Fırtına Güç Topluyor… Savaş Rüzgârları Daha Kuvvetli Esiyor…

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Üç hamle sonrasını planlayanların ilk hamlesine bakarsanız yanılma ihtimaliniz çok büyüktür. Bölgemizde ne olduğunu tam anlayabilen var mı?

 

(Bu yazının amacı yanıtlanması gereken soruları toparlamaktır. Her türlü katkı çok makbule geçecektir.)

 

 

FIRTINA GÜÇ TOPLUYOR… SAVAŞ RÜZGÂRLARI DAHA KUVVETLİ ESİYOR…

Birçok dostumuz sanki uzayda tartışıyormuş gibi soyut şeylerle uğraşıyor. İdeolojik temelde siyaset yaptıklarını sanıyorlar. Elbette ki ideoloji ile siyaset arasında karmaşık bir ilişki vardır. Ancak bu daha çok bir arka plan rengidir. Gerçek hayatta siyaset, maliye, çıkar ve güç unsurları gibi reel faktörler üzerinden yürür. Tabii, ideolojiden ideolojiye de fark vardır. Siyaset üzerine tesir yapan en kuvvetli ideoloji milliyetçiliktir. Bugüne kadar hiçbir başka ideoloji bunu uzun süreli aşamamıştır. Ama kısa süreli fırtınalar olabilir.

Her neyse, bu başka bir konu…

Emperyalizmin boyunduruğunda bir ülke olan Türkiye’de dış etkileri hesap etmeden politika yapmak kumda oynamaktan farksızdır. Bugün batının Türkiye’yi itmek istediği yere bir bakalım. (Bu arada seçim ortamında dayatılan sözde çözüm süreci ve garip bir oyuna dönüşen ekonomik kriz beklentilerini burada ele almayacağız.) Bölgemizdeki genel durumlara bakacağız.

Öncelikle,

AKP iktidarının Sünni âlemde liderlik hayalleri fena halde kesildi. Mısır’da kesildi, Irak’ta kesildi, sonra Suriye’de kesildi. Yeni Mısır yönetimi AKP’nin desteklediği Hamas’ı terörist örgütler listesine koydu. Şimdi birçok ülkede büyükelçimiz bile yok. Giderek dışlandık. S. Arabistan ile artan anlaşmazlıkları azaltma çabalarının kısa vadede sonuç vereceği de düşünülmemeli. RTE bir ziyaretle ilişkileri farklı bir raya oturtamaz. Değerli yalnızlığımız derinleşiyor.

Öte yanımızda, Bulgaristan-Türkiye sınırına AB parasıyla dikilen duvar ise adeta batıdan dışlanmamızı temsil eden beton bir anıt.

Batıyla büyük sorunları olan Rusya ve İran, elbette ki Türkiye ile görünürde daha yakın duruyorlar, ama temelde birbirlerine daha yakınlar. Konu İslam meselesine gelince, Rusya’nın sorunu esas itibariyle Sünni radikalizmi ile.

İran, bağımsız tutumu ve bölgedeki Şiilerle dayanışması sayesinde Irak, Suriye ve Lübnan’da bizden çok daha yakın ilişkiler yürütüyor, savaşlara bizzat veya Hizbullah ve Hamas vasıtasıyla müdahil oluyor. Şu anda, başları dertte bile olsa Bağdat ve Şam Tahran’ın yanında. İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani Lübnan’dan Tikrit’e kadar her yerde boy gösteriyor ve İran’da hiç alışılagelmedik bir şekilde milli kahraman olarak lanse ediliyor. Türkiye ise üzerine yıkılan IŞİD ayıbıyla baş başa bırakılıyor. Eh! ayıp yapıldığı da yalan değil yani. Bu arada bir kez daha ortaya çıkıyor ki, taşeron olarak savaşanlar bir süre sonra kendi savaşlarını yapmaya başlıyorlar ve kendilerini besleyen eli ısırıyorlar.

 

Şimdi iş giderek çatallaşıyor. ABD’nin İran ile o kadar sorunu varken ve İsrail’i sonuna kadar kayıtsız şartsız desteklerken ve (kısmen Irak dışında) geleneksel olarak Sünni kartını oynamışken, şimdi İran’a niçin Hint Okyanusu’ndan Suriye’ye kadar büyük bir serbest alan bırakıyor gibi görünüyor. Ya da bırakıyor mu? Bağdat ve Şam, ABD planlarını etkisiz kılmak üzere IŞİD’e karşı harekete geçti ve batılılar, IŞİD bunlar tarafından iyice yıpratılıncaya kadar bekleyecek mi? Diğer muhalif güçleri şimdilik bunlar birbirini yıpratırken eğitip yeniden toparlamak üzere geri çektiği de düşünülebilir.

 

Durum ne olursa olsun ABD’nin bölgedeki çabalarını gevşettiği varsayılamaz. Her taktik manevranın arkasındaki saikleri ise çözmemiz mümkün değil. Sadece varsayımlarda bulunabiliriz. İran’ın gücünü dağıtmasını mı teşvik ediyor, IŞİD’i mi dengeliyor, Irak’taki istikrarsızlığın aşırı gittiğini mi düşündü… ya da kim bilir ne? Burada akılda tutulması gereken şey, ABD’nin Batı Asya’daki hamlelerinin her seferinde illa da yakın ülkelerle ilgili olmayabileceği hususudur. Pekala uzun vadede Rusya veya hatta Çin’i çevreleme siyasetinin adımlarından birisi olabilir.

 

Ve buna bağlı olarak, batının IŞİD’e karşı gerçek tutumu nedir? Bir yandan kınarken, uçaklarıyla desteklediği Peşmergeleri onların üzerine salarken, diğer tarafta el altından, örneğin Golan dolaylarında İsrail aracılığıyla silah göndermeye devam etmesi nedir? Ürdün’den de destek veriyor diğer yandan. Türkiye 2000 TIR dolusu silah ve cephane gönderdikten sonra şimdi ikili oynamak zorunda mı kalıyor… veya bu da mı mizansenin bir parçası? Ya da ABD’nin İran’a karşı tutumu en başta İsrail’in güvenlik endişeleriyle mi belirleniyor?

 

Bu karmaşıklığın anahtarı nerede?

 

Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs ile Lübnan-İsrail-Gazze arasında bulunan büyük doğal gaz yataklarının tüm bunlarla ilişkisi nedir? Türk donanması bunun için mi bu sulara daha çok gemi gönderiyor. Mısır zaten çok yetersiz olan döviz rezervlerini tüketmesine rağmen hızla niçin silahlanıyor? Bunun için kredi niçin açılıyor? İsrail, Mısır’daki gelişmelerden sonra geçen yıl yaptığı Hamas’ı ezme operasyonunu tekrarlayacak mı? Lübnan’a da saldırabilir mi? Suriye operasyonu üç yıl önce tüm bu hamlelerin hazırlığı olarak mı başlatıldı? Türkiye’ye bu operasyondaki rolünün bittiği, elini eteğini çekmesi gerektiği mi tebliğ edildi? Gene devre dışı mı bırakılacak? Valla, her seferinde çırak çıkan bu kadar beceriksiz bir yönetim bulsam, ben de kazığımı atardım hiç tereddüt etmeden.

 

Ve bizi gene yakından ilgilendiren başka sorular. İsrail ve batı dünyası Kürt kozunu yaklaşan savaşta kullanmak üzere nasıl hazırlıyor? Son dönemde IŞİD’i kısıtlama çabaları acaba temelde bunun için midir? Ne kadar kısıtlayacak. Ne kadar bombalayacak? Ne kadarını yarına saklayacak. Ne kadarını kontrol ediyor, ne kadarı kontrolü dışında?

Bütün bu sorulara net bir yanıtım yok. Olmadığı için de sıkıntılıyım. O kadar ki bazen doğru soruları sorduğuma bile emin olamıyorum. Ya göremediğimiz başka şeyler varsa. Yani, İsrail’in yetmiş yıldır süregelen savaşı büyük bir savaşla bitirmesi için koşullar hazırlanıyor düşüncesi yanlış mıdır? Bu ortamda olanakları artmış mıdır? Savaş yetmiş yıl daha süreceğine, bunu sona erdirmek için büyük bir sefer planı yapmamış olamaz. Bunu birçok kez denemek istedi, ama koşullar onlar için hiçbir zaman şimdiki kadar elverişli olmamıştı. Rusya Ukrayna’da, İran tüm bölgede meşgulken, Suriye ve Irak parçalanmışken, Mısır derdine düşmüşken (ama niye böyle silahlanıyor?), Ürdün tam denetime alınmışken. Tabii Sünni-Şii çatışmalarının İslam ülkelerinin tümünü zayıflattığı da açık.

 

Konulara yaklaştıkça görüşümüz bulanıyor, gelişmelerin mantığını kavramak zorlaşıyor. Olaylar doğrusal bir hatta gelişmiyor. Üç hamle sonrasını planlayanların ilk hamlesine bakarsanız yanılma ihtimaliniz çok büyüktür. Ama görebildiğimiz kadarını yazalım. Gerisini incelemeye devam edelim.

 

Kesin olan: (1) ABD’nin bölgedeki denetiminin süreceği ve İsrail’i sonuna kadar destekleyeceği. (2) Türkiye’nin bölgede inisiyatifini yitirdiği. Öyle ki bu durumun geldiği uç nokta, sanırım dış politikada başarısızlık örneği olarak dünyada yüzyıllar boyu okutulacaktır. (3) Batının ve İsrail’in Kürtleri kullanmaya devam etmesi.

 

Muhtemel ama kesin olmayan: (1) Koşullar uygunken İsrail’in büyük bir sindirme operasyonuna girişmesi. Gerçi bunu daha önce Lübnan ve Gazze’de başaramadı ama tekrarlayabilir. (2) IŞİD üzerine daha fazla güç sevk edileceği.

 

Belki diyebileceğimiz: (1) İngiltere’nin bölgede ABD’ye daha fazla destek olması. (2) Batılı güçlerin Rusya’yı daha çok sıkıştırmak için Türkiye’nin tecridini azaltması ve hatta İran ile diyalog geliştirmesi.

 

Geçici olan: (1) İran’a bu kadar geniş hareket olanağı sağlamaları. Bu ister istemez gerçekleşmiş ya da ABD’nin Rusya politikalarından ya da başka bir durumdan kaynaklanmış olabilir.

 

Olmayacak olan: (1) Türkiye’nin Irak ve Suriye Türkmenlerini destek için ciddi adımlar atması ne yazık ki olası görünmüyor. Üstelik bunu tartışan da çok az. Bunun için batıyla çatışmak gerekir ve mevcut yönetim bunu göze alamayacağı gibi, istediği de şüphelidir.

 

Bilinmeyen: (1) Türkiye’nin IŞİD’e karşı operasyonlara ne ölçüde katkı vereceği ve IŞİD’e karşı ikili oyunu ne kadar sürdürebileceği. (2) Kürtlere bir devlet kurdurma politikasının ne şekilde ilerletileceği.

 

Spekülasyon: İsrail, bütün askeri, teknolojik ve bilimsel gücüne rağmen bölgede tecrit edilmiş bir devlettir. Şimdi Kürtler de ikinci bir tecrit edilmiş devlet olarak ortaya çıkartılırsa, tüm desteğe rağmen iki adet tecrit edilmiş devlet olur. Birçok manevranın gerisinde uzun vadede Kürtleri daha az tecrit edilmiş bir devlet halinde ortaya çıkarma çabası olabilir. Türkiye üzerindeki baskıları biraz da buna yönelik olarak düşünebiliriz. Ya da aynı zamanda ve buna bağlı olarak Türkiye’nin IŞİD’e karşı tutumunu zorlamayı da amaçlamış olabilir. Öte yandan batı ve İsrail uzun vadede Şiilere karşı IŞİD’i elde tutmayı düşünecektir veya her halükarda etkinliğini azaltmakla birlikte yok etmeyecektir.

 

Şimdilik, son olarak şunu söyleyebiliriz: Bu kadar çelişki barışçı yollarla çözülemez.

Mehmet Tanju Akad

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

4 Responses

  1. Sorulara tek yanıt…yeni bir toplumcu düzenin altarnatif yönelimini ve oluşturulma yöntemini ortaya koyacak kolektif bir çabadır….sulh yapıcılığı başat olmalıdır…III..dünya savaşı zaten sürmektedir… bölgedeki aklı başında ve gövdesi bu topraklarda olan köken farkı olmaksızın herkes birşeyler okuyur..Bu okumalardan snfoni üretebilmeliyiz… baki selamlar…

  2. Tanju Hocam,

    Ortadağu, öylesine karmaşık bir denklem haline gelmiş ki, kuranların dahi bu kadar çok değişkenli bir denklemin içinden nasıl çıkacaklarını sorsanız verecek net yanıtları olamaz. Emperyal güçlerin geleceği şekillendirmekle yükümlü ideologları, düşünce kuruluşları bir yana kendi kaynaklarının neye harcandığı ve bunun karşılığının nasıl sağlanacağına dair kısa vadeli ihtiyaçların da olup bitende önemli bir yere sahip olduğuna inanıyorum. Sıcak bekletilerinin silah ticaretine dair düşüncelerime aşağıda değineceğim.

    Emperyal güçlerin politikaları, salt Ortadoğu’ya dair değil elbet. Dünyanın değişik coğrafyalarında yaşanan sorunlara ne demeli? Neden Ruanda’da 1 milyona yakın tutsi soykırıma uğramıştır? Nijerya’da Boko Haram, Suriye’de El Nusra benzeri örgütler neden var? Bu tür örgütlerin birçoğu genel olarak El Kaide’nin ülkelerdeki uzantıları olduğunu biliyoruz. El Kaide, ABD denetiminin dışında kalmış bir yapı olarak yorumlanabilir mi?

    Yazınızdan çıkarılabilecek en temel soru, neden Ortadoğu? Bunca karmaşa bu bölgede neden yaratılmak istenmektedir? Salt enerji kaynaklarının parselizasyonunda yaşanan sorunlarla açıklayabilir miyiz olup biteni? Veya ABD’nin Asya politikasının bir uzantısı olarak Rusya’yı, Çin’i aşağıdan-yandan kuşatma operasyonları olduğunu? Bence hayır. Her iki konunun da emperyal politikaların odağında olduğunu bilmekle beraber hayır.

    ABD ve diğer emperyal güçler, silah sektörüne trilyon dolarlık yatırımlar yapmaktadırlar. Olanlar yetmezmiş gibi daha etkin silahların gelişimi için yapılan ARGE harcamaları, ilaç sektöründeki ARGE harcamalarından hiç de az değildir kanaatindeyim. Peki nereye satılacak bunca silah? Ne olduğu hakkında bir bilgiye bile sahip olmadığımız onca silah nerede denenecek? Bu soruya en uygun coğrafya Ortadoğu olsa gerek. Irak işgali sırasında kullanılan silahların ilk kez denendiğine dair birçok haber izlemişizdir basından.

    Tarihsel olarak ulus-devlet süreçlerini tamamlayamamış, her türlü dış etkiye açık, yönlendirilebilir bir coğrafya. Üstüne üslük de her nasıl olmuş ise (1500-1700’lü yıllarda batılılar, gelecekteki sanayi gelişimi ile birlikte enerji kaynaklarının önemine dair bir öngörüde bulunabilselermiş, Persler hariç tüm coğrafyayı zaten ellerine alırlarmış) enerji kaynaklarının en yoğun olduğu bölgelere yerleşmiş aşiret devletleri. Amiyane tabirle, emperyalizmin bastonuyla çizilmiş sınırları olan ülkeler.

    Bence asıl soru; her türlü dış etkiye açık ve kolayca birbirlerini boğazlayabilen bölge halkı, nasıl olacak ki, kendi geleceklerinin anti emperyalist bir duruşa borçlu olduklarını anlayacaklar? Söylediğniz gibi topyekün bir savaş sonucunda tarif edilemez acılarla mı? Nasıl?

    Saygı ve sevgilerimle,

  3. Emperyalist saldırganlığın yöneldiği amaç kaçınılmaz olarak küresel sermayenin önüne engel olan yerel çıkar gruplarının küresel emperyalizme entegrasyonudur.
    Bu entegrasyon sürecinin en önemli ayağını M.A.Hindistan açıkça özetlemiş. Diğer önemli ayak ise harabeye dönmüş ülkelerin yeniden ihyası ile alt yapının ve şehirlerin bayındır haline getirilmesinde ulusötesi ve bölgesel sermaye gruplarının ekonomik olarak beslenmesi. Aynı zamanda küresel ihtiyaçlara uygun bir siyasal kurulumun oluşması.
    Bu büyüme bandı genel anlamda küresel iktisadın kaçış yolu olmaktadır. Freni patlamış ve resesyon eğilimi ile karşı karşıya kalmış küresel sermayenin yegane kaçış yolu.
    —–
    Işid’le İran, Irak, Peşmerge, Hpg ve Esad çatışıyor. Aynı zamanda Amerika da savaşıyor. Fakat Amerika’nın egemen olduğu açık olan Ürdün, Lübnan, Suudi A. İsrail’den ve TR’den açık destek görüyor.
    Uzun zamandır İran’lı şii milislerin IS’le savaştığını biliyorduk fakat Irak yönetiminin bu müdaheleye katılması da Amerika’nın ateşe toprak atan eli güçlendirdiğini gösteriyor.
    Peki bugün gerçekten İsrail ile Amerikan politikaları arasındaki ahenkten söz edebilir miyiz ? Elbetteki hayır. İmparatorluk tanımı üzerinden bir yorum yapacak olursak; Çevre’nin aktörleri Merkezle hiç açıklanamayacak kadar karmaşık ve dengesiz ilişkiler bütünü oluşturmuş durumdadır.
    Küresel neo-emperyalizmin bir ülkenin başka bir ülkeyi sömürmesi kadar basit olarak açıklanamayacak hegomonik ilişkiler karşısında her ülke içerisindeki siyasal güçlerin eni sonu aynı ulusötesi çıkarlara yöneleceğini çıkarsamak çok da kehanet sayılmayacaktır.
    Dolayısıyla AKP eleştirisiyle sınırlandırılmış ve HDP solculuğuna ve CHP enteljanslığına indirgenmiş sol, yakın doğunun ihtiyacı olan antiemperyalist duruşun örgütlenmesinde bulunamayacak kadar nitelik kaybı yaşamıştır.

    “Mevcut durum” ve “olması gereken” tartışmalarını bir tarafa bırakarak tartışmanın öte tarafına bakmak gerektiğini düşünüyorum. 1970lerin TR’sinden bugüne bu ülke toprağı emperyalizmin ihtiyaçları için daha da zaruri bir noktadadır. 1970’lerin iletişim boyutları ile iletişimin bugün vardığı boyut birlikte düşünüldüğünde o gün sokağa, alaylara ve uluslar arası ilişkilere sahip olabilecek boyuttaki devasa antiemperyalist mücadele güçlerinin, bugün bile bile ve hatta kerhen sayılamayacak kadar HDP projesinin açık desteğine soyunması anlaşılabilir değildir.
    Sosyalistlerin seçimlerin araçsallığına nasıl yaklaşmaları gerektiği ve her türlü araç ile sosyalizmin antiemperyalizmin propagandasının nasıl yürütülmesi gerektiğine ilişkin, eline kalem versek yıkmadık kale bırakmayacak arkadaşlarımız büyüklerimiz hiç bir tereddüt göstermeksizin HDP projeksiyonuna teslim oldular, geri kalanlar ise çaktırmadan ve isteksiz de olsa Kemal’in ehveni şerrine boyun eğmekteler.
    ++++++++++++++++++++
    Siyasal mücadelenin gereklerini yerine getirmek konusunda pısırık ve isteksiz davrananların, sivil toplumcu, dergici, yasal particilerin, sandıkta basılacak oyu işaret etmedeki cesaretleri, pısırık ve isteksiz oldukları konularda bile halen iddia sahibiymişler gibi görünmeye çalışmaları, bu çürümenin vardığı boyutu göz önüne sermektedir.
    ++++++++++++++++++++
    Peki, Yakın doğunun kirli ve dengesiz ilişkileri içerisinde Antiemperyalist eksende birlikte hareket edebilecek kaç ayrı güç bulunuyor ? Yalan ve sansürün egemen olduğu, kitlesel maniplasyonların yürütücüsü haline gelmiş medya ile teslim olduğu twitter cehenneminde kontrol kimlerin elinde ?
    Doğru soruları sorabilmek için doğru tarafta bulunmak gerekiyor. Bu satranç diziliminde kuralsız görünen tüm bu adımların tek bir nedeni var. Çünkü tek bir oyuncu var.

    Dolayısıyla yakın doğunun dengesine müdahale etmenin yolu burada gerçekten bağımsız bir güç olabilmekten geçiyor. Fakat ülkemiz sosyalistlerinin genel eğilimi itibariyle bu denklemin bağımsız olmayan ve asla olamayacak olan bir aktörünün arkasına eklemlenmiş olması, yakın doğunun antiemperyalist mücadelesinin sürdürülebilirliğini sakatlamıştır.

    Nihayetinde, siyahı da beyazı da aynı elle yönetilen bu satranç oyunu İran’a yapılacak olan müdahale ile sonuçlanacaktır. İran Kürdistanı, Kürtlerin ve Amerikalıların vazgeçemeyeceği öneme sahiptir. Türkiye açısından doğru bir değerlendirme yapmak için ise henüz erken.
    Öncelikle seçimlere ramak kala AKP’nin barajı 7’ye indirip indirmeyeceği bilinemezliğini sürdürüyor. Fakat henüz bu durum netleşmeden HDP saflarının koşulsuz desteklenmesi ise solda beklenen eliminasyonu ve sisteme entegrasyonu güçlendirmiş oldu. Parlamento seçiminin açıktan destekçisi olan devrimci arkadaşlarımız sisteme güven tazeleme riskini göze almış oldular.
    Kendini her koşulda ve her cenazede murisin mirasçısı addedenler, Belgelerini açıp incelediğinde Seçim Aldatmacasının ne tür bir Burjuva aldatmacası olduğunu dün iyi bilenlerden olmaları şaşırtıcıdır. Kaldı ki “devrimci demokratik”yöntemden bile bahsedemeyecek kadar sivil toplumcu ve yasalcı olmaları ayrı bir konu.
    Sağlıklı olarak analiz edilmesi gereken 2-3 önemli soru var.
    1-Seçim barajının 7’ye indirilmemesi halinde Kürtlerin temsil edilmediği bir Parlamento, Kürtler adına Batı dünyasında meşruiyeti sorgulanmayacak bir bölgesel yönetim yaratacaktır. Bu yönetim, dolayısıyla, emperyalist kapitalist sisteme entegre olmak dışında bir seçeneğe sahip olmayacaktır. Fakat barajın kaldırılmamasına rağmen 10’u aşan HDP, AKP’nin aritmetik gücünü bozacak, çözüm sürecini yürünemez bir hale getirecektir. Kaldı ki CHP, orta batı marmara ve akdenizde gücünü korumaya ve artırmaya devam edecek. Esad’la, Mursi’yle görüşebilen CHP, ABD’nin ortadoğu programını normalleştirebilecek müttefikliğine de adaydır. Çözüm süreci, bu çerçevede incelendiğinde; Kürtler, masa başında başlamadıkları mücadelelerini yine masa başında bitirmeyeceklerdir. Parlamento içerisindeki çözüm süreci tartışması, sözleşmenin taraflarını şu veya bu haliyle kavgalı ve barışmaz kabul edilen konulara meşruiyet kazandırarak Kürtlerin siyasal taleplerinin kitleler nezdinde makul hale getirilmesine yardımcı olmasıdır.
    2- Seçim barajının indirilmesi halinde muhalefet, akp’nin bir sandalye daha az alması için yine hdp ve chp ekseninde tavır alacaktır. HDP güçlü bir parlamenter sayısına sahip olacağı gibi güçlü bir chp ve kan kaybetmiş bir akp denkleminden “bir aşamaya getirildiği” iddia olunan çözüm süreci işlemez hale gelecektir.

    Her iki durumda da Türkiye’de yaşanacak seçimler, ortadoğu’nun geleceğine ilişkin emperyalist talan ve nizam politikalarına hizmet edecek sonuçlar üretmeye devam edecektir.
    Bu durumu tersine çevirmenin tek yolu ise emperyalist talan politikalarının gizli destekçisi olmaktan başka bir sonuca çıkmayacak tavır alışları ideolojik olarak eleştirmek ve sürecin ihtiyacı olan pratiği gerçekleştirebilecek aktörleri yaratmaktır.

  4. Çok doyurucu bir çalışma, bu sitenin yazarları insanı düşünmeye sevk ediyor, adeta bir üniversite burası

murat sarper için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir