ELMUT- Hakkı Zabcı

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Kimseler alınmaya, kimseler gocunmaya, bu ELMUT başka Elmut, Havet’in kardeşi zabıt katibi Elmut…

ELMUT İLE HAVET’İN KARDEŞLİĞİ

Baskı ile özgürlüklerin kısıtlanması, yaşam haklarına müdahale, hatta başkalarının çektiği ızdırapları yüreğinde hissetme ve bundan dolayı öfkelenme, hiddetlenme, sosyalistlerin faşizme karşı mücadele etmeleri için, tek başına, bir anlam ifade etmez.

Diyelim baskıları, çektirilen sıkıntıları, özgürlüklerin kısıtlanmasını teşhir ettiniz. Yeterli mi? Bütün bu faşizan öğelerin nasıl ortadan kaldırılacağını söylemek zorundasınız. Söyleme de yetmez, söylediklerinizi uygulamaya koymakla yükümlüsünüz. Daha açık ifadeyle, muhalif olanları susturan mekanizma ile nasıl baş edeceksiniz? Zalimlerin üstesinden gelmek o kadar kolay mı?

Devrimcinin görevi haksızlığı dile getirmekle bitmez; asıl görevi, haksızlıklarla mücadele sürecinde başlar. Doğru direnç hattı yakalanamazsa, emekçi halkla irtibat kanalları kurulamazsa, öfkenin giderek dozajını kaybettiği, toplumun en gerekli anlarda bile öfkelenmediği, olan biteni kanıksadığı görülecektir. Ülkemizde bu süreç yaşanmaktadır, şimdilerde.

Muhaliflere karşı başlatılan susturma harekatı, baskınlara, tutuklamalara dönüştüğünde, ilk adımda “oh olsun”, devamında “ah, ah”, onun devamında “vah, vah”, sonrasında “yok, bu kadar da olmaz”; birkaç basın açıklaması, birkaç yürüyüş, akabinde bunun hep böyle devam edeceği anlaşılınca suskunluk. İşinden olan gazeteciler, TV spikerleri ve programcıları, sırada kimler var düşüncesi ve yine suskunluk.

Bu gidişatın önüne geçilemez duygusu ile ızdıraplar dayanılmaz bir hal aldığında, artık iş işten geçer ve maalesef bağrışmalar, itirazlar duyulmaz olur.

Kişi, kendisini mücadele edecek güçte görmezse, ya da bağlı olduğu muhalif kuruluşun direnç gücünün olmadığını fark ederse, yılgınlık başlar ve başkalarının felaketiyle ilgilenmez hale gelir.

Baskı ve zulme direniş, evvelemirde, baskı ve zulmün gerçek kaynağının tespitiyle başlar. Bunu, “nedenlerinin” saptanması izler. Bu tahliller yapılmadan direnişin doğru hattının yakalanması, yani uygun stratejinin oluşturulması mümkün olmaz. Bilinen bir noktadan başlayalım. Her şey neo-liberal politikaları uygulayan emperyalist kapitalizmin kontrolünde gerçekleşiyor. Bu kontrolün hinterlandı Türkiye ile de sınırlı değil. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Türkiye’ye biçilen rolün uygulanması ile hinterlant, Kuzey Afrika’yı da içine alacak şekilde bütün Ortadoğu’yu kapsıyor.

Bütün yapılanlar, “nasıl bir Türkiye, emperyalizme en iyi şekilde hizmet eder?” sorusuna uygun bir yapılanmanın olgunlaştırılmasıdır. Bu kısa saptama bile, baskı ve zulme direnmeyi, onun ana kaynağı olan emperyalizme direnmekten geçeceği, ana hattın da, anti-emperyalist mücadele olacağını ortaya koymaktadır. Bu konuya, ayrıntılı biçimde, ileride, bu yazının devamında (ikinci yazı) değineceğim.

Şimdilik, Levent Yakış’tan şu alıntıyla yetineceğim: “Emperyalizm ve gericilik kavramlarını çağ dışı bulan, bağımsızlık kavramını nerdeyse ayıplayan bir zihniyet özgürlük ve demokrasi adına Türkiye solunu neredeyse teslim aldı. Azınlıkların hak ve hukuku konusunda en fazla laf edenin başka hiçbir şey söylemeden hatta emperyalizmi ve gerici işbirlikçilerini alenen desteklerken kendiliğinden devrimci, demokrat mertebesine terfi ettiği garip bir iklimin içindeyiz. Edilen lafların özgürlükler konusunda devrimci bir tutumu mu yansıttığı yoksa emperyalist arzuları dışa mı vurduğu kimsenin umurunda değil.”(anafikir/Türkiye Solunun Dramı)

Gelelim, şimdi, işin püf noktasına. Üzerinde durulması gereken hassas konuya.

ABD, özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra neo-liberal reorganizasyonların hegemonik yapılanmalarına paralel “project democracy” programını uygulamaya koydu. Bu programın iki bileşeni vardı. Birincisi, hegemonyası dışındaki ülkelere, “demokrasi inşa edeceğim” sloganıyla hareket edip, açık işgal, ayaklanma yaratma, kendine uygun medya ve STK’lar oluşturma yoluyla mevcut iktidarları devirme şeklinde bir rota izledi. İkincisi ise, hegemonyası içinde olmakla birlikte, olası gerçek muhalefetleri önleyecek, onu ehlileştirerek, sisteme entegre edecek ya da tehlikesiz hale getirecek bir demokrasiyi devreye sokmak oldu. Bu ikincisi, ülkemizde halen uygulanmakta. Nasıl mı?

Hani, evlerde ve işyerlerinde sigara içmek için küçük bir oda ayrılır ya; halk arasında “gaz odası” denir. İşte ona benzer belirli bir mekansal özelliği olmayan amorf bir alan ayrılır muhalifler için. Burada sosyal etkinlikler yapılır, paneller, sempozyumlar, yürüyüşler, mitingler… Burası aynı zamanda, toplumsallaşamayan solun da oyun sahasıdır. Seyircisi de kendisi, oyuncusu da kendisi olan bir saha. Çokça partileri vardır, dernekleri vardır, vakıfları vardır. Aşina yüzlerle bir ömrün törpülendiği ağlayan yollar, ağlayan meydanlar, ağlayan salonlar…

Der, “project democracy” “burada her şey serbest, ne yaparsan yap, ama dışarı çıkmak yok”. Bu amorf  alanın etrafı duvarlarla örülüdür. Duvarcı ustaları hem içerdendir, hem de dışardan. Bunlar açığa çıkmamış efendileri adına sistem içinde çözüm arayıcılarıdır. Olabileceği olmaz, olamayacağı olabilir göstermekte ustadırlar. “Yık duvarları, çık dışarıya, katıl halkın arasına dendiğinde”, “olmaz, biz birbirimize yeteriz, bizim yerimiz burası, biz ancak burada var olabiliriz” karşılığını verirler. Oluru olmaz yapanlar, sık sık devrimden söz ederler; devrimi yapabilecek halk dışarıdayken… Soroz Vakfı ve onun beslemeleri, bu tip demokrasinin mühendisleridir. Elmut’u mu merak ettiniz? Elmut, bu örülü alanın zebanisidir. En yakın dostu Havet’tir. Onunla kardeşliği her ne kadar kafaları karıştırsa da asayişi sağlamakta bayağı etkili bir ortaklık yaratmıştır.

KÜÇÜK KARABALIK

Çocukluk dönemlerimizde masal dinlemeyi çok severdik. Ne garip, yaşlanınca da bir masal merakı sarıyor insanı. Birçok yaşlı, altmışını devirmiş, benim gibi, masalkolikler biraraya geldiklerinde sohbetlerine doyum olmuyor. Bilmem okudunuz mu ya da dinlediniz mi, Samet Behrengi’nin “Küçük Kara Balık” masalını. Elmut, bu masalı hiç sevmez, Kitabı eline geçirdiğinde kırk parçaya ayırıp çöpe atmıştı.

Küçük kara balık annesiyle birlikte bir derede yaşamaktadır. Bulundukları yerin dışında da hayat vardır diye düşünür; derenin sonu yoktur ona göre; ancak ağzı nerede diye meraklanır. “Bu derenin dışına çıkınca nelerle karşılaşacağım?” diye düşünerek, müthiş bir “oralara” gitme arzusu duyar. Annesine “Böyle amaçsızca yüzmekten bıktım usandım. Başka yerlerde neler olduğunu öğrenmek istiyorum. Bu düşünceleri kafama bir başkasının soktuğunu sanabilirsin, ama ben uzunca bir süredir kendim düşünüyorum bunları. Arkadaşlarımdan da bazı şeyler öğrendim elbette; örneğin birçok balığın yaşlanınca hayatta hiçbir şey yapmadık, hayatımızı böyle geçirdik diye, yakındıklarını biliyorum. Durmadan sızlanıp dururlar Ben yaşamın nasıl bir şey olduğunu merak ediyorum; durmadan aynı şeyleri yapmak, yaşlanana kadar başka bir şey yapmadan yaşamak olamaz; yaşamanın anlamı bundan daha fazla olmalı” der ve buralardan gitmek istediğini söyler. Annesi ise, bulundukları yerden başka dünyanın olmadığını dile getirir.

Başka balıklar da onun bozguncu olduğunu düşünürler. Küçük kara balık, her şeyi göze alarak orayı terk eder ve bilmediği bir dünyaya kulaç atmaya başlar. Ve mücadele dolu bir yoldadır artık. Birlikte davranmayı, paylaşmayı, dayanışmayı öğrenir; düşmanları olur, onlarla nasıl baş edileceğini pratikle kavrar. Tehlikelerle karşı karşıya kalır, onlara karşı nasıl direneceğini beller…

Bu masalı neden mi buraya taşıdım? Gayet basit. Elmut’un zebaniliğini yaptığı alanın duvarlarının yıkılması için.

Siz, genç, küçük kara balıklar, yıkın o duvarları. Delin ağları. Çıkın dışarı. Bitsin artık solun hapis günleri… Elmut’a inat, “project democracy”e inat…

Samet Behrengi, İran’lı bir yazar. Şah faşizmine direndiği için 1968’de boğularak öldürüldü. Öldürüldüğünde 28 yaşındaydı. Aynı onun yaşında, 1849’da Macaristan’ın kurtuluş mücadelesinde düşmana karşı koyarken vurularak hayata veda eden bir Macar şairi var: Sandor Petöfi.

SANDOR PETÖFİ

Sandor Petöfi, ki o, bir ulusun bir ulusu sömürmesine karşı savaştığı gibi, bir sınıfın bir sınıfı sömürmesine karşı da savaştı. Küçük kara balığın devamını o getirsin istedim. Sözü ona bırakıyorum.

Öyle kolay sanma sen bu işi, kardeşim,

hemen kalkışma tellerden şarkılar döktürmeye!

Sazı bir kere eline almaya göresin,

bir görev yüklendin demektir, bilesin,

çok ağır bir görev, ve belâlı.

Geldinse anlatmaya yalnız kendi derdini, kardeşim,

yalnız kendi zevkini anlatmaya geldinse,

bırak elinden o kutsal sazı,

sana burda hiç kimse kulak asmaz.

Ey şairler, gireceksiniz halkla kol kola,

alevlerin, fırtınaların içinden geçeceksiniz,

hiç durmadan yürüyeceksiniz, ama hiç durmadan;

alçaktır halkın bayrağını elinden düşüren de,

şurda, geride, bir kenarda gizli gizli,

bir parça dinleneyim, diyen de alçak.

Halk bakacak, görecek, anlayacak,

acı çeken kim, başkaldıran kim, dövüşen kim,

kim işi oluruna bırakmış,

kim günü gün eden,

kim şarlatan,

kim korkak!

Peygamberler çıkacak, yalancı ve kurnaz,

durun, diyecekler size, durun, ey insanlar,

işte burası, diyecekler, sizi yaşatacak yer,

işte burası bolluk ülkesi, mutlu toprak.

Bu korkunç yalanlara kanmayacak ama hiç kimse,

ne açlık kanacak, ne susuzluk kanacak, ne de umutsuz yaşamak,

haykıracak güneşte kavrulan milyonlarca insan,

hepsi yalan, diyecekler, hepsi yalan, hepsi yalan.

Ne zaman eşit pay alırsak bolluk sepetinden,

ne zaman hepimiz sırayla oturursak halk sofrasına,

ne zaman her eve girerse bereketli aydınlığı bilimin,

ne zaman pırıl pırıl yanarsa tekmil evler aydınlıklar içinde,

işte o zaman deriz, burada duralım, tamam,

işte burası bolluk ülkesi, mutlu toprak.

Biz o güne kadar, dur durak bilmeden

sürdüreceğiz amansız savaşımızı,

dağ taş demeden yürüyeceğiz,

gözler çakmak çakmak, yumruklar sımsıkı.

Sonunda, bütün bu çabalara karşılık

hiçbir şey geçmeyebilir de elimize,

yola çıkarken zaten biz bunu göze almıştık.

Ölüm kondurup alnımıza yumuşak bir öpücük,

kaparsa usulcana göz kapaklarımızı,

ve ipekten kefenler ve çiçekler içinde

alıp korsa bizi kara toprağa,

bu bile yeter de artar bize.


Yazı bitti sanmayın. Bu sadece girizgah. Elmut’la işimiz bitmedi, bitmeyecek de… Okuyucu, tabii okuyan varsa, beklesin…

Hakkı Zabcı

 

 

 

 

 

 

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir