Başsavcı Albay Nurettin Soyer -Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

ANKARA SIKIYÖNETİM KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ

BAŞSAVCISI ALBAY NURETTİN SOYER

31 Mart 2019 seçimlerine giderken CHP, İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak Seferihisar Belediye Başkanı Tunç SOYER’i gösterdi. İyi Parti destekleyeceğini, HDP İzmir’de aday çıkarmayacağını açıkladı.

CHP İzmir Büyükşehir adayının kimliği, kişiliği, çalışmaları, yaptığı işler değil de babası Hv. Hakim Albay Nurettin Soyer’in Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi Başsavcısı olması tartışma konusu oldu.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, İstanbul’dan Ankara’ya dönüşünde gazetecilere: ”12 Eylül’de herkesin üzerinde olumsuz kararları bulunan bir kişinin evladını sen İzmir’e aday gösteriyorsun. Tunç Soyer’in CHP adayı olmasını ülkücü kimliği taşıyan hiç kimse kabul edemez, onu belediye başkanı olarak görmez. Devrimci olan hiç kimse bunu kabul edemez. Kim kabul edebilir? 12 Eylül’ün bir avuç yandaşı bunu kabul eder” dedi.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun partisinin grup toplantısında, “Ülkücü kardeşlerime sözüm var. Ülkücü kardeşlerimin bayrak sevgisi, vatan sevgisi, insan sevgisi benim gönlümde, yüreğimde de aynen vardır. O nedenle ülkücü kardeşlerim bilsinler, onlara hiçbir sözüm yok, benim başımın üstünde yerleri var” demesi karşında da, “Hayırdır, hangi ara kardeş olduk? Nurettin Soyer Ülkücülere her türlü eziyeti, işkenceyi, çileyi ve hatta idamı layık görürken de kardeş miydik?” diye sorar. İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “Babadan oğula suç geçmez” hukuki değerlendirmesi karşısında da “Neymiş, babadan oğula suç geçmezmiş. Bunu çilekeş Ülküdaşlarıma anlatın. Bunu yarın Mahkeme-i Kübra’da, darağaçlarına çıkarılan şehitlerimize söyleyin. Bunu taş duvarları medreseye çevirmiş Yusuf yüzlülere haykırın da göreyim” der ve tartışmayı büyüttükçe büyütür.

Devlet Bahçeli “Devrimci olan hiç kimse bunu kabul etmez” demeseydi, devrimcileri işe ortak etmeseydi, bu tartışma bizi fazla ilgilendirmezdi…

12 Eylül öncesi ülkede yaşananlar düşünüldüğünde, MHP ve ülkücü kuruluşların işledikleri suçları görmezden gelerek, yaptıkları haksızlıkları, zulümleri, katliamları yok sayarak, katliam yapanı şehit ilan ederek, kendilerinden olmayan, görevini yapan bir savcıya saldırmak, oğlunu hedefe koyarak geçmiş dönemin MHP yöneticilerini suçsuz, ülkücüleri masum göstermek, Nurettin Soyer’in baskısıyla suçlu konuma getirildiğini savunmak hem gerçeklere uymaz hem de vicdana sığmaz.

Herkesin bildiği gibi sıkıyönetim, 12 Eylül 1980 askeri harekatından önce 19.12.1978’de bir ülkücünün Maraş’taki Çiçek Sineması’na yerleştirdiği bir bombanın patlaması ile başlayan ve 7 gün süren, resmi rakamlara göre 111 insanımızın vahşice öldürüldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı, 210 ev, 70 işyerinin tahrip edildiği Maraş Katliamı üzerine, toplumsal infiali önlemek, can mal güvenliğini sağlamak için zorunlu olarak zamanın CHP’li Ecevit hükümetince 26.12.1978 tarihinde Adana, Ankara, Bingöl, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, Kars, Malatya, Kahramanmaraş, Sivas, Şanlıurfa illerini kapsayacak şekilde ilan edilir.

Hukuki yönden olayları araştırmak, sıkıyönetim kararlarına karşı gelenler ile gerçekleştirilen olaya karışan ve yakalanan şüphelileri yargılamak üzere Adana, Ankara, Diyarbakır, Elazığ, İstanbul ve İzmir illerinde sıkıyönetim askeri mahkemeleri kurulur.

Hava Hakim Albay Nurettin Soyer’de Ankara 4. Kolordu Komutanlığı Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başsavcılığına atanır. Ankara Sıkıyönetim Komutanı 4.Kolordu Komutanı Korgeneral Nihat Özer, Cezaevi Müdürü Albay Ataoğul Özışık’tır. Emniyet, cezaevi, sıkıyönetim mahkemeleri ve savcılık idari yönden sıkıyönetim komutanlığına bağlıdır. Sıkıyönetim yasasına göre sıkıyönetim komutanının askeri savcıyı görevlendirme, mahkeme kararlarına karşı itiraz ve temyiz yoluna başvurma hakkı vardır.

O nedenle Başsavcılığın komutanın talimatı dışında hareket etmesi, kendiliğinden olaylara el koyması, emniyete sorgulama yaptırması söz konusu değildir, mutlaka sıkıyönetim komutanlığının talimatı gerekir. Kaldı ki Nurettin Soyer başsavcı olduğunda 12 Eylül darbesi olmamıştır, hükümetin gözetiminde sıkıyönetim sürmektedir.

Sıkıyönetim dönemini 12 Eylül öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırmak gerekir. 12 Eylül öncesi gözaltı süresi en fazla 15 gündür. Bir olay olduğu zaman güvenlik gücü (polis, jandarma) amirinin emriyle harekete geçer, ön bilgileri toplayarak zanlıları yakalar, emniyete teslim eder ya da bir olay olması halinde komutanlığın talimatı üzerine savcılık olaya el koyar, bir veya birkaç savcı görevlendirir, savcılığın gözetiminde emniyette oluşturulan ekip harekete geçirilir, zanlılar gözaltına alır, bilgileri toplanır, sorgulanır, gerekiyorsa yüzleştirme, savcının gözetiminde keşif yapılır, aleyhlerine suç kanıtı bulunmuyorsa bırakılır, aleyhine suç kanıt olan emniyet müdürlüğünce sorgu özeti yazılarak (fezleke) evraklarıyla birlikte sıkıyönetim komutanlığına teslim edilir. Sıkıyönetim Komutanlığı Adli Müşavirliği, zanlıları gözetim yerinde tutar, suç evraklarını sıkıyönetim askeri savcılığına gönderir.

Sıkıyönetim savcılığı gelen evraklar üzerine hazırlık soruşturmasını sürdürür, suç kanıtı bulamadıklarını serbest bırakır, kanıt bulduklarını tutuklama istemiyle hakim önüne çıkartır, şikayetçiyi, tanıkları dinler, gerekli görürse yüzleştirme, keşif yapar, varsa yeni kanıtları toplayarak hazırlık soruşturmasını tamamlar, iddianameyi düzenleyerek kamu davasını açar; duruşmalara katılır, davayı takip eder, dava sonuçlanıp kesinleşene kadar görevini sürdürür.

Savcılık iddia makamı olduğundan, soruşturmayı yürüten, hazırlık soruşturmasını bitiren, dava açan savcının, mahkeme hükmü kesinleşene kadar davayı izlemesi söz konusu olmayabilir, biri bırakmak durumunda kalırsa başka bir savcı bu görevi sürdürür. Savcılığın da sıkıyönetim komutanı gibi mahkeme kararlarına itiraz etmek, temyiz etmek hakkı ve yetkisi vardır.

Emniyet soruşturmasının savcının gözetim ve denetiminde olması, emniyet soruşturmasının yöntemini belirleyeceği anlamına gelmez, çünkü yöntem yasada belirtilmiştir, yasada belirtilen yöntemin dışına çıkılması hukuki değil fiili bir durumdur, bu tamamen komutanlığın ve sorgu ekibinin sorumluluk alanına girer.

12 Eylül sürecinde dayak yemeyen, elektrik verilmeyen, çarmıha gerilmeyen kim var? Polisin sağcı ülkücülere müşfik solcu devrimcilere haşin davrandığı bilinen gerçektir. Sorgu sırasında devrimci öldürülmeleri bunu doğrular. Sorguda işkence sonucu ölen, sakat bırakılan bir tek ülkücü var mı? O nedenle ülkücülere ağır işkence yapıldığı, Nurettin Soyer’in buna göz yumduğu iddiası gerçek dışıdır, tersine Nurettin Soyer’in işkenceleri önlediği, işkenceciler hakkında soruşturmalar, davalar açtırdığı, sıkıyönetim komutanıyla sık sık karşı karşıya geldiği, engellendiği bilinen ve söylenen gerçeklerdir.

12 Eylül darbesi yapılana kadar C-5’te sorgu yapılması söz konusu değildir. Olanlar 12 Eylül darbesinden sonra olmuştur, gözaltı süresi önce otuz, sonra altmış ve daha sonra doksan güne çıkarılmıştır, sorguda işkence sistematik hale getirilmiştir. 12 Eylül’de Nihat Özer’in yerine atanmış olan Korgeneral Recep Ergün 4.Kolordu ve Sıkıyönetim komutanıdır, Cezaevi Komutanı ise Albay Raci Tetik’tir.

MHP ve Ülkücü Kuruluşlar iddianamesinin sanıklar bölümü incelediğinde, “MHP Genel Merkezi Yönetim Kurulu” (1’den 37’yekadar 37 sanık) “Eğitimciler” (38’den-53’e kadar 16 sanık), “MHP Genel Merkez ve Ankara İl Gençlik Kolları” (54’den 68’e kadar 15 sanık), “Ülkücü Kuruluşlar” (69’dan 96’ya kadar 28 sanık), “Adana Bölgesi Sanıkları” (97’den185’ye kadar 88 sanık), “Ankara Bölgesi Sanıkları” (186’dan 399’ye kadar 213 sanık), “Balıkesir-İzmir Bölgesi” (400’den 486’ya kadar 86 sanık), “Erzurum Bölgesi” (487’den 507’ye kadar 20 sanık), “İstanbul Bölgesi” (508’den 574’ye kadar 66 sanık) ve “Diğer Sanıklar” (575’den 587’ye kadar 13 sanık) olmak üzere 587 sanık hakkında dava açıldığı, sanıkların %95’nin 12 Eylül sonra gözaltına alınarak tutuklandığı, MHP Yönetim Kurulu üyeleri ile birkaç istisna dışında

“Eğitimcilerin” gözaltı olmadan tutuklandığı görülecektir. Gözaltında bulunmayanlara işkenceli sorgu yapılması da söz konusu olamaz.

Bu nedenle Mamak C. Blok 5 Nolu koğuşta yapılan sorgulama, 12 Eylül’den sonra darbeci generallerin isteği, sıkıyönetim komutanın emir ve talimatlarıyla olmuştur. Sorgulamada sorgucu ekibin yaptığı baskıyı başsavcının tutumuna bağlamak ve başsavcıya saldırmak işi saptırmaktır. Hele hiç gözaltına alınmamış MHP merkez yöneticilerinin, işkenceden söz etmeleri, soruşturma yöntemini ve cezaevi uygulamalarını Nurettin Soyer’e bağlamaları, “fikirlerini” iktidarda getiren darbeci generallere ve sıkıyönetim komutanına bir şey diyememelerindendir.

MHP Lideri Alpaslan Türkeş ve MHP yöneticileri gözaltında bulunmadıkları için C-5’te sorgulanmamış, falakaya çekilmemiş, elektrik verilerek Filistin askısına asılmamıştır. Alpaslan Türkeş hiç cezaevine girmemiş, 12 Eylül darbesi olunca üç gün saklanmış, teslim ol çağrıları karşısında çaresiz kalarak teslim olmuş, bir ay Uzun Ada’da, 1 Yıla yakın Ankara Dil Okulu’nda, hasta diye 3,5 yıl Mevki Hastanesi’ne yatırılmış; Mamak cezaevinde hiç kalmamış, hastaneden kaçırılacağı öğrenilince yalnız önlemler artırılmış, buna rağmen işkence yaygaraları ayyuka çıkmıştır! Devrimciler işkence tezgahlarında can verirken, cezaevi uygulamalarına direnirken, solcuları sorgulayan Pol-Bir’li polislerle, cezaevi yönetimiyle içli dışlı olmuşlar, CHP iktidarı döneminde görevlendirilen Sıkıyönetim Mahkemesi Başsavcısına, sıkıyönetim komutanı Nihat Özer’e ve Pol-Der’li polislere savaş açmışlardır. Çünkü MHP’lilerin, ülkücülerin halka ve devrimcilere karşı işledikleri suçları bir bir bunlar ortaya çıkarmış; yargı önünde hesap verir hale getirmiştir, ancak soruşturmanın yukarılara kadar çıkması 12 Eylül yönetimi ve sıkıyönetim komutanı Recep Ergün’ce engellenmiş, emniyette, milli eğitimde, bakanlıkta olan kadrolarına, militanlarına dokunulamamıştır. Nihat Özer ve Nurettin Soyer olmasaydı, muhtemelen MHP ve Ülkücü kuruluşlar davası açılamayabilirdi! Kızgınlıkları ve saldırganlıkları bundandır.

Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı, Sıkıyönetim Komutanlığı’na hiyerarşik olarak bağlı olduğuna göre, emniyet soruşturmasının nerede, nasıl, hangi yöntemlerle yapılacağının tayin ve tespiti Sıkıyönetim Komutanlığı’nın emiri ve bilgisi dahilindedir. Bu nedenle Mamak Askeri Cezaevi C Blok 5. koğuşunda ülkücülerin sorgulanması sıkıyönetim askeri savcılığının değil, komutanlığın kararıdır. O nedenle Başsavcı’ya saldırmak boşa çabadır.

Ankara Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde toplu dava denilen çok dava görülmüştür. Ancak 200 fazla sanıklı davalara beş üyeden oluşan mahkeme heyeti baktığından, “Özel Salon” denilen yerde görülen iki tane çok sanıklı dava söz konusudur. Bunlardan birincisi, 29 Nisan 1981 tarih ve 1980/7040 Esas sayılı iddianame ile 583 sanık hakkında açılan MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası, ikincisi 26 Şubat 1982 tarih ve 1981/497 Esas sayılı iddianame ile 574 sanık hakkında açılan THKP/C Devrimci Yol Davasıdır.

Bu davaların iddianamelerine bakıldığında hazırlık soruşturmasını yapan, iddianameleri düzenleyen savcıların başında Hv. Hakim Albay Nurettin Soyer’in adının bulunduğu, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar iddianamesinde 5, THKP/C Devrimci Yol iddianamesinde 11 savcının daha görev yaptığı görülür. Bunun anlamı, davaların hazırlık soruşturmasının Nurettin Soyer başkanlığında adı yazılan savcılarca yapıldığıdır.

Devlet Bahçeli, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nın bağlı olduğu Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nı, Genelkurmay’ı ve 12 Eylül darbesini yapan komuta kademesini hedef alacağı yerde; görevini tarafsızca yapan başsavcıyı hedefe koyması, olaylarla hiç ilgisi olmayan oğlu Tunç Soyer’i yıpratmaya kalkması, sapla samanı karıştırmasındandır.

Bu anlayışa göre Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi Başsavcısı MHP ve ülkücülere yapılan işkenceden, baskıdan tek başına sorumluysa, Alpaslan Türkeş ile MHP ve Ülkücü Kuruluş yöneticileri de, ülkücülerin yaptığı iş ve eylemlerin tamamından sorumludur.

Ülkücülerin masum olduğu savunuluyor, o zaman şu soruları sormak gerekir: Balgat, Piyangotepe ile 7 TİP’linin öldürüldüğü Bahçelievler katliamını kim gerçekleştirdi? Sağ görüşlülerce öldürüldüğü saptanan 694 insanımızı kim katletti (MHP İddianamesi Shf.622-626), Savcı Doğan Öz’ü, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’i kim öldürdü? Bu öldürmeleri ülkücüler yapmadı da kim yaptı? Mahkeme kararıyla suçlulukları saptanan ülkücüler masum da, kim suçlu? Nurettin Soyer, işkence ve baskıyla bu suçu ülkücülere mi yıktı? MHP ve Ülkücü Kuruluşlar binasında, ülkücülerin evlerinde, üzerlerinde ve gösterdikleri yerde ele geçen silah ve dokümanlarının; Devlet Bahçeli’nin özel otomobilinde yakalanan kalaşnikof ve mermilerin, şikayetçi, tanık anlatımlarının, yüzleştirme tutanaklarını, ekspertiz raporlarının bu işte hiç katkısı yok mu? Hepsini Nurettin Soyer mi uydurdu? Zorla, işkenceyle, masumların(!) ifadelerini mi yazdırdı? Sivas’ta, Çorum’da, Maraş’ta herkesin gözü önünde yapılan katliamlara ne diyorsunuz? Özel otonuzda ele geçirilen silahları yakalatanları MHP’den milletvekili yaparken bunları hiç düşündünüz mü? Katliamcıları ülkücü şehit olarak niteleyip övmek nereden çıktı? Ulvi ve kutsal kavramları kullanarak suçları örteceğinizi mi sanıyorsunuz?

Boşuna çabalıyorsunuz, kuşkunuz olmasın, yeri ve zamanı geldiğinde halk dersinizi verecek, gerçekleri öğretecek!

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir