Ekim Devrimine Giden Yol I-Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

1990’lardan itibaren teşvik edilen öğrenme süreci, bayramlarda İstanbul boğazındaki

köprüden atılan “havai” fişeklerin yarattığı ışık patlaması ya da karmaşası altında boğulan bir süreç gibi. Kırmızı, yeşil, mavi, sarı vs ışık selinin altında kalan, boğulan görme eylemi gibi bir bilgilenme-öğrenme süreci yaşatılan toplumun ve özellikle gençliğin sağlıklı bir zihin yapısına sahip olabilmesi çok zor. Genç insanların sürekli gözlerini kamaştıran, yoran, gerçekleri görmesini engelleyen, ayakları yere basmayan, daha gökyüzünde iken yok olan, onları somut hayattan uzak tutan bir “havai” süreç…  Bilinçli olarak “karanlık bir ışık altında” düşündürülen ve o ortam içinde davranmaya zorlanan bir toplum içinde aydınlık bir ışık yakmaya çalışanların işleri pek de kolay değil.

21. Yüzyıla on yıl kala yaşadığımız büyük yenilginin ardından Marksizm-Leninizm’e ve Ekim Devrimi’ne karşı yürütülen gerici saldırılar ve açılan karalama kampanyaları; biz sosyalistlerin 1960 ve 1970’lerde olduğu gibi sokaklarda, tartışma toplantılarında, her yerde yaptığımız gibi ağız dolusu, cesaretli ve güvenli bir şekilde konuşabilme ve yazabilme koşullarını sekteye uğrattı. Evet, devrimcileri “karanlık bir ışık”ın altına soktular ve biz de buna bir yerde razı olduk. Bu karanlık ışıktan kurtulmadan politik yanlışlardan yakamızı kurtaramayacağımız gün gibi ortada. Bu olumsuzluğu aşmak için birinci şart; Marksizmi ve Leninizmi doğru bir şekilde öğrenmek, devrimlerin-sosyalizmin pratiğini, tarihini çok iyi kavramak ve böylece günümüz somutu ile teoriyi birleştirebilme yeteneğini elde etmektir.

Sosyalist Düşüncenin Tarihi Seyri

Genel anlamda sosyalizmin ilk teorik açıklaması, 16.yüzyıl başlarında, modern çağın eşiğinde Thomas More’un “Ütopya” isimli eserinde ortaya çıktı. Bu eser toplumsal bir gelişmenin dayatması veya yansımasından ziyade T. More’un büyük yeteneğinin ürünüydü. Çünkü sosyalizm, 17.yüzyılda İngiltere’de ortaya çıkan iç savaşa kadar toplumsal bir hareket şeklinde kendini göstermemişti. 17. Yüzyılda İngiltere’de ortaya çıkan ve Sosyalizmin ilk pratik ifadesi olan “Digger Hareketi”nin önderliğini büyük düşünür Gerrard Winstanley’in (1609-1660) yaptığını biliyoruz. Yaklaşık yüz elli yıl sonra, Fransız Devrimi sırasında Babeuf’un lideri olduğu “eşitler cumhuriyeti” kurmayı esas alan devrimci hareket gibi “Digger Hareketi” de çok kısa ömürlü oldu.

19.yüzyılda sosyalizm, gelişmiş Avrupa ülkelerinin politik hayatlarında etkili olmaya başladı. Sosyalizmin bu asıl doğuş yıllarında Ütopyacı Sosyalistlerin ortaya çıktıklarını görüyoruz. Bunların en çok bilinenlerinin başında Galli R. Owen (1771-1858) gelir. İşçi sınıfının tarihsel rolünü anlamamış olmakla birlikte, bir ateist olan Owen kendi etkinliklerini işçi sınıfının geleceğinde görmüştü. Diğer bir önemli ütopyacı ise Fransız Fourier’dir. 1772-1837 yılları arasında yaşayan Fourier burjuva toplumunu eleştirerek; Fransız Devrimi ideologlarının düşünceleri ile gerçeklik arasındaki çelişkileri ve yoksulluk ile zenginlik arasındaki uzlaşmazlığı açığa çıkarmıştır. Bir başka önemli ütopyacı da Fransız St. Simon’dur. 1760-1825 yılları arasında yaşamış olan Saint-Simon, Fransız Devrimi döneminde Jakobenlere yakın olmuş ve belirlenmeciliği destekleyerek, tarihin yasalara göre ilerlediği düşüncesine ilgi duymuştur.

1830’ların sonlarında ve 1840’larda İngiltere’de ortaya çıkan Çartist hareket, sosyalist parti için fabrika işçisinin güçlü bir potansiyel olduğunu gösterdi. Bu yığınsal hareket bazı toplumsal istemlerde bulunan dilekçelerle Britanya parlamentosuna başvurularda bulundu ve istekleri reddedilince yürüyüşler düzenledi fakat hükümet bu yürüyüşleri zorla engelledi. İngiltere’nin siyasal tarihini ve uluslar arası işçi sınıfı mücadelesini etkilemiş Çartist hareketin başarısızlığının en önemli nedeni, net bir programa sahip olmamalarının yanı sıra taktik ve stratejiden ve tutarlı bir devrimci proleter önderlikten yoksun olmalarıydı.

Tamamen modern bir gerçeklik olan sosyalizm, 17.yüzyılda İngiltere’de ortaya çıkan ve Batı Avrupa’nın ekonomik sosyal yapısını altüst etmeye başlayan Sanayi Devrimi’nin bir ürünüdür. 1840’larda artık sosyalizm geniş kesimler arasında tartışılan, politik olarak önemsenen ve işçilere umut veren bir düzeye erişmiş olmasına karşın hala şekli şemalı açık seçik ortaya çıkarılmış bir akım değildi. Büyük umutlar, tutkulu bir inanç dalgası ve gelecek vadeden düşsel tasarılar dünyasıydı. Her şeyden önce teorileştirilmeye, doğrular ile yanlışların ayrıştırılacağı sistemleştirmeye ihtiyaç vardı. Burjuva felsefesinin ve sosyal bilimlerin en ileri unsurlarının sosyalist görüşe kazandırılması gerekiyordu.

İşte 1840’lardan itibaren bu ihtiyacı karşılamak, bu tarihsel görevi yerine getirmek Marx ve Engels’e nasip oldu. Eğitimleri, bilgileri ve tecrübeleri bu işi yapacak olgunluktaydı. Bu iki büyük devrimci, sosyalizmi ütopyadan bilime dönüştürme çabası içine girerek kendi sosyalist bileşimlerini oluşturdular…

 Marksizm olarak da adlandırılan bu akım, klasik Alman Felsefesi’nin, özellikle Hegel ve Feuerbach felsefelerinin, İngiliz ekonomi politiğinin, özellikle A. Smith ve D. Ricardo ekonomi politiğinin ve yukarıda isimlerini verdiğimiz ütopyacı sosyalistlerin görüşlerinin eleştirel bir şekilde yeniden gözden geçirilmeleri sonucunda ortaya çıkarılmıştır. Lenin, bu üç öğretiyi Marksizmin kaynakları olarak gösterir.

Marx ve Engels, bu yeni devrimci bileşimi, açık ve net ifadelerle, temel çizgileriyle, öğretiyi sistematik olarak ilk kez Manifesto ile bütün dünyaya duyurdular.

Manifesto, sosyalizm tarihinin kutup yıldızıdır. 1848’den önceki bütün sol içerikli düşünceler ve deneyler Manifesto’ya akarken, daha sonraki gelişmeler ise ondan ilham aldı, başka bir ifade ile ondan kaynaklandı. Manifesto’dan sonraki gelişmeleri, Ekim Devrimi’ne kadar dünyada meydana gelen devrimci gelişmeleri beş ana döneme ayırabiliriz:

1-1848 Devriminden 1871Paris Komününe kadar olan dönem,

2-1871 Paris Komününden 1905 Rus Devrimine,

3- 1905 Rus Devriminden 1917 Şubat Devrimine,

4-1917 Şubat Devriminden 1917 Ekim Devrimine kadar devam eden dönem,

 5-1917 Ekim Devrimi.

Burjuva Devrimi ve Proletarya Devrimi

Feodal toplum basit tarım ekonomisi üzerinden gelişme gösterir ve feodal beylerin elindeki topraklar serfler ya da köylüler tarafından işlenir. Kendi araçlarına sahip olan köylüler ya da serfler, ürettiklerinin belli bir kısmını derebeylerine teslim etmek zorundadırlar. Feodal beylerle köylüler arasındaki uzlaşmaz zıtlık, feodal toplumun temel çelişmesini oluşturur.

Meta üretiminin gelişmesiyle birlikte, feodal toplumdan iki yeni sınıf doğar. Bunlardan birisi ticaret ve manifaktür ile uğraşan burjuvazi adı verilen kapitalistler, diğeri ise çoğunlukla yoksullaşan köylülerden türeyen ve ücret karşılığında kapitalistlere işgücünü satan ve başka bir şeyi olmayan proleterler. 17. yüzyıldan itibaren tarih sahnesinde etkili olmaya başlayan burjuvazi, bir yandan meta üretimine engel teşkil eden feodal beylerle, diğer yandan da emeğini sömürdüğü proletarya ile karşı karşıya gelir. Burjuvazi doğası gereği feodallere karşı devrimci, proletaryaya karşı ise karşı-devrimci bir niteliğe sahiptir. Feodal toplum hayatiyetini tamamlama noktasına yaklaşınca burjuvazi köylülerin ve proletaryanın önüne geçerek, bu kesimlerin desteğini sağlayarak feodal beylerin düzenini yıkar ve egemen sınıf, egemen güç haline gelir. Bu devrimin adına burjuva devrimi denir.

Avrupa’da ortaya çıkan belli başlı burjuva devrimlerini şöyle sıralayabiliriz:

İngiliz Devrimi 1649,

Fransız Devrimi 1789,

Alman Devrimi 1848,

Rus Devrimi 1905 ve 1917 Şubat devrimleridir.

İngiliz ve Fransız burjuvazisi, iktidarı feodal beylerden almakla birlikte sonunda onlarla uzlaşma yolunu tercih ettiler.

Alman ve Rus burjuvaları ise (1848 ve 1905’te) iktidarı elde edememelerine rağmen, bazı ödünler koparmayı başardılar.

1917 Şubatında Rus burjuvazisi iktidarı ele geçirdi, ama Kasım ayında Ekim Devrimi ile proletarya tarafından yıkıldı.

Kapitalizmin egemen hale geldiği toplumda meta üretimi feodal unsurlardan kurtulur. Feodal beyler ise burjuvazi ile uzlaşır ve giderek kaynaşır. Köylülük ise başlıca iki kesime ayrılır. Bunlardan biri, köy burjuvazisidir ki buna çiftlik sahipleri de diyebiliriz. Diğeri ise köy proletaryası yani tarım emekçileridir. Artık asıl çelişme, burjuvazi ile proletarya arasında gittikçe derinleşen, uzlaşmaz çelişkidir, karşıtlıktır.

Kapitalist toplum tarih içinde iki ana aşamadan geçerek yol alır. Bunlardan ilki sanayi kapitalizmi’dir ki bu döneme rekabetçi kapitalizm de denir. İkinci aşama ise kapitalizmin en yüksek aşaması olan tekelci kapitalizm aşamasıdır ki bu aşamaya emperyalizm adı da verilir. Her iki aşamada da genel bir doğrultu olarak meta üretiminin ve sermaye birikiminin giderek arttığı gözlenir.

Serbest rekabete ve sömürgeci yayılmaya dayanan birinci aşamanın karakteristik özelliği olan burjuvazi ile proletarya arasındaki temel çelişkiye ilaveten büyük burjuvazi ile küçük burjuvazi arasında, şehir burjuvazisi ile büyük toprak sahipleri arasında ve kapitalist sömürgeciler ile sömürge halklar arasında çelişkiler ortaya çıkar. Bu çelişmeli koşullar, serbest rekabetçiliğin tekelciliğe evrilmesiyle, sermaye ihracıyla, mali sermayenin belirleyici olmasıyla, sömürgelerin ucuz emek ve hammadde kaynağı olarak sömürülmesiyle tarif edilen ikinci aşamaya ulaşılmasında etkili olurlar.

İkinci aşamada belirleyici olan unsur, bütün çelişkilerin, proletarya ile burjuvazi arasındaki, emperyalizm ile sömürge halkları arasındaki ve emperyalist devletler arasındaki çelişkilerin şiddetlenmesidir. Bu gittikçe derinleşen çelişkiler zaman zaman emperyalistler arasında savaşlara da yol açar. Öyle ki bu çelişkiler proletaryanın, köylü yığınlarının ve diğer emekçi kesimlerin de desteğiyle iktidarı ele geçirmesine kadar sürer. Proletaryanın köylülerin desteğini de alarak iktidarı almasına proletarya devrimi denir.

Yukarıda gördüğümüz gibi burjuvazi kendi devrimlerini gerçekleştirirken tereddüt gösterebilir. Bunun nedeni burjuvazinin iki yönlü özelliğe sahip olmasındandır. Burjuvazi devrimciliğinin yanı sıra, gelişmelere göre, eski rejimin temsilcileriyle uzlaşmacı ve hatta gericidir de. Burjuva devrimlerine daha yakından baktığımız zaman, 1649 İngiliz Devrimi’nde proletaryanın oynadığı rolün oldukça küçük olduğuna tanık oluruz. 1789 Fransız Devrimi’nde proletaryanın daha etkin olduğunu ama hala küçük burjuvaziye bağımlılıktan kurtulamadığını görürüz.

1848 Devrimi sürecinde Marx’ın devrimci öğretisi, 1848 öncesi sosyalizmini aşarak devrimci proletaryaya tarihsel rolünü hatırlatıyordu. Burjuvazinin Paris’te kurşunladığı proletaryanın yegâne devrimci sınıf olduğu böylece ortaya çıkıyordu. 1848 Devriminde proletarya o kadar etkindir ki burjuvazi iktidarın bu devrimci sınıfın eline geçeceğinden korkarak feodallere teslim oluyor ve devrimi yarıda bırakıyordu. Devrimden korkan liberaller gericiliğe teslim oluyorlardı. Bu sırada köylülük, feodalizmin kalıntılarının ortadan kaldırılışından hoşnuttu ama bir işçi sınıfının demokrasinin yanında bir burjuva liberallerinin yanında yer alarak ikisinin arasında yalpalayıp duruyorlardı. Ve sonuçta düzenden yana tavır aldılar. Bu gelişmeler işçi sınıfı dışı öğretilerin, sınıf dışı sosyalizmin ve siyasetin işçi sınıfı için anlamsız olduğunu açığa çıkarıyordu.

1848-71 dönemini özetlersek, Marx öncesi sosyalizmi sona erdi ve bağımsız proletarya partileri tarih sahnesine çıkmaya başladı. Bunlar; Birinci Enternasyonal (1864-72) ve Alman Sosyal-Demokrat Partisi’dir.

***

18 Mart 1871’de Paris proletaryası, silahlanıp ayaklandı. Bu, dünya tarihinde burjuva iktidarının alaşağı edildiği ve proletarya diktatörlüğünün hayata geçirildiği büyük devrimci bir ilk girişimdi. 17 Nisan’da Paris Komünü, düşmanlarına karşı kanlı bir mücadele sürdürürken Marks, L. Kugelmann’a yazdığı mektupta Komün’ün dünya devrimci mücadelesi için büyük önemine vurgu yapıyordu:

 “Paris tarafından verilen kavga sayesinde, işçi sınıfının kapitalist sınıf ve kapitalist devlete karşı mücadelesi yeni bir evreye girmiştir. Bu kavganın sonucu ne olursa olsun, evrensel bir tarihsel önem taşıyan yeni bir çıkış noktası elde etmiş bulunuyoruz.” (Marx-Engels, Seçme Yapıtlar 2,S.504, Sol Y.)

Bu olaydan önce sosyalizmin kapitalizmin yerini alabileceği söylediğinde, bu yalnızca bir kehanet gibi algılanırken; gerçekleşen Paris Komünü’nün devrimci pratiği bu öngörünün gerçek bir tarihsel yönelim haline geldiğini gösterdi. Fransız burjuvazisinin yükselme aşamasında olduğu ve işçi sınıfının henüz politik olarak yeterince olgunlaşmadığı ve proleter devrim için tarihsel koşullar yeterli düzeyde olmadığı için Paris Komünü, yalnızca 71 gün yaşayabildi.

Lenin ve arkadaşları Ekim Devriminin sosyalist esasını Paris Komünü deneyimi üzerinden inşa etmeye çalıştıkları için bu deneyin önemi gerçekten büyüktür.

28 Mayıs 1871günü, Komün’ün son savaşçılarının üstün düşman güçlerine yenik düşmesinden iki gün sonra Marx, Paris Komünü’nden çıkan deneyimleri ve dersleri özetlemek için “Fransa’da İç Savaş”  metnini Genel Konsey önünde sunuyordu.   Bu eserinde Marx, bir yandan Paris Komünü’nün gelişme sürecinin ve tarihsel anlamının tahlilini yaparken diğer taraftan bilimsel sosyalizmin teorisini daha da zenginleştirip geliştiriyordu.

1848 devriminden sonra devlet iktidarı, “Sermaye’nin Emek’e karşı ulusal savaş aygıtı” konumuna geldi. Bu devrimin yenilgisinden sonra kurulan İmparatorluğun doğrudan karşıtı, Komün oldu.

“Komün…sınıf egemenliğinin yalnız monarşik biçimini değil, ayrıca sınıf egemenliğinin kendisini de kaldıracak bir cumhuriyetin…olumlu biçimiydi.” (Marx’dan aktaran Lenin, Ekim Devrimi Dosyası, S.173-174, Sol Y.)

Paris Komünü başarısız olmuştu, ancak Marx’ın sözleriyle “…yalnızca mücadele ertelenmişti. Komün’ün ilkeleri, ölümsüzdü ve yok edilemezdi ve bunlar İşçi sınıfı özgürleşene kadar, tekrar tekrar kendilerini ortaya koyacaklardı.” (Marx-Engels, Seçme Eserler, İng Baskı, C.22, S.599)

***

 Paris Komünü hareketi bastırıldıktan sonra kapitalizm, görece istikrarlı bir barışçıl döneme girdi. Bu dönemde Batı dünyasında burjuva devriminin genel olarak tamamlanmış olduğunu söyleyebiliriz. 1872-1904 yılları arasında Batı kapitalizmi belli bir rahatlık içine girerken bu arada proleter nitelikteki partilerin birçok yerde kurulduklarını ve çeşitli alanları örgütlemeye başladıklarını görürüz. Burjuva parlamentolarından faydalanmaya, kendi basınlarını ve kooperatiflerini kurmaya, kendi eğitimlerini oluşturmaya ve kendi sendikalarını kurmaya yöneldiler. Bu yıllarda Marx’ın öğretisi daha fazla güç kazanarak yayılmaya başlıyordu. Batıda sol, bilimsel sosyalizm teorisinin rehberliğinde çeşitli ülkelerdeki proletarya, yeni bir devrim dalgasının yükselmesini sağlamak için aktif bir biçimde güçlerini toplamaktaydı.

Marxizmin giderek yükselen ideolojik başarısı düşmanlarını onun maskesini takmaya zorladı. Artık çürüme sürecine giren liberalizm, Marxizmden oportünist bir yorumla yararlanarak, onun kılığına girerek canlanmaya çalışıyordu. Paris yenilgisinden sonra güçlerin yeni kavgalara hazırlık yapıyor olmasını mücadeleden vazgeçme olarak değerlendirdiler. İşçi sınıfının ücret köleliğine karşı mücadelesini sınıf mücadelesini satmak şeklinde yorumladılar ve “toplumsal barış” öğüdü vermeye başladılar. Bu anlayışta olanlar sol içinde ve aydınlar arasında taraftar edinerek işçileri etkilemeye çalışıyordu.

Fakat bu liberal burjuvalar ve soldan devşirdikleri yaygaracılar, 20. Yüzyılın başlarında Asya’da ortaya çıkmaya başlayan devrim dalgası karşısında pek şaşırdılar. Köle sahipleriyle barış anlamına gelen“toplumsal barış” ve “demokrasi” konusundaki muazzam başarılarını yeterince kutlamaya vakit bulamadan doğuda kopan devrim fırtınasının altında kaldılar. 1905 Rus Devrimi,1908 Türk Devrimi, 1906-20 İran ve 1911-12 Çin devrimleri karşısında çok öfke duydular ama Doğu halklarını artık hiçbir güç eskisi gibi bir esaret sistemine mahkum edemeyecekti.

20. yüzyılın başlarında sekizyüz milyon nüfusuyla Asya, Avrupalı emekçilerle esasta aynı idealler için mücadeleye giriyordu. Asya’da kopan fırtınadan sonra Avrupa’da da karışıklıklar meydana gelmeye başladı. Asya’daki kadar büyük olmasa da bu gelişmeler 1872’den 1905’e kadar süren dönemin “barışçı” havasını sona erdirdi. Liberalizmin en çok bozduğu, sömürü altında inleyen İngiliz işçilerinin ekonomik mücadelesi hızla keskinleşirken; Almanya’da siyasal bunalım derinleşiyordu. Bu arada Avrupalı devletler ciddi bir silahlanma yarışına giriyorlardı. Burjuva partileri çürümeye yüz tutmuşken proletarya partileri gelişme süreci içindeydiler. Artık tarihin çarkı işçi sınıfı ve onun öğretisi Marxizm için dönmeye başlıyordu.

***

İlk büyük fırtına 1905’te Rusya’da koptu. 22 Ocak 1905’te “Kanlı Pazar”la başlayan Rus devrimi halk kitlelerini masum insani isteklerden politik bilince ve devrimci mücadeleye yönelmelerine yol açtı.

Rus liberallerinin o zamanki önderi Struve, “Kanlı Pazar”dan iki gün önce,“Rusya’da henüz devrimci bir halk yoktur” diye yazıyordu. O günlerin burjuva liberalleri, reformistleri; dindar, cahil ve hatta köle gibi yaşayan bir köylüler ülkesinde devrimi imkansız görüyorlardı. Onları bu iddiaya iten asıl neden 22 Ocak 1905’ten önce Rusya’nın devrimci partilerinin “bir avuç insandan” oluşuyor olmasıydı. Fakat devrimin başlangıcından birkaç ay sonra durum çok farklılaştı. Artık yüzlerle ifade edilen Sosyal-demokratlar binlerce oldular ve çok geçmeden devrimin ateşi içinde milyonların önderliğini yapmaya başladılar. Milyonlarca köylü içinde devrimi mayalan devrimci proletarya ordu içinde de büyük bir güç elde ediyordu.

Devrime geçişin en önemli aracı olan “kitle grevleri” uyuyan devi uyandırıyordu. Gerçekleştirilen bu devrim, “sosyal içeriği itibariyle burjuva-demokratik, mücadele araçları itibariyle ise proleter bir devrim”di. (Lenin, Seçme Eserler, C.3, S.15, İnter Y.) Çünkü proletaryanın devrimle doğrudan hedeflediği ve öz gücüyle elde ettiği haklar şunlardı:

1-Demokratik cumhuriyet,

2-Sekiz saatlik iş günü,

3- Soyluların büyük toprak mülkiyetine el konulması.

Bunlar Fransa’da 1792-93 burjuva devriminde elde edilen haklardı. Bu anlamda 1905 Rus Devrimi burjuva-demokratik bir devrimdi.

1905 Rus Devrimini aynı zamanda proleter devrim haline getiren ana unsurlar ise şunlardı:

1-Proletaryanın devrimin öncü gücü olarak ortaya çıkması,

2-Proletaryanın özgül mücadele aracı olan grevin kitleleri harekete geçirmede başat rol üstlenmesi.

Bu sefer Avrupa’da olanlar gibi olmadı, proletaryanın yarattığı grev dalgası, ideolojik, politik, örgütsel üstünlüğü, kısacası öncü güç olması geriye gidişe izin vermedi. Burjuva devriminden proletarya devrimine kadar süren kesintisiz devrim sürecini tamamlamasını bildi.

Mehmet Ali Yılmaz

 

Devam edecek

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir