İktidarlar Savaşı- Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Buvebenzeri gelişmeleri ele alırken ABD’yi ve bölge politikalarının yönelimini ve

ihtiyaçlarını hesaba katmamak olmaz. Bu çatışmanın etkilediği bütün unsurların ve ABD’nin önümüzdeki dönemde yeni politikalar belirlemesi ve uygulamaya sokması kaçınılmaz olacaktır.                                                            

İKTİDARLAR SAVAŞI
Bu günün Türkiye gerçeğinde üç ayrı iktidar hüküm sürüyor. Bunların hiçbiri halkın ve ülkenin bütünün meşru devleti ya da iktidarı değil. Batılı emperyalistlerin planlarına uygun olarak yıktıkları Cumhuriyetin yerine gayrı meşru üç örgütlenme kurdular. Halk eninde sonunda ülkeyi parçalayarak yaratılan bu iktidarların hakkından gelecektir. Devrimcilerin bugünkü görevi de halk kitlelerinin hesap soracağı güne gidişi hızlandırmaktır.

 

Eski günlerin Büyük Koalisyon ortakları bir arada

Bugünlerde ülkenin yaşadığı, AKP devleti ile Cemaat devleti arasında bir süredir alttan alta süren çatışmanın alenileşmesidir. Bu arada BDP ise çözüm sürecinin sekteye uğramasını engellemek için AKP’nin yanında saf tutmaktan geri durmamaktadır.

İktidar çevreleri bu çatışma boyunca da her sıkıştığında yaptığı gibi aynı teraneyi tekrarlamaktadır. “Din-iman” ve “milli irade” hikâyelerine sığınmakta ve bu iktidar kavgasının gerçek içeriğini saklamak için “Gezi” saptırmasına ya da kendilerini iktidara getirirken iyi olan ama şimdi rüzgâr tersinden esmeye başlayınca kötülemeye çalıştıkları “dış güçler” vb ifadelere sarılmaktadırlar. Görünen o ki; bu eski koalisyon ortakları arasındaki hesaplaşma ile gizlenen ya da görmezden gelinen karanlık işler artık ortalığa saçılmaktadır. Kanun çıkararak, yönetmelik değiştirerek, bürokratları görevden alarak, atamalar yaparak, gözdağı vererek, tehditler savurarak yeni cerahatlerin patlamasının önüne geçemeyeceklerdir. Cehennemin kapısı açıldı bir kez. Artık bu iktidardan biri yıkılıncaya kadar bu yeni “açılım” sürecektir.

Yargı ve polis devleti olan Cemaat, yolsuzluğa batmış, her yanından pislik akan AKP iktidarının “dershane” misillemesine karşı saldırıya geçmiş bulunuyor. R.T. Erdoğan’ı bu saldırı karşısında bozguna uğramış bir suratla Konya’da ve diğer parti toplantılarında izledik. Ama R.T.E. ne kadar bağırırsa bağırsın ve tehditler savursun, savcıları ve polisleri değiştirsin,  görevden alsın bu operasyonu ve yeni yolsuzlukların patlatılmasını artık durdurması çok güç. Yapılan çok büyük ve çok sayıda yolsuzluğu bildiği için hangi saldırının ya da ifşaatın nereden, ne zaman geleceğini ve bu atakları nasıl durduracağını bilememenin derin sıkıntısı yüzüne vurmuş. Yarın ne ile karşılaşacağı belli değil. Suratı allak bullak, harita bozulmuş, psikolojisi yerlerde… Korkuyor, işin ucunun kendini bulacağından korkuyor.

Kim yapmış olursa olsun, lağım çukurlarından biri patlatıldı. Ortalığı b… götürüyor. Bu kadar pislik adam olanı on kez boğar. Ama arsız tınmaz. Bir atasözümüz vardır; “Arsıza söz, kokmuşa tuz kar etmez” diye. AKP döneminde çalınan paranın, el konan arazinin, yapılan yolsuzluğun, verilen-alınan rüşvetin haddi hesabı yok. İktidardakiler ne sözden anlarlar ne de tuzdan. Ortalığı pislik götürüyor, onlar halkın önüne çıkıp konuşmaya devam ediyorlar. Halkın önemli bir kısmı da hala onları dinlemeyi sürdürdüğü için ortalığa çıkıp konuşabiliyorlar. Ve bu durum asıl onların halka “göbeğini kaşıyan adam” muamelesi yapmalarına ortam yaratıyor.

Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun en önemli ismi Rıza Sarraf ve Başbakan Erdoğan aynı karedeler
 
AKP iktidarı döneminde, ülkeyi tarihinde görülmemiş ölçülerde borçlandırdılar ama buna karşılık ne ekonomiyi gerçek anlamda büyüttüler, ne de üretimi arttırmaya yönelik önemli bir yatırım yaptılar. Cumhuriyet tarihinde görülmedik ölçülerde yapılan bu büyük borçlarla alınan paralar nereye ya da kimlere gitti?

Onbir yıldır toplanan doğrudan ve dolaylı vergileri ne yaptılar? Bu paraların ne kadarını nereye harcadılar? Kuruş, kuruş hesabını vermeleri gerekir.

Bütün ihaleler, alımlar-satımlar, özelleştirmeler, giren-çıkan para, altın vs… ne varsa hesabı sorulmalı.

Bunu yapabilecek olan iktidara aday olmalı. Kuruş, kuruş bu hesabı soramayacak olan iktidara aday bile olmamalı. Yetimin hakkının lafla aranmayacağını, hesap sormanın ne kadar zor ama mutlaka yapılması gereken bir iş olduğunu hepimiz biliyoruz.

Hesap sormayandan da hesap sorulacağını yönetmeye aday olanlar bilmeli.

Bu İktidar Gidici Ama…

AKP gidici, artık herkes hesabını bu gerçeğe göre yapmalı. Ama bu iktidarı Cemaat güçleri değil halk göndermeli. Halkın iradesiyle AKP iktidarı sona ermeli. Çünkü doğru olan halkın kararıyla bu üç paralel iktidarın da tasfiye edilmesidir. Yeni bir devrimci halk iktidarı kurularak ancak bu sonuca varılabilir. Ama halk güçleri, günümüzde, bu sonucu yakalayacak koşullara ve etkinliğe sahip görünmüyor. Çünkü bu güçlerin öncü dinamiğini oluşturması gereken devrimci hareketin sağlıklı bir şekilde oluşmasını ve gelişmesini engelleyen faktörler, 20-30 yıldır sol-sosyalist ortamı etkileyerek ve hatta yönlendirerek bağımsız devrimci bir gelişmenin önünü kesmeyi becermiştir.  Bu faktörler; farklı odaklar, hareket-parti veya politikalar şeklinde devrimci-sosyalist hareketlerin gelişmesini durduracak ya da çarpıklaştıracak, etkisizleştirecek biçimlerde öne sürülmüşlerdir. Türkiye’nin kaderini AKP, BDP ve Cemaate teslim etmeyi esas alan Batı merkezli siyasalar, yeni liberal politikalarla kontrol altına alınan Türkiye’nin kanaat önderlerinin yanına solun bazı önde gidenlerini de katarak bugünkü sonucu yaratmayı başarmışlardır.

Yıllardır solu, taktıkları bu yeni liberal prangalara alıştırdılar. Tek büyük istisnası Mayıs-Haziran eylemleriydi. Onun da nedeni, bu hareketin, kontrol altında tutulan liberalleştirilmiş solun ve etnikçi çevrelerin dışında gelişen bir halk hareketi olmasıydı. Özellikle AB merkezli yeni liberalizmin solun hatırı sayılır kısmına taktığı bu prangaları kırması potansiyeli de taşıyan Mayıs-Haziran hareketinin daha fazla gelişmesi demek, on yıllar içinde oluşturulan dengelerin halk güçlerinin lehine hepten bozulması anlamına geliyordu. Kendi örgütlenmesini yaratamayan-ki sözünü ettiğimiz koşullarda yaratması çok zordu- bu halk hareketinin bir an önce sönümlenmesi ve önemsizleştirilmesi hiçbir zaman halka önderlik edemeyecek ölçülerde yıpranmış olan bazı “sol” çevreler için önemliydi. Bu sonucun yaratılmasında en önemli rolü sol görünümlü yeni liberallerin ve örgütlü etnikçi çevrelerin oynayabileceği belliydi. Güya bu halk hareketine destek vermek adına içlerine giren bu örgütlü çevreler (hepsi bilerek olmayabilir) attıkları sloganlarla, taşıdıkları pankartlarla hareketi kendi politikalarına ve amaçlarına alet etmeye çalıştılar. Bununla da kalmadılar; eylemleri, asıl amacından saptırarak, yanlış biçimlere yönlendirerek ya da geniş kitleleri mücadeleden soğutacak ölçüsüzlükteki biçimlere sokarak daralttılar. Mücadele ve eylem birliğini esas almak yerine ayrıştırıcı, ötekileştirici, baskı kurucu sloganları ve tarzı öne çıkardılar ve böylece birçoğu hayatında ilk kez bu tür eylemlere katılan insanların sokaklardan uzaklaşmasına zemin hazırladılar.

Oysaki bugün, AKP iktidarının sıkıştığı bu ortamda, tam da gerekli olan yeni bir Mayıs-Haziran hareketidir. Ama o hareketin yukarıda anlattığımız biçimde hırpalanması şimdi yeniden ortaya çıkmasının önündeki en önemli engeldir. O büyük kitlenin bugün “sol”a güvenerek sokağa çıkması mümkün görünmüyor. O geniş halk kitlesi, kendini “sol” olarak tanıtanların önemli bir kesiminin slogan, fikir ve politikalarıyla uyum içinde olmadığını somut pratikte öğrendi.  Bu gerçeği Gezi eylemleri sırasında ve park forumlarında gördü, yaşadı. Önümüzdeki dönemde geniş halk kitleleri, yurtsever-devrimci-ilerici şiarlara ve fikirlere yakın ama esasında yeni-liberal, yerelci, etnikçi, AB çizgisine yatkın olan ama görünüm olarak solcu ve hatta sınıf vurgusu yapan eğilimler içinde olanlardan uzak duracaktır. Bu kesimlere güven duymadığını Gezi eylemleri sırasında anlayanlara zaten hissettirdi.

Bütün bu olumsuzluklara karşın; bağımsızlıkçı, yurtsever, devrimci-sosyalistler bir yandan devrimci politikalar üretmeye çalışırlarken; diğer yandan da bıkmadan-usanmadan halk kitleleriyle her ortamda bağ kurmanın, gücü büyütmenin yollarını aramalıdırlar. Aslında Mayıs-Haziran eylemcisi kitleleri yeniden sokağa çıkaracak önemde gelişmeler çok uzağımızda değil.

Bu gerçeği ifade ettikten sonra yukarıda ortaya koyduğumuz düşüncenin devamı mahiyetinde önemli gördüğümüz muhtemel gelişmelerin altını çizelim: AKP iktidarı, bu kadar yıpratıldıktan sonra artık iktidar etme şansını hızla yitirecektir. Açıktır ki; AKP, bundan sonra kendi bürokratına bile söz geçirmekte çok zorlanacaktır. İstediği kadar görev değişikliği, yeni atamalar yapsın… Bu durumda kaçınılmaz olarak paralel iktidarlar etkinlik alanlarını genişletmeye çalışacaklardır. Ama AKP iktidarı da giderayak eskiden yaptıklarından daha ağır operasyonlara kalkışabilir. Bilhassa Cemaat çevrelerine yönelecek olan bu operasyonların nereye kadar gideceği ve ağırlığının ne olacağı iç ve dış hâkim güç dinamiklerinin göstereceği tepkilere bağlıdır. Bu tür gelişmeler çok önemli sonuçlara yol açacak kapıların açılmasına neden olabilir.

Unutulmasın, tarihi böyle günler içindir hatırlamak gerekir. Bu ve benzeri gelişmeleri ele alırken ABD’yi ve bölge politikalarının yönelimini ve ihtiyaçlarını hesaba katmamak olmaz. Bu çatışmanın etkilediği bütün unsurların ve ABD’nin önümüzdeki dönemde yeni politikalar belirlemesi ve uygulamaya sokması kaçınılmaz olacaktır.

Muhtemel gelişmeleri göz önüne alınca, AKP hükümeti hemen istifa etmelidir.

Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir