Emperyalizmin Güncelliği III- Onur Aydemir

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

EMPERYALİZMİN GÜNCELLİĞİ III
HAFIZANIN KAYBI

Türk Siyasal Hayatını ne kadar biliyoruz? Günümüzde yeterince üzerinde durulmayan bir sorudur bu. Üzerinde durulmamasının çeşitli nedenleri var elbette. Ancak bu durum, sorunun önemini azaltmaz, aksine artırır. Mevcut siyasal konjonktürün anlaşılabilmesi, yalnızca bugünü sorgulayarak mümkün değildir. Bugün sancısını yaşadığımız pek çok gelişmenin köklü tarihsel nedenleri bulunuyor.

Yüksek öğrenim görmek ülke gerçeklerine yabancılaşmanıza engel olmaz. Aksine, gördüğünüz öğrenime göre ideolojik açıdan sokaktaki insana göre çok daha kırılgan hale gelebilirsiniz. Eğer algınız üniversite kürsülerinde anlatılanlarla sınırlıysa ve halkı tanımıyorsanız, kampustan dışarı çıktığınızda yaşadığınız gerçekliğe anlam vermekte zorlanırsınız. Zira bambaşka bir kültürle, gerçeklikle, yaşam felsefesiyle karşı karşıya kalırsınız. Hele ki 1980 ve öncesi dönem hakkında belirli bir dünya görüşü oluşturamamışsanız, ülkemizde siyasal çatışmanın karakterini, hangi dinamiklere göre şekillendiğini yerli yerine oturtmanız mümkün olmaz.

Dünya görüşü diyoruz. Burada çok önemli bir ifade yazımızın sınırları içine giriyor. Dünya görüşü oluşturmak hafife alınacak bir iş değildir. Adım adım, günbegün bildiklerinizi tartıp süzer ve onun üzerinde yükselirsiniz. Bu yalnızca akademik eğitimle olacak iş değildir. Olayı bundan ibaretmiş gibi düşünenler işte burada mühim bir yanlış yapıyor. Dünya tarihinde kritik rol oynamış kimi bilim insanlarının, düşünürlerin, sanatçıların, bildiğimiz anlamda bir akademik tedrisattan geçmediklerini önemle hatırlatmak isterim. Ancak bu gibi kişilikler, yaşadıkları olayları hâkim görüşlerin dışına taşan eleştirel bir akıl süzgecinden geçirerek yorumlayabilmişler, ön yargısız ve deneyimle oluşan yaklaşımları sayesinde ciddi bir birikim yaratmışlar ve dünya görüşü oluşturabilmişlerdir. Örnekleri çoktur, burada tek tek isim zikretmeye gerek yok. Ancak ne olursa olsun, bu önemli kişiliklerin kendi yaşadıkları ülkenin tarihini bilmediklerini asla düşünemeyiz. Aksine pek çoğu tarihi ve kültürü emsallerinden çok daha iyi biliyordu.

Tarih ile şimdiyi iç içe geçirmeden dünya görüşü oluşturmak imkânsızdır. Bunu gerçekleştirmenin bir yolunu bulup dünya görüşünü inşa etmeye giriştikten sonra ise sabırla yürümeniz gerekir. Bu süreç siz yaşama veda edene kadar sürecektir. Topladığınız bütün bilgiler, elde ettiğiniz tüm deneyimler, süreç içerisinde bu dünya görüşünün gövdesine gelip tutunur. Gövde dallara, dallar yapraklara evrilir. Bu durum aynı zamanda bir tarih bilinci de yaratır. Dünya görüşünüzün oluşmasıyla tarih bilincinizin sağlamlaşması arasında yakın ilişki vardır. Eğer tarihi, o tarihin içerisinde yer alan tartışmaları, bağlamı, tarihin edebiyatını ve kültürünü hakkıyla bilmiyorsanız, şimdiki zamanı anlamanız da mümkün olmaz.

Soruya geri dönecek olursak: Türk Siyasal Hayatını ne kadar biliyoruz? Bu mesele akademik çevrelerde pek popüler bir iş değildir. Hafife alınır; çoğunluk bu işlere dudak büker, ciddiye almaz. Bir başka derslikte Foucault ya da Derrida üzerine bir konuşma yapılırken sizin kalkıp Türk Devrim Tarihiyle ilgili bir derse girmeniz etrafınızda şaşkınlık yaratabilir. İnsanlar bunu anlamayabilir. Oysaki tarih toplumsal bilimin temelidir. Çok kimseler tanırım, II Meşrutiyet nedir diye sorsanız cevap verecek halde değildir. Hiç mi önemi yok? Aksine, anayasal rejim sorununun gündeme getirildiği bir dönemde bunların önemi olmaz olur mu? Ama kendi sesimizi bulmak için harcayacağımız vakitle, Avrupa-ABD mahreçli, çoktan tüketilmiş tartışmaların kırıntılarıyla öyle iç içe kalıyoruz ki, tartışma yaşadığımız güncelliğe uymuyor. Güncelliğe uyan bazı tartışmalar bir takım yerlerde elbette yapılıyor, ama ondan da haberi olması gerekenlerin haberi olmuyor.

Bir örnek daha vermek isterim. Çağımızın en etkili ideolojisi milliyetçilik ile ilgili çalışmaların Batılılarca ne kadar önemsendiğini takip ediyor musunuz? Özellikle dağıtmaya çalıştıkları ulus-devletler ve el attıkları coğrafyalardaki etnik çatışma dinamikleriyle müthiş ilgileniyorlar. Milliyetçilikle birlikte antropoloji disiplini de canlandı, bugün kendini en hızlı yenileyen disiplinlerden biridir antropoloji. Milliyetçilik çalışmalarının ise, özellikle dünya çapında neo-liberal karşı saldırı dalgasının yükselişe geçmesiyle adeta patlama yaptığını görüyoruz. 1970’li yıllarda, ülkemizdeki etnik-mezhepsel ayrılıkları kışkırtarak emek cephesini parçalayıp dağıtmanın nasıl kullanışlı olduğunu da gördüler. Bugünkü Türkiye ise kocaman bir kimlikler mücadelesinin alanına dönüşmüş durumda. Yalnız Türkiye mi? Bütün bir Ortadoğu etnik çatışmanın şiddetiyle sarsılıyor. Kimlik(ler) siyaseti, bu hangi kimliğin siyaseti olursa olsun, diğer bütün alternatifleri kendi içine çekip öğütüyor. Başka politik girişimlere siyaset yapma imkânı bırakmıyor. İşte eğer bu siyaset tarzının değişmez olduğunu kabul ederseniz; daha doğrusu bir zamanlar ülkemizde hangi dil-din-mezhepten olursa olsun insanların ortak bir bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesi verdiğini bilmezseniz, sol siyaseti de kimlik mücadelesinden ibaret sanırsınız. Türk Siyasal Hayatını bilmek işte bunun için çok önemliydi ve halen önemlidir.

Bir başka dikkat edilmesi gereken husus da yakın tarih okumasında yaygın bir eğilime tekabül eden “resmi ideoloji eleştirisidir”. “Resmi ideoloji” eleştirisi, elbette ki gereklidir ve hakkıyla yapılmalıdır. Ancak bütün yakın tarihi resmi ideoloji eleştirisi üzerinden okumanın çok da sağlıklı olduğunu sanmıyorum. Çünkü yakın tarihimiz, söylem düzeyinde kalan, iki tane lafızın yerden yere vurulmasıyla ya da tarihsel bağlamından kopartılan olayların günümüz değer yargılarıyla “çürütülmesiyle” anlaşılabilecek kadar basit değildir. Çünkü yakın tarihimiz karikatür değildir. Eminim ki bizden önceki kuşakların hiç yoksa yakın tarihe yönelik belirli bir algısı, ilgisi vardı. Daha önceki yazı dizilerimizde tartışmaya çalıştık; bu ülkede devrimciler, daha 1960’lı yıllarda, Osmanlı’dan günümüze kadar gelişen devrimci süreçleri, siyasal güçlerin dizilişini ve temel gelişme eğilimini anlamaya çalışıyorlardı. Bunları geçtim, hiç yoksa yakın tarihe ilişkin iki roman, anı okumuşlukları olduğunu gayet iyi biliyorum. Bunlar hafife alınmaması gereken şeylerdir. İyi bir roman, bir anı, bir gezi notu, hatta bir şiir, belirli bir dönemin sosyolojik analizini içerebilir, toplumsal yapının bir kesitini sunabilir. Erken cumhuriyet dönemini anlamak için hiç yoksa bir Yakup Kadri’den, bir Reşat Nuri’den, Osmanlı modernleşmesinin mirasını hayal edebilmek için bir Hâlid Ziyâ’dan, Türkiye’de kapitalizmin gelişme sürecinin çarpıklığını, halkı nasıl ezdiğini görebilmek için Orhan Kemal’den iki kitap okumak gerekmez mi? Gerekir ve dahası çok şey de öğretir. Ama günümüzde bunun öneminin ne kadar anlaşıldığını bilemiyorum. Düşünen bazı insanlarımız sanki uzayda yaşıyor gibiler, ülkemizin cumhuriyet mirasını ve aydınlanmanın yarattığı birikimi reddederek, sanki bu halk ilelebet etnik çatışma üzerine kimlik siyaseti yapmış gibi davranıyorlar, ülkeyi böyle kavradıklarını sanıyorlar.

Eleştirinin ikili bir yönü vardır. Cumhuriyet’in eleştirisi, bunun adı resmi ideoloji eleştirisi olsa da olmasa da, elbette ki yapılabilir. Kaldı ki hiçbir siyasal rejim eleştiriden münezzeh tutulamaz. Ancak eleştirinin de bir adabı olur. Ülkemizin ilerici bir kazanımı olan Cumhuriyet döneminin eleştirisi de, ancak onu daha ileriye götürmek, kazanımlarını bütünüyle halka mal etmek ve gerici güçlerin tasfiye edilerek halkın özlemlerini bağımsızlık ve demokrasi şiarıyla tahkim etmek gibi devrimci bir eleştiri perspektifiyle yapılmalıydı. Pekiyi, olan nedir? Olan şudur; “eleştiri özgürlüğü” (!) adı altında her türden gerici musibet piyasaya sürüldü, bir süre için uykuya dalmış gericilik ayağa kaldırıldı ve kendilerine aydın, okumuş diyen bir takım zevat da kan verdikleri bu süreci ayakta alkışladı! Yok, İttihat Terakki faşistmiş yok bilmem hangi paşa diktatörmüş yok Cumhuriyet din özgürlüğünü yok etmiş, yok inançları yok saymış… Bu mudur? Bir devrimci böyle mi eleştiri yapar? Geçtiğimiz yüzyılın en büyük ve önemli birlik projelerinden biri olan Cumhuriyet devriminin altını oyarak ülkemizi birbirinden nefret eden kabileler federasyonuna parçalamaya çalışan bu zihniyete ben devrimcilik diyemiyorum. Ha, diyen birileri var, onların da ne yaptıklarını hep birlikte izliyoruz.

Ortak mücadele deneyiminin oluşturduğu birikimin yok edilmesi, tarihsel hafızanın kaybı, siyasetin kimlikler çıkmazına hapsedilmesi emperyalizm için çok önemliydi. Bunu başarıp başaramadıklarını zaman gösterecek. Biz başaramamaları için uğraşıyoruz, birileri de başarmaları için yardımcı oluyor. Kimin kazandığını hep birlikte göreceğiz.

 Onur Aydemir

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir