Her Zaman Zafere Doğru

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Fidelimizi kaybettik!

  1. yy’da emperyalizme karşı verilen mücadeleler içinde başarıya ulaşan devrimlerin liderleri arasında devrimci politikayı başarılı biçimde yürütmesini bilen bir önderdi Fidel Castro. O, dünyanın en büyük, en tehlikeli ve en acımasız emperyalist devletinin adeta ağzının içinde küçük bir ada devletini, sosyalizmden taviz vermeden, bu canavara yedirtmeden günümüze kadar yaşatmayı başarmıştır. 1980’lerden beri emperyalistler dışındaki ülkeleri yakan neo-liberal politikalara ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasına rağmen Küba’yı ayakta tutmayı başarmakla kalmamış, bütün dünyadaki ve özellikle Latin Amerika’daki ilerici-devrimci gelişmelere de omuz vermiştir.
  2. yy’da devrim yapan sosyalist liderler arasında 21. yy’ı gören tek lider olan Fidel Castro, hayatını devrime adadı ve bütün varlığıyla emperyalizmle mücadele etti.

Yolun yolumuz olsun Fidel Castro…

 

***

Aşağıdaki çeviriyi başlangıcına bir not ekleyerek 2 Eylül 2016’da Anafikir’de yayınlamıştık. İşte o not ve çeviri:

Editör’ün Notu: Latin Amerika’da bölgesel yayın yapan, merkezi Venezuela-Caracas olan TeleSUR (La Nueva Televisora del Sur) ”Güneyin Yeni Televizyonu”, Castro’nun yaşamı boyunca ilham verdiği ve desteklediği emperyalizm karşıtı belli başlı devrimci hareketlere ve onun dünya çapındaki yaşayan mirasına bir göz atmış. Aşağıdaki çeviride görüleceği gibi Sosyalist Küba’nın yardım ettiği, dayanışma içine girdiği örgütlerin, hükümetlerin hepsi de emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadele etmişler. Buradan ortaya çıkan bir gerçek de; devrimci Castro’nun emperyalist devletlerle mücadele etmeyen kuruluşlara destek olmadığıdır. Yaşadığımız coğrafyada bu sonuçtan ders çıkarması gereken, kendilerini “kurtuluş savaşçısı” olarak takdim eden çok kişi ve örgüt olduğunu biliyoruz.  Gerçek ulusal kurtuluşçular dünyanın hiçbir emperyalist devletine kendilerini zincirlemezler, geleceklerini onların gölgesinde aramazlar, onlara karşı mücadele ederler ve ancak dünyanın devrimci güçleriyle, sosyalist kuruluşlarla ittifak kurarlar.

Fidel Castro Gerçek Bir Enternasyonalisttir

teleSUR / Global Research

  1. Güney Afrika’nın özgürleştirilmesi

Her ne kadar Angola 15 Ocak 1975 tarihinde Portekiz’den bağımsızlığını kazandıysa da, solcu Angola Halk Kurtuluş Hareketi (MPLA), Angola Ulusal Kurtuluş Cephesi (FNLA) ve Angola’nın Tam Bağımsızlığı İçin Ulusal Birlik (UNITA) arasındaki iç siyasi çatışmalar bu tarihten sonra tırmanışa geçmişti.

Gizli olmaktan çıkarılmış belgelere göre ABD, FNLA ve UNITA’nın finanse edilmesi ve desteklenmesi için 30 milyon dolar harcanmasıyla sonuçlanan bir CIA operasyonu yoluyla hegemonya elde etmeye çalıştı. Apartheid Güney Afrika’sı, istilalar, saldırılar ve Angola içindeki devrimci güçlere karşı sabotajlar gerçekleştirmek suretiyle CIA operasyonunu destekledi.

Savaş esnasında Fidel’in öncülüğü altında 25 bini aşkın asker ve askeri danışman Angola’ya konuşlandırıldı ve bu girişim son kertede ülkenin bağımsızlığını kazanmasına yardımcı oldu.

1988 yılında MPLA, Küba’nın desteğiyle, altı aylık bir çarpışmanın ardından Cuito Cuanavale köyünde Güney Afrikalıları nihai olarak yenilgiye uğrattı. Bu çarpışma Güney Afrika açısından o denli hayatiydi ki, apartheid hükümeti MPLA’ye ve onların Kübalı müttefiklerine karşı nükleer silah kullanmayı bile düşündü.

Küba, MPLA’nin Angola’nın geniş kesimleri üzerindeki kontrolünü savunmak ve komşu Namibya’nın bağımsızlığını desteklemek yoluyla, beyaz üstünlüğü yanlısı Güney Afrika’nın hırslarına gem vurdu. Savaş sonrasında da Küba, bir milyondan fazla Angolalıya okuma-yazma öğreten “Evet başarabilirim” programı gibi eğitim programlarıyla Angola’yı desteklemeye devam etti ve tıp ve takas programları sundu.

  1. Apartheid Güney Afrikası

Nelson Mandela hayattayken, Küba’nın Angola’da CIA destekli Güney Afrika’ya karşı yürütülen savaştaki desteğinden büyük bir apartheid karşıtı zafer olarak bahsederdi. İkon olmuş Güney Afrikalı lidere göre Castro Küba’sı, beyaz egemenlerin yenilmezliği mitinin yıkılmasına yardım etti ve kendi ülkesinin Siyah nüfusuna ilham verdi.

Mandela, 1990’ların başlarında Küba’yı ziyaret ettiği zaman “Küba halkının emperyalistlerin yönettiği, kirli bir kampanya karşısında bağımsızlığını ve egemenliğini korumadaki fedakârlıklarına hayranlık duyuyoruz” demiş ve eklemişti: “Biz de kendi yazgımızı kontrol etmek istiyoruz.”

İşte bu nedenle Küba, Mandela’nın hapisten çıktıktan sonra Afrika kıtası dışında ziyaret ettiği ilk ülke oldu.

Güney Afrikalı efsanevi lider, “Kübalılar bizim bölgemize doktorlar, öğretmenler, askerler, tarım uzmanları olarak geldi, ama asla sömürgeciler olarak gelmedi. Sömürgeciliğe, azgelişmişliğe ve ırk ayrımına karşı mücadelede bizimle aynı siperleri paylaştı” diyordu.

Mandela 1990 yılının Haziran ayında ABD’yi ziyaret ettiği zaman, Kübalı-Amerikalı topluluğundan sağcı protestocular tarafından, Fidel’i desteklediği için eleştirildi. Kendisine, komünizmi destekliyorsa Afrika’ya geri dönmesi gerektiği söylendi. Mandela liderliğindeki Afrika Ulusal Kongresi hiçbir zaman komünist olmayacaktı, fakat Fidel’e ve Küba Devrimi’ne, “bütün özgürlük sever insanların esin kaynağına” olan yakınlığı, sarsılmaz cinstendi.

“Yüzlerce Kübalı, öncelikli olarak kendilerinin değil bizim olan bir mücadelede gerçek anlamda canlarını verdi. Güney Afrikalılar olarak onları selamlıyoruz. Bu eşi görülmemiş özverili enternasyonalizm örneğini asla unutmayacağımıza ant içiyoruz.”

  1. Salvador Allende’nin Şili’si

1970’li yıllarda solcu Salvador Allende Şili’de iktidara geldi ve ülkenin ekonomik ve sosyal temellerini dönüştürmeye, doğal kaynakları millileştirmeye, yoksullar için evler yapmaya ve sağlık ve eğitim hizmetlerine erişimi geliştirmeye başladı.

1971 yılında Allende yönetimindeki Şili, Amerika Birleşik Devletleri’ne ve batı yarımküredeki devletlerin Küba’yla diplomatik ilişkiler kurmasını yasaklayan bir Amerikan Devletleri Örgütü protokolüne meydan okudu.

Bu, Fidel’in Şili’ye bir ay süren bir yolculuk yapmasına neden oldu. Fidel burada Allende’yle olan bağları güçlendirdiği gibi aynı zamanda işçilerle, öğrencilerle, köylülerle bir araya geldi ve solcu gösterilere katıldı.

Daha sonra 1973 yılında Fidel Allende’ye Şili’deki faşizme dikkat etmesini söyledi ve orduya çok fazla güvenmemesi yönünde onu uyardı.

Castro Allende’ye işçileri silahlandırmasını tavsiye etmişti. Daha ileride bu dönemi “Eğer her işçinin ve her köylünün elinde bunun gibi birer tüfek olsaydı, hiçbir zaman faşist bir darbe gerçekleşmezdi” sözleriyle hatırlayacaktı: “Bu, devrimciler için Şili’deki olaylardan çıkarılması gereken büyük bir derstir.”

Yaklaşık bu dönemlerde Fidel Allende’ye bir AK-47 silahı vermişti. Aktarıldığına göre Allende bu meşhur silahı, yaşamının son anlarına kadar La Moneda başkanlık sarayını savunmak için kullanacaktı.

Fidel ve Allende, Augusto Pinochet’nin CIA destekli kötü şöhretli darbeyle Allende’yi devirdiği 1973 yılına kadar yoğun yazışmalar yaptı. İki lider, ülkelerinde siyasi süreçlerin nasıl geliştirileceği konusunda birbirine mektuplar yazıyordu. Fidel’in Allende’nin siyasi partisi olan Halk Birliği’nin üyelerine tavsiyeler verdiği bilinir.

Allende’yi deviren 11 Eylül darbesi sonrasında Fidel bir konuşma yaparak, solcu lideri “bütün faşist ordunun toplamından daha fazla haysiyete, daha fazla onura, daha fazla cesarete ve daha fazla kahramanlığa” sahip olduğu için övdü.

  1. Emperyalizme Karşı Sandinistalar

Küba devriminin 1960’lardaki başarısı, Orta Amerika’da sağcı diktatörlüklere ve ABD emperyalizmine karşı mücadele eden solcu toplumsal hareketlerde ve gerilla hareketlerinde bir kabarmanın kıvılcımını çaktı. Bu grupların çoğu Küba örneğinden ilham aldığı gibi, aynı zamanda Fidel’in Küba’sından doğrudan destek de alıyordu. Bunların arasında Dominik Cumhuriyeti, El Salvador, Guatemala, Haiti, Panama ve elbette Nikaragua’daki gruplar vardı.

1960’lı yıllarda kurulmuş olan Nikaragua Sandinist Ulusal Kurtuluş Cephesi, 1979 yılında Anastasio Somoza’nın ABD destekli diktatörlüğünü devirdi, kitlesel okuryazarlık ve sağlık kampanyaları başlattı ve ülkedeki cinsiyet eşitliğini ve ekonomik eşitliği çarpıcı düzeyde arttırdı. Fakat Latin Amerika’daki pek çok başka örnekte olduğu gibi, 1980’lerin başı itibariyle CIA, ülkedeki Kontralar diye bilinen sağcı ölüm mangalarını finanse etmeye başladı.

Fidel’in Küba’sı Sandinistaları 1960’ların sonlarında desteklemeye başlamış, gerilla liderlerine eğitim vermişti. Devrim sonrası dönemde bu destek genişleyerek eğitim ve sağlık alanlarını da içine aldı. ABD’nin müdahalesinin ve sağcı şiddetin artışıyla Küba, emperyalizme karşı savaşında Sandinistalara silah ve lojistik destek de sağladı.

  1. Bolivarcı Devrim

Yakın zamanda hayatını kaybeden eski Venezuela lideri Hugo Chavez, Latin Amerika’nın 21. yüzyıla getirilmesine yardımcı oldu. Chavez, 1999 yılında devlet başkanı olduktan sonra bölgenin “pembe istikamet”inde kilit konumdaydı ve bir yandan milyonlarca insanın hayatını dönüştüren sosyal politikaları hayata geçirirken, diğer yandan kıta çapında ABD emperyalizmine karşı çıkıyordu.

Chavez’in öncülük ettiği Bolivarcı devrim hızla Latin Amerika çapına yayıldı ve başka devrimci liderlerin yanı sıra, dünyanın ilk Yerli devlet başkanı olan Evo Morales ile Ekvador lideri Rafael Correa’ya ilham verdi. Chavez bir keresinde, hayati önem taşıyacak şekilde Fidel’i “ustası” olarak tanımladı.

Bugün Küba ve Venezuela, enerji yönetiminden sağlık, eğitim ve tarım alanlarındaki sosyal programlarda işbirliğine kadar, kelimenin gerçek anlamıyla tüm sanayilerde ve sektörlerle ikili ilişkilere sahip. Küba devriminin – ve şimdi Bolivarcı devrimin – ideallerini mükemmel bir şekilde yansıtan bu tür programlardan biri, Operasyon Milagro. 2004 yılında iki ülkenin hükümetleri tarafından başlatılan Operasyon Milagro, her iki ülkede ve Küresel Güney çapındaki 34 başka ülkede görme bozukluğu olan kişilere parasız sağlık hizmeti sundu.

Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro 2015 yılında, “Bu, kıta çapında ve Afrika da dâhil olmak üzere kıta ötesinde son derece yaygın hale gelmiş, o denli güçlü bir misyondur ki, Fidel ve Chavez’in koyduğu 6 milyon hasta hedefine varmaya yaklaşıyoruz” demişti.

2008 yılında, o tarihte dışişleri bakanı olan Maduro, Chavez’in düşüncelerini yansıtmış, 1959 Küba Devrimi’ni hem 20. hem de 21. yüzyıllarda “gerçek siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel bağımsızlığın yolunu” etkileyen bir devrim olarak tanımlamıştı.

Maduro bu yorumları, Küba-Venezuela Siyasi İstişare Grubu’nun parçası olarak Küba’daki bir heyete liderlik ederken yapmış ve şu sözleri sarf etmişti: “Bizim ilişkimiz, kurucu babalarımızın hayal ettiği gibi tek bir halk, tek bir ülke haline gelmemizi sağlayan derin, geçmişi olan, stratejik bir kardeşliktir.”

Çev: Selim Sezer

medyasafak

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir