Fikrine ve Politikasına Güvenmeyenin Gücü Olmaz- Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Devrimcilerin kitlelerle buluşmasını engelleyen bu yanlış politikalardan ve eylemlerden kurtulmadan

ileriye doğru tek bir adım dahi atılamaz.

maliyilmaz@anafikir.gen.tr

Devrimci-sosyalist olma iddiası taşıyan kişinin veya kuruluşun fikrinin emekçi halk kitlelerinin inanabileceği ve güven duyabileceği bir fikir, politikasının gerçekçi, somut hayattan kaynaklı, çare üretebilen ve kitlelerce benimsenebilinecek veya kitleleri etkileyebilecek özelliklere sahip olması şarttır. Bu özelliklere sahip olursa ancak o zaman halkın önemsediği, değer verdiği siyasi bir kişilik veya parti, politik bir unsur olma yoluna girebilir. Bir siyasi kuruluşa kitlelerin içtenlikle güven duyması için bunlar da yetmez, bu görüş ve politikalar doğrultusundaki eylemlerinin de halkın sorunlarını temel alması, eylem biçiminin ise her ortamda ve koşulda savunulabilir, tutarlı ve halkın ilerici değerleri ile bağdaşır olması gerekir. Savunulan ideolojinin, önerilen politikanın ve yapılan eylemin her koşulda, kitle önünde rahatlıkla sahip çıkılabilir olması bir devrimci hareketi halkın gözünde meşrulaştıran en önemli unsurların başında gelir. Bir parti veya hareket yaptıklarını ve savunduklarını kamuoyu önünde gizlemek veya açıkça savunmaktan kaçınmak zorunda kalıyorsa orda büyük bir terslik, ideolojik ve politik bir sakatlık olduğu anlamına gelir.

Kitle Çizgisi

Devrimcilik, sosyalistlik iddiasındaki bir örgüt veya partinin faaliyetlerinde benimsemesi gereken temel ilkelerinden biri “kitle çizgisi”dir. Parti ile kitleler arasındaki karşılıklı ilişkilerin mümkün olan en sıkı şekilde ve sistemli bir biçimde kurulması esas olmalıdır. Partinin kitleleri örgütleyebilmesi ve onlara önderlik edebilmesi için, kitlelerin sorunlarını, toplum içindeki konumlarını ve somut hayatlarını önderliğin iyi bilmesi ve ona göre politika ve örgütleme biçimi belirlemesi kaçınılmazdır.

Bir ülkenin ekonomik yapısına, siyasi hayatındaki gelişmelere ve en önemlisi de devrimci mücadelenin seviyesine, ateşine göre kitlelerin konumlanışları, politik tavır alışları ve sayıları değişir. Mücadelenin başlarında, emekçi kitlelerin sayısı çok fazla olmayabilir. Devrimci bir parti üyelerinin dışındaki emekçilere doğru yayılır, eylemlerde onlardan da destek görmeye başlar ve giderek bu destek büyürse o örgüt kitleleri kazanma yolundadır. Devrimci mücadele geçmişimize baktığımız zaman, doğru eylem çizgisi ve mücadele anlayışını hayata geçirerek, Çukurova bölgesinde, küçük işçi kümelerinden binlere doğru yol aldığımız bir gerçektir. İşte o binler kitleleri temsil ediyordu ve eylem anlarında çok daha büyük güçleri harekete geçirebiliyorlardı. Egemen sınıfların Çukurova bölgesinde, sıkıyönetimin başından itibaren, Devrimci Yolculara şiddetle saldırmasının asıl nedeni de bu kitle gücü gerçeğiydi. Kitlelerle sağlam ve güvenilir bağlar kurmayı amaçlayan ve bu yönde gelişme gösteren devrimci bir harekete egemenlerin tahammül göstermesi beklenemez. İşte bu yönde gayret sarf etmeyen, kitlelerle kucaklaşamayan ya da öyle bir kabiliyete sahip olmadığını ortaya koymuş olan bir partinin, bir hareketin kitleler içinde gelişebilmesi, emekçileri yönlendirebilmesi mümkün olmadığı gibi egemenler için de tehlike arz eden bir konuma sahip olduğu söylenemez.

Devrimci bir parti için kitlelere hizmet ve onların sorunlarını ortaya koymak ve çözüm üretmek esas alınmazsa doğru önderlik de, kendi hatalarını düzeltmek de mümkün olmaz.

Lenin bu gerçeği anlamak istemeyenlere şöyle seslenir:

“İleri müfreze, örgüt, kitlelere hizmet edebilmek ve onların çıkarlarını dile getirebilmek için, bu çıkarları doğru olarak kavradıktan sonra, hiç ayırım yapmaksızın kitlelerin bütün en iyi unsurlarını kendine çekerek, kitlelerle olan bağın korunup korunmadığını ve bunun canlı bir bağ olup olmadığını her adımda inceden inceye ve nesnel bir gözle araştırarak, bütün çalışmalarını kitleler arasında yürütmelidir. İleri müfreze böylelikle, ama ancak böylelikle kitleleri eğitip aydınlatabilir, onların çıkarlarını dile getirebilir, onlara örgütlenmeyi öğretebilir ve onların bütün etkinliklerini bilinçli sınıf siyaseti yoluna yöneltebilir.” (Lenin, Toplu Eserler 19, s.409, aktaran G. Thomson, Marks’tan Mao Zedung’a Devrimci Diyalektik Üzerine, s.102, Şubat y. 1994)

Gelin Lenin’in yukarıdaki görüşlerini tahlil edelim ve bugün devrimcilik-sosyalistlik adına yapılan siyasi faaliyetleri ve örgütlenmeleri bu değerlendirmeyle birlikte ele alalım: Bugün, Lenin’in sözünü ettiği anlamda “ileri müfreze”den söz edebilir miyiz? Bizde bu kavramı hak eden bir “önderlik” var mı? Tabii ki yok. O zaman bizim, devrimcilerin günümüzdeki en önemli ve hayati eksiğinin bu önderlik meselesi olduğu çok açık. “İleri müfreze”miz yok. Birinci tespitimiz budur. Lenin, 1921’de Komünist Enternasyonalin Üçüncü Kongresinde yaptığı konuşmada Rus devrimini ve devrime nasıl hazırlandıklarını anlatırken önderliğin, ileri müfrezenin, yani partinin önemini şu sözlerle belirtir:

“İlk adımımız, kiminle konuştuğumuzu ve kime tam olarak güvenebileceğimizi bilebilmek için gerçek bir Komünist Parti kurmak oldu.” (Lenin, Kitle İçinde Parti Çalışması, s.166, Ser Y.)

Lenin’in bu alıntıdaki bir başka tespitine gelelim: biz bugün “kitlelerin çıkarları”nı “doğru olarak kavra”yabiliyor muyuz? “Kitlelerin çıkarları”ndan ne anlıyoruz?  “Kitlelerin çıkarları” deyince ekonomik çıkarlarını, özlük haklarını savunmanın ötesinde, politikaya sınıf ekseninde müdahale etmeyi, kitlelerin politik “çıkarlarını” anlamamız gerektiğini ne ölçüde fark edebiliyoruz? “Kitlelerin çıkarları”nın geniş anlamıyla ülkenin çıkarlarına, bağımsızlık ve demokrasi sorununa tekabül ettiğini fark etmemiz halinde ancak doğru çözümlemeler yapabiliriz.

Bu arada “kitle”nin kim olduğunu da doğru kavramamız gerekir. Kitle derken kimi kast ediyoruz? Bizim bugün esas aldığımız kitle emek eksenli topluluklar olan işçiler, köylüler yani emekçiler mi, yoksa etnik ve mezhepsel sorunları olan kesimler mi? Öncelikle kimler için mücadele edeceğiz, kimlerin sorunları, çıkarları için yola çıkacağız, ya da son yıllarda kimlerle birlikte yürüyoruz? Ve bu yürüyüşümüz doğru bir seyir izliyor mu? Bu sorunun net bir şekilde açığa kavuşturulması zorunludur. Oda olur, bu da olur gibi eklektik bir yaklaşımla da yola çıkmak mümkün ama bu yaklaşımla yol alınamadığını bu güne kadar öğrenemeyenlere söylenecek söz kalmıyor.

Doğru bir kitle çizgisi anlayışı olmayanın doğru bir devrim ve mücadele anlayışı da olmaz. Kimin için kiminle birlikte mücadele edeceğini bilmeyenden, kimi örgütleyeceğinden bihaber olandan gerçek devrimci olmaz. Olsa olsa boş gezenin boş kalfası olur.

Diğer yandan, işçi-köylü ve devrimci gençlik yerine küçük burjuva kesimlerden gövde oluşturmayı esas alırsan sonun hüsran olur ve Lenin’in sözünü ettiği canlı kitle bağından eser yaratamazsın. Baştan ölü doğan bir örgüte sahip olursun ve öyle bir örgüt ancak devrimcilerin sırtına yüklenen fuzuli bir yük olur. Örgütsel olarak gelişemediğin gibi liberalizmin ve sürekli sorun üreten bir örgütlenmenin alt yapısını kurarsın. Son birkaç on yılda yapılanlara-edilenlere eleştirel bir şekilde bakarsak ortaya konulanların bundan pek de farklı olmadığını görürüz.

Dahası da var, emekçi halkın seni inandırıcı bulması için onun ilerici değerlerini önemsediğini, sorunlarının çözümü için çaba harcadığını ve dertleriyle dertlendiğini ortaya koymak zorundasın. Ayrıca geçmişte orta koyduğun ideolojik-siyasal çizgi ve pratikle bugün savundukların ve yaptıkların arasında farklılıklar varsa bunun nedenlerini, uyumluluk varsa da nedenlerini açıklıkla ortaya koyman gerekir ki halk kitleleri seni ciddiye alsın ve inansın. 1960’larda- 70’lerde, “ Türkiye emperyalizme bağımlı yeni sömürge bir ülkedir” tespiti yapıp bu temel belirlemeyi  “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi, Bağımsız Türkiye” şeklinde sloganlaştırarak kitlelerin önüne çıkıyorsun ve bu sorun çözümlenmeden ve hatta bugün sorun, emperyalizmin tahakkümü daha da büyümüşken, derinleşiyorken sen bu temel anlayışı savunmakta tereddüt gösteriyorsan kitleler sana niye güven duysun? Dün kendi öz gücüne güvenen, bağımsız ve bağımsızlıkçı mücadelenle gücünü pratik içinde yaratmışken, halk kitleleriyle kucaklaşmayı başarmışken, bugün bu mücadele anlayışı ve politika yapma yoluna bir türlü girmeyerek, Batı tipi sol olma özentisiyle büyük güçlerin, emekçiler yerine etnik yapı siyasetçilerinin peşine takılarak yol almaya çalışan bir anlayışı benimsersen, ya da verdiğin görüntü böyleyse halk sana inanmaz da, güvenmez de.

Yirmi yıldır bir türlü aşılmayan, aşılmak istenmeyen temel sorun budur. Kitlelerden almak yerine çok bilenlerin ve elitlerin pompaladığı, somut gerçeklerden kopuk siyasi tespitlerle ve bu tespitlere dayanılarak yapılan politikayla ancak devrimcilikle ilgisi olmayan bir mücadele anlayışı yürürlüğe sokulur. Bu anlayışla doğrudan sistemi hedef almayan, yan yollarda kadro adaylarını oyalayan konformist, “sağcı” bir zihniyetin hâkimiyeti kurulmuş olur. Bu hâkim sistem de ne yazık ki kendini sosyalist olarak gören birçok insan tarafından benimsenmiş durumdadır.

Oysaki devrimci bir kuruluş ile kitleler arasındaki ilişki, ayni devrimci kuruluş yönetimi ile üyeleri arasındaki ilişki gibi birbirlerini karşılıklı olarak etkileyen karşıtların birliği ilkesinin işleyişi gibi olmalıdır. Mao’nun sık sık belirttiği gibi:

“Partimizin bütün pratik çalışmalarında doğru önderlik: ‘kitlelerden kitlelere’ ilkesine uygun olmak zorundadır.” (Mao Zedung, Seçme Eserler, C.III, S.125, Kaynak Y. Abç.)

Yapılmaması Gerekenleri Yapmanın Geleceği Yoktur

Neredeyse çeyrek asırdır ileri sürülen düşünceler ve politikalar, seslenilen, daha doğrusu seslenilmesi gereken kitleler tarafından genellikle benimsenmemişse, hatta savunulduğu belirtilen devrimci değerlerle bağdaşan bir siyasal çizgi yaratılamamış ve kitleler içinde tutturma şansı da yitirilmişse o işte bir tersliğin olduğu besbellidir. Yanlışta daha fazla ısrarın mantıklı bir açıklamasının olamayacağı apaçık. Yanlışın üzerine gitme cesaretine sahip olmayanların devrimcilik adına kitlelerin önüne çıkmaya haklarının olamayacağını tartışmaya gerek yok.

Hatanın üzerine gidilmesinin zorunlu olduğunu ve bu zorunluluğun yaratacağı olumluluğu Lenin şu sözlerle ifade eder:

“Bir siyasi partinin kendi hatalarına karşı benimsediği tutum, o partinin ne kadar içten olduğunu ve kendi sınıfına ve emekçi halka karşı olan yükümlülüklerini pratikte ne ölçüde yerine getirdiğini anlamanın en önemli ve en sağlam yollarından biridir. Bir hatayı içtenlikle kabul etmek, o hataya yol açmış olan koşulları çözümlemek ve onu düzeltmenin yolunu tartışarak bulmak: ciddi bir partinin simgesi budur; görevlerini yerine getirmesinin, kendi sınıfını ve sonra da kitleleri eğitip yetiştirmesinin yolu budur.” (Lenin, Toplu Eserler C.31, S.57, aktaran G. Thomson, S.102–103)

Sol içinde sık rastlanılan ve asla kabul edilmeyen hatalardan biri olan “benmerkezcilik” nedeniyle kitleler küçümsemekte ve bu yanlış yolda yürümeyi politika haline getirenler, bu politikayı yürütenler kitlelerin çizgisinin dışına düşmekten kurtulamamaktadırlar.

Bu yanlışların belli başlılarından bir diğeri de; yıllar içinde büyük fedakarlıklarla, özverilerle emekçilerle birlikte yaratılan devrimci geleneği Ortadoğu siyasetinin pragmatik etnikçiliğinin gölgesine sokmaktır.  Bu sorumsuz politikalar ve davranışlar devrimci kesimlerin anti-emperyalist ilerici-demokrat kitleler ile kucaklaşma imkân ve ihtimalini ortadan kaldırmakta ve güçlü bağ kurulabilecek kesimler içinde siyaset yapma olanak ve ortamını zehirlemektedir.

Malum uluslararası emperyal kuruluşların entelejansiyanın önemli kısmını kontrolleri altına almış olmaları ve tarihten gelen hesaplar içinde de olabilen bir kısım sol görünümlü güçlerin, “sol kuruluşların” saflarında tutunmaları/tutunabilmeleri nedeniyle de emekçi halkın politikalarının hayata geçirilmesi zorlaşmakta ve hatta engellenmektedir. Bu ve benzeri çevreler, üzerine “sol politika” elbisesi giydirilmiş kendi örtük siyasetlerini yürürlüğe sokabilmek için her türlü devrimci değeri de kullanmaktan geri kalmamaktadırlar.

Devrimcilerin kitlelerle buluşmasını engelleyen bu yanlış politikalardan ve eylemlerden kurtulmadan ileriye doğru tek bir adım dahi atılamaz. Bu yolda yürünerek her dönemeçte bir çeşit liberalizmle buluşulur, post-modernist, Soros’cu vb çevrelerle haşır neşir olmaya devam edilir. Ama bu yönde atılan her adımla emekçi halk kitlelerinden biraz daha uzaklaşılır. Böylece belki Avrupa’nın “demokrasici solu” na daha da yaklaşılır fakat devrimle, devrimcilikle ara daha fazla açılır.

Ve Lenin’in öğretici sözleriyle bitirelim:

“Bir parti içinde örgütlendikten sonra, ikinci aşama devrim için hazırlanmayı öğrenmektir…

“Fakat kazanmak için kitlelerin sempatisine sahip olmak zorundayız…” (Lenin, Kitle İçinde Parti Çalışması, s.167 ve 169, Ser y.)

Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir