Harf Devrimi’nin Düşündürdükleri

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Emperyalizmin halka ve ilerici atılımlara karşı bir saldırı biçimi olarak kullandığı gericiliğe karşı verilen kavga devrim mücadelesinin parçasıdır.

Kasım 1928’de gerçekleştirilen Harf Devrimi, uzun zamandır Türkiye’yi geriye götüren bir sistemin, Şeriatçı anlayışın, emperyalizmin esiri haline gelmiş Osmanlı despotizminin simgelerinden birinin parçalanması için atılmış önemli bir adımdı. Türkiye’de bilimsel eğitimin yapılabilmesi-geliştirilebilmesi ve dinci tahakkümün toplum ve devlet üzerindeki etkinliğinin kırılabilmesi için bu adımın atılması gerekiyordu. Bu reformla çağdaşlaşma yönünde yol alınırken, laikliğe doğru da yaklaşılıyordu.

Bizler Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen Harf Devrimi, Kılık-kıyafet Devrimi, Medeni Kanun, Kadın Hakları ve benzeri hamleleri pek önemsemedik. Hatta bu tür reformları küçümsedik. On yıl öncesine kadar Laiklik üzerinde düşünmezdik bile. Öyle bir şeyin öneminin, anlamının ve hatta varlığının farkında değildik. Çünkü bu çağdaş gelişmişlik değerleri yukarıdan verilmişti ve ne anlama geldiğinin üzerinde durmamıza gerek de yoktu, nasıl olsa vardılar! Ama artık, gerici AKP iktidarı döneminde bu Cumhuriyet değerlerinin birer birer budanmasıyla birlikte ne kadar önemli şeyler olduğunu, onların hayatımızın kopmaz parçaları haline geldiklerini, kaybetmeye tahammül edemeyeceğimizi anlamaya başladık. Bu gidişle tahammülsüzlüğümüzün daha da artacağı muhakkak. Çünkü işbirlikçi AKP iktidarının “Yeni Türkiye” dediği şey dinci-gericiliğin tavan yapması anlamına gelmektedir. Becerebilirlerse Arap harflerine de geri döndürürler, Medeni Kanun’un yerine Mecelle’yi de getirirler.

Bu konunun önemini hala anlamamış olanlara yardımcı olması için Marx’ın 1854’te Osmanlı’daki mevcut Şeriat düzenini demokratikleştirmenin yolunun ne olduğunu açıklayan düşüncelerini okuyalım ve Cumhuriyetin ilk yıllarında atılan ilerici adımların önemini kavramaya çalışalım. Belki onun söyledikleri ayakları hala yere basmayan, bu anlamda da devrimciliği göklerde arayan bazı “solcular”ın bakışlarını değiştirmelerine yardımcı olur. Marx şöyle diyor:

Eğer Kuranın (Şeriat’da diyebiliriz bn.) yerine bir code civil (Medeni hukuk-kanun) koyacaksanız, Bizans (Osmanlı demek istiyor bn) toplum yapısını tümden batılılaştırmamız gerekir.”(1)

Marx, açıkça şeriatın yerine laik bir medeni hukuk sistemi koyarsanız Osmanlı toplum yapısını tümden demokratikleştirirsiniz diyor. Batılılaşma yerine Demokratikleşme ifadesini kullanıyorum, çünkü burada 1850 Batı Avrupa’sından söz ediliyor. Batı sisteminin hala devrimci-ilerici olduğu, kapitalizmin henüz emperyalist aşamaya geçmediği, rekabetçi dönemin gelişmekte olduğu yıllardan bahsediyoruz. Osmanlı’nın uluslaşma sorunu yaşadığı bu dönemde Batı da bu sorunu henüz bütünlüklü olarak çözmüş değildi. Örneğin 1850’ler Marx ve Engels’in, Almanya’da seküler devlet için verdikleri kavganın izlerinin henüz silinmediği bir dönemdir. Engels 1850’lerden söz ederken; “Şimdilik devrim bastırılmış gibi görünüyor, ama yaşamaktadır”(2) diyerek de söz konusu dönemin demokratik özelliğini ortaya koymaktadır.

Osmanlı’da Tanzimat’ın arkasından gündeme gelen kanunlaştırma hareketleri sırasında Medeni hukuk yürürlüğe sokulamamış onun yerine Şeriat hükümlerinin belirleyici olduğu Mecelle yürürlüğe sokulmuştu. Ancak Cumhuriyet’ten sonra Medeni Kanun yürürlüğe girebildi ve böylece Şeriat hukukunun hâkimiyetine resmen son verildi. Bu devrim niteliğindeki adımın ne kadar önemli olduğunu önümüzdeki dönemlerde daha iyi anlayacağımız kesin. Bugün tartışma konusu haline getirilen Kadın-Erkek eşitliği sorunu 1930’larda atılan ilerici adımlarla ortadan kaldırılmıştı. Seksen sene sonra bu konuyu tartışmaya açan, daha doğrusu o yıllarda atılan devrimci-demokrat içerikli bütün adımları geri götürmeye çalışan zihniyet, zamanı geldikçe, Osmanlı Şeriatına karşı atılan her ilerici adımı yok etmeye çalışacaktır. AKP ve yandaşlarının ortaya attığı her tartışmanın, her adımın arkasında bu gerici zihniyetin yattığını ve bu anlayışın altında da emperyalizmin tahakkümcü politikasının olduğunu aklımızdan çıkarmayalım.

Bize düşen görevlerin ilki ise halkımızın yıllar içinde kazandığı tüm ilerici-devrimci değerlere sahip çıkmak olmalıdır.

                                                                   Mehmet Ali Yılmaz

(1) Marx-Engels, Doğu Sorunu[Türkiye], S.380, Sol Yayınları, Birinci Baskı.

(2) Age, S.33

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir