızı hiç etkilemez.

Yargıtay ve Danıştay’a bu kadar yargıç niçin alındı? Kamu kurumlarında istekte bulunulmadan kimse personel alamaz. 150’nin üzerinde insan oturacak masa bulamadılar odalarda. Herkes şaşırdı niçin geldiler diye.

Gidin Danıştay ve Yargıtay albümüne bakın şimdi bu yeni alınanlar kimlerdir? Ne gibi bir kariyleri var? Niçin böyle bu önemli yerlere atandılar!

Metin Feyzioğlu: Yargıtay’a atamalarda tek başımıza kaldık. Ankara Barosu olarak Cumhurbaşkanlığı faksını kilitledik. Ama başka demokratik kitle örgütleri bu işi küçümseyerek bize destek olmadılar. Ne yazık ki böyle.

(Ankara Uluslararası Hukuk Kurultayı-2012 “Sonuç Bildirgesi”ni buradan okuyabilirsiniz: http://www.ankarabarosu.org.tr/Detay.aspx?SYF=6685)

Ahmet Yıldırım

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir