Halk Kime Denir?-Saffet Bilen

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Halk kime denir? Ulus kimlerden oluşur? Bir toplumun siyasal varlığı nasıl tanımlanır? Bu coğrafi, dilsel, etnik tanımlama ile mi yapılır? Kim o toplumsal dokunun üyesi olarak tanımlanmaya hak kazanır? İnsanların kendilerini büyük bir siyasal varlıktan ayırarak, daha küçük bir siyasal varlık olarak şekillendirmelerine ne zaman hakları olur? En önemlisi de bu sorulara cevabı veren kimdir?

Samuel Huntington, bu soruya bir İngiliz anayasa hukukçusu olan Ivor Jennigs’in ağzından şöyle cevap veriyor; ‘Ivor Jennings’in yıllar önce dikkat çektiği gibi, halk birisi halkın kim olduğuna karar verene kadar karar veremez’.

İyi de kimdir bu merci?

Kimler karar verirler böyle olsun diyerek?

Bu sorunun cevabını, son 200 yılın demokrasi beşiği olduğu savlanan, örnek ülke ABD’ nin kuruluşundan bu yana yaşananlara bakarak bulmaya çalışmak en doğrusu.

İngilizlerin Kuzey Amerika’da 1585 ve 1587 de Kuzey Carolina’daki Ranoke’de bir koloni kurma girişimleri başarısız oldu. 1607 de Virginia kumpanyasının girişimi ile yerleşmeyi bir daha denediler. Yerleşimciler daha önceki kolonicilerin, Cortes, Pizarro, Toledo, hazırladığı bir şablona da sahiptiler. Bu şablonun ilk adımı yerli şefinin ele geçirilmesi ve onu erzak, altın, gümüş bulmaya zorlamaktı, sonrasında ise bu adımda sorun çıkarsa, işbirliği yapılacak kabileler bulunması idi. İlk yerleşimcilerden bir olan Anas Todkill günlüğüne karaya çıkanların haleti ruhiyesini iyi anlatan, şunları yazmıştı. ‘Ne iş vardı, ne umut, ne de konuşmak; varsa yoksa altın çıkarmak işlemek, taşımak.’( Akt. Daren Acemoğlu. Ulusların Düşüşü)

İşler umdukları gibi gitmedi, Kızılderililer karaya çıkan beyazlara baştan itibaren kuşkuyla yaklaştılar ve yabana atılmayacak ölçüde örgütlü idiler. İkincisi yağmalanacak altın, gümüş baharat yoktu burada. Kısa sürede, yerleşimciler kendi göbeklerini kendileri kesmek zorunda olduklarını anladılar. Bu gerçeğin anlaşılması ile birlikte Koloni yöneticileri, İngiltere’den gündelik yaşamda işe yarar ‘marangoz, çiftçi, bahçıvan, balıkçı, demirci, duvar ustası, ağaçları ve köklerini temizleyecek yeterli miktarda işçi’ talep etmeye başladılar.

Ayrıca, Yöneticiler çok sıkı tedbirler alarak yaşamı örgütlemeye de giriştiler. Bu tedbirlerden biri’ çalışmayan yiyemez’ kuralıydı, örneğin. Şirket yöneticileri idari yapıda da değişikliğe gittiler, meclis yerine bir vali atadılar. Uygulamaya sokulan, yönetici eliti kapsamayan, ama diğer herkesin harfiyen uymakla zorunlu olduğu gaddarlık düzeyindeki askeri iş rejimi idi. Kuralları çiğnemenin tek cezası vardı. İdam edilmek. Üç şeyi kontrol etmeyi amaçlıyordu korku rejimi. Kaçmanın, ürüne zarar verecek girişimlerin, örneğin bir mısır koçanı çalmanın cezası da ölümdü, koloni mallarını satmanın da.

Fakat bu tedbirlerde yaşamı sürdürmeye yeterli olmadı. O senenin kışından 500 kişiden 60 kişi sağ çıkabildi. Sağ kalanlarda, yamyamlık da dahil ne bulurlarsa yiyerek ayakta kalabilmişlerdi.

Bu rejimin de işe yaramayacağı kısa süre sonra görüldü ve yeni bir modele geçildi. Ne Kızılderililere, ne de yerleşimcilere bir şeyi zorla yaptırmak mümkün oluyordu. Teşvik yolu seçildi. ‘1618 de şirket her erkek yerleşimciye 50 akre toprak verildiği; ayrıca ailesinin her ferdi ve Virginia’ya getirebileceği tüm hizmetliler içinde fazladan 50 akre toprak verildiği ‘’headright sistemi’’ni başlattı. Yerleşimcilere ev verildi, kontratları iptal edildi ve 1619’da toplanan bir Genel Kurul etkin bir biçimde tüm yetişkin erkeklere yasalar ve koloniyi yöneten kurumlar için söz hakkı tanındı. (age. s.31)

Bu sistem iki işe yaradı. Servet sahiplerine yoksulların paralarını ödeyerek daha fazla zenginleşme olanağı, toprağın sahibi olana da daha çok çalışırsa kurtulacağı umudu, yarattı.

Bu bilgilere eklenmesi gereken bir bilgi daha var ki rejimin esas rengini verir. Baltimore Lorduna verilen toprak parçası ise 10 milyon akre idi. Baltimore Lordu ülkeyi Lordlar tarafından idare edilecek binlerce akrelik arazi parçalarına ayırdı. Lordlar, toprağı işleyecek ve karşılığında ülkenin kontrolünü ellerinde bulunduran elite kira ödeyecek mutasarrıflar tutacaktı. Benzer bir girişim ünlü John Locke’un danışmanlığında 1663 yılında Carolina’ da gerçekleşti.

En altta, hiçbir siyasi güçleri ve hakka sahip olmayan, hiçbir şekilde bu vasıflarının değişmeyeceği yasanın 23. Maddesi ile belirtilmiş Leet-man’lar vardı. Bunların üstünde 24 bin akre araziye sahip Cassique’ler ve 48 bin akre araziye sahip Landgrave’ler vardı. Parlamento bu iki kesimden oluşuyordu. Bunlar da, daha önce sekiz büyük arazi sahibi tarafından onaylanmış kriterleri görüşebilecekti. ABD rejimi şekillenmeye başlamıştı. 1720’ler de Birleşik Devletleri oluşturacak olan 13 kolonide idari yapı aynıydı. Hepsinin bir valisi ve mülk sahibi erkeklerden oluşan bir meclisleri vardı.

ABD de yaşayan insanları salt beyaz Avrupalılar olarak gören bir bakışla bile, anlata geldiğim gelişmeleri, insanlık için ileri bir adım olarak tanımlamanın zor olacağı ortadadır. Burada yaşananlar tarihin ileriye doğru akan yönünün istenmeyen, ama kaçınılmaz gelişmeleri olarak, tartışmalı olsa da görülebilir. Ancak ya o ülkenin beyazlar gelmeden önce yerleşimcileri olan Kızılderililer. Hiçbir dönem bu süreçlerin içinde yer alamadılar. İşbirliğine yanaşanlar da oldu, direnenler de. Ama sonuçta ilk yıllardaki yargı hiç değişmedi onlar için. Toplumun sürekli dışındaydılar. Zenciler de Kızılderililerle aynı kaderi paylaştılar. Kızılderililerin ve zencilerin işin içine dahil edilmesi halinde ise bu sav, ancak sisteme körü körüne bağlı bir kafanın varlığına delalet eder.

Kurulan rejim ihtiyaç hissettikçe, sarsılmayacağından emin oldukça sınırlarını genişletti.

Bu gelişme nasıl oldu kısaca; 1619 yılında Jamestown’a yanaşan Hollanda bayraklı gemi 20 köle bıraktı. O günden sonra Amerika, zencilerin köleliği, Kızılderililerin yok edilişi ile birlikte büyüdü.

Virginia sömürgesinde yaşam için tahıl yetiştirmek, ihraç için tütün ekip işleyecek emekçilere ihtiyaç vardı. İspanyolların yaptığı gibi Kızılderilileri de çalışmaya zorlayamadılar. Kızılderililer kendi topraklarında kendilerine yeterliydiler. Ve beyazlardan da uzak durdular. Ne beyazlar Kızılderilileri toplum içine dahil etmeyi düşündü, ne de Kızılderililerin böyle bir talepleri oldu. Yeterli sayıda beyaz hizmetkârda getirilmemişti. Üstelik beyazlar, borçları karşılığı çalıştırılan bu insanlar, borçları biter bitmez kayıplara karışıyorlardı. Amerika’da seçenek boldu.

Tam bu koşullarda zenciler devreye sokuldu. Hızla, Üretimin ve hizmetlerin temel halkası oldular. Hiç bir hakka sahip olmadan. Zencilerin çaresizliği de bu sistemin kurulmasında başka önemli bir etken oldu. Kölelik birçok efendi için inanılmaz kar kapısı idi. Devrim sonrasında ‘James Madison bir İngiliz konuğa zencilerden her biri üzerinden yılda 257 dolar kazandığını ve onları yaşatmak için sadece 12-13 dolar harcadığını anlatmıştı.’(H.Zinn. ABD Halklarının Tarihi)

Siyah ve beyaz çalışanlar arasında yaşam koşullarının benzerliği nedeniyle, kardeşçe ilişkiler kurulması da gecikmemişti. Bu toplumsal kademenin en altında yer alan iki kesim sayıca fazlalıkları ve yaşadıkları kötü koşullar nedeniyle, her an sorun çıkaracak kesimler olarak da görüldü egemen kesim tarafından. Bağ kurmaları ve kaynaşmalarının önü yasalarla önlenmeye çalışıldı en baştan. Örneğin ‘1661 de Virginia’ da çıkarılan bir yasa ‘’bir İngiliz hizmetkar bir zenci ile birlikte kaçmaya kalkarsa,’’ onun cezasını tamamladıktan sonra, kaçak zencinin efendisine de fazladan birkaç yıl hizmet edeceğini söylüyordu.’(H.Zinn, ABD Halklarının Tarihi. s.37)

Plantasyon sistemi büyüdükçe zenci köle sayısı da büyüdü. Gelen beyaz hizmetkarların sayısı hiçbir zaman ihtiyacı karşılayacak seviyede değildi. Virginia da 1700 yılında nüfusun 1/12 si olan 6 bin köle varken, 1763 te bu sayı 170 bine çıkmış, oran ise yarı yarıya olmuştu.

Zenciler bütün köleleştirici koşullara rağmen başkaldırıdan hiç vazgeçmemişlerdi. Beyazlar da olumsuz koşullara karşı direniyordu. Yeni Amerikan sömürgelerinde zencilerin ayaklanmaları korkusundan daha büyük bir korku, zencilerin beyazlarla birlikte ayaklanmalarıydı.

İki kesime de aynı şiddette yapılan baskı ve aynı çalışma koşullarının, bu ortamı hazırlayan ana etken olduğu çabuk görüldü. Bulunan çözüm araya statü farklılığının sokulması oldu. Tehlikeli özgür beyazları, tehlikeli zencilerden, ırka dayalı bir üstünlük/ duygusu yaratmaya yönelik uygulamalarla ayırma politikası devreye sokuldu. Zencilerin her şekilde silah taşımaları yasaklanırken, hizmet sürelerini bitiren beyazlara Kızılderili bölgesi sınırında bir miktar toprak, mısır ve nakit yanında birde silah veriliyordu. 1720 de Virginia’ da beyaz hizmetkarların özgür beyaz vatandaşların milis güçlerindeki yerlerini almalarına izin verildi.

Büyüyen kentlerde el becerileri olan işçilerin sayıları arttıkça, yönetim bu beyaz ustaları köle ya da özgür siyahların rekabetinden koruyacak tedbirler aldı. Bu onların desteğini almak anlamına da geliyordu. Örneğin, ‘1686 da New York Meclisi, ‘’Hiçbir zenci ya da köleye bu kentte ithal ya da ihraç edilen malları köprüde hamallık yaparak taşıma izni verilmeyecektir’’ kararını çıkartmıştı.’(age. H. Zinn s.63) Alttakilerin ayaklanmasının önünde tampon vazifesi görecek orta sınıf oluşmaya başlamıştı.

Bu sınıfın oluşumu, Amerikan tarihinin başından itibaren denetimi elinden hiç bırakmayan seçkinlerin politikaları sonucuydu. Kurulan mekanizma yerine oturuyordu.

Siyahların sınıfsal aşağılanmaları, Kızılderililerin yeni kurulan toplumun dışında bırakılmaları, zengin ve güçlülere ulusal düzeyde tanınan üstünlük, devrim başlayıncaya kadar zaten yerleşmişti. Devrimle sınıfsal bir değişiklik olmadı. Hazırlanan anayasa, toplumun çoğunluğunu oluşturan dört kesimi kapsamıyordu. Bunlar köleler, sözleşmeli hizmet köleleri, kadınlar ve mülksüzler idi.

Amerikan devriminin sınıfsal özelliklerini aydınlatabilmenin en iyi yolu, İngilizlerden kalan çok büyük ölçekli toprağa ne oldu sorusuna cevap bulmaktan geçer. Bu topraklar iki yönlü devrim liderlerinin işine yarayacak şekilde dağıtıldı. Kendilerine ve dostlarına aslan payı, geniş bir toplumsal kesime yaranabilmek amacıyla da beyaz özgür küçük çiftçilere. Örneğin, Baltimore’nin ve diğerlerinin topraklarına el konulmuş, Washington’un dostu Fairfax’ın topraklarına dokunulmamıştı. Bu zatın toprak miktarı 5 milyon akredir. Yine, Benjamin Franklin’in 150 bin dolarlık servetini, Alexander Hamilton’un eşinin babası ve erkek kardeşi aracılığı ile kurduğu çıkar çevreleri ile ilişkilerini, James Madison’un kölelerini çalıştırdığı plantasyonlarını, Washington’un uçsuz bucaksız topraklarını da eklemek gerekir ki tablo tamamlansın.

Kuzey Amerika gelişirken elitler, tıpkı İspanyolların yaptığı gibi, defalarca ayrıcalıklı bir azınlık dışındaki herkesin ekonomik ve siyasal haklarını ağır biçimde sınırlayacak kurumları hayata geçirmeyi denedi. Ama bu model her seferinde tutmadı. Bunun ana nedeni kurulan yeni sistemi besleyecek yağmalanacak malların yokluğu idi. Ve süreç burada farklı bir şekilde gelişti. Kuzey Amerika eliti esasen, kankası İngilizlerin dünya imparatorluğunun ihtiyaçlarına karşılık vererek bir zenginlik yarattılar. Bu farklılık niteliksel bir farktan ziyade, çevresel koşullara uyum sağlama refleksinden kaynaklanan biçimsel bir farklılıktı. Tıpkı rengi beyaz olan kelebek türünün, kömür havzasında yaşamaya başladığında siyaha dönmesi gibi.

Anlata geldiklerimden çıkarılacak sonuçlar ise şöyle sıralanabilir;

1.Halk, ulus, bir toplumun üyelerinin kimler olacağına süreci kim yönetiyorsa o karar verir. Bu çoğunlukla egemen sınıftır. Toplum kuruculuğunu kim yapıyorsa, geçim olanaklarını kim kontrol ediyorsa, yazılan çizilenleri kim yönlendiriyorsa o karar veriyor.

  1. Her, sınıfsal farklılığa dayalı toplumsal dokuda, mutlaka bir dışlanan kesim mevcuttur. Bu bir sınıfsal tabaka da olabilir, Irki ya da etnik bir ayrıma dayanır. Ama mutlaka vardır böyle bir kesim.
  2. Bir toplumsal doku, ilk doğum anında nasıl oluştuysa, o esnada edindiği reflekslerle hareket etmeye devam eder. Bunun anlamı Kapitalizmin sıkıştığı koşullarda, ilk baştaki yapa geldiği yöntemlere döneceğidir.

4.Kapitalizm, anlatıla gelindiği gibi ilerici misyonları olan, feodalizme karşı aslan gibi mücadele etmiş burjuvazinin devrimleri sonucunda gerçekleşen bir sistem değildir. Ne sürecin başında, ne şimdi.

  1. Sol, Batı kapitalizminin ortaya çıkışı dönemine yapa geldiği güzellemeleri ve tarihin ileriye doğru aka geldiği iyimser inancını, terk etmek zorundadır. Kapitalizme tarihsel olarak ilerici payesi vermek, bu soygun çetesine hiç hak etmediği bir özellik bahşetmek demektir. Bu da günümüzde, solun ezilenlerden kopuşunu ve çürümesini hızlandırmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
  2. Bu bakış muhalefetin ufkunu daraltmaktan başka bir işlev görmez bugün. Bunun en açık örneği, bütün yaşantısını kapitalizme karşı mücadele ile geçirmiş birçok insanın emperyalizme karşı tutumlarıdır. Sınıflı toplumların yıkılabileceği, sınıfsız sömürüsüz bir toplum hayalinin rafın en ulaşılamayacak bölümlerine itelenmiş olmasıdır.

 

Saffet Bilen

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir