Ankara Hukuk Kurultayı Konuşma Metinleri (1) – Ahmet Yıldırım

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Okurlarımıza çevremizde olup biten önemli tartışma ve toplantıları elimizden geldiğince bildirmek istiyoruz.

Şuna inanıyoruz ki bilmeyen insan düşünemez; yeni bir beyinsel canlanmaya gereksinimimiz var.

 

ahmety@anafikir.gen.tr

Anafikir notu: Okurlarımıza çevremizde olup biten önemli tartışma ve toplantıları elimizden geldiğince bildirmek istiyoruz. Dünyanın dört bir yanında yaşayan ve sitemize ilgi gösterip ziyaret eden bizi de şaşırtan sayıda okura karşı ülkemizde olup bitenleri bildirmeyi bir görev olarak görüyoruz. Şuna inanıyoruz ki bilmeyen insan düşünemez; yeni bir beyinsel canlanmaya gereksinimimiz var. Üç beş kavram etrafında bilinçli olarak körleştirilmiş –işin kötüsü her şeyi bildiğini sanan!– arkadaşlarımızın merak duygusunu yeniden canlandırmak ve “dışımızdaki” diğer düşünen insanlara saygı ve güveni yeniden inşa etmek, onlara dokunmak durumundayız. Bu doğrultuda gücümüz yettiğince çalışıyoruz.

Ankara Barosu’nun düzenlediği “Uluslararası Hukuk Kurultayı” çok canlı tartışmalarla ve yoğun bir katılımla sürdü. İki salonda aynı anlarda yapılan toplantıların bazılarını ne yazık ki not alamadık. Bizim için önemli olduğuna inandığımız toplantıları öncelik aldık.

Kurultayla ilgili bir eleştiride bulunmak istemiyoruz. Anafikir’in kalemi keskindir. Ancak gördüğümüz kadarıyla Türkiye büyük bir hukuksal kaosu yaşıyor. Hukuk sistemimiz darmadağın. Ancak bu durumu, yalnızca kötü niyetli bir iktidar bloğuna yıkmak kurultayın en büyük eksikliğiydi. Emperyalizmin yeni saldırılarını, bölgemizde, Afrika’da ve Uzakdoğu’da, hatta Avrupa’da taşların yerinden oynatıldığını, hukuk sistemimizdeki bu inanılmaz alt üst oluşun bu tsunamiyle ilgili olduğunu vurgulayacak bir “ekonomi/politik” değerlendirme yapacak konuşmacı göremedik. Böyle başarılı bir organizasyon yapan Ankara Barosu’na bu da bizim biricik eleştirimiz olsun.

Kurultay gösterdi ki yalnızca vatandaşların bireysel hakları değil ülkemiz de tehlike altında. Hukuk bir bütündür. Burjuva anlamda da olsa çok zor oluşmuş hukuksal, dolaysıyla demokratik kazanımların elimizin altından kayması –konuşmacıların vurguladığı gibi– yarın ülkemizin de ayaklarımızın altından kayacağı anlamına geliyor.

Metinlerin yorumunu değerli anafikir okurlarına bırakıyoruz.

(Kurultay, Baro Başkanı Av. Metin Feyzioğlu’nun açış konuşmasıyla başladı. Sayın Metin Feyzioğlu’nun açılış konuşmasının tamamını aşağıdaki adresten okuyabilirsiniz. http://www.ankarabarosu.org.tr/Detay.aspx?SYF=6679)

 

HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ VE KATILIMCI DEMOKRASİ

(AÇIK OTURUM – 10 Ocak 2012/Salı)

Av. Metin Bostancıoğlu (Oturum yöneticisi): İnsanlar susuz kalınca suyun, sağlığı kaybolunca sağlığın kıymetini ancak anlayabiliyor; katılımcı demokrasiyi de kaybettiğimizde kıymetini o zaman anlayacağız. Kıymetini bildiğimiz zaman da bu demokrasiye katkı sağlayacaktır.

Fikret Bila: Türk basınının durumunu konuşmak istiyorum bir gazeteci olarak. Hukukun üstünlüğü ve demokrasi birbirini tamamlar. Bunları dikkate almayan bir ülkede demokrasiden söz etmek mümkün değildir. Yasama ve yürütmenin yargı denetimine açık olması gerekiyor. Bunlar için de bir demokratik ortam, bir altyapı gerekiyor. Yalnızca oy kullanmakla yetinmemek gerekiyor; aktif olarak örgütlü bir toplum olmak gerekiyor.

Ancak bireyin karar alma süreçlerine katılmasını yani özgür bir bireyi ancak özgür bir basın yaratabilir. Basın halk adına erkleri denetler, kamuoyunu denetler. Özgür basın demokrasilerin olmazsa olmazıdır. Verdiği vergiyi denetleyen verdiği oyu denetleyen bir vatandaşlar topluluğu demokrasi için şarttır.

Türkiye’de katılımcı demokrasimize basınımız ne derece katkıda bulunabiliyor. Önce basının özgür olması gerekir. Basın özgür olması için ekonomik olarak özgür olması gerekir. Yerli yabancı sermaye grupları girdi basına… Basın sektöründe olarak ekonomik çıkar sağlıyorsa burada özgür basından söz etmek mümkün değil. Diğer alanların çıkar gruplarıyla rekabet eden bir basın sahibi basın özgürlüğünü engelliyor. Özellikle yerel basın tümüyle hükümetin denetimi ve etkisi altında var olmaya çalışıyor. Basının önce ekonomik olarak özgür olması gerekiyor. Ne yazık ki ülkemiz basınında büyük oranda durum budur. Türkiye maalesef böyle bir dönemi yaşıyor.

Yargıçların eleştirilmekten ve itiraz edilmekten bu kadar rahatsız olmaları, bu kadar alıngan olmaları bana kendilerine güvenlerinin olmadığını düşündürüyor. Gazetecileri susturuyorlar; içerde 100’e yakın gazeteci teröre yardım ediyor diye bulunuyor. Bu gazetecilerin tüm faaliyetleri gazetecilik faaliyeti olan haber/yorum yazmalarıdır. Silah veya benzer bir alet onlarda aramayın. Teröristtirler suçlamanız onların bu silahları olmadığı sürece gazeteci olduklarını örtmez; terörist diye suçlayarak onların gazeteciliğini gizleyemezsiniz.

Maalesef tutuklu yargılamak asli hale gelmiştir. Tutuksuz yargılanmaları arzusundayız dememiz ise mahkemeleri etkilemiyor.

 

“FAŞİZMİN HEM SİYASİ HEM EKONOMİK AYAKLARININ KURULDUĞU

BİR DÖNEMİ YAŞIYORUZ!”

Av. Atilla Kart: Siyasetçi milletvekili olmam nedeniyle akademik konuşmayacağım. Size 7-8 yıllık bir Türkiye fotoğrafı göstereceğim.

10 yıldır tek başına her türlü iç ve dış destekle iktidar olmuş bir hükümet var. Ama hem hukuk alanında hem ekonomik alanda ciddi problemler yaşıyoruz; hiçbirini çözemedi. Ancak toplum kesimleri arasında nefret söylemini geliştirmeyi başardılar, gelir dağılımını bozmayı başardılar. Kadına şiddet, çocuk suçları tam 5 kat arttı. Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü sekteye uğratıldı. İletişim özgürlüğü ve özel hayatın gizliliği diye bir şey kalmadı. Siyasi iktidar ve cemaatin iktidar için kapışma gizliliğini görüyoruz.

İlk kez TRT3 yayınları kısıtlanıyor. Muhalefetin sesini kısacak iç tüzük değişimi bekleniyor. Telecom özelleştirmesiyle zaten ülke kuşatıldı. Sivil Havacılık Kurumu gibi stratejik kurumlar ele geçirildi.

TİB yasası kırılma noktasıdır. Bir de Aralık 2007’deki gizli tanık dönemi. DGM’lerin yerini ÖYM’ler aldı. Katalog suçu diye binlerce kişi örgüt üyeliğinden tutuklanabilir.

Bunlar tesadüf veya münferit kavramıyla ifade edilemez. Bunları sorgulamalıyız ve bu gerçeklerle yüzleşmemiz gerekiyor. Savunma avukatları, doktorlar, profesörler, gazeteciler, yazarlar tutuklanıyor.

Tutuklu sayısı hükümlü sayısını geçiyor. Cumhuriyet Savcıları artık hükümetin savcısı konumunda. Özel yetkili Savcılar türkiyenin gündemini belirliyor. Cezaevinde 30 kişi şüpheli biçimde öldü. Bilimler akademisine atama yapıyorlar; bunlar bilimden korkuyorlar. İş kazaları iş cinayetine dönüşüyor. Sakarya’da 7 köy haciz ediliyor. Başka bölgelerde de bu böyle. 9 yılda 6 kez mali af çıkardılar.  Ekonomi politikalarının sakatlığından bu.

Partinin ve cemaatin memuru olmuş Adalet ve İçişleri Bakanlığı’nın istihbarat faaliyetleri yargıyı şekillendiriyor büyük oranda. 5 Mayıs 2008’deki Dolmabahçe görüşmesi sivil-asker işbirliğiyle bir postmodern darbenin şekillendirilmesidir.

12 Eylül 1980 darbesinin başaramadığını AKP iktidarı başarmıştır.

Şimdi sırada Arabuluculuk Yasası, Devlet Sırrı Yasası, Terörün Finansmanını Önlemek İçin Ekonomik Suçlar Yasası gibi yasalar sırada bekliyor. Yargının vermesi gereken mal müsadere kararını atanmış idari bir kurul verecek. Montesquie, eğer yargı yasama ve yürütmeden ayrı olmazsa demokrasiden asla söz edilemez.

Ülkemizde artık Hitler dönemi kurgulanmaktadır.

1982 Anayasası ile yargının bürokratlaşmasının önü açılmıştı. 2010 Referandumuyla da yargı devletin, iktidarın ve cemaatin hizmetine girmiştir.

Bir yargı endüstrisi oluşmuştur. Kamu kaynakları iktidara ve cemaate devredilmektedir. Hukuk bunları engelemesi gerekirken tam da bu zamanda küreselleşme hukukunun bir ayağı olan “Arabuluculuk Yasası” çıkarılmak istenmektedir.

Şu unutulmamalı ki demokrasiyi önemsemeyen siyasi partiler demokrasiyi ortadan kaldırabilir. Zalimlerin güçlülerin hukukundan ancak söz edebiliriz; katılımcı demokrasi filandan değil.

AKP faşizan derin bir devleti “Kamu Güvenliği ve Müsteşarlığı” yoluyla kurumlaştırmaktadır. İlçelere uzanan yetkili büroları eliyle polis devleti ortaya çıkmaktadır.

Türkiye’yi bölgenin süpermarketi yapacağız demişti ilk iktidara geldiğinde. Bunu başarmıştır. Faşizm hem siyasi hem ekonomik ayaklarının kurulduğu dönemi yaşıyoruz.

Çözüm, tüm demokratik kurumların üstünlük yarışına girmeden birlikte mücadele etmeleriyle mümkündür. Meşru ve demokratik direnme hakkımızı kullanmak hepimizin sorumluluğundadır. Cumhuriyetin değerleri ve kazanımlarına birlikte sahip çıkmalıyız.

 

“ASIL SUÇLU İKTİDARIN ETKİSİNDE GÖREV YAPMAYI KENDİLERİNE YEDİREN HAKİM VE SAVCILARDIR!”

Yekta Güngör Özden: Efsane Başkan Teoman Evren’i anarak başlamak istiyorum. Bizde yasa hazırlama kuvvetler ayrılığı yeni bir şey değildir. Fatih’in kanunnameleler’inden Tanzimat, Islahat, Ferman-ı Adalet, Kanuni Esasi, 1921, 1923  ve 1924 ilk TC Anayasası, 1960, 1980 Anayasaları… Ve taslak olduğu bile belli olmayan yeni anayasa yapma çalışmaları… Yüz yıllardır biliyoruz bu işleri biz. Ama yakalayamıyoruz!

Bugün bir siyasi kıyamet içindeyiz! Gerçekler halktan saklanıyor. Cezaevlerinde insanlar ölüyor. Daha 1927’de Atatürk’ün son 36 saatlik konuşmasının son tümcesi, “Bilimin ve teknolojinin son gelişmelerine göre bir devlet kurduk” diye biter. Ama bunu biz anlamadık. Kurtuluş ve kuruluş dönemi zorluklarını ne yazık ki bilmiyoruz.

Dünyanın hiçbir ülkesinde Türkiye kadar anayasa konuşan bir ülke yoktur. 1924, 4; 1960,7; 1980, 16 kez değişikliğe uğramıştır. Bu değişiklikler siyasi aymazlıkları meşrulaştırmak için yapılmıştır. Referandumda yalan söylediler, bulandırdılar: HSYK, Anayasa Mahkemesi eski itibarlarına geri alınmazsa hukuku araki bulasın! Hukuk nedir benimseyemedik bir türlü. Hukukçuların niteliğini yükseltemedik, onları iyi yetiştiremedik.

Bugün iktidarın etkisinde görev yapmayı kendine yetiren yargıç ve savcılardır asıl sorun ve sorumlular! Halkın yararınadır diye yaptığı hukuki değişikleri halkın aleyhine döndürdüler! Güçler ayrılığı ilkesi artık siyasal iktidarın tam dümen suyundadır. Danıştay’da Yargıtay seçimlerinde blok oy kullanıyorlar! Burada kimse artık hukuk devleti var diyemez. Bu hakimler nasıl bunu kendilerine yedirmişlerdir. İsimleri var cisimleri yok olmuşlardır.

Adaleti, toplumu doyuran bir gıda olarak sunan yargıçların hukuka bağlı olmaları gerekir.

Hukuk devletini kurumlaştırmayı, bunları yaşama geçirecek olanlar yapmalıdır öncelikle. Bu da yargı organlarının direnmeleriyle olacaktır.

Bugün mahkemelerin yansız ve bağımsız olduğunu söylemek yalan söylemektir. Ben yalan söyleyemem. Kimse yarın için güvence içinde değildir. Yasama ve yürütme kaynaşmış durumdadır.

Demokrasinin en zayıf yanı diktatörlüğe geçme olasılığıdır. Başkanlık sistemi diktatörlüktür. ABD’de bile böyledir. Bir imzayla Afganistan, Irak, Libya’yı yakıp yıkıyor adam.

Meclis orada dururken, üstelik salt çoğunluğu varken kendi gurubundan bile kaçırarak KHK çıkaran bir hükümet olabilir mi?

Yıllarca bu gerçekleri anlattık. Ama siyasi konuşuyoruz diye suçlandık. Bizler ulusal vatandaşlık ve insanlık görevimizden başka bir şey yapmıyoruz gerçekte. Yanılmayı çok isterdim önceki uyarılarım için. Ama hepsi gerçekleşti gerçekleşiyor işte.

Dünyanın neresinde mahkemenin özeli olur arkadaşlar? Güzeli de olmaz özeli de! Bu mahkemelerde güven, saygınlık, yansızlık, bağımsızlık yok. İnsanlık istiyoruz o da yok!

Demokrasiyi demokrasi yapan demokrat ruhlu insanlardır. Önce hukukçulardır.

Eğitim paralı, sağlık paralı, yargı paralı… Bu durumdan hepimiz suçluyuz. Sendikalarıyla, vakıflarıyla, üniversiteleriyle, aydınlarıyla halkı uyarmak gerekir.

Bu medyayla ise Türkiye hiçbir yere varamaz!

“TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER HALKOYUNA SUNULAMAZ!”

Prof. Dr. Erdoğan Teziç: Konuşmamda herkes gibi eleştirilerde değil bu işten Türk hukuk sistemi, Türkiye nasıl kurtulur için önerilerde bulunmaya çalışacağım. Nazım Hikmet’in çok bilinen şiirinden birkaç dize okuyacağım. Hani akrep gibisin kardeşim der ya sonunda kabahatin büyüğü senin kardeşim der. Bu katılımcı demokrasiye çağrı ve eleştiridir. Bugün bazı AB ülkeleri başbakanlarını adeta darbeyle uzaklaştırmışlardır. İtalya’da Berlusconi, Yunanistan, İspanya… Koskoca İtalya Rönesansı yapmış. Rönesans, körükörüne inanan insan değil düşünen insan yaratma sürecinin tarihsel adıdır. Cumhuriyetimiz de bu yolu izledi. Bu sürüyor. Morallerimizi bozmayalım. İnanç söyleminin kutsallığına da inanıyor bu ülke, düşüncenin bağımsızlığına da.

Yeni anayasayı yapmaya çalışan % 85 oranında temsili bir meclisimiz var. Ancak % 10baraj tartışmalı hale getiriyor. Diğer partilerin olması gereken bir meclistir. ‘Hap gibi yutacaksınız’ diyerek yapılmış referandumla yaşadık biz. Anayasa yapımında açık oy verilmeli mecliste. Bu kural getirilmeli.

Tutuklu milletvekilleri var. Bir fark oyla madde geçerse örneğin bu tartışma konusu yapılacaktır.

Anayasa yapmaya ehil değilsiniz denecektir. Hukuk devleti derken mevcut yasalardan söz etmiyoruz. Yargının bağımsızlığına vurgu yapıyoruz.

Kimse kimseyi kandırmasın 1982’deki anayasa olacak varılacak yer.

12 Eylül 2010’da yapılan neydi? Temel hak ve özgürlükler Hiçbir zaman halkoyuna sunulamaz!

Bu özgür olmak istiyor musun diye sormak demektir. Bunu 2010’da insanlar bilemedi. Biz gerçekte hürriyetlerin teminatı olan yargıyı halkoyuna sunduk.

Yeni anayasa yapımı başlangıcında bu referandumda aldıkları için kazanılmaş hak geri verilmez dedi başbakan. Yeni anayasaya başka ne kaldı bu durumda peki.

Bunun bedelini bugün yargıçlık mesleği ödüyor.

Üniversitelerden yeni anayasa için yanıt bekleniyormuş. Onlar aslında susarak yanıt veriyorlar. Öyle emirle yanıt verilmez. Üniversiteler yaratıcı kaosun olması gereken yerlerdir. Her kafadan ses çıkmalı ki doğru bulunsun. Üniversiteler bu durumda geri mevziye çekiliyorsa onların konuşabileceği bir ortam yaratmadık demektir.

Bildirin görüşlerinizi ha yoksa atı alan üsküdarı geçer tehdididir bu başbakan yardımcısının.

Halk anayasayı fiilen yapmaz arkadaşlar.

Bütün bir anayasayı değiştiremezsiniz.

Önce bir taslak hazırlayın ki üzerine insanlar sesler çıkarmaya başlasın ve ilerleme olsun yol yürünsün.

 

“KONUŞ(A)MAYAN BİR TOPLUMDA NASIL BİR ‘BAHAR!’LA KARŞILACAĞINIZI BİLEMEZSİNİZ!”

Seyirlik demokrasi diye bir kavram vardır. Seyrediyorlarsa biz ona temsili demokrasi deriz. Sandıkla kalırsınız. Arap baharından sonra yaşananlar gibi. Biat kültürü içinde demokrasi yeşermez. Hukuk devletinin karşıtı direk polis devletidir. 16-27 yy.’de Almanlar bunu çok kullandılar. Feodal düzeni çözüp merkezi devlete geçerken o arada kullanılır.

Danıştay nizamnamesini Napolyon çıkarmıştı. Bizim danıştay7ın altında uyuyan bir ateş var şimdi. İdari yargı karar verecek ama buradan korkuyor. Bu döneme girdik. Her şeyi nasıl değiştirirsiniz.

Cumhuriyetin değişmez ilkeleri bir içtihattır. Ulusal devlet kurmuş ve bunca yıl yaşatmış bir ülkenin bu içtihatları daha sürüyor. Onu geriye alamazsınız, yok sayamazsınız. Cumhuriyet yeni bir düzen getirmiştir; Hiçbir parti tek başına dediği olmaz artık.

İktidar ve muhalefet birbirine muhtaçtır. Sessiz, konuş(a)mayan bir toplum yarattığınızda hangi ‘bahar!’la karşılaşacağınız belli değildir çünkü.  Külün altındaki ateşin nasıl parlayacağını bilemezsiniz.

Peki, bu durumu nasıl düzeltebiliriz.

Anayasa’yı Meclis 5/4 oranında oyla seçsin. Ya da 4/3 oranında…

Bağımsız yargıyı yaratacak bir gücü bulmalıyız. Aristo bana dayanacak bir yer gösterin dünyayı bile yerinden oynatırım demişti. Reçete veriyorum: 5/4! 1961 Anayasasında bir kısmı denenmişti.

Üniversitelerde hukuk eğitimi yeniden gözden geçirilmeli. Vakıf yarısı ve paraya bakıyor.

60 küsür hukuk fakültesi var. Yrd. Doç. ile prof. yüzü görmemiş öğrenci mezun ediyorlar. Rektör seçimine yalnızca Prof.’lar katılırdı eskiden.

Hukuk fakültelerinde 1 ya da iki yıllık hazırlık dönemi olsun. Felsefe, yabancı dil konsun. Cumhuriyet düşmanı insanlar yarattık. Dersler mutlaka Türkçe verilmeli. Diğer konuşulan anadillerde bölümler açılmalı, anadil öğretilmeli.

Hâkimlik mesleğine başlayacaklar önce avukatlık yapmalı. ABD’de 10 yıl avukatlık yapmaları mecburidir yargıçların.

Kırsal kesimde hukuk fakültesi olmaz. Kent kültürü gerekir hukukçulara.

Kolluk kuvvetlerinin ise ilk öğrenmesi gereken şiddet kullanmamaktır. Yerde yatan hamile kıza tekme atmak değildir iş.

 

KİŞİ DOKUNULMAZLIĞI VE HUKUK DEVLETİ

(AÇIK OTURUM – 11 Ocak 2012-Çarşamba)

Av. Ünsal Toker: Uzay çağı, bilgi çağı deniyor, aslında insan hakları çağında yaşıyoruz. İnsan en değerli varlık olarak hukuk düzeni içinde tanımlanmıştır. Çağdaşlık insan hakları kültürüyle ölçülür. Birer toplum mühendisi ve kanaat önderi olan biz avukatlar olarak ülkemizde biliyoruz ki hukuk devleti olma yolunda çıtayı hiç düşürmemeliyiz.

“ÖZE GİDEN YOL ŞEKİLDEN GEÇER!”

Prof. Dr. Doğan Soyarslan: Bir önceki oturumun sonunda şapka devrimi tartışıldı. Ama şunu vurgulayayım ki kadınlar için şapka çok iyidir. Cumhuriyeti kuranlar toplumu zorla ileriye götürmek istiyorlardı. Amaçlarına da bence ulaştılar. Bir toplumun sosyal yapısı uygun değilken dışarıdan bir şey dayatmakla değişir mi? Ben ulaşılabileceğine inanıyorum. Japonlar Batı’ya açılan ilk Doğu toplumudur biliyorsunuz. Doğu medeniyeti için insanın değeri daha azdı Batı’ya göre. Batı, Roma’dan beri bunu biliyor. İşte Atatürk de anlamış ve insana değer veren bir sistem düzen kurmuştur. Arkadaşlar, bizim Fransızlar kadar ne zamanımız var ne de kanunumuz demiştir.

Öze giden yol şekilden geçer. Örneğin ben sabah ayakkabılarım temizse, traşlıysam, iyi giyinmişsem daha iyi hissediyorum kendimi. Kılık kıyafet devrimi önemlidir. Medeniyetle kafa yapısı arasında ilişki yok mudur arkadaşlar?

Özgürlüğü istememe, eşitliği istememe özgürlüğü yok arkadaşlar. Temel değer sizseniz, insanoğlunun dokunulmaz olması, masumiyet karinesi önemlidir. İnsanlar arasında mesafenin olmaması, birey kültürümüzün zayıflığı kötü yanımızdır. Yine de kurallar iyi kötü oturtuldu Türkiye’de. İyi bir hukuk sistemi belli bir kültürel çevre istiyor.

 

“250 BİN POLİS 500 BİN ÖZEL GÜVENLİKÇİ VAR!”

Prof. Dr. Vahit Bıçak: Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu suçun işlenmesini önlemek amacı taşır. Ancak suç işlenmişse kim yaptıya bakılır. Diğeri CMK’da tanımlanıyor. PVSK’da 18 enstrüman var; devriye yetkisi, kimlik sorma, bilgi toplama, iletişim takibi (…) gibi. Ceza kanunu insanlara tehditte bulunur: Irza geçme, hırsızlık yapma vs. cezalandırılırsın mesajı verir, vermelidir. Ünlü bir hukukçu ‘Suçları önlemek için açık yalın ve anlaşılır, toplumun sevebileceği yasalar yapın’ demiştir. Devletler, kişilerin haklarına saygı göstererek negatif yüklenicilik, kişilerin özgürlüğünü sürdürmesi için de pozitif yüklenicilik görevi taşırlar.

Parmak izi: Tespiti ve kişisel verilere kaydedilmesi için kanuni izin gerekir. Bizde ne zaman kim tarafından alındığı belirtiliyor ama niçin alındığı belirtilmiyor. Toplumun tamamına yakınının yakında parmak izlerinin alınmış olacağına inanıyorum. Çünkü zaten her kimlik, pasaport, sürücü belgesi vs. alırken veriyoruz. 230 bin polis, 500 bin özel güvenlik elemanı var. Onlar da veriyor.

Meclisin gündeminde Terörizmin Finansmanını Önleme’ye yönelik yasa mecliste bekliyor. Bu yasa çıkarsa kişinin tüm banka hesapları, tapu dairesine yazı yazılıyor, taşınmazları dondurulabilecek. Dondurulduktan sonra itiraz mekanizması yok. Mecliste bu tasarı çıkarılırken bunların açığa çıkarılması, netleşmesi lazım.

Elektronik takip: İletişimi tespit etmek, dinlemek, kayda almak. Bir araç peşinize takılıyor fotoğraf çekiyor vs. denir. Bir elektronik takip yönetmeliği var.

Veri takibi: Hastane, banka, elektrik, kart vs. ödemeleri vardır. Ne yeyip ne içtiğinize kadar takip edilip nasıl yaşadığınız öğrenilir.

Bu işlerde kişinin temel hak ve özgürlükleri söz konusu olduğu için hakimin kararı gerekir. Ama gecikmesinde sarkma olacaksa bu kararı almanın, emniyet, istihbarat, jandarma, daire başkanı vs.nin imzasıyla da mümkündür.

Ancak 2008’de Yargıtay dinlemesinde Ağır Ceza Mahkemesi’nin tüm Türkiye’yi izleyip dinleyecek oranda meşhur skandal kararı çıktı. Yargıtay bunu bozdu. Ankara’daki hakim tüm Türkiye’ye veremez. Bulunduğu, kapsadığı coğrafi alanda bu kararı verebilir.

Yani devlet otel kayıtlarından dinlemelere, kim nerede kiminle ne konuştuya kadar dinleyip saklayabilir. Elektronik takip 3 aylık süreler üç kez uzatılabiliyor. Ama terör olayına sokulursa, kolaylıkla sonsuza kadar elektronik takip mümkün.

Av. Ünsal Toker: Bunların değil ülkemizde herhangi bir ülkede olmaması gerekir. Temel insan haklarına aykırı bir durum.

Turgut Kazan (Dinleyici): Bu konuşmalarınızın Türkiye’yle bir ilişkisi yok. Türkiye kaynıyor, yoğun insan hakları ihlalleri var, siz teorik ders anlatıyorsunuz. Türkiye’de yakalama nasıl oluyor tüm milettin gözü önünde naklen yapılıyor siz görmüyorsunuz. Bu yakalamalarla örneğin, mahkeme kararları kabul edilecek mi? Yakalama kararları nasıl yazılıyor, evlere nasıl giriliyor? Bunlar yokmuş gibi saatlerdir konuşuyorsunuz burada…

Mecliste bekleyen Terörün Finansmanı Önleme yasa tasarısı tam bir rezalet değil midir? Ben yürütm erki olarak dilediğim insanlardan kişileri seçeceğim, onlar vasıtasıyla bir kurul oluşturup diğer insanları duman edeceğim! Yakalama/gözaltına alma/tutuklama olaylarındaki aksaklıklar konuşulmalıydı bu başlık altındaki toplantıda. Çok üzüldüm…

CHP Uşak milletvekili (Dinleyici): Evet, Adalet Komisyonu’nda bekleyen Arabuluculuk Yasa Tasarısı, Devlet Sırrı ve bu güya terörün finansmanını önleme yasa tasarısı tam bir faşist yasadır. Bakanlık bürokratlarına, dolaysıyla hükümete, yani hükümet başkanına insanların mallarına el koyma hakkı tanıyor! Terörün finansmanı diye başlayarak çok rahatsız etmeyen bir slogan isim taşıyor.

Bu faşist anlayışlara karşı hala hukuk sistemi düşüncesi içinde akıl yürüttüğümüz için sonuç alamayacağız. TBMM’yi ikna etmeye çalışacağız. Bununla da sonuç alamayacağız biliyorum.

Ama şimdi kendi mallarını tehdit altında görmüyorlar, yarın ne olacak acaba hiç düşünüyorlar mı? Bunu göremiyorlar. Ama biz öç alma duygusuyla davranmayacağız yarın. Bunu burada tarihe not düşmek için anlattım. Parti olarak “Yasa İzleme Kurulu” kurmak istiyoruz.

Sadece Cumhuriyet sadece laiklik diyerek değil eviniz de elinizden gidebilir! Birgün işsiz kalınca hükümete ters konuşunca babadan kalma tarlanız eviniz elinizden alınabilir!

Prof. Dr. Doğan Soyarslan: Ceza Kanunu yuvarlatıldı, 650 kanun 353 kanuna indi. Bunlar Anayasa’yı da yuvarlayacaklar!

Almanlar Berlinde hakim vardır der. Ama Fransız ve İtalyanlar hiç hakime güvenmezler, bunun önlemini almışlardır. Yargıcı sınırlayıp bağlamak gerekir.

 

AVRUPA BİRLİĞİ AÇISINDAN YARGI BAĞIMSIZLIĞI

(AÇIK OTURUM – 12 Ocak Perşembe)

Prof. Dr. Necdet Basa: AB İlerleme Raporları’nda bizden istedikleri ne yazık kendi ülkelerinde yoktur. Ya da göz yumduklarına kendi ülkelerinde göz yummazlar. Bizdeki yargıç atamaları, yargı kurumlarının oluşumu hepsine aykırı… Venedik Komisyonu’na göre referandum yaptıklarını söylediler. Eskiden müsteşar vardı bu kez genel müdür bile girdi HSYK’ya…

Yargılama sürecine uygun olmayan baskıları azaltmakla halkın haber alma hakkı arasında iyi denge oluşturmak gerekir. Görülmekte olan dava ilkesini iyi uygulamak gerekir. Avrupa Konseyi’nin tavsiye kararı, yargıç olarak atanan kişinin soyut veya somut hiçbir göreve bağlı olamaz, yargının verdiği kararlara devlet organlarının tümü uymak zorundadır der. Davaların hangi yargıca nasıl verileceğinin belli kural ve tüzükleri olmalı. Herkesin doğal yargıçla yargılanma hakkı vardır.

Yargıçlar güvenceli bir mesleki statüye sahip olmalıdır. Bugünkü yargıçlarda bu görevde kimse var mıdır?

Doç. Dr. Sanem Baykal: 1991 yılında AB hukuku çalışmaya başladım. AB’ye aday ülkeye AB niçin yargı bağımsızlığını öngörüyor? AB aslında her alanı düzenleyen bir güç değil. Üye devletlerin yargı teşkilatlarının işleyişlerine kural getiren bir yapı değil.

Ama Ab aday ülkelerden bazı temel isteklerde bulunuyor: Bağımsız-tarafsız-etkili-yetkili-işleyen bir yargı istiyor. Kopenhag Kriterleri’nin siyasi kriteri hukukun üstünlüğüdür.

AB’yle görüşmelerimizde yıllardır yargıyla ilgili bir istekleri yoktu. Ama 23. Fasıla yargıyı da koyduklarını görüyoruz.

AB nasıl bunları istiyor? AB hukukunu ulusal yargılar uygular anlayışı derken nasıl bunları istiyor. Temel olarak AİHS gibi belgeler ve tavsiye kararları ve BM gibi örgütlerin yargı bağımsızlığının temel ilkeleri aday ülkelerinden bekliyoruz. AB üyesi 27 ülkede 500 milyon kişiye ulusal mahkemeler adalet dağıtıyor.

Türk yargısı da AB hukuku kuralını uygulamada birinci derecede sorumlu olacak. AB, AB’ye girecek ülkede ciddi yargısal değişim olmasını istiyor. AB bunun için yapısal dönüşüm istiyor. Bunu yapmayan ülkelerin AB’ye girmesi olanaksızdır. Sistemi bozabilecekleri korkusundan ötürü.

 

“ALMANYA’DA SULH HAKİMİ BAKANIN ODASINDA ARAMA YAPTIRABİLİYOR!”

Prof. Dr. Nur Centel: Bazı AB ülkelerinde yargı bağımsızlığı asıl muhakeme usülündedir. Yargıcın kişiliğinden sıyrılması dış etkilerden kurtulması anlamındadır bu. Yargıcın yürütme organına karşı güvencelerinin olup olmadığını ölçüt alır.

Alman hukukunda yargıçlar: Hiçbir makamdan yalnızca staj işlerinde ve infaz kurumlarında talimat alırlar. Almanya’da meslekten olan veya olmayan hakim tipi var. Meslekten olmayanlar federal yargıçlardır. Alman anayasası bu işin çerçevesini çiziyor. 16 eyaletin kendi hakimi ve hakimlik yasaları var. Ancak mesleğe alımlarda adalet bakanlığı rol oynuyor.

Yüksek mahkemeler bizden çok Almanya’da. Bu mahkemelere atanma bakanlıkça oluyor. Anayasa Mahkemesi üyelerini ise Federal Meclis seçiyor. Yargıçların sorunlarını, mesleki disiplin soruşturmalarını vs. ise Görev mahkemeleri çözüyor. Hakimlerin görev yeri güvencesi, kürsü dokunulmazlığı var. Öyle kolayca değiştirilemiyorlar. Hakimleri onlardan daha kıdemli hakimler değerlendiriyor ve haklarında dosya tutuyor.

Almanya’da sulh ceza hakimi kendisini atayan bakanın odasında arama yaptırabiliyor ve bir şey olmuyor. Bizdeki HSYK yürütmeye daha çok bağlı.

Fransa, İtalya Portekiz’de yargıçlar: Bizdekine benzeyen HSYK var. Fransa’da yüksek yargı kurulu var. Ülkemize benzeyen bu yargı sistemlerinde farkıl olan ne var?

Fark, bizde yargı sisteminden çok kuşku duyulması. Özellikle son dönemlerde. Alman Hakimler Birliği’nin 25 bin üyesi yargı bağımsızlığının gerçekleşmesi için çalışıyor. Bizde, hukuk devleti ilkelerini özümsemedeki farklılıktan kaynaklanıyor; içselleştiremedik.

Prof. Dr. Carlo Antonio Guarnieri: AB Komisyonu tavsiye kararı, yargı bağımsızlığının kurumsal boyutudur. Bireylerin bağımsızlığı yargı bağımsızlığı ile sağlanamaz. Çünkü bireylerin bağımsızlığı yalnızca yargı bağımsızlığıyla sağlanamaz.

İç bağımsızlığı yargının önemli bir konusudur. Yargı kimseden değil en az yarısı hakimlerden oluşmuş yüksek bir kuruldan güç almalı, kariyer, disiplin gibi işleri bu kurul yapmalı.

AB kriterlerinin 3 tane farklı yargı ortamı var:

1-           Örf hukuk sistemi: İngiltere ve Malta’da tecrübeli yargıç ve avukatlardan seçiliyor. 11 hakim 7 hukukçu olmayan oranında. Ama siyasetçinin bu işte asla etkisi yok.

2-           Geleneksel medeni hukuk sistemi. Almanya bunu temsil ediyor. Üniversite sürecinden sonra bir eğitim/kariyer/terfi sistemi var. Adalet bakanlığı tarafından yürütülüyor.

3-           Yargı konseyi: Statü ve kariyeri bu konsey belirliyor. Bu üst kurulun görevleri hassas ve tartışmalı bir konu. Fransa ve İtalya’da da aynı bu. Fransa’da yargı okulu var. Başarılı bir okul bu. Yüksek kurulun 15 üyesinin 6 tanesi seçilmiş olarak geliyor. İtalya’da 3/1’i ancak seçimle geliyor. Siyasi etkilerin olduğunu söyleyebiliriz.

Kurumsal bağımsızlık ile yargıç arasındaki ilişkiyi göz önünde bulundurmalıyız. Kurumsal bağımsızlık dediğimizde Anayasa’daki yasalardan söz ediyoruz. Bunların uygulanması çok önemli. Geçiş dönemindeki ülkelerde ise bu uygulama “muhteşem!” olabiliyor. Somali’de mükemmel anayasa yaptı hukukçular ama iki gün sonra çöpe gitti. Uç bir örnek ama kurumsal bağımsızlığın önemi böyle vurgulanabilir belki en iyi.

Bir de yargıçların profesyonellikleri, tavırları önemli. Yüksek düzeydeki yargıçlar tarafsız davranmalı. Bunu da yargıçlar göreve alınırken İngiltere’de olduğu gibi çok seçici davranarak sağlayabiliriz. Almanya’daki gibi daha genç olan hakimlerin yaşlılarca hiyerarşik olarak kontrol edilmeleri. Yüksek kurulda siyasi etki olabilir ama referansın hakimlerin profesyonelliği olmalı.

Eğer yargı bağımsızlığı istiyorsanız yargıçları işe alma, kariyer, terfi düzenlemesini bağımsız kılmalısınız.

Savcı Veli Kafes (Dinleyici): Avrupa’da can ve mal güvenliği açısından yargıçların durumu nasıl?

Prof. Dr. Carlo Antonio Guarnieri: Almanya’da bir yargıç duruşmada vuruldu. İtalya’da 20-30 hakim öldürüldü. Fransa’da da var olaylar.

Prof. Dr. Necdet Basa: Fransa’da 2008 yılında 5. Cumhuriyetin modernizasyonuyla ilgili yasa Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ı kuruldan ayrıldı. Yargı bağımsızlığı yalnızca bireyler için değil ülke, geleceğimiz, çocuklarımız için de gereklidir. Yargı bağımsızlığını sağlamak devletin asli görevidir. Siyasi partiyseniz eğer, yargının denetimini de baştan kabul etmişsiniz demektir. Siyasetin girdiği mahkemeden adalet kaçar.

Prof. Dr. Haluk Günuğur: Avrupaya tek bir bilet, yalnızca gidiş bileti değil gidiş dönüş bileti almalıyız dedim ben. Atasözü gibi oldu.

Prof. Dr. Carlo Antonio Guarnieri: İtalya’da savcıların araştırma ve soruşturmada geniş yetkileri var. Yolsuzlukla mücadele İtalyan savcıları Alman savcılarıyla karşılaştıramazsınız. Almanya’da savcılar hükümetin etkisinde. Berlusconi gibi çok güçlü biri bile birçok soruşturma geçirebiliyor. Savcı yargılamanın bir parçası ama onun bağımsızlığı da önemli.

Bunu nasıl gerçekleştirebiliriz; çok karmaşık ve hassas bir konu.

Prof. Dr. Nur Centel: Mesleğe almaktan çok sonraki süreç bağımsızlığı sağlamada önemli: Hakimlerin yer ve kürsü güvencesi önemli. Orada Görev mahkemeleri bu özlük işlerine bakıyorlar.

Prof. Dr. Haluk Günuğur: AB derneği başkanıydım istifa ettim. Orada Türk olmam nedeniyle saldırılar geldi. Sizde yargı devletleşmiştir artık diye suçladılar. Ben de ülkemi savunmak zorunda kaldım. Özel Yetkili Mahkemelerin farkı nedir diye soruyorlar? Yanıt veremiyorum. Bu bir aldatmacadır. Adil yargılama ve uzun tutukluluk sorularından bıktığım için daha fazla mazoşist olmamak için bu görevi bıraktım.  Tomas Hammerberg raporunda tutuklamalarda lehte kanıtların dikkate almadığı vurgulanıyor. AB Komisyonu İlerleme Raporu’nda bakan ve müsteşarın HSYK’da olması tespit ediliyor. Her yargıcın bu kurul üyelerinin taşraya atanmaktan korktukları yazıyor.

Bu siyasi iktidar AB’ye girecekmiş gibi yapıyor AB’de alacakmış gibi yapıyor. Olan arada bize oluyor. Bu kafa ve bu sistemle girmemiz olanaksızdır.

(Devam edecek)

Ahmet Yıldırım

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir