Emperyalizm ve Politik Silahı Gericilikle Mücadele Edilmeli-Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

İçinde yaşadığımız tarihsel dönemin başlıca sorunu, yıllardır inişli-çıkışlı süren mücadeleye rağmen emperyalistlerin ülkemiz üzerindeki hegemonyasının kırılamamış, işbirlikçi sınıf ve siyasal uzantılarıyla birlikte halkımıza karşı yürüttükleri gerici planlarının bozulamamış olmasıdır. Bu durum birçok Ortadoğu (Güney-batı Asya da diyebiliriz) memleketinde ülkemizden de ağır biçimlerde seyretmektedir.

Komşumuz Irak ve Suriye’de, emperyalizm, iç savaşlar çıkararak bu ülkeleri parçalamak için yoğun faaliyetler içindedir. ABD emperyalizmi Ortadoğu ülkelerinin petrolünü-doğal gazını ele geçirmek ve İsrail’in güvenliğini sağlamlaştırmak ve bu coğrafyanın stratejik konumundan faydalanmak için bölgedeki birçok ülkeyi iç savaşlarla ya da birbirine düşürerek güçsüzleştirme ve parçalama siyaseti gütmektedir. Bunun için de etnik ve mezhepsel farklılıklar başta olmak üzere her türlü sorunu kullanmaktan, kaşımaktan geri durmamaktadır.

Amerikancılığı ve İsrail yandaşlığı tartışma götürmez Barzani’nin Irak’ın kuzeyinde “bağımsızlık” referandumu yapmaya karar vermesi ve Suriye’nin kuzeyini ele geçiren ABD’nin “kara gücü”nün de önümüzdeki aylarda benzer yöntemlere başvuracak olması, bölgede yepyeni Amerikan uydusu-İsrail uzantısı devletlerin yaratılması ve iç savaşların da daha yoğun biçimlerde ateşlenmesi anlamına gelmektedir. Bu gelişmeler (Irak’ın kuzeyinde şimdilik referandumdan vaz geçilse dahi bu son teşebbüsle ayrılma potansiyeli beslenmiş olmaktadır), savaşın genişleme riskini, Türkiye ve İran’ın Irak ve Suriye’deki iç savaşlara daha fazla müdahil olma ihtimalini yükseltmektedir. Görünen o ki, Akdeniz’in doğusunda yaşayan halkların kanları, altında kara altın yatan topraklara daha fazla akıtılacak. Bölgede süren örtülü paylaşım savaşının kızgın lavları emperyalistlerin silah sanayisi başta olmak üzere uluslararası tekelci sermayenin kazanını kaynatırken, Güney batı Asya halklarını ve ülkeleri daha uzun süre yakmaya devam edecek. Bu ateş sonuçta bölgede yaşayan bütün etnik ve mezhepten kesimleri, ülkeleri kavuracak ama İsrail’in hâkim güçleri bu çatışmalardan kazançlı çıkacak.

Bir tarafta ABD ve diğer Batılı emperyalist devletler, İsrail, PKK-YPG, Barzani (Barzani’nin referandumuna ABD karşı çıkıyor olsa da sonuç değişmez); diğer tarafta İran, Suriye, Irak ve Lübnan Hizbullah’ı (arkada da Rusya). Türkiye’deki AKP iktidarı ise -medyasının yaratmaya çalıştığı görüntüye rağmen- ABD ile karşı karşıya gelemeyeceği, ilişkilerine “nokta” koyamayacağı için PKK ve uzantılarıyla uğraşmakla yetinecektir. Zaten en son 21 Eylül 2017’de AKP Genel Başkanı Trump ile yaptığı görüşmeden iyi “puan” alarak çıktığı anlaşılmaktadır. (*) Kurnaz, fırsatçı ve pazarlıkçı Barzani yönetimi referandumu yapsa bile çıkarcı AKP yönetiminin Yumurtalık’a akan petrolün vanasını ve Habur sınır kapısını tamamen kapatması zor görünmektedir. Çünkü AKP’nin ne bugüne kadar izlediği Barzani politikası, ne IBKY ile yaptıkları “kazan-kazan” anlaşmaları, ne de gözlerini para bürümüş İslamcı sermaye toptan kapatmaya izin verecektir. (Irak’ın kuzeyinden çıkarılan petrolden başka PYD’nin Suriye’den çıkardığı petrolü de Barzani’ye verdiği ve bu petrolün de Irak petrolüyle birlikte AKP iktidarı vasıtasıyla İsrail’e satıldığına dair iddialar ortalıkta dolaşmaktadır.)

AKP iktidarının bulanık çıkar ilişkilerini, Türkiye’deki yolsuzlukları en iyi bilen ABD’dir. Bu kadar açıkla isteseler de ABD’nin karşısında dik duramayacakları, sonuçta boyun eğecekleri kesin. O “eyy Amerika”ların, “PYD’ye silah yardımı kesilmezse ilişkilere nokta koyarız” türünden nutukların karşılığının olmadığı son Erdoğan-Trump görüşmesiyle bir kez daha açığa çıktı.

AKP’yi neredeyse anti-emperyalist ilan edenler bu gelişmeler karşısında yeni bir hayal kırıklığı daha yaşamışlardır herhalde(?) Oysaki sadece tarihe bakılsa bile ülkemizdeki dincilerin, cemaat ve tarikatların sonuçta emperyalist güçlerle birlikte yürüdüklerini görürler. Onların altında ıslandıkları yağmur bu ülkenin yağmuru değil, hiç de olmadı. Dinci kesimlerin dünya görüşleri, geleneksel politik yaklaşımları, yetişme şekilleri, eğitim tarzları ve en önemlisi de çıkarları emperyalizme bağımlılıklarını gerektirir. Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan beri sürekli emperyalizmin askerleri dinci kesimlerin (Fetö dâhil çeşitli cemaat ve tarikatların) koalisyonu olan AKP’den anti-emperyalizm çıkmaz. Bugün ülkenin tepesini işgal edenlerin 6. Filo’nun önünde secde ettiklerini ve Kanlı Pazarları örgütlediklerini ya da bunları yapanlarla aynı gelenekten geldiklerini unutmayalım. Ülkeyi her gün laiklikten, bilimsellikten ve Cumhuriyetten uzaklaştıran, küçücük çocukları El Kaideci ve IŞİD’çi gibi yetiştirmeye çalışan zihniyet sahiplerinin önünü açan, emekçileri hiç durmadan soyan-soyduran bir iktidarı ilerici-aydınlanmacı kesimlere benimsetmeye kalkışmak iyi niyetle bağdaşmaz.

Güney batı Asya ve Türkiye koşullarında şu önemli gerçekliği hiç kimse aklından çıkarmamalı: İslam ülkelerinde gericilik, emperyalist siyasanın olmazsa olmaz bir parçasıdır, içiçe geçmişlerdir. Bu ülkeler çoğunlukla emperyalizm, “yerli” büyük sermaye ve yarı-feodal sınıfların ittifakıyla yönetilmektedir. Bu nedenle emperyalizme karşı verilecek mücadele ile gericiliğe karşı yürütülecek mücadele birbirinden ayrı ele alınamaz. Bunlardan biriyle birlik olup ötekine karşı mücadele yürütülemez.

AKP kuruluşundan beri siyasal alanda Batı emperyalizminin ülkemizdeki baş temsilcisidir. Zaman içerisinde aralarında bazı çelişkilerin ortaya çıkmış olması onların tarihten gelen ve bugünkü çıkar ilişkilerinin dayattığı işbirlikçilik özelliklerini sonlandırmaz. Ancak iç dinamikler bu iktidarı sona erdirecek boyutlara ulaşırsa emperyalizm yeni tercihlere yönelebilir.

***

Bu gelişmelerle birlikte Kılıçdaroğlu ve politikalarıyla ilgili de bir şeyler söylemek gerekir. Bilindiği gibi bugünkü CHP yönetimi ve teşkilatının bir kısmı emperyalizme karşı tam bağımsızlığı savunmuyor. İzledikleri politikadan anlaşılan, emperyalist güçlerin (ABD, AB, NATO gibi) AKP’yi bırakıp kendilerini desteklemelerini istedikleridir. Bu politikayla ne laik ve Atatürkçü ne de Cumhuriyetçi olunur. Solcu-devrimci ise hiç olunmaz.

AKP’nin kişiliğinde gericiliğe karşı yürütülen mücadele, ABD+AB+NATO gibi devlet ve kuruluşların temsil ettiği emperyalizme karşı verilmesi gereken mücadeleden ayrı ele alınamaz. Türkiye’deki Amerika ve NATO üslerine, halkın aleyhine olan Gümrük Birliği Antlaşmasına, başta bankalar ve büyük sanayi kuruluşları olmak üzere bütün özelleştirmelere, tarımın-hayvancılığın yabancı sermaye ve içerdeki uzantıları tarafından yok edilmesine, doğanın talan edilmesine ve toprakların yabancılara satılmasına, emperyalist sermaye ve onunla bütünleşmiş olan “seküler veya dinci yerli” büyük sermayenin ülke ekonomisini ele geçirmelerine ve halkı sömürmelerine karşı çıkmadan ne tam bağımsızlıkçı, ne halkçı, ne de devrimci olunur. Büyük sermayenin vurgununa karşı üreticilerle fındık yürüyüşü düzenlemek olumludur ama en baştan emperyalist güçlere ve onların halkı ayrıştırmaya, ülkeyi parçalamaya yönelik politikalarına açıkça karşı çıkılmadığı sürece bu tür eylemlerin fazla bir anlamı ve inandırıcılığı olmaz.

İstiklal Savaşı’nın başında İstiklal-i tam ilkesi sadece emperyalistlerin açık işgaline karşı çıkmak için ortaya atılmadı. Osmanlıyı kıskaca alan Kapitülasyonlara, her türlü emperyalist sömürüye ve siyasaya karşı bu şiar savunuldu.

***

Günümüzde bu koşullar içinde ilerici-devrimci insanlara umut verebilecek boyutta somut bir gelişmeden söz edebilecek durumda değiliz. Bu yüzden birçok ilerici-devrimci şuraya buraya savrulmuş ya da köşesine çekilmiş durumda. Ama bütün bunlara rağmen doğru olanı söylemeli, emperyalizme ve gericiliğe karşı çare arayışını sürdürmeliyiz. En umutsuz olunan anda bile derinlerde bir yerde bir kurtuluş ışığının yanmakta olduğunu unutmayalım.

İçinde yaşadığımız bölgenin tarihi kahramanı Gılgamış’ın Ortadoğu’da ortaya çıkan dinlerin de kaynağı olan Destanı’nındaki şu ifadeyi hatırlayalım:

“Yerin dibindeki suyun kaynağını görenin öyküsünü dinle, yurdum!”

Bizim için bu öykü, emperyalizmin ve onun içerdeki uzantılarının gerici düzenlerinden, istibdatlarından kurtulmak için çabalayan halkımızın güçlüklerle dolu yüz yıllık mücadelesinin öyküsüdür.

O yerin dibindeki su bir gün mutlaka yeryüzüne çıkarılacaktır.

Emperyalizme ve onun politik silahı gericiliğe karşı gerçek kurtuluş mücadelesini ancak devrimci güçler yürüteceklerdir.

 

(*) 21 Eylül 2017’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasında gerçekleşen görüşmeyle ilgili BBC’nin haberi ikili arasındaki son ilişki hakkında fikir vermektedir:

Anadolu Ajansı’nın (AA) haberine göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan için ‘Benim arkadaşım oldu’ ifadelerini kullanan Donald Trump, ABD ve Türkiye’nin ‘hiç olmadığı kadar yakın’ olduğunu söyledi.

Erdoğan çok, çok ilgili ve açık olmak gerekirse çok puan topluyor. ABD ile de birlikte çalışıyor’ diye konuşan Trump, sözlerine şöyle devam etti:

Ülkelerimiz arasında harika bir dostluk var. Bence biz, şu anda hiç olmadığımız kadar yakınız. Bunun büyük bir bölümü kişisel ilişkilerle alakalı’(Bby)

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

2 Responses

  1. Spurnik’te 22 Eylül 2017’de yer alan aşağıdaki haberin yukarıdaki yazıyla birlikte okunmasının faydalı olacağını düşünüyorum.
    Hüseyin Dağlı

    İsrail neden ‘Kürdistan’ fikrine destek veriyor?
    Sputnik
    Kürt devletinin kurulması projesinin öncelikle Irak ve Suriye’ye karşı olduğunu belirten Iraklı güvenlik uzmanı Ahmed el-Şarifi, bu projenin amacının İsrail’e su ve enerji kaynaklarını sağlamak olduğunu kaydetti.
    Sputnik’e yaptığı açıklamada Kürt devletinin kurulması projesini değerlendiren el-Şarifi, şöyle konuştu:
    “Bu proje öncelikle Irak ve Suriye’ye karşı. Amaç, İsrail’e su ve enerji kaynaklarının sağlanmasını garanti etmek. (İsrail Başbakanı Benyamin) Netanyahu, 2005’ten beri, İsrail’in istikrarlı enerji kaynaklarıyla temin edilmesi için Kerkük ve Musul’dan Suriye üzerinden Akdeniz’e petrol boru hattının yapılması gerektiğini söylüyor”.
    ‘SURİYE VE IRAK’I BÖLMEK İSTİYORLAR’
    ABD’nin daha önce Irak ve Suriye’deki rejimlerin yerine yanlılarını getirmek amacıyla IŞİD’i yarattığını dile getiren Şarifi, bu konuda şu değerlendirmede bulundu:
    “Bu, ABD’nin bölgedeki müttefiki olan İsrail’in işine yarıyordu. Petrol sevkiyatı ve su kaynakları üzerindeki kontrolü sağlama fırsatını veriyordu. Ayrıca Körfez’den Akdeniz’e kadar sadık komşular çıkmış oluyordu. Ama Suriyelilerin bu savaşta sergilediği kararlılık bu projenin hayata geçmesine engel oldu. Bu yüzden şimdi Suriye ve Irak’ı bölmek için Kürt projesini devreye soktular”.
    ‘GELECEK PLANLAR ARASINDA DSG’NİN KONTOLÜNDEKİ TOPRAKLARI KONTROL ALTINA ALMAK VAR’
    Bağdat’ın bu konudaki ölçülü tepkisine dikkat çeken el-Şarifi, “Bağdat’taki yetkililer son derece diplomatik olmaya çalışıyor. Sorunu diyalog yoluyla çözmeye çalışıyorlar. Irak hükümeti, Kürdistan sorununun uluslararası boyut kazanmasına karşı” dedi.
    Suriyeli Tuğgeneral Haysam Hassun ise, Sputnik’e açıklamasında, “Suriye ordusu, arkasında ABD yönetmenlerinin durduğu Kürt tehdidine karşı mücadele etmeye başladı bile. Öncelikle Fırat’ın doğu yakasına ordu birlikleri aktarıldı. Gelecek planları arasında Demokratik Suriye Güçleri’nin (DSG) elindeki toprakların kontrol altına alınması var. DSG için rahat rahat IŞİD’in kolu diyebiliriz, çünkü Suriye topraklarını yasadışı olarak ele geçirdiler” ifadesini kullandı.

  2. 15 temmuz kanlı bir düzmecedir.oligarşi içindeki ekonomik unsurlarından ikisinin bir diğerini alt etme konumunda olup baskın tarafın karşı tarafı oyuna getirerek yok etmesine,yok edilirken de kendi ekonomik gücünü tüm halka kabul ettirmesine neden olmuştur.yani şimdiki ticari mütegallibe(rantçılık ve tefecilik de dahil) diğer ticari kesimi yok etmiş bu arada sanayi ve feodal kesime de bir parmak değil tenekelerce bal vererek kollayarak iktidarını pekiştirmiştir.amaç stratejinin yaşama acilen geçirilmesi gerekliliğidir.mevcut iktidar yaşama geçirilmesinde biraz daha komisyon için(cia prosedürlerinden biridir) işi ağırdan almış strateji zaman konumu nedeni ile bölgede açığa düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.stratejini ana hatlarını daha önce belirtmiştik.şimdi ise nereden çıktığına bakalım.bush dönemi ünlü stratejistlerinden wolfowitz o dönemlerde söylediği ünlü sözü rusya avrasyada bulunan en güçlü askeri güce sahiptir ve dünyada bir tek abd yi tahrip edecek yetenekteki tek güçtür.(Russia will remain the strongest military power in eurasia and the only power in the world with the capability of destroying the united states).hemen akasındaki 2000 li yıllarda bu stratjiye ek strateji oluşturuldular ve adına non-integrated gap countries koydular ve bir harita yayınladılar(internetten görebilirsiniz).şu an uygulananlar veya uygulamaya çalışılan işte budur.yine onların deyimi ile sıcak bölgeler(hot point) yaratılması için çalışılmaktadır.bunladan biri de ülkemizdir ve baştaki şahıs da biçilmiş kaftandır.buradaki amaç Emperyalizm için dünyanın ikiye bölünmesi söz konusudur: bir tarafta sistemin nimetlerinden yararlanan istikrarlı bir bölge, diğer tarafta ise artık kimsenin direnmeyi aklına getirmediği ama sadece hayatta kalmayı düşündüğü korkunç bir kargaşanın hakim olduğu çok uluslu şirketlerin kimseye hesap vermeden ihtiyaç duydukları hammaddeleri çıkartabilecekleri bir bölge. oluşturmaktır(istikrarlı ülkeler neresi istikrarsız ülkeler neresi haritadan görülebilir).yani adamlar mad max filmi çekiyorlar ama filim değil gerçekler üzerinden.doğal olarak bölge kan gölü ve insan insanın kurdu olacak.bu bilgiler ışığında düşünelim nasıl emperyalistlerin stratejisini boşa çıkartabiliriz.dünya devrimcilerini çok zorlu günler bekliyor.gerçi ne zaman kolay günler oldu ki.hepimize kolay gelsin

Hüseyin Dağlı için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir