Jean Michel Chassagne-Röportaj(2)

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

SNUipp-İlköğretimÖğretmenleri Sendikası Yöneticisi Jean Michel Chassagne ile gerçekleştirdiğimiz

röportajın ikinci bölümü

Anafikir: Peki ya grev, grev sizin ülkenizde nasıl organize ediliyor?

Grev düzenlenmesiyle ilgili kuralları kesin biçimde ortaya koyan metinler var. Tıpkı yurtdışında olduğu gibi Fransa’da da son birkaç yıldır grev düzenleme kuralları bir nebze daha karmaşık hale geldi. Başlangıçta yalnızca grevden beş gün önce, idareye grevin amaçlarını açıklayan bir bildirim yapılması gerekiyordu. Grev beş gün sonra gerçekleşiyordu. Fransa’da grevden önce grevin amacı ve taleplere ilişkin olarak müzakere süreci talep edilebiliyor. Eğer yaklaşık on gün boyunca müzakerelerden bir sonuç alınamazsa yine grev bildirimi yapılabiliyor. Bildirimle, yani grev yapma niyetinin beyanı ile grevin kendisi arasında en az beş gün olması gerekiyor. Yurtdışında da en az beş gün önce bildirim kuralı geçerli. Hatta, burada Türkiye’de sendikamızın lokal teşkilatı büyükelçilik birimlerine bir grev bildirimi yapabilir. Grev bu bildirimden en az beş gün sonra başlar.  Yurtdışındaysa, özel bir statümüz, farklı bir işleyişimiz olduğu için Dışişleri Bakanlığı’yla doğrudan görüşme yapamıyoruz.

Anafikir: İşyerlerinde, okullarda farklı sendikalar var. Bir sendika grev talebi yapar diğerleri buna katılmak istemezse grev nasıl düzenleniyor?

Fransa’da bir başka yasaya göre grev çağrısı çalışan personelin tamamını ilgilendirir. Mesela kendi sendikamızdan örnek vereyim, bizimkisi ilköğretim öğretmenlerini bir araya getiren bir sendika. Sendikamız farklı bakanlık komitelerinde yer alan temsilci kuruluş, hatta farklı yerel komisyonlarda üye bulunduran bir sendika. Grev çağrısı yaptığında, ilköğretimde görev yapan personelin tamamı eğer arzu ederlerse greve katılabilirler. Başka bir sendikaya mensuplarsa dahi eğer isterlerse greve katılma hakkına sahipler. Bundan dolayı bir soruşturmaya uğramazlar.  Grev sendikaların birlikte düzenlediği bir grevde olabilir. Eğer tüm sendikalar bir arada grev çağrısı yaparsa, bu, elbette sendikalar ve herkes için de daha arzu edilir bir durumdur. Ama bazen sadece tek bir sendika grev çağrısı yapabiliyor. Bu da sorun teşkil etmiyor. Grev çağrısı herkesi ilgilendirdikten sonra, yani grev çağrısı yapan sendikanın kendi üyeleri dışından aynı kategorideki başka sendikalar üye yada sendikalara üye olmayan herkesin greve gitme hakkı bulunuyor.

Anafikir: Sendikalar beş gün önceden bildirim yaptıklarında, greve katılacaklar isimlerini idareye bildiriyorlar mı? Nasıl oluyor? 

Burada iki şey geçerli olabiliyor. Fransa’da şu anki kamu görevlileri sistemini değiştirme girişimi oldu. Bu oldukça yeni bir girişim ve ilköğretimin özel statüsünden kaynaklandığı söylendi. Birkaç kelimeyle anlatmak isterim. Fransa’da ilköğretim elbette devlete bağlı, ancak belediyelere de bağlı durumda. Her bir belediye sınırları içinde bir okul olması gerekiyor. Ancak bu durum Fransa’daki belediyelerin %38’i için geçerli değil, bunlar da taşradaki küçük belediyeler. Ama belediyeye bağlı,  belediye tarafından yönetiliyorsa okul, Devlet birden bire grev olduğunda, grev günü çocukları okulda karşılama, tutma sorunu olduğunun fark etti! Böylece, grev gününde çocukların okula alınması ve çocuklarla daha iyi ilgilenilmesi adına –sendikalar için bu yalnızca bahaneden ibaretti- greve katılacak öğretmenlerin idareye 48 saat önceden bildirimde bulunmaları zorunlu kılındı. Bu Fransa’da çalışan personel için geçerli. 48 saat öncesinde greve katılma niyetini bildiren her personel son anda greve katılabilir ya da istemezse katılmayabilir. Yurtdışında ise okulda öğrencilerle ilgilenecek olan belediye olamayacağına göre, yasal düzenlemelerde bu konuda son derece açık, okul müdürü okuldan sorumlu kişi olarak öğrencilerin karşılanması ve onlarla ilgilenilmesine yönelik bir sistem oluşturmak durumunda. Bizim de Bu durum ilkokulların dışında öğrencilerin okulda karşılanması ve ilgilenilmesi gerekli olmayan diğer okullarda, grev kararını 48 saat önceden bildirmemiz gerekmiyor.

Anafikir: Greve katılan öğretmenlerden grev yaptıkları günler mesaiye gelmediklerinden dolayı maaşlarında kesinti oluyor deniliyor. Gerçekten bu böyle mi?

Ben eğitim dalındayım. Ama Renault’da (otomobil fabrikasında) işçi de olabilirim. İlgili meslek grubu ne olursa olsun. Greve katıldığım an maaşımın bir bölümünü kaybediyorum. Bu yaptığım grev gün sayısına bağlı olarak, aylık maaşımın otuzda birine yani bir günlük maaş sayılan bir miktara tekabül ediyor. Böylece maaşımın otuzda birini ve ek ödemeleri de kaybediyorum. Yani o günler için maaş almıyorum. 

Anafikir: Son yıllarda, bizde bir sendika krizinden söz ediliyor. Sizde de sendikal kriz tartışmaları oluyor mu?

Evet, çok yoğun tartışılıyor. Röportajın başında bir yüzde vermiştim. Yurtdışındaki çalışanlar bu durumla çok yakından ilgili. Fransa’da gerçekten de temsiliyet gücümüz düştü. Bunu çok tartışıyoruz. Fransa’daki en son sendika krizi biraz siyasetle ilgiliydi. Sendikalar politik olma iddiası taşımaz ancak yine de bazı büyük sendikaları, teşkilatları ilgilendiren, sarsan büyük siyasi değişimler olabilir. Şimdi son olarak yaşadığımız gelişmelerin geçmişine gitmeye gerek yok, ama bu son kriz biraz Fransız soluyla ilgili bir krizdi. Fransız sosyalistleri siyasi olarak kendilerine tabi olacak sendikal teşkilatlar oluşturmak istediler. Sendikal örgütler buna, tabiiyet sendikacılığı girişimlerine büyük tepki gösterdi. Mesela, eğitimde, biraz evvel UNSA adlı bir kuruluştan söz etmiştim. Biz FSU’ya bağlıyız. Başlangıçta tek bir sendika vardı, o da ilköğretimde çalışan öğretmenler için.  Bu sendika dağıldı, çünkü bir grup ilk ve ortaöğretim öğretmenlerinin aynı anda, tek çatı altında sendikalaşması gerektiğini savundu. Biz ise, öncelikle ilköğretimdeki öğretmenlerin kendi sendikalarının olmasını ve  aynı Federasyona bağlı ortaöğretim öğretmenlerinin sendikası ile birlikte davranılması, ortak çalışılması gerektiği fikrini savunduk. Tabi, küçük çaplı aleni bir kriz yaşandı. İnsanlar politik olarak tekrar bir araya gelmekte güçlük yaşadılar. Mitterrand’la sol 1981’de iktidara geldiğinde işçi dünyasında büyük bir beklenti vardı. Mitterrand’ın yarattığı beklentiler, özel olarak da laiklikle ilgili beklentiler hiçbir şekilde gerçekleşmedi. Bu yüzden siyasetin sol kanadında ve solun sendika uzantısında bir hoşnutsuzluk ortaya çıktı. Ben kendim de, sendikacılığa siyasetten soğuyarak girdim, bir şeyleri değiştirmek gerekiyorsa bunu yapmanın tek yolunun sendika olduğunu düşündüm çünkü siyaset yolu artık geleceğe umutla bakmamıza izin vermiyordu.

Anafikir: Şu sıralar, Fransa’nın milli eğitim politikası nasıl?

Şu sıralar bir sorun var çünkü Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’yle ve parlamentoda çoğunluğa sahip milletvekilleriyle birlikte muhafazakâr bir hükümete var. (Not: Röportajın yapıldığı 2012 Mart ayında Fransa Başkanlık ve Parlamento seçimleri yapılmamış, Sosyalist Parti Başkanlık ve Parlamento seçimlerini henüz kazanmamıştı). Şu anki hükümet laik Fransız Okulu anlayışını, yani Fransız okulunu var eden ilkeleri adım adım terk ediyor gibi görünüyor. Fransa’da devlet okullarının 1881 yılına dayandığını hatırlatmak isterim. Jules Ferry adlı Bakan devlet okulu kavramını getirmiştir. Daha sonra kilise ve devlet okulları ayrılmıştır. Laiklik ilkesi okullara kesin bir şekilde yerleştirilmiştir.  Sonrasında da tartışmalar sürmüş, çeşitli açıklama ve geriye dönüş girişimleri olmuştur. Örneğin Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin yaptığı, bir öğretmenin ruhani ve temel moral değerler anlamda hiçbir zaman bir rahibin yerine geçemeyeceğine dair konuşma. Bu açıklama devletin Kiliseyle gecikmiş, aynı zamanda saçma bir uzlaşma çabasına girdiği izlenimi verdi. Çünkü ben burada bir uzlaşma söz konusu olmadığını düşünüyorum. Bir noktada, var olan bir ilke var. Bu ilke, laiklik ilkesi yüz yıldan uzun süredir varlığını koruyor. Kilise ve manevi alana ait her şey kişiye özel ve şahsi alandır. Devlet o alana girmedi. Okul da manevi alana girmedi, Kilise’nin rolünü oynamadı. Bu, tam anlamıyla kuşkulu karışım, okulda hâkim anlayış açısından bizi endişelendiriyor.   

Bir de ekonomik kriz var tabi. Bu kriz herkesi, çalışma yaşamını etkiledi. Kriz ortamında devlet okul sistemini suçlama gibi kolay bir yola başvurdu. Ama bu yeni bir şey değil. Fransa’da 2. Dünya Savaşı’nda bir İşgal dönemi, karanlık bir dönem yaşadı.  Alman işgali altındaki Fransa’da özel bir rejim olan Mareşal Petain rejimi iktidardaydı. Bu dönemde de iktidar Fransa’nın çürüdüğünü ve bu çürümeden de 1936’da iktidara gelen Halk Cephesi’nin (sol cephenin) sorumlu olduğun söylüyordu. Fransa’nın içine düştüğü bu sözde çürümeden kamu ilkokullarını da sorumlu tutmuştu. Yani,  o dönemde de reform adı altında öğretmenler işten çıkarılmış ve daha gerici eğitim programları oluşturulmuştu. Şu an Fransa’da işgal dönemini tekrar yaşıyoruz demek istemiyorum, ama durum oldukça tehlikeli. Fransa’da iş bulamıyorsak bu krizin değil öğrencileri kötü yetiştiren okulun suçu, deniliyor. Tabi ki bu tür argümanlara duyarlı olan bir kitle var. Bu kitle bu argümanları dinlemeye hazır, çünkü bu argümanlar çok basit, hatta aşırı basit ve yanlış. İnsanları yönlendiren basit bir argüman da şu: İş bulamıyoruz çünkü yeterli eğitim alamadık, çünkü öğretmenler kötü. Neden öğretmenlerimiz kötü? Çünkü işlerini iyi yapmıyorlar. Neden işlerini iyi yapmıyorlar? Her şeyden önce sık bir şekilde okula gelmiyorlar ve sık sık hastalanıyorlar.  Madem öğretmenler hastalıkların arkasına sığınıyorlar, o zaman onlara hastalandıklarında yapılan ödemeleri keselim deniyor. Ayrıca, eğitim müfredatı da iş dünyasının gerçeklerine uyumlu değil. Yani müfredatın yenilenmesi, müfredat reformu gerekiyor deniyor. Müfredatın yenilenmesi reformunun öğrencinin nitelikli eğitimi açısından bir gerileme olduğunu görüyoruz. Bu müfredat ile öğrenciye biçilen iş yükü çok daha ağır. Öğrenci çalışmıyorsa ya da başarılı olamıyorsa, sanki iş yükünü artırıldığında öğrenci daha fazla çalışacak ve daha başarılı olacak gibi bir mantık yürütülüyor.  Hâlbuki bir öğrenciye verilen iş yükünden ziyade çalışma metodu ve biçimi üzerine yoğunlaşmak gerekiyor. Bu tür çabalarla programlar yenilenmeye çalışılıyor ancak yanlış yönde. Şu çok açık ki Fransa’da eğitim sistemine karşı bir saldırı var. En son tepki de çok fazla öğretmen olduğu ve öğretmenlerin çalışmadığı, derse girmediği şeklinde. Buda son derece haksız ve doğru da değil. Fransa eğitim sisteminde tabii ki her gün sürekli derse girmeyen öğretmenler var. Ancak, bu öğretmenler eğitim sisteminin öğretmenlere yüklediği ve öğretmenlik mesleğinin bir parçasını oluşturan, çocukların karşılanması, organizasyonu, gözetimi, animasyonların, derslerin hazırlanmasına ilişkin görevler yerine getiriyorlar. Fransa’da eğitim deyince öğretmenin yaptığı tek çalışma sınıfta ders vermek değil; eğitim merkezlerinin düzenlediği kampanyalara katılmak, keşif dersi olarak adlandırılan dersler vermek de eğitim çalışmaları içerisinde yer alıyor. Bu merkezlerde çalışan öğretmenler için, bu öğretmenleri tekrar sınıflara sokmak gerekiyor deniyor. Çünkü bu anlayışa göre sınıfta olmayan öğretmen ciddi değil, öğretmen derslikte değilse çalışmıyor deniyor ki bu da yanlış. Eğitim alanında, kültür, animasyon alanında ya da organizasyonda çalışarak da sınıfta her gün sürekli ders veriyor olmaksızın da başarılı bir çalışma yürütebiliriz. Nihayetinde son argüman da Fransa’da çok öğretmen olduğu şeklinde. Devlete pahalıya mal oluyor. Maliyeti yüksek olduğu için de öğretmenler işten çıkarılmalı. Bu şekilde eğitim maliyeti düşecek, daha ucuza mal olacak. Böylelikle tasarruf yapabileceğiz. Dolayısıyla eğitime ayrılan bütçeye ilişkin eleştiriler var. Eğitim programlarına ilişkin eleştiriler var. Bize dayatılan ve şu an yürürlükte olan eğitim programları eski, demode programlar. Önceliği öğrenmeyi kolaylaştıran, geliştiren dolayısıyla eğitimin kalitesini yükseltmeye değil, öğrenciye bilgi yüklemeye veriyor. Bir de öğretmenlere yönelik eleştiri var. Fransa’da alınan, bu Türkiye’de de biliniyor, son tedbire, işe devamsızlıkla ilgili. Bunu önleme adına hastalık raporlarında ödeme kesintisine gidildi. Fransa’da memurlardan hastalık raporuyla verilen istirahat günlerinin hepsi için ücret ödenirken, şimdi istirahatın ilk gününe ücret ödenmiyor. Bu yıldan itibaren hasta olma ‘‘suçunu’’ işlediğinizde, sanki bu, kişinin kendi suçuymuş gibi bir günlük maaşı kesiliyor.

Anafikir: Eğitim sektöründe iş sözleşmesi açısından bir değişiklik var mı?

Sözleşmelerin biçimi açısından mı? Sözleşmelerin düzenlenmesi açısından mı?

Anafikir: Biçimi açısından.

Sözleşme biçimi. Bizler kamu görevlisiyiz. Şu an için bir değişiklik yok ama değişim sinyalleri gittikçe daha da güçleniyor. Bu konuda gittikçe daha çok fikir beyan ediliyor. Fransa’da aşırı sağ kamu görevlilerinin statüsünü değiştirmek istiyor. Bir kişinin iş hayatına kamu görevlisi olarak başlayıp, kariyerinin sonuna kadar kamu görevlisi kalmasından Fransa’da sağ hoşnut değil. Bundan rahatsızlar. Sağın burada yapmaya çalıştığı kamuyu özelleştirmek değil, kamu çalışanlarının iş güvencesini kaldırmak, işine rahatlıkla son verebilmek. Tabi ki biz buna karşıyız. Şu açık ki, kamuda çalışmanın avantajı, kamu görevlisi olarak çalışmaya başladıktan sonra yıllar içinde derecesinin, kademesinin yükselmesi sonra da kamu görevlisi olarak emekli olabilmektir. Sağın istediği şey, kamu çalışanlarının işten çıkarılabilmesi. Kamu görevlilerini, 30 yıl emeklilik süresi gelmeden, belli bir yılın sonunda idari bir değerlendirmeye tabi tuttuktan sonra onlara ya ikinci bir dönem daha bu işe devam edersiniz ya da niteliklerinize uyan bir iş ararsınız denilebilecek. Bu şu an sadece teklif aşamasında. Ancak bunlar tartışılan konular. Tabi bu kesin biçimde kaçınılması, kaygı duyulması gereken bir durum. Çünkü biliyoruz ki Fransa’da sağ zaten kamu görevlisi sayısını azaltmaya çalışıyor. 1999’dan bu yana Fransa’da emekli olan her iki personelden birinin yerine yeni kamu personeli atanmadığını hatırlatmak isterim. Memur sayısı gittikçe azaltılıyor. Ancak belli bir yıldan sonra bu tür bir kontrole gitmek öğretmenlerden yükümlülüklerini almak ve onları korunmasız bir duruma getirmek olur. Çünkü kamuda bir süre çalışan bir kişi daha sonra hemen istihdam edilmek garantisine sahip değil. Getirilmek istenen kontrol mekanizmasıyla,  öğretmenler iş güvencesinden mahrum çalıştırılacak ve belli bir yılın sonunda kamudaki görevine son vererek onları evine gönderilebilecek. Kamuda bir süre çalışan bir kişinin daha sonra hemen bir iş bulabilmesi kolay değildir. İstihdam edilmek garantisine sahip değildir.

Anafikir: Bizde artık kadrolu kamu çalışanı istihdam edilmesi pek tercih edilmiyor. Gerekli çalışan sayısını tamamlamak için kadrolu kamu çalışanı statüsünde olmayan sözleşmeli personel atanıyor. Sizde durum nasıl?  

Bizde de sözleşmeli personel atanabiliyor. Bizim politikamız sözleşmeli statüdeki personelinde nihayetinde kamu görevlisi olma amacı taşıdığı, kamu görevlisi statüsüne geçirilmesi temelinde oldu. Şu ansa sözleşmeli personeli kadroya almak yerine sözleşmesini süresiz sözleşme haline getirmek gibi bir yöntem izleniyor. Biz bu işleyiş biçimine tamamen karşıyız. Eğitimden söz ediyorum, çünkü eğitim alanı en iyi bildiğim alan. Eğitimde çalışan tüm sözleşmeli personelin bir an önce kadroya alınmasını savunuyoruz.

Anafikir: Peki sayıları artıyor mu?

Şu an için gözlemlediğimiz bir durum değil. Şu an gözlemlediğimiz şey kadro sayısının azalması. Bu şu an için sözleşmeli personel sayısının artması anlamına gelmiyor. Bu daha ziyade sınıflardaki öğrenci sayısının artması anlamına geliyor. Gittikçe azalan sayıda öğretmene artan sayıda öğrenci düşüyor. Sınıf başına öğrenci sayısı artıyor. Tabi bu da beraberinde bizlerin belli bir sayıdaki öğrenciye ders vermeyi başaramadığımız gibi argümanları beraberinde getiriyor. Bizse öğrenci sayısı belli bir rakamı aştıktan sonra kaliteli bir pedagojinin zorlaştığını savunuyoruz. Tabi bu da aşırı sağa, karşı tarafa, bizlerin belli bir sayıdaki öğrenciye ders vermeyi beceremediğimiz şeklinde ek argümanları da beraberinde getiriyor. Bizse sınıflardaki öğrenci sayısı belli bir rakamı aştıktan sonra nitelikli eğitim verilemeyeceğini, eğitim kalitesinin de düşeceğini söylüyoruz.

Anafikir: Öğrenci sayısında bir sınır var mı?

Hayır. Ama yazılı olmayan bir sınır var. Ben ilköğretimde çalışıyorum. İdarelerin zımnen kabul ettiği bir sınır var ki bu da okuma-yazma öğrenilen birinci sınıfla ilgili bir sınır. Bu sınıfa Fransa’da hazırlık sınıfı adı veriliyor. Bu sınıfta öğrenci sayısının en fazla 25 olması gerekiyor. Diğer sınıflarda sınıf başına düşen öğrenci sayısıyla ilgili yazılı bir sınır yok.

Anafikir: Örneğin, 10 yıl önce sınıf başına kaç öğrenci düşüyordu? Bugün bu sayı kaç olmuş durumda?

Ortalama olarak bakalım. Ortalamadan hareketle düşünmek de beraberinde şöyle bir sorun getiriyor. Fransa’nın bir bölgesinden diğerine, hatta bir mahalleden diğerine çok büyük farklar olabiliyor. Bu yüzden ortalamayı kullanmak biraz güç olabiliyor. Şu an için sınıf başına düşen öğrenci sayısı artıyor. Bu rakam 22’ydi. 22 öğrenci çok fazla değil denilebilir. Ama bu Fransa’da küçük köy okullarının sınıflarında belli bir rakama ulaşabilmek kolay değil. Bu okullarda öğretimin devam etmesi için sınıflarda çok daha az sayıda öğrenci olacağı anlamına geliyor.  Çünkü köylülerin bu okullara ihtiyacı var. Fransa’da ücra demeyelim de, nüfus yoğunluğunun çok az olduğu bölgelerde, bazı yerlerde bir okuldan diğerine gidebilmek için kilometrelerce yol kat etmek gerekiyor. Bu yüzden kimi yerlerde sınıf başına öğrenci sayısı çok azken diğer bölgelerde bu sayı çok daha yüksek. Bu ortalama bugün 22’den 23’e çıkmış durumda. Şu an 23.5 ve yükselmeye devam ediyor. Bugün, Fransa’da derslik başına düşen öğrenci sayısı artmaya devam ediyor. Nedeni de çok basit. Çünkü gittikçe daha fazla sayıda çocuk doğarken onlarla ilgilenecek öğretmen sayısı gittikçe azalıyor.

AnafikirBu röportaj için çok teşekkürler.

Bende teşekkür ederim.

 

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir