Gemi Metaforu ve Gerçekler-Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Son günlerde AKP’nin algı mühendisleri “hepimiz aynı gemideyiz batarsak birlikte batarız” dayatmasını herkese kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bu propagandayı “emperyalizmle mücadele” sosuyla devrimci kesimlere yedirmek için çaba harcayan sol ya da aydın etiketli kişiler de eksik değil.

Gemiden kasıt ülkeyse 80 milyonun bu topraklar üzerinde yaşadığı doğrudur. Ama Türkiye gibi zengin bir siyasi ve toplumsal mücadele tarihine sahip bir ülke gemi gibi batmaz. Sonuçta kendisine zarar veren yöneticileri tepesinden atar. Bizim ülkemizde de sonuçta olacak olan budur. Böyle durumlarda devrimcilere düşen görev; ülkenin tepesine çöreklenen yöneticilerin, kaptan köşkünü işgal edenlerin bir an önce gönderilmesini ve emperyalizmden kurtuluşunu sağlamayı esas alan bir mücadele yürütmektir.

Devrimciler emperyalizme karşı mücadele ederlerken içerdeki sömürücü zümrenin temsilcisi olan iktidara karşı da mücadele sürdürürler. Çünkü bizimki gibi yarı sömürge ülkelerde kapitalist emperyalizm sadece bir dış güç değildir, aynı zamanda içimizde de yuvalanmıştır. Emperyalizm içerideki büyük sermaye ve gericilikle bütünleşerek egemen ittifakın yönlendiricisi konumundadır ve ülke yönetimi üzerinde sonuçta belirleyici olan bir etkinliğe sahiptir. Bu nedenle emperyalizme karşı mücadele tam bağımsızlık ve devrimci demokrasi mücadelesidir. Ve bu mücadele aynı zamanda içerdeki hâkim sınıflara ve onların iktidardaki temsilcilerine karşı verilen devrimci bir mücadeledir. Bu anlamda da mücadele, ülkenin emperyalist tahakkümden, halkın (işçi, köylü ve diğer emekçi kesimlerin) kapitalist sömürüden kurtuluş ve onun iktidarını kurma mücadelesidir.

Bu genel belirlemeden sonra şu can alıcı soruları soralım:

1-Geminin kaptan köşkünü hukuka, hakkaniyete ve demokratik kurallara aykırı biçimde ele geçirmiş olan tek adam yönetimini meşru mu sayacağız?

2-ABD’nin desteğiyle kurulan ve iktidara oturan, Kemal Derviş programını yıllarca uygulayan, Irak’ı işgal etme amaçlı Amerikan ordusunu Türkiye topraklarına yerleştirmek isteyen, Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesine ses çıkarmayan, BOP’un eşbaşkanlığını yapan, Libya’nın parçalanmasında ve özellikle Suriye’nin içsavaşa sürüklenmesinde aktif rol oynayan, Kıbrıs’ı Batılıların isteği doğrultusunda Rumların kontrolüne sokmaya çalışan, özelleştirmelerle kamunun fabrikalarını büyük bir pervasızlıkla satan, TSK’yı ABD’nin planı doğrultusunda tasfiyeye kalkışan, yargı-ordu ve polis başta olmak üzere birçok devlet kurumunu FETÖ’ye teslim eden, laiklik başta olmak üzere bütün Cumhuriyet değerlerini ortadan kaldırmaya kalkışan, Cumhuriyet ve sınırlı demokratik düzenin yerine tek adam yönetimini getiren (…) AKP yönetimi, son zamanlarda Trump’ın birçok ülkeye yönelik olarak uygulamaya soktuğu ticari sınırlama ve yasakların bazılarını Türkiye’ye karşı da yürütmeye başlamasıyla birlikte ortaya çıkan çatışma ortamında anti-emperyalist mi oldu?

Çok kısa bir süre önce yapılan NATO zirvesinde Trump’ın en iyi anlaştığı liderinin Erdoğan olduğunu açıklamasını, “stratejik ortak” olduklarını bir kez daha ilan etmelerini ve hele de o “şaak” yapma sahnesini, ABD Başkanının bir misyoner papazı istemesi ve bazı Türk ihraç ürünlerine yeni gümrük vergileri getirmesi üzerine ortaya çıkan gerginlik nedeniyle unutmamızı kim bizden isteyebilir?

Bazı çevreler AKP iktidarının uyguladığı ekonomi politikasının Türkiye halkının aleyhine bir avuç sermayedar ve finans kesiminin çıkarına olduğunu görmezden gelerek bu iktidarın Amerika ile mücadele içine girdiğini kabul ettirmeye çalışıyorlar. Doğrudur Türkiye FETÖ, Suriye’nin kuzeyinde kurulmaya çalışılan PYD devleti sorunu ve Rusya başta olmak üzere İran ile ilişkilerde ABD’yle anlaşmazlıklar yaşamaktadır. Bu anlaşmazlıkların ortaya çıkışı AKP iktidarının ABD’nin dünya ve bölge politikalarıyla çelişkisinden dolayı olmamıştır. Bu sorunlar esasta Türkiye’nin varlık nedeniyle ABD politikalarının tamamen zıtlaşmasından dolayı ortaya çıkmıştır. AKP iktidarı bu ülkesel çatışmanın ortasında kalmıştır ve hatta giderek büyüyen bu çelişkileri Erdoğan yönetimi sürekli yumuşatmaya çalışırken öte yandan da popülist yaklaşımlarla halkı aldatmak için sürekli kullanmıştır, kullanmaktadır. En son geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ABD’ye kavga etmeyelim sorunları diplomasiyle çözelim anlamına gelecek bir teklifte bulunarak gerçek düşüncelerini bir kez daha açığa vurmuştur. Türkiye halkı değil ama AKP yönetimi ABD ile stratejik ortaktır. ABD emperyalizminin Ortadoğu ve Türkiye hakkındaki siyaseti AKP politikalarıyla değil Türkiye halkının çıkarları, tarihi ve geleceğiyle çatışma halindedir. Bu anlamda da ABD ile öteden beri var olan ve en son ortaya çıkan sorunların temelinde bu önemli çelişki yatmaktadır. AKP, en fazla bu doğal ve tarihsel çelişkinin ardından gürültülü çıkararak sürüklenmektedir.

Bu çelişkili görünen durumu kavramak için tarihsel örneklere bakmakta fayda var.

1-1965 seçimlerinde ABD Başkanı Johnson ile çektirdiği fotoğrafı propaganda malzemesi olarak kullanan, devrimci gençliğin Morrison Süleyman dediği Demirel, 1975’te ABD ile haşhaş ekimi ve Kıbrıs sorunu (bu sorunlar 1974’teki Ecevit Hükümetinden kalmıştı) nedeniyle ortaya çıkan anlaşmazlığı öne süren Amerikan yönetimi Türkiye’ye askeri ambargo uygulamaya başladı. Soğuk savaşın zirve yaptığı o dönemde, bu ambargo üzerine Demirel, Türkiye’deki Amerikan üslerinin birçoğunu kapattığı için anti-emperyalist ilan edilmedi. Bu ambargoyla başlayan süreç içinde Türkiye Demirel’in ifadesiyle “yetmiş sente muhtaç” duruma düştü ama Demirel’in başbakanı olduğu MC hükümetlerine ve ABD emperyalizmine karşı devrimci mücadele aralıksız sürdürüldü. “Aynı gemideyiz” türünden safsatalar emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadeleyi sekteye uğratamadı. “Ne Amerika Ne Rusya” diyenlerden Rusya’yı baş tehlike olarak görenler bu devrimci mücadelenin karşısında yer aldılar ama halk bu yanlış politikaya destek vermedi.

2-Tarihte gördüğümüz önemli bir ders de Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcında yaşandı. Mustafa Kemal “aynı gemideyiz” diyerek Vahdettin yönetimiyle işbirliği yapmadı. Daha Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin başlangıcında, Erzurum Kongresi’nden önce Vahdettin yönetimiyle çatışmaya başladı. Mustafa Kemal hakkında idam fermanı yayınlayan Vahdettin yönetimi Yunanlılarla savaştan önce yeni kurulan TBMM’ni yok etmek için iç isyanlar çıkartmaya başladı. Yeni yeni toparlanmaya çalışılan TBMM kuvvetlerine karşı başlatılan iç isyanların arkasında Vahdettin yönetimi ve emperyalist güçlerin olduğu tartışmasız gerçeklerdir. İki karşıt cephenin, emperyalistlerle işbirliği içinde olan güçlerle onlara karşı savaşmayı amaçlayan güçlerin aynı gemide aynı hedef birliği içinde olmaları mümkün değildi ve olmadı da. Bu mücadele hep sürdü, bugün de bu mücadelenin sürdüğünü görüyoruz. Geminin kaptan köşkünü Vahdettin’in cephesinde yer alanların işgal etmekte olduklarını hepimiz biliyoruz.

3-Bir başka tarihi örnek de Lenin ve partisinin Rus Devrimi öncesinde Çarlık yönetimiyle birlikte Alman emperyalizmine karşı işbirliği yapmamasıdır. “Aynı gemideyiz” diyerek Lenin önce Almanları yenelim sonra Çarlıkla uğraşırız demedi. Çarlığı yıkarak savaşa son vermeyi ve sosyalizme ulaşmayı amaçladı. (Bu politikası nedeniyle karşıtları Lenin’e ahlaksız suçlamalar bile yöneltmişlerdi.) Önce Şubat 1917’de devrimci proletaryanın önderliğinde Çarlık rejimi yıkılarak burjuva iktidara geldi, Ekimde de burjuva iktidarına son verilerek Bolşevikler iktidarı ele geçirdi. Ardından Birinci Paylaşım Savaşında Çarın müttefiki İngiliz emperyalistlerinin desteğiyle başlatılan içsavaşta “geminin” çarlık hizmetlileri ve burjuva tayfalarıyla mücadele edildi. Bu içsavaşta devrimci proletarya (ve müttefikleri) savaşı kazanarak gemiyi, ülkeyi emperyalist entrikalardan, burjuvalardan ve yarı-feodal güçlerin etkisinden kurtararak yönetmeye başladı.

Anayurt (gemi) emperyalizmin, finans sermayesinin içerdeki uzantılarının, yandaş sermayedarların kontrolünde kaldığı sürece aynı amaç ve politikalar etrafında birleşmek asla mümkün olamaz. Bu ateşle barutu bir arada tutma saçmalığından başka bir şey değildir. Halkın sömürüsüne, baskı altında tutulmasına dayanan bir düzende, bu düzenin yöneticileriyle halkı birlikte hareket etmeye davet etmek işbirlikçilikten başka nedir? Bu sömürücü, emperyalizmle uzlaşmacı-işbirlikçi yöneticilerle halk güçleri birlikte bir “milli” mücadele veremez, halk güçleri bu kesimlerle ancak mücadele eder.

Lenin’in dediği gibi; “Bir Marksist, politikasına temel diye sadece kesin ve kuşkusuz ortaya konmuş gerçekleri almalıdır.”

Tavrımızı sadece çıplak gerçeklere dayanarak belirlemeliyiz, “imkânlara dayanarak değil.” (Lenin)

“Aynı Gemideyiz” derken gemicik düzeninin emperyalizmin uzantısı olduğunu görelim…

Ülkeye yaşatılan ekonomik krizin sorumluları emperyalizm, içerdeki uzantısı sermaye çevreleri ve AKP iktidarıdır. (Cumhur İttifakı’nın diğer üyesinin de bu olumsuzluğun doğmasındaki rolü unutulmamalı.)

İzlenecek devrimci politika ülkeyi talan eden, halkı sömüren ve baskı altında tutan bu güçlerden kurtulmak olmalıdır. Geminin kaptanlığını devrimci halk güçleri ele geçirinceye kadar bu mücadele sürecektir.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir