Emperyalizme teslimiyet ve “Milliyetçi Sol” yalanı -M.Tanju Akad

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Güdümlü kutuplaşma toplumu zehirliyor çünkü “büyük yalan” büyük kinle besleniyor.

mtakad@anafikir.gen.tr

 

Emperyalizme teslimiyet ve “Milliyetçi Sol” yalanı

Her çağın büyük yalanları vardır.

Ne yazık ki yalanlarımızı bile –ülke olarak- kendimiz üretmiyoruz.

Bazı yurttaşlarımız kime saldıracaklarını yabancıların güdümündeki basından ezberliyor. 31 Martçılar İngilizlerden beslenmiş, Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında Turancılık Alman parasıyla beslenen basın tarafından topluma sokulmuştu. Kanlı Pazar ile katliamlara başlayanların yabancı istihbarat servisleriyle ilişkileri ciltler tutar. Şimdi de bir grup eski solcu okyanus ötesinden gönderilen parayla yönetilen basın “taraf”ından güdülüyor. Kutuplaşmalar iç dinamikten çok, dışarıdan zorlanıyor. Emperyalizmin müdahalelerini ve giderek içselleşmesini yakın tarihimizin her adımında görüyoruz. Bu, işbirlikçileri sayesinde gerçekleşiyor. Her zaman da azımsanmayacak sayıda işbirlikçi buluyorlar. (Bir an için batının İslam dünyasında bu kadar işbirlikçi bulması –ki Haçlı Seferleri sırasında bile durum böyleydi- bazı kültürel özelliklerden mi kaynaklanıyor diye düşündüm ama baktım ki dünyanın her köşesinde ve çoğu yerde daha yoğun bir işbirlikçi kesim var)  Yakın geçmişte dışarıdan çuvalla para getirip Alevi partisi kurmaya çalışmışlardı. Ayrıca tek tek her etnik gruba el attılar. Kimisinden az, kimisinden çok yüz buldular. Yüz verenlerin kimisi şaşkındı, kimisi de bundan çıkar umdu. Dış müdahaleyle başının göğe ereceğini sanan varsa, geçmişe baksın. Bunlar Balkanlardan Kafkasya’ya, Anadolu’dan Ortadoğu’ya kadar sadece kan ve gözyaşı getirdi. Bundan sonra da farklı olacağına inananlar ya saftır ya da onların adamıdır. Meriç’in doğusunda, yabancılardan aldığı silahları yurttaşlarına doğrultanların, toplu katliam peşinde olanların yaşamadığı tek bir ülke var mı? Ve yakın geçmişte Anadolu’da yapılan her katliamda bunların parmağı vardır. Günümüz Türkiye’sinin büyük yalanı emperyalizme karşı olan devrimcileri, bağımsız solcuları ve diğer yurtsever unsurları “milliyetçi sol” olarak niteleyerek tarihi “İttihatçı Blok”un yandaşı olarak göstermek, emperyalizmin eski-yeni işbirlikçileri karşısında tecride çalışmaktır. Böylece, teslimiyet politikalarının daha rahat yerleştirilmesi, bunlara direnen yurtseverlerin sindirilmesi hedeflenmiştir. Bunu ortaya atanların yalanlarını yüzlerine vurun. Devrimcilerin desteklemiş olduğu ya da göz yumduğu tek bir milliyetçi, şöven yaklaşım var mıdır? Tam tersine Maraş’tan Sivas’a ve akla gelen hangi olay varsa, devrimciler hepsine karşı çıkmadı mı? Ve devrimciler canlarıyla siper olmasaydı Maraş’ta ve Çorum’da ve daha birçok yerde daha büyük katliamlar birbirini izlemeyecek miydi? Ve bugün, devrimcilere karşı kinde bunun da payı yok mudur?

Bir de evrensel büyük yalan var ki, o da liberalizm ve demokrasi yalanıdır. Kısmet olursa, onu başka bir yazıda ayrıntılı olarak ele almaya çalışacağım.

Devrimciler her ikisi de işbirlikçi olan İttihatçı ve İtilafçı blokların her ikisine de karşı olmuş, her ikisine karşı mücadeleden taviz vermemiştir. Bunlar tek yumurta ikizleridir. Celal Bayar İttihatçılıktan İtilafçılığa geçti de ne oldu? 6-7 Eylül olaylarını o tezgahlamadı mı? Bağımsız devrimciler kendilerini yerli-yersiz solda niteleyen bazı “devletçi” ve/veya “solumtrak” tutumlara daima uzak durdular, bunların milliyetçi tutumlarına asla hoş bakmadılar. Onlar da solcuları daima “kendi hukuklarını” dahi çiğneyerek ezdiler. Rüzgar gülü gibi ikide bir yön değiştiren, kırk yıldır sürekli kınadığımız bazı tanınmış oportünisler bir yana, devrimcilerin karşı çıkmadığı münferit bir olay, bir istisna var mı, bilmiyorum – ki olsaydı herhalde bir yerden duyulurdu. Ama İtilafçıların iftira korosuna katılan eski devrimcilerin sayısı az değildir. Bunlar alakasız birçok kesimi karıştırdıkları bir tarihi ulusal blok palavrası uydurdular. Devrimcilerin bütün Cumhuriyet tarihi boyunca hem CHP hem de başka siyasi oluşumlara ne kadar titiz bir şekilde mesafeli ve karşı olduklarını ve diğer bağımlı solculardan uzak dururken nasıl ideolojik mücadele verdiklerini bilmeyen yeni nesiller arasında, tarihi bu büyük yalan penceresinden öğrenmiş olanları uyarmak gerekir. Keza, devrimcilerin MDD içerisindeki diğer gruplardan ayrılma sürecinde, bağımsızlık konusundaki titizliklerine hiçbir zaman halel gelmemiştir. Bu titizlik hem başka ülkelere bağımlı solculuk, hem de devletçi-milliyetçi politikalar karşısında sürdürülmüştür. 1970’lerde her yer Çinci, Rusçu, Arnavutçu, Latin Amerikacı ve daha kim bilir ne kadar yanaşma solcu doluyken, hepsiyle mücadele ettik. Ne yazık ki, Türk sağında olduğu gibi, Türk solunun küçümsenmeyecek bir kısmında da başkalarına yaslanma veya yamanmaya çalışma gibi ölümcül bir hastalık var. Kimse, kendisine yamanana saygı duymaz, sadece kullanır. Bu birilerine yaslanma alışkanlığı sona ermedikçe, bilin ki Türk solu bir adım ileriye gidemeyecek. Nitekim gidemiyor. Biz de birbiri ardına heba olan nesilleri izliyoruz. Öz saygısı olmayana kimse saygı durmaz.

Öte yandan yurtseverliğin (patriotizm) milliyetçilikten (nasyonalizm) ne kadar ayrı ve her dönemde, her yerde saygı gören bir değer olduğunu bile bilmeyen insanlar yetişiyor. Yurdunu sevmeyen bir insan dünyanın her ülkesinde kişiliksiz sayılır, Türk liboşlarının nezdi hariçtir.

Tarih yazmak tarihi yapmak kadar önemlidir lafını bilirdim ama bu kadar doğru olduğunu bilmezdim. 60 küsur yıldır iktidarda olan İtilafçı blok sanki çok demokratik bir yönetim sergiledi de, İttihatçı blok kimi zaman bunu engelleyip faşist idareler kurdu, sol da bunların peşine takıldı gibi bir efsane uydurdular, epey kişiye de yutturdular. Bütün toplum boyun eğmişken, dönemlerin esas mağdurları olarak gösterilenler çantalarını toplayıp sıkıyönetim kapısında geceden sıraya girmişken -beceri düzeyleri bir yana- darbelere karşı direnmeye çalışanlar, bugün darbecilerin yedeği olmakla itham edilen ve kinle hedef gösterilen aynı devrimciler değil miydi? Şimdi AKP geldi her şeyi düzeltiyor, Fethullah gelince daha da demokratik olacağız beklentisi içinde olan eski solcular her yerde cirit atıyor. Allah akıl-fikir ihsan etsin demekle bitmiyor. Bu durum bütün toplumu zehirliyor çünkü büyük yalan büyük kin ile besleniyor. Bu kin o kadar gözleri kör etmiş ki, düşman saydıkları kesimlere karşı yapılan her türlü hukuksuzluğu ve komployu alkışlıyorlar. Gerçi evet, bu bir tarihi hesaplaşmadır ve bu tür siyasi davalarda hukuk sadece göstermeliktir. Kuruluş dönemi bir yana, Donanma davasından Yassıada’ya, Mamak, Selimiye, Diyarbakır, Erzincan, Adana, Gölcük mahkemelerinden Silivri’ye kadar uzanan ve arada daha binlerce başka örneği bulunan 80 yıllık bir hukuk cinayetleri zinciri vardır. Bunları birbirinden sanıkların niteliğine göre ayırıp aynı hukuksuzluğu kin duyduğunuz sanıklar için uygun görürseniz, Menderes’lerin veya Deniz Gezmiş’lerin asılmalarında bayram yapanlardan ne farkınız kalır? Bir kısım muhalefetin ve varsayılan muhalefetin, araya karıştırılan bazı eski komplocularla birlikte yeni komplolarla yargılanması Türkiye’ye demokrasi mi getirecek? Sadece işbirlikçi kadrolar yeniden düzenleniyor. (Bu arada, yoğunlaşan baskı politikaları karşısında hafif hafif dümen kırmaya hazırlanan bazı hızlı liboşları görünce pek bir eğlendiğimi de itiraf ederim).

 “Milliyetçi sol” yalanı emperyalizm tarafından tezgâhlanmış, satın alınan yazarlar ve dışarıdan yönlendirilen “Taraf”lı basın tarafından yürütülüp yaygınlaştırılmış bir kampanyadır. Bu kampanyanın yakıtı, cumhuriyetin zaaflarının ve sürekli baskı politikalarının yaratmış olduğu tepkinin, bu baskıları yapanlar yerine (ve onlar tarafından) çarpıtılarak yurtseverlere karşı nefrete dönüştürülmesidir ama aynı baskının bütün iktidarlar tarafından da aynen, hatta günümüzde çok yoğun şekilde uygulandığı nedense gündeme getirilmemektedir. Keza, abuk sabuk Kemalizm teorilerini farklı amaçlarla gündeme getirip kullananlar, örneğin dış destekli darbelerine dayanak yapanlar da buna katlıda bulunmuştur. Sivil-askeri bürokratik vesayetten şikayet edenler, bugüne kadar bunlarla samimi bir şekilde mücadele edenlerin sadece devrimciler olduğunu, kaldı ki sözde “vasilerin” yerli ve yabancı efendilerinin sözünden asla çıkmadığını bilmezler mi? Gerçi bilmeyenler de var, gözlerini gerçeklere yumanlar da var. Sözde vasileri yurtseverlere bağlantılı gösterip, efendileri eleştiriden korumak, her şey bir yana, fikren ahlaksızlık ve geçmişe saygısızlıktır. Yeni işbirlikçiler –ki bu enformasyon çağında ilişkileri mutlaka açığa çıkıyor- eskilerinden daha şerefli değildir.

Yalan kampanyasının amacı ülkenin yeni uluslararası ilişkiler ortamında daha rahat yönlendirilmesinin koşullarını hazırlamaktır. Türkiye bundan sonra askeri darbelerle ve bürokratik vesayetle değil, sivil-askeri bürokrasinin talimatlara ayak sürüyemeyeceği ve klerikal araçların öne çıktığı yeni bir baskı rejimiyle yönetilecektir. Giderek yerleşen bu rejimde emperyalizm lafını ağzına alanlar “gizli milliyetçiler,” “askerden medet umanlar,” “modası geçmiş devletçiler,” gibi laflarla bombardımana tabi tutularak sindirilmeye çalışılmaktadır. Anti-emperyalist olmak ayıp, gizli “Ergenekonculuk” olarak niteleniyor. Yurdunu savunmak için illa birisine yamanmak mı lazım diye sormazlar mı? Sizin “Ergenekoncu” olarak nitelediğiniz devrimciler mücadele ederken, bugün sizin demokrasi beklediğiniz cemaatçiler kontrgerilla ile iç içe tetikçi devşirmiyorlar mıydı? Onların parasıyla çıkardığınız yayınların birçok şahsiyetsiz eski solcuyu emperyalizmin yedeğine çektiğini görüyoruz.

Her büyük yalan birçok küçük yalanın toplamından oluşur.

Emperyalizme teslimiyet, küreselleşmeye uyum altında pazarlanmaktadır. Mali sermayeye ilerici, demokratlaştırıcı bir rol atfedilmekte, emperyalizmin Türkiye gericiliğini ılımlı ve demokrat bir çizgiye oturtacağı ileri sürülmektedir. Sermayenin uluslararası özelliğinin gelişmesi alkışlanmakta, anti-emperyalist her direniş uluslararası olmadığı gerekçesiyle mahkum edilmektedir. Uluslararası olsaydı direnecek miydiniz efendiler? Emperyalizmin yeni işbirlikçileri demokrasi getirmeyecek,  ülkeler mezhep destekli baskı rejimleri vasıtasıyla yeni Ortadoğu politikalarına karşı çıkamaz hale getirilecek;  bu politikalar bütün bölge halklarına daha büyük acılara mal olacak. Plan, bölgeyi uzun vadede sadece İsrail ile Ermenistan’ın kar edeceği bir şekilde altüst etmektir. Irak’tan başlanmış, Mağrip’den devam edilmiş, Suriye’ye dayanmıştır. Anadolu ise uzun zamandır kurban tahtasındadır. İşte bu ortamda, tam teslimiyet önerilmekte, yurtseverlere saldırılmaktadır. Daha önce de bunlara çok kurban verdik ama akıllanmadık. Bu ülkede akıl ne yazık ki çok nadir bulunuyor. Emperyalizme ve klerikalizme koşulsuz destek verenler, direnişin başarılı olmaması halinde çocuklarının nasıl bir ülkede yaşayacağını bir an için hayal etmeye çalışsın.

Bu dönemin yeni işbirlikçi-eski solcuları, “emperyalizmin faaliyetleri küreseldir, mücadele de küresel planda olur; ulusal planda mücadele gericiliktir, faşizmdir” diyerek dehşet verici bir görüşü savunmaktadır. Hangi küresel mücadeleden söz ediyorlar. Keşke olsaydı. Tarih boyunca birkaç destekleme grevinden ve faşistlere karşı savaşmaya giden (ve bir kısmı da İspanya’da NKVD tarafından sırtından vurulan) bazı gönüllülerin dışında kapsamlı örnek görüldü mü? Latin Amerika’daki birkaç dayanışma girişimini de ekleyebiliriz ama orada Meksika’dan Arjantin’e kadar tek bir kültürün avantajına rağmen ne kadar sınırlı kaldı. Ama, günün birinde gerçekleşecekse bile, küresel mücadele ancak birçok yerel mücadelenin toplamından gelişebilir. Yerel veya ulusal direnişleri mahkûm etmek tek bir anlama gelir: Gelin, siz de emperyalizme boyun eğin, boş yere efendilerimizi sıkıntıya sokmayın demektir. Küresel mücadele –şayet günün birinde gerçekleşecek olursa- gökten mi inecek? Küresel mücadeleyi yegane mücadele biçimi olarak gösterenler küresel sermayeye hizmet ediyorlar.

Sorunun bir kısmı TC kimliği taşıyan çok sayıda kişinin asgari bir yurttaşlık bilinci olmamasından kaynaklanıyor. Demokrasi terbiyesi, bağımsızlık aşkı, insanlara ve doğaya saygı, ırkçılığı, ayırımcılığı lanetleme, hukukun üstünlüğü gibi kavramlar yeterince içselleştirilememiştir. Böylece, solcular arasından da sapıtan çıkıyor. Bu eksikliğin birçok nedeni var. En başta bu toprakları yönetenlerin niteliğinden ve coğrafyamızın özelliklerinden kaynaklanıyor. Cumhuriyet bu eksiklikleri aşıp sorumlu ve çağdaş değerlere saygılı yurttaşlardan oluşan bir toplum yaratmadı. Demokrasi yolu muhafazakâr kesimleri ürküttü, çünkü bu yolda ileriye gidilmesi ancak onların yağmaya devam edemeyecekleri bir hukuk devleti içerisinde gerçekleşebilirdi. Demografik selin altında kalmasaydık belki durum daha iyi olurdu, belki olmazdı. Bunu bilemeyiz ama bu selin gerici koalisyonlar tarafından kullanıldığı yadsınamaz. Geçmişi idealize etmekle de, yermekle de bir şey kazanmıyoruz. Zaten, iyi örnekleri ne kadar abartsak da Celali mirası bunlara baskın çıkıyor ve bu da çetelerden veya grup mantığından başka bir şey üretmiyor. Yukarıdan gelen seller geçip gidiyor, tabanda değişim hem yavaş hem de dolambaçlı yollar izliyor. Gene de sıfırdan başlamıyoruz ve yılmıyoruz. Zaten yılmak gibi bir seçeneğimiz de yok. Belki de uzun yol daha hayırlı, çünkü demokrasi terbiyesi çok uzun süre mücadele edilmeden kazanılmıyor.

Bu süreçte emperyalizme uşaklık edenlerin şirretliğinden korkmayın!

Bugün rüzgâr onların arkasında, böyle şeyler olacaktır, doğaldır. Bizi üzen hasımlarımızın gücü değil, bu rüzgârdan yelken şişiren eski solcuların çokluğudur!

Bin kere yuh olsun…

Ama belki de kabahat sırf geçmişte değil, bir kısmı da bizde. Daha iyi bir toplum ideali yerine başka şeyler için aramıza karışanları seçememişiz. İnsanlarımızın yüksek değerleri kazanmalarına yardımcı olmamışız. Hatta onlarda bu değerlerin yokluğunu da tam değerlendirememişiz.  (Bu bize ders olsun diyelim ama son arzumuz olarak değil). Yüksek insani değerleri içselleştirememiş kişileri nereye koyacağımızı bundan sonra daha iyi bilelim. Bunların birkaç kategoride yoğunlaştığını görüyoruz (fırsatçılar, zayıf karakterliler, kültürel gelişmelerini sürdüremeyenler). Ortak özellikleri hayal kırıklıklarını eski dostlarına karşı düşmanlığa dönüştürmeleri. Emperyalist kampın hizmetine girerek, eski arkadaşlarına saldırarak kendilerini rahatlatma peşindeler. Aksi halde ayakta kalmaları çok zor olur. Kendilerini bu öfke ve kinle var ediyorlar. Öfkeyi ve temsilciliğini üstlendikleri kini çıkarın, geriye hiçbir şeyleri kalmaz. Bunlar da gelecekmiş meğer başımıza… Daha geleceklerden maada.

Siyaseti kırk küsur yıldır ciddiyetle inceleyen biri olarak şunu söylemeliyim: Savaş ve politika büyük ölçüde yalan ve aldatmacaya dayanır. Kendi yalanlarını üretemeyen ve amiyane bir tabirle “yalanı iş yapmayan” daima yaya kalır. Marx “her şey göründüğü gibi olsaydı bilime gerek kalmazdı” demişti. Ben de naçizane “her şey açık olsaydı, siyasete gerek kalmaz, yönetim işleri de çok kolay hale gelirdi” diyorum. Siyaset yapan, enerjisinin en büyük kısmını yalanlarla uğraşmak, kendi yalanlarını üretmek, hasımlarının yalanlarını açığa çıkarmak için harcar. Siyaset bu açıdan sevimsiz bir şeydir. Yalansız siyaset ise ütopyadır. Ütopya peşinde veya değil, biz hiçbir zaman kirli siyasetin bir parçası olmamaya kararlıyız. Ancak kirli siyasete daima karşı çıkacağız. Her ne pahasına olursa olsun siyaset diyenlere de, hiç değilse özgün ve iyi yalanlar bulmalarını dilerim.

Tanju Akad

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir