Irak İç savaşı Üzerine…

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Irak’ta Sünni cihatçıların İslami Devlet (İD) kurmak için, Irak’ta nüfusun %60’ını oluşturan Şiilere saldırısı ile iç savaş yeniden alevlendi. Sünni cihatçılar, asıl olarak Şiiler ile savaşırken birden bire Kuzey Irak Kürt yönetimine karşı da saldırıya geçtiler. Bu iç savaş, ABD’nin yanı sıra Sünni ve Kürt siyasi yapılarının şiddetle karşı çıktığı Başbakan Maliki’nin tasfiyesini de sağladı. Maliki’nin tasfiyesinin İran’ın bölgedeki etkinliğini ne ölçüde etkileyeceğini önümüzdeki dönemlerde göreceğiz.

ABD’nin işgalinden önce, Irak’ta üç büyük ve birkaç daha küçük toplumsal dinamik sürekli varlığını sürdürdü. Bunlardan birincisi iktidarda ağırlıklı olarak yer tutan, ama nüfus olarak Şiilerden sonra gelen, Sünni kesimlerdi. İkinci dinamik Şiilerden oluşuyordu. Üçüncü dinamik de etnik kimlik üzerinden kendisini ifade eden Kürtlerdi. Daha küçük bir dinamik ise Irak toplumunun %12’sini oluşturan (%40 Sünni-%60’ı Şii) Türkmenlerdi.

Irak’ta bugün yaşanan iç savaşın tarihsel köklerinin olduğu biliniyor. Bu toplumsal kesimler arasındaki çatışmalar yeni bir durum değil. Saddam’ın iktidarı döneminde bu çatışmalı durum devlet baskısıyla, şiddetle bastırılıyordu.  Çok gerilere gitmeden, Irak’ın yakın geçmişindeki çatışmalı, baskıcı ortamı kısaca hatırlamak, yeniden alevlenen iç savaşta, yanlış tavır almamızı engelleyebilir.

ABD Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ortaya çıkardığı fırsattan yararlanarak Yeni Dünya Düzenini oluşturmaya yöneldi. İran ile sekiz yıl savaştırılan Saddam, Kuveyt’i işgal etmesinin önü bilinçli olarak açık tutulmasını anlamayarak bu ülkeye girdi ve hemen sonra da ABD’nin saldırısına hedef oldu.

ABD’nin 1991’de, Birinci Körfez Savaşı’na girmeden önce, Irak’ta var olan toplumsal dinamikleri Saddam’a karşı harekete geçirme planı aynı zamanda yeni bir iç savaşın başlatılmasıydı. Bu politikayı 1973 – 1977 yıllarında ABD’nin 56. dışişleri bakanı olan Henry Kissinger’dan dinleyelim:

‘‘Prensipte, ben Irak iç direnişini teşvik etmekten yanayım; ancak bu gizli girişimlere içerden tanık olduğum için, dikkat edilmesi gereken üç not belirtebilirim.  Bu gizli operasyonlar maceraperestlerce değil, profesyonellerce yürütülmelidir. … Birleşik Devletler sorun çıktığında direniş hareketini askeri açıdan desteklemeye hazırlıklı olmalıdır, aksi durumda… Domuzlar Körfezi ve Kuzey Irak’ta uğradığı bozgunları tekrar etmiş olur ve desteklediklerinin çoğu tükenir ve sürgüne gönderilir.’’  1

Nitekim ABD yanına aldığı ülkelerden oluşturduğu uluslararası koalisyon ile Irak ordusunu Ocak-Şubat 1991’de ezerken, ABD Başkanı George H. W. Bush’un 15 Şubat 1991’de “Amerika’nın Sesi” radyosundan Iraklılara çağrı yaparak, onları ayaklanmaya çağırır.

 ‘‘Akan kanı durdurmanın bir yolu daha var ve bu da Irak ordusu ve halkının kontrolü kendi eline alıp diktatör Saddam Hüseyin‘in kenara çekilmesini sağlamaları”

Saddam’ın yenilgisi ve ABD Başkanının çağrısı, Irak’taki milyonlarca insana ABD’nin kendi saflarında olduğunu ve Saddam’dan kurtulacaklarını düşündürür. Saddam’ın yenilgisi ve ordusunun Kuveyt’te ezilmesi 1990 Mart’ında ülkenin güneyinde Şii, Kuzeyinde de Mesut Barzani ve Celal Talabani’nin önderliğinde Kürtleri ayaklandırır.

Bölge konjonktürü, ABD yönetimine Kürt ve Şii ayaklanmacıları sonuna kadar desteklemeye olanak vermez. Irak Cumhuriyet muhafızları ayaklanmaları acımasızca ezer. On binlerce kişi ölür. Toplu katliam korkusuyla yaklaşık 1,5 milyon Kürt, İran ve Türkiye sınırına doğru kaçar.

ABD, 1991’deki Birinci Körfez Savaşının iç isyan stratejisini 2003’deki İkinci Körfez Savaşı’nda da uygular. Irak’taki ana toplumsal dinamiklerin önünü sonuna kadar açar. Devletin tüm kurumları bu toplumsal dinamiklere göre yeniden düzenlenir. Yönetim erki Başbakanlık, Devlet Başkanlığı, Meclis Başkanlığı da buna göre paylaştırılır.

Artık Irak’ta, farklı toplumsal kesimleri zayıfta olsa bir arada tutacak ‘ortak bir ülkü’ de kalmamıştır. Her toplumsal kesimin kendi geleceğini kendi toplumsal yapısı içinde tanımlaması süreci başlar. Uzun bir süre bir arada aynı çatı altında yaşamış bu toplumsal kesimler arasında geçmişten gelen ‘ortaklık anlayışı’, planlı bomba patlatmalar, toplu ölümler, suikastlar, yerinden yurdundan göç ettirmeler vb. ile ortadan kaldırılmaya çalışılır. Artık Irak’ta iç savaş yeni bir evreye girmiştir. ABD’nin ünlü stratejisti-politika yapıcısı Z. Brzezinski, 2008’de, Irak’ta uzun sürecek bir iç savaş olacağını söyler.

‘‘ Kürdistan Kürtlerin denetimi altında, merkezi yerler giderek kabilelerin eline geçiyor. … Güneyse Şii militanların kalesi haline geldi.

Kürtlerin zaten oldukça kapsamlı bir özerklikleri var ve sonrasında da kendi yollarına gideceklerdir. Şii bölgesinin daha güçlü olduğu kesin ama Sünnilerin elinde büyük Sünni Arap para kaynağı var. Uzun süren bir iç savaş çıkacaktır (abç).

… Güçler dengesinin nerede kurulacağını az ya da çok tahmin edebiliyoruz. Sünnilere karşı Şiiler ve Kürtler birleşecektir ve Sünniler çok kötü bir yenilgi yaşayacaktır. Onlarda tam olarak bunun farkında oldukları için, bana göre bazı çarpışmalardan sonra içte bir uzlaşma sağlanacaktır.’’  2

Yaklaşık on yıldır bu şekilde süren ‘olağan iç savaş’ Sünni toplumsal kesimlerin bir kısmının bölgede var olan cihatçılarla birleşerek Irak Şam İslam Devleti’nin (İŞİD) Sünni İslam Devleti kurma çabası ile ‘olağan dışı’ bir duruma gelir.

İç Savaşlar Üzerine Tutumumuz
ABD’de Güney-Kuzey arasında, Fransa’da Fransız devrimi sürecinde, Rusya’da Sovyet Devrimi sonrasında, Anadolu’da Kurtuluş Savaşı’nda, İspanya’da Faşistlerle ile Cumhuriyetçiler aralarında vd. yaşanan iç savaşlarda taraflar kendi projesini etnik-inanç ayırımına gitmeksizin tüm ülkede egemen kılma mücadelesine girmişlerdir.

Irak’ta yaşanan iç savaşta ise taraflar, ülke bütünselliğine yönelik ortak bir projenin kabulünü sağlamaya yönelik değil de içinde yer aldıkları etnik yapıya ya da inanca göre savaşıyorlar. Arap Şii, Arap Sünni ve Kürt siyasi yapılarının her biri ülke içinde kendisine ait bir parça oluşturmayı hedefliyor. Doğal olarak da bu parça oluşturma mücadelesi, iç içe yaşayan farklı toplumsal yapıların birbirinden ayrıştırılmasını ve ülke içinde ‘doğal sınırlar’ ın ortaya çıkarılmasını gerektiriyor. Şiiler-Sünniler ve Kürtler arasında sınırların belirlenmeye çalışıldığı bir süreç yaşanıyor. Irak’ın zengin petrol-doğal gaz kaynaklarının toplumsal kesimler arasında paylaşımı, sınır sorununu daha da vahimleştiriyor. Sünni cihatçıların iğrenç videoları buna da hizmet ediyor. Önce Türkmenler yerlerini yurtlarını terk ederek Kürt bölgesine sığındılar. Bu arada, Kürdistan Bölgesel Yönetimi de topraklarını %40 oranında genişletmiş oldu. Arkasından Cihatçıların Yezidilere saldırılarından ve katliamlarından kaçan Yezidiler dehşet içinde ölüm korkusuyla, yerlerini yurtlarını terk ettiler. Irak’ta bir insanlık dramı yaşanıyor. Kürdistan Bölgesel Yönetimi peşmergeleri, savaşmadan geri çekildi. Yezidilerin yaşadıkları insanlık dramı karşısında dünya kamuoyunun tepkilerinin zirveye çıktığı noktada, Başkan Obama IŞİD mevzilerinin bombalanması emrini verdi. 9 Ağustosta New York Times’a verdiği röportaj bunu şöyle açıklıyordu.

‘‘Bizim, İŞİD’ı geriletmekle stratejik çıkarımız var.

…Irak ve Suriye’de Emirlik kurulmasına müsaade etmeyiz, çünkü alanda ortaya çıkan boşluğu, bizim dışımızda, işbirliği içinde olduklarımızın doldurma kapasiteleri olduğunu biliyoruz.’’

 Nitekim, ABD Genelkurmay operasyonlar direktörü General William Mayville kendisine görevi yerine getirdikten sonra yaptığı açıklamada şöyle diyordu:

 “… yapılan bombardıman İslam Emirliği örgütünün genel kapasitesini zayıflatma ve Irak veya Suriye gibi başka bölgelerde faaliyet gösterme yeteneğine engel teşkil edici nitelikte değildir”

Yani, ABD’nin hedefi IŞİD’i yok etmek değildi. ABD’nin bölge çıkarlarını (petrol-doğal gaz ve Irak’ planlarını) tehlikeye sokan İŞİD’ın operasyonlarını sınırlandırıyordu.

Irak’ta yaşanan bu insanlık dramı birden fazla sonuca yol açmış görünüyor. Bunlardan en önemlileri Maliki’nin tasfiyesi ve Mesut Barzani’nin Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Celal Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği‘nin (KYB) üzerinde anlaşamadıkları tüm konuları bir yana bırakıp, bölgesel birlik hükümeti kurmalarıdır. ABD-AB ülkelerinin Irak Kürtlerine (Bölgesel Birlik Hükümeti’ne ve dolaylı da olsa PKK’ya) silah yardımı yaparak iç savaşın, ‘bir güç dengesine’ ulaşmasını istiyorlar. Bağımsız Kürt Devletini ancak Birlik Hükümeti yönetiminde yeterince silahlara sahip ve savaşma becerisi gelişmiş bir düzenli ordu kurabilir.

Hangi insan cihatçı katiller sürüsünün yanında yer alabilir?

Peki, bu tür iç savaşta sosyalistler, devrimciler nasıl bir politika izleyecekler?

Irak iç savaşı şimdiden bu ülkenin sınırlarını aşmaktadır. Durumun muhtemelen bu şekilde gelişeceğini ön gören Amerikalılardan ikisiyle, 2008 yılında yapılan röportajdan bazı pasajlar verelim:
•    Eski ABD Başkanları George H.W. Bush ve Gerald Ford’un Ulusal Güvenlik Danışmanı, Richard Nixon’ın askeri Danışmanı olarak da görev yapan Brent Scowcroft:

‘‘… çok büyük bir sorunla karşı karşıyayız. Bölge son derece istikrarsız. Lübnan, Kudüs, Mısır, nereye bakarsanız bakın, istikrarsızlık potansiyeli var. Sünni, Şii, Fars ve Arap çatışmalarının şu an şiddetlendiği bir bölge olduğu için Irak sürekli bir istikrarsızlık kaynağı olamaya devam ediyor.

Irak’ın maliyetinin çok önemsiz kalacağı bir Orta-Doğu çatışması olasılığı ortaya çıkabilir. Bizim endişelenmemiz gereken asıl konu budur.’’

•    Dünyanın en önemli stratejistlerinden biri olarak kabul edilen ve eski ABD Başkanı Jimmy Carter’in ulusal Güvenlik Danışmanı olarak da görev yapan Z. Brzezinski:

‘‘Irak’taki savaş, karşımıza çıkan çok daha büyük bir bilmecenin parçası ve bu parçaların tümü birbirini besleyip üzerinde çok ciddi olarak düşünüp taşınmamız gereken gerilimler, karmaşalar ve tehlikeler yaratıyor’’

Kısacası Obama’nın bombalama emri cihatçı ordusunu imha etmeye yönelik değildir. Sadece iç savaştaki aktörlerin, faaliyet göstermesi için öngörülen sınırları aşmamasına yönelik bir uyarı niteliğindedir, denilebilir.


 
ABD-AB emperyalizmi başta olmak üzere, Irak üzerinde hesabı olan büyük güçlerin bölge politikalarının temelini ekonomik çıkarlar, stratejik hesaplar oluşturuyor. Bu güç odakları temel çıkarları ve planlarının başarısı için insan hakları, hümanizm, demokrasi gibi kavramları başarıyla kullanıyorlar. Algı operasyonlarına girişiyorlar. İŞİD’ın iğrençliklerinin ABD-AB emperyalistlerinin işini kolaylaştırdığı görülüyor. Tabii ki IŞİD saldırısından zarar gören herkese ama herkese sahip çıkılmalı. Bu sahip çıkma eylemimizi emperyalizmin ve bölgesel uzantılarının talepleriyle uyumlu kılarak değil, tam aksine emperyalizmin bölge politikalarına karşı duran bir noktadan, karşı politikalar üzerinden yaptığımızda bölgemizin gerçek barışa ulaşmasına ve halkların da eşitlik-özgürlük mücadelesine katkıda bulunabiliriz.

Hümanizm, bizim hem güçlü hem de zayıf yanımızı oluşturuyor. Bu gün Irakta Türkmenlerin, Yezidilerin yaşadığı insanlık dramı ne yazık ki;  ne ilk ne son dram olacak gibi görünüyor. ABD-AB ülkeleri başta olmak üzere, Irak üzerinde hesabı olan büyük güçlerin, bizleri hümanizmin dar çerçevesine sıkıştırarak, yürüttükleri politikaların bir unsuru haline getirmeleri tehlikesi ile karşı karşıyayız. İleride, Irak ve Suriye’nin de ötesinde, tüm bölgeyi kapsayabilecek bir savaşta; hümanizm, duygusal tarafgirlik, ezilenler vb. dar kalıplara sıkışarak doğru bir tutum geliştirebilmek olanaklı görünmüyor.

Bir kez daha vurgularsak: Bölgemizde yaratılan bu sorunların altında emperyalizmin bölgeye yönelik politikaları yatmaktadır. Önemli olan bu politikalara karşı çıkan, bu politikaları geçersizleştirmeyi amaçlayan siyasetler ve eylemler geliştirmektir. Bölgede yaşayan halkların demokratik yönetimlere kavuşması da insan haklarına uygun yaşam standarlarına kavuşması da ancak emperyalizmin hegemonyasının kırılması, politikalarının etkisizleştirilmesiyle mümkün olacaktır. Yoksa emperyalistlerin çizdiği düzlem içinde kalınarak yapılacak her şeyin gösteriden öte bir anlam taşımayacağını görmeliyiz.

Haluk Başçıl

 

  1 Amerika’nın Dış Politikaya İhtiyacı Var mı? Henry Kissinger, Metu Press, 2002, s 174
 2 Amerika ve Dünya: Amerikan Dış Politikasının Geleceğine dair Konuşmalar, Z. Brzezinski, B. Scowcfoft,Profil Yayıncılık, 2009, s 6–66

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir