İdeolojiyle Karşılaşmalar II- Ali Murat Özdemir

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

İdeolojiyle Karşılaşmalar II

(ya da “Doğru Yerde Durmanın Neşesi”)

                                             Ali Murat Özdemir

Doğru olanın ne olduğu meselesi tartışmalıdır. Diğerleri karşısında boyu-posu, kilosu ve ağırlığı ile tartışmasız bir doğruluk pozisyonunu kaplayan önermelerin var olabileceği düşüncesi epeyce bir hırpalanmıştır. Ancak kültürel görececiliğin, “sol”-liberalizmin, post-yapısalcılığın “hiç-bir-şeyi bilemeyiz” (ya da “hepimiz öleceğiz o yüzden elde olana –hür demokratik parlamenter sisteme- sarılalım, tüketim toplumunu ve kimlikçiliği kutsayalım. Aman emperyalizm demeyelim, Batı’lıların gözlerinde özgürlükçü olalım özgürlükçü olmadığını düşündüğümüz yurttaşlarımızla göz göze gelmeyelim”) tutumu daha da vahim bir haldedir. Bir zamanlar matah sayılan “kafa karışıklığı iyidir”, “büyük anlatılara ha-yır”, “bir kelebek kanat çırpsa Afrika’da, var ya, devrim bile olabilir Kuzey Amerika’da” gibi cümleler anlamlarını/etkileyiciliklerini yitireli bir hayli zaman olmuştur.

Diğer yandan “doğru yerde durmanın mümkün olduğu” inancı kendisini her dönem korumuştur. Pek çok durumda doğru olanı saptayabiliriz bence ama doğru olan saptanabilse de saptanamasa da doğru yerde durmanın imkânı var ise gidip de orada durmakta fayda bulunmaktadır. Yalnızca ve yalnızca bu yerin varlığında (var olması koşuluyla) kendimizi yöneten kuralların oluşum süreçlerine katılma eylemi bir anlam içerecektir. Peki, nesinden, neresinden anlayacağız durduğumuz yerin doğruluğunu?

Sezişsel bir iş bu ama korkmayın, şaman gerekmez. Kelimelerle anlatılması zor ama deneyimlerinize yaslandığımda anlayacaksınız hemen. Doğru yerde durduğumuzu hissederek anlamanın pek çok usulü var. Madenlere ilişkin bir düzenlemeyi ya da uygulamayı ele alalım mesela. Bu uygulama ya da düzenleme neticesinde zarar görmesi ve kazanç edinmesi beklenen insanları, bunların değerlerini, gözlerini, sloganlarını, yaşam çevrelerini, çocukluklarını, çocuklarını, havalarını, kıyafetlerini, özlemlerini ve bir seri başka unsuru yan yana koyalım. “Olgular kendi hesaplarına konuşmazlar” diyen çıkacaktır ama –belki- bazen konuşurlar.

Konuşmasalar bile orada, maden protestolarında, gazıyla, hasadıyla, dostluğu ile dayanışmasıyla, hep-birlikte bir şey yapanlar, sadece yaptıklarını yaparken, gözleri yan yana, omuzları yan yana dururken durulan yerin doğruluğunu sezecektirler. Şart değil ama orada şarkı söylenir, pek tabii kahkaha atılabilir, yeni tanışmış insanlar kırk yıllık dostlarmışçasına birbirine seslenirken sigaralar, çaylar paylaşılır. Bazen susulur ama orada susmak yoklukla-suskunlukla aynı şey değildir. Tıpkı iki kişi arasındaki boşluğun, arasında durmak için iki kişisi olmayan boşlukla aynı olmaması gibi. Tekrar edeyim: İki iyi laf arasında duran suskunluk, arasında durmak için iki iyi lafı olmayan suskunluktan farklı olacaktır, her zaman.

Doğru yerde durup durmadığınızı anlarken bu birinci usulle ilintili bir başkası neşe kriterini öne çıkartacaktır: “O kadar gaz yedik, o kadar canımız gitti ama Haziran 2013’ün neşesi, ‘kut’u, yaşam enerjisi hala aklımızda!” ifadesini düşünelim bu durumda. Doğru yerde durmanın bir neşesi vardır. Yaptığınızdan gurur duyuyor iseniz –her ne yapıyor iseniz-, iyi bir maksatla şevkle hareket ediyor iseniz doğru yerdesiniz. Yanlışa hizmet ederken şarkı söylenmez söylense bile şarkıya benzemez. Yanlış iş yaparken sesler kesildiğinde, arasında durmak için iki iyi lafı olmayan bir soğukluk sızacaktır içinize.

Kendi yolunuz olsa, ne yapacağınızı bilseniz ya da yaptığınızı iyi olarak hissedip sevseniz ve o rotada ilerleyebilseniz, gayet iyi Türkçeleştirilmiş “ben böyleyim” şarkısında olduğu gibi “hayatın yıkılmayan duvarları var” kabilinden şevk verici laflarla başladığınız hareketleri sonuçlarından çekinmeden icra edebilirsiniz. Kendi yolunuz olsa, ne yapacağınızı bilseniz ve o yol diğerlerinin yollarıyla (kesişse değil) birleşse, bir arada yaşamanın tuğlalarını taşıyor olsanız, bu tuğlalarla birilerine değil herkese yarayacak bir yol, köprü yapacak olsanız, hayatın yıkılası duvarlarını ne de güzel yerinden oynatırsınız. İlkeler ve bu ilkeleri hatırlatan güzel sözler işe yarar bu durumda. Hadi oldu, sonucu beğenmediniz, hiç vakit kaybetmeden “Benim güzel hatalarım var” diyerek aynı rotada bir başka edimi gerçekleştirmeye durabilirsiniz.

Fakat diyelim, yolunuzu kaybettiniz… Gideceğiniz yer belli değil, şaşırdınız… Hiç yersiz, “geri alınamaz sözler ettiniz”, “gerekçesiz duran cinayetleri haklı ya da anlaşılır şeylermiş gibi sundunuz”, “katille mağduru aynı vagona koyup, bozulan kamu düzeninden ikisini de aynı şekilde sorumlu tuttunuz”, “‘geleceği sosyalist bir tarzda bir arada üretmek için yerinden kalkan insanların (bir arada tuğla taşıyanların) destansı eylemlerini’, (kendilerine daha iyi bir işgücü piyasası, daha iyi bir geçmiş anlatısı ve yeni kurulacak bir siyasal bölge içerisinde sınıfsal inkişaf alanı arayışı içinde) silahlanıp, gencecik askerleri milliyetçi bir kinle alçakça katleden insanların marifetiyle bir tuttunuz”, “barış terimini kirlettiniz”, “bir toplumun solunu bir başka toplumun ajanı haline getirme çabası içerisinde yerleri pislettiniz”…

Hemen üst paragraflardaki kriterleri hatırlayınız.

Bir bakınız bakalım hala Fatsa mısınız, Gezi misiniz, Artvin misiniz?

O duvarlar hala yıkılası gelecek mi gözünüze? Bir Fikriniz var mı sizin? Kaldırım yaptınız mı hiç? Yoksa yoldan geçen asker-polis çocukları nasıl havaya uçuracağınızı mı hesapladınız? İki iyi lafınız var mıydı susuşlarınızı arasına katık edeceğiniz? Hala Mahir misiniz toplumunuzu sevmekte yoksa onların için kanatanların evlerine taziyeye gidenleri mi savunmaktasınız? Randevuyu nereye verdiniz? Kime seslenecektiniz? Denizler yapabilecek misiniz damlalardan? Ulaşabilecek gibi görüyor musunuz kendinizi erdemli bir yarına? Geleceği birlikte örüyor musunuz bizimle hala, yerinde mi Hüsnü niyetiniz? Ölen askerlerin çocuklarına diyecek bir şeyleriniz var mı, neşeniz tam mı? Başka bir yerden soralım: Hatalarınız güzel mi hala?

“Evet hala öyle” diyenlere bir sözümüz yok, onlara sözlü iletişim mümkün değil… Diyemiyor iseniz, hele hele isteyip de diyemiyor iseniz, hemen atlayın son durağı cehennem olan o kimlikçi, etnikçi, mülkiyetçi, liberal, teslimiyetçi, nursuz, kutsuz, ışıksız trenden

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir