Eğitimin Gücü-Tahsin Doğan

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Eğitimbir üst yapı kurumu olarak, tüm toplumlar için “istenilen” insan tipini

yaratma süreci olarak tanımlanabilir. İlkel komünal toplumdan başlayarak toplum hayatına yön veren ve toplumsal ilişkileri biçimlendiren eğitim, köleci toplumdan günümüze kadar, var olan sömürü düzeninin savunulması, korunması ve sürdürülmesinde her dönemde egemen sınıfların en etkili araçlarından biri olmuştur.

Kuşkusuz “Ekim Devrimi” sonrası, sosyalizmin inşasında da en etkili araç eğitim olmuştur. Lenin, çocukların, genç ve yetişkinlerin, kapitalist üretim ilişkilerinin yarattığı dezenformasyondan arındırılması, diyalektik materyalizmin ışığında kolektif üretim ilişkilerinin geliştirilmesinde en etkin güç olarak eğitimden yararlanmıştır. Makerenko’nun sorumluluğundaki bu dönemde, eğitim-üretim ilişkisinin at başı yürütülmesine, üretici güçlerin yetiştirilmesinde ve sosyalizmin gelişmesinde önemli katkıları olmuştur. Ekim devrimi sonrası özellikle sokak çocuklarının topluma kazandırılması ve üretim sürecine katılmasında eğitimin rolü bilinmektedir. Örgün eğitim yanında, fabrika ve atölyelerde yetiştirilen bu çocukların çoğu, yetişkinliklerinde birer eğitmen olarak sosyalizmin gelişmesine büyük katkı yapmışlardır.

Bugün eğitim, neoliberal politikaların         “doğallık” algısını yaratmak ve pekiştirmenin yanında emperyalizmin halklar üzerindeki baskı ve sömürüsünü “kader” algısı içinde sürdürmesinin de en önemli aracı olarak kullanılmaktadır. Kurdukları düzene uygun kafaları yetiştirmek ve neoliberal politikalarının önünü açmak artık eğitim sisteminin temel görevi olmuştur.

Kuşkusuz eğitim, bir yandan da insanın bireysel gelişiminde önemli rol oynamaktadır. Birey, iletişim teknolojilerinin gelişimine paralel olarak emperyalizmin resmi eğitim programı dışında da sistemli olmasa da bilgiye erişim olanağı bulabilmektedir. Bu durum sistem dışı devrimci bir programın geliştirilmesine, uygulanmasına ve emperyalizmin sömürü çarkının kırılmasına yetmemektedir. Çünkü emperyalizm resmi devlet çarkının dışında da devasa medya gücü ve yaygın propaganda ağı ile en ufak demokratik hak ve talepleri geri püskürtmektedir.  

Üretim araçlarına sahip olan güç, eğitiminde “sahibi” olarak onu, okullarıyla, kurslarıyla, dershaneleriyle, sınav sistemleriyle ve uygulanan eğitim programlarıyla halkın beyniyle, emeğiyle teslim alınması, biat kültürünün geliştirilmesi için kullanmaktadır.

Emperyalizm, dayattığı Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında tüm bölgeyle birlikte Türkiye’yi de yeniden şekillendirmeyi amaçlamaktadır. Doğal olarak eğitim programları da amaçlanan hedefe uygun olarak yeniden düzenlenmektedir. Uygulanmakta olan eğitim politikaları ve ona uygun programlar, zaten amaçlarını gerçekleştiriyordu. Ancak bununla yetinmeyen siyasi iktidar, eğitimde yeni bir biçimlendirme ve tümüyle teslim alma yolunda hızla ilerlemektedir. Eğitim programlarında yapılan değişikliklerle, 4+4+4 dayatmasıyla, gerici kadrolaşmayla, eğitimin ticarileştirilmesiyle, sınav sistemiyle, özel dershane ve okullarıyla, bilimsellikten uzak, evrensel değerlere kapalı ders kitaplarıyla son yıllarda eğitim alanında büyük bir “değişim” yaşanmaktadır.

Toplumun yeniden şekillendirilmesine yönelik bu “değişim”, okul öncesinden yetişkin eğitimine kadar, örgün ve yaygın eğitim yaşamının tümünü kapsamaktadır.

Egemen sınıflar bu politikalarını sadece iktidar kanalıyla değil, güdümü altıdaki temel dinamikleri olan kitle örgütleri, cemaatler ve her alandaki ticari kurumlarıyla yürütmektedir. İktidar hem lokomotif görevini yürütmekte, hem de devletin tüm olanaklarını bunların hizmetine sunarak halk üzerindeki baskı ve sömürünün daha da artmasını sağlamaktadır.

Son zamanlarda yaşanan göstermelik AKP iktidarı-Cemaat kavgası “öz”de hiçbir şeyi değiştirmemektedir. Sömürü alanlarının paylaşılması ve yönetilmesinde ki bu mücadele halkın tümüyle teslim alınmasında bir mevzilenme çekişmesidir.

Emperyalizmin 12 Eylül bataklığından yarattığı bu iktidar, Cumhuriyet Döneminin cılız da olsa demokrasi adına yaptığı tüm kazanımlarını yok etmektedir. Türkiye solu büyük darbeler yemiş ve 34 yıl sonra bile 12 Eylül akşamı bırakılan örgütsel ve toplumsal mücadele gücü değerlerine (Mayıs-Haziran halk hareketi hariç), nicel ve nitel olarak bu gün bile ulaşılamamıştır.

12 Eylül ile birlikte eğitim sistemi üzerinden gençler, yetişkinler apolitik bir sürece sokulmuştur. Toplum adeta dezenformasyon bombardımanına tutulmuştur. 12 Eylül faşist yönetiminin eğitim alanında yarattığı darbeler, sosyal yaşamda yaratılanların çok ilerisindedir. İlk işleri öğretmen örgütlerine saldırmak, binlerce öğretmeni zindanlara kapatmak ve bugün bile ulaşılamayan 670 şube ve 220 bin üyesiyle dünyanın bu alanda ki en büyük öğretmen örgütü olan TÖB-DER’i kapatmak olmuştur. Kısmi demokratik ortamda teslim alamadıkları öğretmenleri, örgütlülüğünü dağıtarak teslim almaya yönelmeleri, hem de bunu ilk iş olarak yapmaları, eğitim alanının yaşamsal öneminden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle siyasi iktidar, eğitim üzerinden tüm toplumu teslim alma çabası içindedir.

Elbette kitle iletişim araçlarını, eğitim sistemini ve üretim araçlarını elinde tutan emperyalizm, “yenilmez olmamakla birlikte” bugün toplumu baskı ve şiddet içinde yılgınlığa sürüklemektedir. “Sosyal devlet”in tüm kurum ve kurallarını yıkmış, bulunduğu coğrafyada “Osmanlılığa” soyunmuş bu iktidara, ancak alternatif örgütlü bir güç yaratılarak geri adım attırılabilir.

Kendilerinin yarattığı bu eğitim sistemi bile ancak varlıklının yararlandığı bir duruma getirilmiştir. Eğitim alanındaki sendika ve öğretmenler üzerinde baskılar ise artırılarak sürdürülmekte, tüm direnç noktaları da kırılmaya çalışılmaktadır. Parasız bilimsel ve kamusal eğitimin yerine ise devlet destekli özel okullar getirilmektedir.

Kamu okulları ve öğretmenlik mesleği giderek değersizleştirilmektedir. Öğrenci ve veliler devlet destekli özel okul ve kurslara yönlendirilmektedir. Kamu öğretmen açığı 100 binleri geçmişken, 500 binin üzerinde işsiz öğretmen sokakta bırakılmıştır. Öğretmen açığı ise, “ucuz emek” politikaları gereği geçici-ücretli öğretmenlerle karşılanmaktadır.

Kamu okullarının ekonomik yükü ise “özel”e gidemeyen velilere yüklenmektedir. Okul araç-gereç ve donanımları, temizlik, telefon, personel giderleri veliler tarafından karşılanmakta,  özünde eşitsiz olan durumun fakir aleyhine daha da artmasına neden olunmaktadır.

Tüm bu olumsuzluklara karşın, halkın muhalefeti yükseltilememekte, direnç yaratılamamaktadır. En ufak talepler bile baskı ve şiddet ile bastırılmaktadır.

Halka yönelik bu saldırılar, ancak devrimci bir eğitim programı, siyasi bilincin geliştirilmesi, karşı tavır geliştirme ve mücadele ile yok edilebilir. Demokrasi güçlerinin görevi, örgütlü bir güç yaratarak bu saldırıları, tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırmanın mücadelesini vermektir. Halk içinde, kadın ve gençlik içinde bu uygulamaları teşhir etmek ve alternatif eğitim birimleri oluşturmaktır. Marks’ın, Lenin’in devrim öncesi Almanya da, daha sonra Rusya da yaptığı gibi,  devrimci eğitim’in temellerini atmaktır. Bu anlamda atacağımız her adım kuşkusuz emeğin iktidarına atılmış adımlar olacaktır.

Her demokratın, her devrimcinin, emeğin üstünlüğünü, eşitliği, özgürlüğü temel alan bir dünya yaratmanın özlemi içinde olan her insanın bu çaba içinde olması gerekir. Halkın örgütlenerek, kendi “Devrimci Eğitim programı”nı yaratması, bir anlamda yarının okulunun da temeli olacaktır.

Emperyalizmin Ortadoğu karakolluğunu üstlenmiş olan bugünkü siyasi iktidar, onun dinamik güçlerini oluşturan cemaatler, yılmadan usanmadan cumhuriyetin ilk yıllarından beri, adım adım bugünkü gerici iktidarlarını oluşturmuşlardır. Bunu tersine çevirmenin zor ama imkânsız da olmadığı bilinmektedir.

Siyasal iktidar karşısında önemli bir direnç hattı oluşturan EĞİTİM-SEN ve üyelerine saldırmaktadır. Bu saldırı ve sindirme politikalarına karşı, EĞİTİM-SEN başta olmak üzere ilerici-devrimci öğretmen örgütleri, gençlik örgütleri ve tüm demokrasi güçleri birleşik, güçlü bir demokratik eğitim mücadelesini kesintisiz sürdürürken, kendi alternatif eğitim programlarımızı üreterek, uygulamanın yolunu mutlaka bulmalıyız.

Biz öğretmenler, emperyalizmin hedeflediği “itaatkar, teslimiyetçi” değil, “sorgulayan, dünyayı ve kendini dönüştüren, değiştiren” gençler yetiştirerek, ancak eşit, özgür bir dünya yaratabiliriz.

Tahsin Doğan

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir