Devrimci Mirasın Sembol İsimlerinden Nasuh Mitap’a Dair 3

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

DÜNDEN BUGÜNE

Çoğunluktan kopma korkusu bireyde sorgulama güdüsünü yok ettiği gibi onu biat kültürünün girdabının derinliklerine doğru süratle çeker.

                                                                                                               Hakkı ZABCI

 gnd

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazı, bir önceki yazının (Nasuh’un Suskunluğu Bir İsyandır) devamı niteliğindedir. Bu nedenle birlikte okunmasında yarar var. Bunu önceki yazıyı okumayanlar için söylüyorum. Aksi halde bir bilgi kargaşası yaşanabilir.

“Nasuh’un Suskunluğu Bir İsyandır” yazısı bayağı bir tepki topladı. Özellikle “Birleşik Haziran Hareketi” (BHH) yanlılarının hakarete varan saldırıları dikkate alınacak cinsten değildi. Seviye o kadar düşüktü ki, ciddiye almadım.

Birleşik Haziran Hareketi’nin bileşeni olan ÖDP’nin Gezi eylemlerinin kitlesel olarak devam ettiği süreçte “Gezi olayları geçicidir. Bir iki gün içinde biter” deyip gelişen olayların içine nüfuz edemeyen, akabinde Kadıköy Miting Alanı’nı Türk Bayrağı var diye, milliyetçilik yapılıyor vb. gerekçelerle, terk eden zihniyetin bugünkü tavrına baktığımda bir şeylerin değişmiş olduğunu mu anlamalıyız? Dileğim odur ki; Gezi eylemleri gibi hepimizi şaşırtan, ezberimizi bozan bir kalkışma süreci, bugün doğru kavranabilmiş olsun. Eylemlilik sürecinde Türkiye solunun etkisizliği, sürece dâhil olma noktasında yapılan yanlışlıkların ve faydacı yaklaşımların hata olduğu kabulünden yola çıkarak, samimi bir çaba gösterilebilsin. Birleşik Haziran Hareketi’nin nereye evrileceği, şimdilik, birliği oluşturan inisiyatiflerin derdi olsun. Ancak bilinmelidir ki; Geziyi ölümsüzleştiren Mayıs’ta başlayıp Haziran’da devam eden İsyanının itibarına el koymaya çalışmak, kazanımı olmayacak bir öykünmeden öteye geçemeyecektir. Benim katımda diyorum, çünkü ben hiç bir örgüt mensubu olmadığım gibi bir örgütlenme içinde de değilim. Ben sadece düşüncelerimi ve endişelerimi belirtmekle yetiniyorum.

Bunu geçelim, dedikoduyla yalan yanlış uydurma haberlerle Nasuh’un dostlarını inciterek kendilerine alan açıp ön plana çıkma hevesinde olanlara ne demeli? Geçmişimiz olan dost bildiğimiz insanlar. Üzüldüm ama şaşırmadım. İlginç olan, tesadüf müdür bilmem ama, bunların hep bu yazıdan sonra olmaları. Nasuh duysaydı bunları, o da çok üzülürdü, yakıştıramazdı yapanlara.

Geçen yazının sonunda yer alan üniversiteli gencin yazısının sonuna koyduğu “Nasuh Mitap sağken, bu dediklerinin yüzde birini suratına söyleme cesaretini bulabilirler miydi” cümlesi söylenecek son söz olmalı.

Bu da önemli değil. Bilen bilir; doğrular er geç ortaya çıkar. Zaten ortada ya!

Peki, önemli olan ne?

Birincisi, solun güçsüz olduğu dönemlerde sosyalistler için siyasetin en acı dayatması gündeme gelir. Bir yıkım kadar acı olan şey “ehven-i şer’e” mahkûm olmaktır. Ve bu, o günün koşullarında zorunlu olabilir de. Söz gelimi CHP’ye destek gibi. Buna benzer duygularla, Cumhurbaşkanlığı seçiminde görülen HDP’ ye yönelme eğilimi gibi. Şimdilerde ülke çapında bir araya gelmeye çalışan BHH’ ye de benzer duygularla yaklaşanların olduğu gibi. ÖDP ile olmadı belki bu sefer olur umudunu taşımak isteyenlerin arayışları… Tıkanma, adresin doğru olup olmadığının sorgulanmasına, değerlendirilmesine mahal vermeyecek kadar aciliyet de gösterebilir. Ehven-i şer işte böyle bir şey! (Hiç bir yeis taşımadan, doğrusu budur deyip gönüllü olarak BHH’ ye omuz verenler olmazsa böyle bir hareket de olmazdı kuşkusuz.)

İkincisi, belki de en önemlisi, çoğunluktan kopmama duygusu. Çoğunluktan kopma korkusu bireyde sorgulama güdüsünü yok ettiği gibi onu biat kültürünün girdabının derinliklerine doğru süratle çeker. Çoğunluğun içinde olmak, erkin koruması altında kendini güvende hissetme duygusunu geliştirir. Erkin eğilimi, amacı, koyduğu hedefler masaya yatırılmaz; ustam ne bilirse iyi bilir mantığıyla peşinden sürüklenip gidilir. Nereye kadar? Sorunun yanıtı yoktur. Kervan yolda düzülür mantığıyla sonu kestirilememiş ya da henüz kestirilememiş bir rotaya dümen kırılır, geçmişte olduğu gibi.

Üçüncüsü, açmazların farkında olmakla birlikte, hatta biriken toplumsal enerjinin havasını alma gibi bir rizikonun varlığını varsaymakla birlikte, sosyal ilişkiler ağının dışında kalmamak için hareketten yana gözüküp diğer düşünce ve oluşumlarla dirsek temasını hassasiyetle gizleyen dağınık bir kesim de bu hareketin içinde gözükmektedir.

Ortada güç olacak ya da güce dönüşecek bir hareket olmayınca bu arayışı hor görmeye hakkımız yok. Bundan dolayı BHH’ye katılan arkadaşlarımızla dostluğumuza, insani ilişkilerimize, olağanüstü bir şey olmazsa halel gelmez. Eğer dostsak doğru bulmadığımız hususları eleştirmek dostluğun bir gereğidir.

Her şeye rağmen, eğer büyümek çözümse, BHH daha da büyüyecek. Ama geleceğin, bu harekete katılanlarını çok üzeceği endişesini de taşıyorum. Öyle bir düzleme giriyoruz ki, hiç bir ehven-i şer oluşumun geçerli olamayacağı bir süreç kapıda bekliyor. Tek seçeneğin meşru bir zeminde devrimci mücadele olacağı bir süreç… Bu mücadeleyi kaldırabilecek bir sol güç var mı? Yoksa bu güç nasıl oluşturulur? Ve unutulmaması gerekir ki vakit çok dar! Bu konuya “Tehlikeye karşı Ne Yapmalı” başlığıyla gelecek yazıda değineceğim.

GEÇEN YAZIDA AÇIKTA KALANLAR

“Nasuh’un Suskunluğu Bir İsyandır” başlıklı yazımda, “Kemalizm” ile ilgili iki metin koymuş ama yazarlarını vermemiştim. “Sol Kemalizm” adlı birinci metnin yazarı konusunda okurda ciddi bir tıkanıklık yaşanmış; bundan dolayı yazının içeriği önemsenmemiş.

Bir arkadaşım, yazının başlığını internette aramış, karşısına Haluk Gerger çıkmış. Evet, birinci yazının yazarı Haluk Gerger.

İkinci yazıda fazla tereddüt yaşanmamış, yazarının Mahir Çayan olduğu kolaylıkla saptanmış.

Yazıları dikkatlice okuduysanız, Haluk Gerger ile Mahir Çayan’ı bir araya getirebilir misiniz? Sayın Gerger, Sol Kemalistleri faşist olarak nitelemiş; onlarla ittifak yapanları da zımnen faşist olarak suçlamış. Mahir Çayan ise, emperyalizme karşı Kemalistlerle ittifakın zorunluluğundan bahisle nedenlerini sıralamış. Bu yazısını Maltepe Askeri Cezaevi’nden kaçtıktan sonra, “Kesintisiz Devrim III” de yazmış. Sonrası Kızıldere…

Günün koşullarında emperyalizme karşı mücadele birlikteliği aynı zamanda faşizme karşı mücadeleyi de içeriyor. Pratik de bunu göstermiştir.

Birisi (Gerger) kimlik eksenli, diğeri (Mahir) sınıf ve anti-emperyalist eksenli bir siyasi hat izlemişler. Soruyu tekrarlayalım. Bu iki ismi bir araya getirebilir misiniz? Getirirsiniz! Hem de nerede biliyor musunuz? Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde. Mahir isminin duvarlara kazındığı okulda…

Nasıl mı? Geçen Kasım ayı sonunda SBF’de düzenlenen bir sempozyumda, Mahir Çayan posteri ile birlikte, Haluk Gerger de panelist olarak yer aldı.

Haluk Gerger’in düşüncesine katılanlar ki çoğunluk onlardaydı, Mahir için, “O bizim geçmiş kahramanımız, ama onun dönemi ile bugün çok farklı; onun düşünceleri şimdi geçerli değil” saptamasını yapıyorlar. Ayrıca, onu kahramanlaştırarak düşüncelerini yok etmiyorlar mı?

Mükemmellik sonsuz, bitişi olmayan bir kavram. Mahir Çayan da dört dörtlük değildir. Onun da eleştirilecek yanları vardır. Doğruları olduğu gibi yanlışlarının da olmasını doğal karşılamak gerekir. Onu eleştirmek başka onu çizmek başka. Ya da ahlaksızca onu tahrif etmek… Olacak iş değil!

Evet, değişimin önüne geçilemez. Mahir’in kendisinin de dediği gibi “değişmeyen tek şey, değişimdir!”. Dünya da değişiyor Türkiye de…

Bu değişimde soru şu: Emperyalizm yok mu oldu yoksa politikaları mı değişti? Mahir, emperyalizmin tahlilinde “sömürge, yarı-sömürge, yeni sömürge” kavramlarıyla emperyalizmin politikalarındaki gelişimin safhalarını dile getirmişti. Buna bağlı olarak, emperyalizmin üçüncü bunalım dönemine dikkatleri çekmiş ve buna göre, devrim stratejisini belirlemeye çalışmıştı.

“Emperyalizm yok oldu” diyenlerin savlarını bilmiyorum. Ortadoğu’ya kuşbakışı bir yaklaşım bile bu savın geçersizliğini göstermiyor mu? Afganistan, Irak, Suriye… İşgaller, askeri müdahaleler, yeni haritalar…

Emperyalizmin 1980’lerden sonra, tabii ki politikaları değişti. Neo-liberal politikalar izlenmeye başlandı. Bu politikalara uygun müdahale araçları geliştirildi.

Türkiye de çok değişti. AVM’ ler, rezidanslar, bilişim teknolojisi, duble yollar, metrolar, hızlı trenler, uluslararası tekellerin hükümranlığı, cumhurbaşkanlığı sarayı, G–20 üyeliği… Peki, bu kadar değişime rağmen konumu değişti mi? Sömürü yine var; sadece arterleri değişti. Yine taşeron; ABD emperyalizmine bağlı taşeron bir ülke. Uluslararası tekeller bütün yurdu parsellemiş.

Görüldüğü gibi, emperyalizmin yalnızca bağlantı biçimi değişti. Değişen bağlantı biçimine göre, solun da politikalarında (neo-liberalizme karşı politikalarında) da değişiklik olacak ve savunma araçları da ona göre şekillenecek. Böyle olması gerekmiyor mu?

Unutmayalım, siyasette sıfırlama yoktur, devamlılık esastır. Marksistlerin, Marksizm’in omurgasını oluşturan “diyalektik ve tarihsel materyalizm” kuramını yeniden okumaları bir zorunluluktur.

Bakın, Küba sosyalizmi nasıl savunuyor ve her türlü olumsuzluğa rağmen onun için nasıl direniyor. Geçmişte büyük ambargoda her Kübalının ortalama sekiz kilo vererek açlığa meydan okuyarak sosyalizme sahip çıkmaları unutulmadı. Bunun tılsımı sorulduğunda, aldığınız yanıt çok basit: onur, yurtseverlik ve anti-emperyalizm üzerine kurulu bir sosyalizm: viva Küba, viva sosyalizm.

Dün ile bugün arasındaki illiyet bağını çok anlamlı kuran Nasuh Mitap’a kulak verelim: “Bizim zamanımızda etnik ve mezhep ayrılıkları üzerine politika mı kurulurdu? Şimdi, sol siyasetin bütün damarlarına nüfus etmiş neo-liberal bir kirlenme var”.

Dün ve bugün arasındaki fark ancak bu kadar iyi özetlenebilir. Sınıf ve anti-emperyalist mücadele gitti, kimlik üzerine siyaset başladı. Neo-liberalizmin isteği de bu değil miydi?

Bir zamanlar iki SBF’li SABO ve CEVAHİR, biri Kürt, biri Zaza. BAĞIMSIZ TÜRKİYE sloganları atarak faşizmin kurşunlarıyla can vermediler mi?

Dün ile bugün arasındaki illiyet bağı için bir de ABD’den örnek verelim. Pentagon’a hizmet veren ve stratejiler öneren Rand Cooperation ve diğer üst düzey düşünce kuruluşların ortak bir saptamaları var. Sanırım, Graham E. Füller, Paul Henze, Morton Abromowitz size bir şeyler hatırlatıyordur. İşte onların saptaması: “Kısa erimde yaşanan değişiklikler, uzun vadeli eğilim ve incelemelerin temel çizgilerinden bağımsız düşünülemez. Kısa erimde yaşanan değişikliklere bakarak uzun vadeli eğilimlerin değişeceğini söylemek yanlıştır”. (Daha ayrıntılı bilgi için Haluk Başçıl’ın Anafikir’de yayımlanmakta olan ABD-Türkiye ilişkilerine yönelik yazılarına bakılabilir). Haluk Başcıl’ın yazıları okununca Türkiye’yi kimin nasıl yönettiği apaçık ortaya çıkıyor. Ve bu belgeli; yoruma dayanan bir tespit değil. Emperyalizm yoktur diyenlere ithaf olunur.

Daha önce dediğimiz gibi, siyaset bir tercih meselesidir. Bu tercihi, düzmece zaman değişikliği yerine, niyete bağlamak daha ahlaklı bir davranış olacaktır. Kimlik üzerinden tercih edilen bir siyaset ile sınıf ve anti-emperyalizm üzerinden tercih edilen bir siyaset elbette farklı olacaktır. Geri bıraktırılmış ülkelerde Faşizmi içsel nedenlere bağlamak başka, emperyalizm ile birlikte ele almak başka!…

Bazen tercihler kendilerine sosyalistim diyenleri de emperyalizmin işbirlikçisi haline getirebiliyor. Günümüzde olduğu gibi…. Önlerine koydukları hedefler nedeniyle bunu önemsedikleri de yok. Sözde sosyalistler de buna “ulusların kaderlerini tayin hakkı” yaftasını yapıştırıyorlar. Emperyalizmin isteği doğrultusunda onunla işbirliği yapmanın neresi ulusların kaderlerini tayin hakkı!

HAKKI ZABCI

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

7 Responses

  1. Ne zamandır sol adına sınıf ve ant anti emperyalizm temelinde siyasi bir bakışa rastlanmıyordu. O bakışa sahip olanlar bu, kimlik üzerinden siyaset yapanlarca tu kaka ediliyordu ve sınıfsal düşünenler “acaba biz yanlış mı düşünüyoruz, şüphesi bile duyar gibi oluyorlardı.
    Bu yazı o yüreklere su serpti. Yine de bu kadar bariz gerçekleri anlatmak zorunda kalan yazılara ihtiyaç duyulması şu basit soruyu sorduruyor: Neden?
    Cevap yazıda var bir bakıma ama solun bu kademeye gerilemiş olmasının, örgütsüzlüğün, bir anafikir etrafında dahi toparlanamayacak kadar dağılmış solun dolayısı ile karanlık bir sona gidişin asıl neden olduğu dilerim yanlıştır.

  2. Solun önüne kazık gibi dikilmiş bazı “isimler” var… (Dikkat ederseniz isim diyorum, kişi demiyorum…) Sol isimlerin peşinden değil soru sorarak gerçeklerin ve doğruların peşinden giden insanlarla ancak güçlenir…

  3. Yazının içeriğinde Nasuh Mitap yok. Yazarın kendi “örgütsüzlük, örgütlenme içinde olmamak” haline övgü var. Kendi hareketsizliği ile hareket halindeki insanların yanlışlığını eleştirme kolaycılığını “Tehlikeye karşı Ne Yapmalı” isimli devam yazısında aşar diye umuyorum.
    Yazara yapılan eleştirilerin düzeysizliği kabul edilemez elbette.Tıpkı ; “NASUH’UN SUSKUNLUĞU BİR İSYANDIR” yazısının altındaki 4. sıradaki yorumcunun izan dışı hakaretlerinin bu sitede yayınlanması gibi…

  4. Gerek yukarıda yayınlanan Anonim Beyin, gerekse facebook da yazılı hale getirilmiş eleştirilere bir sonraki yazıda etraflıca değineceğim. Bunu bir polemik ya da yanıt olarak değil okurdaki teredütleri ortadan laldırmak için yapacağım. Bunu yaparken eğer yapılanlara eleştiri denebiliyorsa onlara da yer vererek konulara açıklık getirmeye çalışacağım. Ancak, şimdilik, şu kadarını belirtmeliyim ki, yazının içeriği baştan sona Nasuh Mitap ile ilgilidir. Ayrıca yazıda örgütsüzlük kutsanmamakta tam tersine “meşru zeminde devrimci örgütlenme” ye işaret edilmektedir. Böyle bir örgütlülüğün filizlenmesi halinde peşine takılacağımı daha önceki yazılarımda belirtmiştim. Eleştiride bulunanların ya Nasuh Mitap’ı yeterince tanımamaları ve onun Mahir Çayan ile süregelen bağlılığını bilmemeleri yazı içeriğini farklı yorumlamalarına neden olmuş olabilir. Aksini düşünmek bile istemiyorum. Nasuh’un suskunluğu ile isyanı arasındaki ilişkiye de istemememe rağmen rağmen gelecek yazıda değineceğim, yapılan ipe sapa gelmez yorumlardan dolayı. En iyisi gelecek yazıyı bekleyin. Hakkı ZABCI

  5. Eleştiriler de en az yazarın bilgi birikimi düzeyinde olsa keşke. Şahsen Hakkı ZABÇI’nın yazılarını birkaç kez okuduktan sonra anlayabiliyor ve analiz edebiliyorum. Usta kalemin çalışmalarını daha sıklıkla yayınlamasını umuyorum.

Hakkı ZABCI için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir