Geleceğimizin Karartılmasına İzin Vermeyelim!- Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Türkiye halkı için -bir bütün halinde- anti-emperyalist mücadele anlayışı temelinde, dünya halkları ve ilerici-devrimci dünya güçleriyle dayanışma koşullarını zorlamaktan başka bir çıkış yolu görünmüyor. Bunun yapılabilmesi için de halkımızın öncelikle her türlü dinci-gerici ve etnik-mezhepçi politikaların etkisinden kurtularak tam bağımsızlıkçı, laik-ilerici-devrimci bir çizgide örgütlenmesi gerekiyor…

Ortadoğu büyük güçlerin hesaplaşma alanı oldu.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ABD, kürenin rakipsiz gücü olarak, dünya petrol ve doğal gazının ve jeo-stratejisinin en önemli merkezi olan Doğu Akdeniz-Ortadoğu bölgesini çıkarlarına uygun biçimde yeniden düzenlemeye başladı. Birinci Körfez savaşıyla Irak’ı silkeleyerek bölge ülkelerine gözdağı veriyordu. BOP ile Fas’tan Pakistan’a kadar yirmiden fazla ülkeyi etnik ve mezhepsel esaslara göre bölme planını uygulamaya yöneldi. Bu proje doğrultusunda Türkiye’de kurdurduğu Sünni-İslamcı AKP’nin iktidara oturmasında etkili oldu ve ardından Irak’ı işgal ederek parçaladı. Arap baharı bahanesiyle Libya’ya müttefikleriyle birlikte saldırı düzenleyip bu ülkeyi dağıttı. Tunus ve Mısır’da Müslüman Kardeşleri iktidara taşıyarak denetimi altında İslamcı yönetimler kurdurdu. Suriye’deki eski Sovyet yanlısı Baascı yönetimin uzantısı olan Esad iktidarını AKP hükümeti, Suudi Krallığı ve Körfez Şeyhliklerinin de desteğiyle yıkmak için içsavaş çıkarttı. Irak’ın parçalanmasında başarılı olan etnik ve mezhepsel ayrımcılık temelinde Suriye’yi de böldü. Bu arada 1980’lerden itibaren Afganistan’da Sovyetler Birliği güçlerine karşı kurdurduğu Taliban ve Elkaide gibi dinci terör örgütlerinin benzerlerini (El Nusra, IŞİD vb)Suriye ve Irak’ta da kurdurarak içsavaşları derinleştirdi ve böylece bölgeyle ilgili projesinin gerçekleşmesi yönünde adımlar attı.

 

Güvenlik açısından İsrail’i rahatlatan ve geleceği yönünden bu ülkeye manevra yapma alanları yaratan ABD’nin bu faaliyetleri bütün bölgeyi giderek derinleşen bir kaosun içine sürükledi. En son bizzat yarattığı IŞİD’i bahane ederek planını hızlandırmaya çalışan ABD, yanına müttefiklerini de alarak, Suriye ve Irak’ı bombalamaya başladı. Amerika yarattığı bu kaos ortamından yararlanarak Kuzey Irak’ta kurdurduğu Barzani devletinin coğrafi olarak uzantısı mahiyetinde, Suriye’nin kuzeyinde karagücü olarak gördüğü PKK-PYD’yle bir koridor oluşturmaya yöneldi. Akdeniz’e çıkarmayı amaçladığı bu koridoru Türkiye’nin engellemeye kalkışmasını önlemek ve (koridoru) genişletmek için Türkiye’de PKK’yı harekete geçirerek iç karışıklıklar yaratmaya başladı. 6-8 Ekim olaylarıyla bunun ilk önemli provası yapıldı. Zaten ABD ve AB’nin dayattığı çözüm süreci boyunca AKP’nin teslimiyetçi politikalarından yararlanan PKK çok yönlü örgütlenmesini ve silah-cephane yığınağını üç yıldır yoğun biçimde yapmaktaydı. PKK içsavaş hazırlığı yaparken; AKP iktidarda kalma, ülkeyi daha çok dincileştirme ve talan etmenin derdine düşmüştü. Bu arada halk, çözüm süreci adı altında yürütülen içsavaş hazırlığını ve AKP-PKK ittifakının yaratacağı sonuçları ve dış desteğinin de zayıflamasıyla birlikte Sarayın iktidarının güç kaybetmekte olduğunu anlıyordu. Bu gelişmeye paralel olarak bürokrasi uzun zamandır ilk kez iktidar üzerinde etkili olmaya başladı. Böylesi bir inisiyatifin ağır basması halinde de Türkiye halkı bugünden daha kabul edilebilir olumlu sonuçlarla karşı karşıya kalmayacaktır. Yani gelişmelerin seyrinin oligarşi içi çelişkilere ya da devlet içi farklı anlayışların galebe çalmasına göre şekilleneceği bir sürecin Türkiye için hayırlı sonuçlar üretmeyeceği açık. Ama diğer yandan ABD’nin Ortadoğu ve Türkiye’yle ilgili kurguladığı plana karşı toplum içinden itiraz seslerinin giderek yükselmekte olduğu da bir gerçek. 2002’den beri sandık sonuçları öne sürülerek dokunulmaz kılınan ABD-dinci gericilik liderliğindeki oligarşik hegemonya artık ciddi bir sarsıntı yaşamaya başladı. Çünkü ülkedeki toplumsal, ekonomik ve yönetimsel gelişmeler oligarşinin içinde yer alan güçler arasındaki çelişkileri derinleştirmekte, krizi ateşlemektedir. Emperyalizmin bölge politikalarının yanı sıra iç dinamiklerin de etkilisiyle ortaya çıkan çelişkilerin yarattığı bu krizin boyutu, önümüzdeki dönemde, dünyanın büyük güçleri arasında başlatılan bilek güreşinin seyrine göre şekilleneceğe benziyor.
Rusya’nın Suriye’ye doğrudan müdahalesi büyük güçler arasındaki tepişmeyi derinleştiriyor
ABD ve müttefikleri Suriye ve Irak’ta adeta tek kale maç yaparlarken; Rusya’nın Suriye’deki Esad muhaliflerini bombalamaya başlaması ABD’nin Ortadoğu hesaplarını alt-üst etti. Şu anda göründüğü kadarıyla Rusya’nın bu hamlesi karşısında BOP belirsizleşti. Ortadoğu’daki bu yeni durum çok kritik sonuçlar yaratabilir; ya yıllarca sürecek -Afganistan’da olduğu gibi- bir sürüncemeli savaş veya yeni bir paylaşım savaşı çıkabilir, ya da yeni bir Yalta Konferansıyla emperyal devletler arasında bölgenin yeni egemenlik alanlarına bölünmesi gündeme gelebilir.
Rusya, Suriye’de bu kadar açık oynayarak, bir bakıma meydan okuyarak kendi kendini zora sokmuş ve hatta bataklığa saplamış, bugünlerde sağladığı taktik üstünlükle yarının stratejik başarısızlığını hazırlıyor olabilir. Zaman geçtikçe bu gelişmenin nasıl seyrettiğini daha iyi anlayacağız. Rusya’nın ne ekonomisi, ne askeri gücü, ne de toplumsal yapısı bu kadar ağır bir yükü kaldırabilecek durumda. Ava giderken avlanma tehlikesiyle karşı karşıya. Dünya Afganistan örneğini unutmadı!
Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi, Batılı emperyalistleri yeni bir soğuk savaş için harekete geçirecek kadar da etkili olabilir. Bu gelişmenin Türkiye’yi NATO’ya doğru daha fazla iterek yeni soğuk savaşın meydan muharebesinin alanları arasına sokması, ülke ve halkımız için olumsuz sonuçlar yaratması ihtimali yüksek. Bu arada İkinci Paylaşım Savaşından sonra içine sürüklendiğimiz bağımlılık ilişkisi katmerli hale getirilirken; ülkemizde yaratılan kültürel-etnik vb çatlamaların da derinleştirilmeye çalışılacağı muhakkak.
Umudumuzu Yitirmeyelim
Bölgedeki yeni düzenlemelerin (yoksa bozmalar mı demek lazım?) neo-Yalta Konferansıyla kurulacak sistemin emperyal devletlerin çıkarları doğrultusunda yapılacağı, yeniden çizilmesi istenen sınırların bu sefer tam olarak emperyalizm tarafından belirleneceği ve kurulacak yeni devletlerin büyük güçlerin kuklası olacakları kesin. Çünkü bu yeni devletler, emperyalizme karşı verilen ulusal kurtuluş savaşlarıyla kurulmuş olmayacaklar, aksine emperyalist devletlerin politikalarının parçası olarak kurdurulacaklar ve sınırları da emperyalistler arasında varılacak mutabakata göre çizilecek.
Bu durumda Türkiye’nin işi gerçekten çok zorlaşıyor. Emperyalist güçler ve uzantıları ülkeyi kaosa sürüklemek ve sonuçta parçalamak için bütün güçlerini ortaya koyuyorlar. Gün geçtikçe bu faaliyetlerin daha ağır örneklerini yaşıyoruz. Reyhanlı’dan, Suruç’a, Diyarbakır’dan 10 Ekim Ankara saldırısına uzanan katliamlar bu planın halkalarıdır. Bu provakatif gidiş, 1 Kasım seçimini de etkisi altına alarak daha ağır sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilir…
Son gelişmelerden de anlaşılıyor ki; bir yandan ABD ve ortakları, diğer yandan Rusya ve İran’ın kendi çıkarları doğrultusunda tarif ettikleri Kürt sorununu Türkiye üzerinden çözmeyi planladıkları anlaşılıyor. Bu amaç için her çeşit istihbarat faaliyetlerinin, kışkırtmaların, provokasyonların vb. açık alanı haline getirilen ülkemizde en başta sorumluluk duyan solcuların ve özellikle de Kürt halkının bu emperyal planı görmeleri gerekiyor. Görmeleri gerekiyor ki; çok daha ağır sonuçlarla yüzyüze kalmayalım.
Türkiye halkı için -bir bütün halinde- anti-emperyalist mücadele anlayışı temelinde, dünya halkları ve ilerici-devrimci dünya güçleriyle dayanışma koşullarını zorlamaktan başka bir çıkış yolu görünmüyor. Bunun yapılabilmesi için de halkımızın öncelikle her türlü dinci-gerici ve etnik-mezhepçi politikaların etkisinden kurtularak tam bağımsızlıkçı, laik-ilerici-devrimci bir çizgide örgütlenmesi gerekiyor…
Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

2 Responses

  1. Birincisi, Rusya’nın Çin’den yani Avrasya cephesinden bağımsız hareket ettiği düşünülemez. Yazı bu durumu ıskalıyor.
    İkincisi, Rusya’nın müdahalesi iyi oldu. En kötü ihtimalle dahi olsa, Rusya ve ABD arasındaki rekabetten dünya halkları karlı çıkar. Ben daha iyimserim. Bu durumun Türkiye’de devrimci duruma yol açacağını düşünüyorum.
    Üçüncüsü; Anti-emperyalist temelde örgütlenme fikrinize katılıyorum. Görüşelim ve birleşelim. Devrimci selamlar..

  2. Kurmayı olmayan her ordu dağılmaya mahkumdur. Şu an bizler 35 yıldır per perişan vaziyette geri çekilen bir türlü de bir mevzide tutunup toparlanamayan bir orduyu (Türkiye solunu) zafere erdirme derdindeyiz. Ve bu rezaletin en büyük paysahibi olanlar, cüsseleri bu işe asla yetmediği halde bu ordunun başına geçmiş olan ve 35 sene önceki kritik koşullarda hükmettikmeri gücü yüzüstü bırakan, ilk başta kaçan, ellerindeki gücü koordine bile edemeyen, durumu korumak adına bir karşı hamle bile örgütleyemeyen ve bu güçlü hareketin felç olmasına neden olanlardır. Onlardan öğrenecek birşeyimiz yok ama onları “tanımak” zorundayız.

Bektaş için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir