Devrimci Mücadele Kitlelerin Mücadelesidir-Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Gerçek bir devrim mücadelesi halk kitlelerinin mücadeleyi omuzlaması ile

  anlamlı hale gelir. Tarihte devrimler ancak kitlelerin harekete geçmesiyle, onların mücadeleye sahiplenmesiyle gerçekleşmiştir. Günümüzde de bu gerçek geçerlidir. Mücadelenin en zengin, en hakiki güç kaynağının halk kitleleri olduğunu anlamayan, benimsemeyen hareketin, partinin devrimci anlamda başarı şansının olacağı düşünülemez.

DEVRİMCİ MÜCADELE KİTLELERİN MÜCADELESİDİR

Gerçek bir devrim mücadelesi halk kitlelerinin mücadeleyi omuzlaması ile anlamlı hale gelir. Tarihte devrimler ancak kitlelerin harekete geçmesiyle, onların mücadeleye sahiplenmesiyle gerçekleşmiştir. Günümüzde de bu gerçek geçerlidir. Mücadelenin en zengin, en hakiki güç kaynağının halk kitleleri olduğunu anlamayan, benimsemeyen hareketin, partinin devrimci anlamda başarı şansının olacağı düşünülemez.

“Dünya tarihini oluşturan itici güç halktan başkası değildir.” (Başkan Mao Tsetung’un Sözleri, s.102, Ekim Y, 1970.)

Bu temel devrimci bakıştan dolayıdır ki, bir gencin devrimciliğinin ölçütü kitlelerle bütünleşip bütünleşmemesine bağlıdır. Mao bu konuda çok net, çok açık görüşler ortaya koyar:

“Bir gencin devrimci olup olmadığını nasıl anlayacağız?… Sadece bir tek kıstas vardır o da gencin işçi ve köylü kitleleriyle birleşmek isteyip istemediği ve pratikte bunu yapıp yapmadığıdır. Eğer bunu yapmak istiyorsa ve gerçekten de yapıyorsa o genç bir devrimcidir; aksi halde ya devrimci değildir ya da karşı-devrimcidir.” (Age, s.234.)

Bu içinden geçtiğimiz günlerde (Mayıs 2013 sonlarında başlayıp Haziranı kat edip Temmuza uzanan devrimci zamanlar) gençlerin hem işbirlikçi AKP düzenine karşı direnişi örgütlemeye hem de halk kitleleriyle birleşmek için çalıştıklarına tanık oluyoruz ve bu çabalarının desteklenmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu birleşme öyle bir hale gelmeli ki Engels’in Paris Komününü yaratan kitleler için söylediği gibi olmalı. En azından öyle olmayı amaçlamalı:

“Paris kendini savunmak için tek bir adam gibi ayaklandı…” (Engels’in Marx’ın Fransa’da İç Savaş kitabı için yazdığı Giriş yazısı, s.13, Sol Y. 2012)

İşte örgütlenmeden ve örgütlü mücadeleden anlaşılması gereken hayattan damıtılmış anlayış böyle olmalı. En azından bu devrimci anlayış hedeflenmeli. Mücadeleyi yapan kitleler “tek bir adam gibi” ayağa kalkıp diklenirse işte o zaman yenilmez olurlar. Böyle bir güç emperyalizmi de, içerdeki uzantılarını da, onların iktidarını da, diktatörlüğü de alt eder. Bu büyük güç, Paris Komünü’nün yenildiği gibi yenilse bile gelecekte örnek alınacak bir şanlı direnişi tarihe kaydettirir.

Büyük bir halk birliğinin oluşması egemen çevrelerin ve iktidarlarının en büyük korkusudur. En başta gençlerin ve kadınların önderliğini yaptığı 31 Mayıs devrimci hareketinin içine devrimci-sosyalistler başta olmak üzere aydınları, işsizleri, emekçileri toplamasından çok korkuyorlar. Halkın birleşmesini engellemek için durmadan komplo teorileri ve sürekli yeni yalanlar üretiyorlar, çünkü kitlelerin birliğinin sağlanmasının sonları olacağını görüyorlar. Bu birliğin kurulmasıyla “Tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye”nin hayata geçeceğini görüyorlar. Egemenler ve AKP gericiliği bu devrimci gidişi durdurmak için; her türlü iftirayı, dezenformasyonu devreye sokacak; polisi, istihbarat kuruluşlarını, askeri, yargıyı ve meclisi kullanmaktadır, da ha da kullanacaktır. Yeni baskı yasaları çıkararak, yeni soruşturmalar, kovuşturmalar, tutuklamalar yaparak diktatörlüklerini sürdürmeye çalışacaklar. ABD’ye yeni tavizler vererek onlardan yardım almayı düşünecekler ve bu devrimci hareketi boğmanın başka yollarını da arayacakları kesin. Bu mücadeleyi onlar varlık-yokluk meselesi olarak görüyorlar ve bu hareketin içinde yer alanlardan daha çok ciddiye alıyorlar.

Bütün bu saldırıların halkı ve özellikle gençliği korkutamayacağı son kırk beş-elli günde açığa çıktı. Yıllardır ördükleri korku duvarını yıkan gelişme ilk kez ortaya çıktı. Hiçbir etnik ve dinsel ayrım gözetmeksizin tüm ilericiler, demokratlar, devrimciler,  gençler, kadınlar bir olurlarsa bu gerici diktatörlüğü yeneceklerini anladılar. Bu anlayış ve moralle halkın mücadeleye katılımını daha da arttıracak sloganlar-şiarlar, propagandalar, örgütlenmeler yaygınlaştırmalı, platformlaşma-meclisleşme akımı güçlendirmeli ve kalıcılaştırılmalı. Bu akım, dünya direniş tarihinde örnek teşkil edecek şekilde fonksiyonelleştirilmeli ve devrimci demokrasinin önemli bir alanı haline getirilmesi için çalışılmalı. Anadolu’nun sayısız tarihi kalıntılarında gördüğümüz amfi-tiyatrolarda halkın bir araya gelişinden ve yakın geçmişimizdeki açık hava sinemalarından biçimsel olarak, 1970’lerde ülkemizin birçok yerinde kurulan Direniş Komitelerinden ise esastan esinlenilerek günümüzün somutuna uygun toplantılarla, tartışmalarla yenilikçi bir anlayışla bu halk meclisleri sürekli hale getirilebilir. Anadolu’da yaratılan medeniyetlerin ve yaşanan deneyimlerin gerçek mirasçıları genç devrimciler değil mi?

Mücadeleyi kalıcılaştırmanın ve fonksiyonelleştirmenin yollarından biri olan meclisleşmeyi sadece mahallelerde değil; işyerlerinde, açılınca üniversitelerde ve liselerde de yaratmayı muhatapları düşünüyorlardır. Platformlarda, meclislerde demokrasiyi sadece öğrenmeyeceğiz aynı zamanda içselleştireceğiz. Yurttaş olmayı öğrenememiş olanlara ve müritçiliğe teslim olmuş olanlara da göstererek öğreteceğiz. Ve böylece bağımsız, demokrat-özgür ve eşitliği sağlamayı amaçlayan bir Türkiye’yi kurma yönünde yürüyüşümüze devam edeceğiz.

Hep birlikte bu yönde yürümek yerine; bu devrimci direnişin mücadele alanını, kendi örgütümüzün-hareketimizin çıkarlarına hapsetmeye kalkışırsak, siyasi kuruluşların av sahası gibi görürsek, mücadeleyi bütünlüklü olarak büyütmek, derinleştirmek yerine özellikle gençleri “örgütleyerek” çitlerle çevirdiğimiz sahalara kapatmaya kalkışırsak; daralmayı ve giderek de yenilgiyi davet etmiş oluruz. Başarı için bu büyük kitle nehrinin içine girmeli bu geniş zenginlikten öğrenmeliyiz,  onların deneylerinden dersler almalıyız. Elbette ki bu mücadelenin içinde yer alarak öğretmeliyiz de.

Mao’nun şu sözlerini benimsemeyenlerin parti-kitle ilişkilerini ve devrimci halk hareketlerini anlamaları mümkün değildir.

“Partimizi bütün diğer siyasal partilerden ayırt den bir başka özellik de, bizim en geniş halk kitleleriyle sıkı bağlarımız olmasıdır. Halka canla başla hizmet etmek, kitlelerden bir an bile kopmamak, her durumda bireyin ya da küçük bir grubun çıkarlarından değil, halkın çıkarlarından hareket etmek, halka karşı sorumluluğumuzun Partinin yönetici organlarına karşı sorumluluğumuzla aynı şey olduğunu anlamak: İşte hareket noktamız budur. Komünistler gerçeği savunmaya her zaman hazır olmalıdırlar. Çünkü gerçek, halkın çıkarlarına uygundur…” (Mao Zedung, Seçme Eserler III, s.329, Kaynak Y. 1992)

Devrimcilerin halk kitleleriyle ilişkilerinin nasıl olması gerektiğini en doğru ve mantıklı biçimde izah eden Mao’dur. Kitlelerle birlikte başarmanın ustası olan Mao’nun bu konudaki düşüncelerini bir kez daha hatırlamakta yarar var:

“Başka bir deyişle, kitleler olağanüstü bir yaratıcı güce sahiptir… Kitlelere gitmeli, kitlelerden öğrenmeliyiz; onların tecrübelerini bir araya getirerek daha iyi daha berrak ilkeler ve yöntemler çıkarmalıyız; sorunlarını çözmek, kurtuluşa ve mutluluğa kavuşmalarına yardım etmek için, onları bu ilke ve yöntemleri uygulamaya çağırmalıyız.” (Mao Zedung, Seçme Eserler III, s.164, Kaynak Y. 1992)

Devrimci teorinin evrensel gerçeği, halkın yarattığı bu mücadelenin somut pratiğiyle birleştirildiğinde, kitlelerin eline yok edilemeyecek bir güç geçmiş olacaktır. Dogmatizm ve dar-pratikçiliğin bu genel ilkenin (teori-pratik birliğinin) düşmanı olduğunu bilmek durumundayız.

 “Dogmatizm, somut pratikten kopmak demektir. Dar-deneycilik ise, bölük pörçük tecrübeleri evrensel gerçek olarak görmek hatasını işler. Bu her iki oportünist düşünce de Marksizme aykırıdır.” (Mao, age, s.328)

Kitleyi esas alarak, onunla bütünleşerek devrimcilik yapmayı düşünenlerin, Mao’nun bu aydınlatıcı düşüncelerini mutlaka öğrenmesi ve içselleştirmesi, doğru ile yanlış görevi, siyaseti ve çalışma tarzını ayırt etmenin ne anlama geldiğini kavraması gerekir.

“Doğru bir görev, doğru bir siyaset ve doğru bir çalışma tarzı belli bir anda ve yerde daima kitlelerin taleplerine uygun düşer ve kitlelerle bağlarımızı sağlamlaştırır. Yanlış bir görev, yanlış bir siyaset ve yanlış bir çalışma tarzı belli bir anda ve yerde kitlelerin taleplerine daima ters düşer ve bizi kitlelerden koparır.” (Mao, age, s.329)

Zararlı eğilimler devrimcileri kitlelerden koparır.

“ Dogmatizm, dar-deneycilik, hotzotçuluk, kuyrukçuluk, sekterlik, bürokrasi ve çalışmada kendini beğenmişlik gibi kötülüklerin kesinlikle zararlı ve bağışlanmaz olmasının ve bu illetlere tutulmuş olan herkesin bunları yenmek zorunda olmasının nedeni, bütün bunların bizi kitlelerden koparmasıdır.” (Mao, age, s.329)

Halkı sevmek, onun sözünü dinlemek, mütevazılık bir devrimcinin kitle çalışmasında esas alacağı davranışlardır. Kitlelerin içine girerek, onların bilinç düzeyini hesaba katarak siyaset yapmak doğru kitle çalışmasının gereğidir. Kitlelerin gönüllü katılımıyla örgütlenmelerine ve koşullara göre mücadeleyi yürütmelerine yardımcı olunabilir.

“Her yoldaşa halkı sevmeyi, kitlelerin sesine dikkatle kulak vermeyi, her gittiği yerde kendini kitlelerin bir parçası olarak görmeyi ve kendini kitlelerden üstün tutmak yerine, onların içinde erimeyi, kitlelerin bulunduğu düzeyi göz önünde tutarak onları uyandırmayı ve onların siyasal bilincini yükseltmeyi, kitlelerin kendi rızalarıyla adım adım örgütlenmelerine ve belli bir zaman ve yerdeki iç ve dış koşulların elverdiği gerekli bütün mücadeleleri yürütmelerine yardım etmeyi öğretmelidir.” (Mao, age, s.329)

Bu devrimci düşünceleri içselleştirmeyen her kim olursa olsun geleceği olmayan bir yolda olduğunu anlayınca çok geç kalmış olacaktır. Kitlelere buyuran, onlara tepeden bakan, “sol” ve aceleci tavırlar mücadeleye zarar verecektir.

“Hotzotçuluk (buyrukçuluk), her türlü çalışmada yanlıştır. Çünkü kitlelerin siyasal bilinç düzeyini aşması ve gönüllü kitle eylemi ilkesini çiğnemesiyle acelecilik hastalığını yansıtır.” (Mao, age, s.329)

Diğer yandan kitle çalışmasında ve ilişkisinde kuyrukçuluk da yanlış bir eğilimdir. Bazıları bu eğilime düşmekle kalmıyorlar, bu yanlışı devrimcilik de sanıyorlar. Bazıları da kitle kuyrukçuluğuna karşı çıkmak isterken hotzotçuluğa, kitlelerden kopmaya kadar gitmektedirler. Böylece kendilerini ve çizgilerini “en devrimci” sayma yanlışının içine düşmekte ve kendini beğenmişlik psikozuna savrulmaktalar.

“Kuyrukçuluk da her türlü çalışmada yanlıştır. Çünkü kitlelerin siyasal bilinç düzeyinin gerisinde kalması ve kitleleri ileriye götürme ilkesini çiğnemesiyle ağırdan alma hastalığını yansıtır. Yoldaşlarımız kendilerinin henüz anlamadıkları şeyleri kitlelerin hiç anlamadığını sanmamalıdırlar. Çoğu zaman kitleler bizi aşar ve buna karşılık yoldaşlarımız onlara önderlik etmekte aciz kalır, bazı geri unsurların görüşlerini yansıtır ve üstelik bu görüşleri geniş kitlelerin görüşleri sanarak söz konusu geri unsurların kuyruğuna takılır. Kısacası her yoldaşın şunu anlaması sağlanmalıdır: Bir Komünistin söz eylemlerini sınamanın en iyi yolu, bunların halkın büyük çoğunluğunun en yüksek çıkarlarıyla bağdaşıp bağdaşmadığına ve onların desteğini kazanıp kazanmadığına bakmaktır. Her yoldaşın şunu anlamasına yardım edilmelidir: Halka dayandığımız, kitlelerin tükenmez yaratıcı gücüne kuvvetle inandığımız, dolayısıyla onlara güvenip kendimizi onlarla bütünleştirdiğimiz sürece, her düşmanı ezebilir ve her güçlüğün üstesinden gelebiliriz; buna karşılık hiçbir düşman bizi ezemez. (Mao, age, s.330)

Mao’nun yukarıda belirttiği kitlelerin bizi aşmasını doğrulayan en iyi örnek 31 Mayıs devrimci hareketidir. Bu hareketin başlamasından önce, geniş halk kitlelerinin düşüncelerine, isteklerine ters düşen siyasetlerin peşine takılanlar umarız bu devrimci kitle eylemleri ile birlikte doğruyu bulurlar. Umarız bu arkadaşlar, söz ve eylemlerini sınamanın en iyi yolunun halkın büyük çoğunluğunun en yüksek çıkarlarıyla bağdaşıp bağdaşmadığına ve onların desteğini kazanıp kazanmadığına bakacaklardır. Umarız yanlışlarının farkına varırlar…

Mao bu fikirlerini (parti-kitle ilişkileri) emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaş yürüten, yüz binleri savaştıran bir büyük partinin üye ve yöneticilerine 1945’te 7. Parti Kongresinde sunmuştur. Savaş halinde iken kitlelerin düşüncelerini, eğilimlerini ve kitlelerin güvenini esas alan devasa bir önderliği düşünelim, halimize bakalım… Ve ders alalım.

***

Dünyada, ülkesindeki devrimci pratiğin özünü ve biçimini en doğru şekilde yakalayarak teorileştiren ve tekrar pratiğe doğru olarak uygulayan büyük devrimci Mao’nun görüşlerinden de yararlanarak; 31 Mayıs devrimci hareketine farklı açılardan bakabilmek ve daha ileri noktalara taşınmasına yardımcı olmak amacıyla yazdığım bu yazıyı daha önce Anafikir’de yayılanan; “31 MAYIS HALK HAREKETİ, ‘TARİHİN SONU’NUN SONUNU GETİREN DİRENİŞ” başlıklı yazıdan aşağıdaki alıntıyı koyarak bitirmenin doğru olacağını düşünüyorum:

“…Bu büyük gücü mevcutların önderliklerinin, örgütlülüklerinin ve en önemlisi de politikalarının kucaklaması mümkün görünmüyor. Kaldı ki bu sonsuz zenginliğe sahip eylemsel gücün çıkış nedenlerine ve hedeflerine bakınca mevcutların çoğu aslında bu çıkış gerekçelerinin, nedenlerinin ve hedeflerinin çok uzağındalar. Ve hatta bazıları bunlara ters yolda giderlerken bu büyük dalganın anaforuna takılıp yollarından çıktılar ve bu hareketin peşine takıldılar. Böylece anti-emperyalist, yurtsever ve laik, AKP gericiliğine karşı, Mustafa Kemalci ideolojiyi benimsemiş büyük kitlelerin ana gövdesini oluşturan bu direnişçi hareketin mevcut partilere, gruplara sığma ihtimali yok…

Geriye yeni bir örgütlenmenin yaratılması kalmaktadır ki bugün doğru görünen de bu tercihtir. Bu hareketin amaç ve ilkelerine, ortaya çıkış gerekçesine uygun yeni, genç ve devrimci bir örgütlenme yaratılabilir. En geniş kitleleri örgütlenme sürecine katarak, en demokratik yöntemlerle, bir büyük ve kucaklayıcı halk örgütü yaratmak mümkün görünüyor. En altta tartışma platformları oluşturarak, bu hareketin çıkış nedenleri esas alınmak koşuluyla ilkeler, amaçlar ve politikalar kitleler önünde tartışılarak tarifi yapılabilir ve en demokratik usullerle, katılımcı bir anlayışla temsilciler seçilebilir. Bu temsilcilerin başka hiçbir örgüte angaje olmayan kişilerden meydana gelmesi ve bu direniş hareketinin örgütünü yaratmayı esas almaları gerekir. Temsilcilerin oluşturacağı kongreler yapılarak yeni bir örgüt, parti yaratılabilir. Tabii ki bu süreci yaratan halkın denetiminde…

Bu hareketi bundan sonra da mevcutların hiçbirisi götüremez, buna ne güçleri, ne örgütsel kapasiteleri, ne de politikaları müsaittir. Aslında sosyalistlerin dar kapıcılığı terk ederek bu büyük ve yeni hareketin içinde yer almaları gerekir. Halkın talebi de devrimci olan davranış da budur. Kaldı ki önümüzdeki dönemde bu hareketi emperyalist güçler ve uzantıları türlü yollarla kontrol altına almaya kalkışacaklardır, bu tür girişimleri etkisiz kılmada da sosyalistler önemli görevler üstlenebilirler.

Artık şu gerçek açıkça ortaya çıkmıştır: Yeni ve devrimci Türkiye’yi 31 Mayıs Halk Hareketi ya da ondan türeyecek bir hareket –parti kuracaktır. Bize düşen görev bu hareketin sağlıklı bir şekilde gelişmesine yardımcı olmak ve katkı koymaktır. Önderlik etmeye kalkışmak yapılacak en önemli hatadır.”

Mehmet Ali Yılmaz

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir