Kırsal Alanlar Boşalıyor-Ahmet Demirtaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

2B arazilerinin satılmasına yönelik hazırlıklar, Maden Yasası, Turizmi Teşvik Yasası, Yenilenebilir

Enerji Yasası ve son aylarda çıkarılan Kanun Hükmünde kararnamelerden; doğal varlıklar halkın yararı için değil, sermaye için yönetilmek istendiğini apaçık göstermektedir.

 

ademirtas@anafikir.gen.tr

Kırsal Alanlar Boşalıyor

Türkiye’de büyük kentlerin nüfusu çok hızlı artıyor. Metropol kent olarak adlandırılan İstanbul, Ankara ve İzmir gibi kentlerin nüfus artışı daha da belirgin olarak görülebilmektedir. Kentlerdeki hızlı nüfus artışının kırsal kesimden gelen göçlerle gerçekleşmektedir. İş bulma, eğitim, sağlık gibi olanakların bulunmaması; çoluk çocuğunun geleceğini güvencede görmemesi nedeniyle kente göç olmaktadır. Kırsal kesim olarak adlandırılan yerleşmelerde ekonomik, kültürel olanakların yetersiz olması yanında geçimin daha çok tarım, hayvancılık, ormancılıktan sağlanmaktadır. Kapitalizmin yaygınlaşması sürecinde kırdan kente göçün yaşanacağı herkes tarafından bilinen bir gerçekliktir. Bu durumun nedenlerinden bir tanesi; tarımdan sanayiye ( köylüden sermayeye) rant aktarılmasıdır. İş ve aş umuduyla kente göçen binlerce işsizi zor koşullar beklemektedir. Öte yandan örgütsüz olan bu yeni işsizler düşük ücretle ve güvencesiz çalışma koşullarına razı olmaya zorlanmaktadır. Başka bir anlatımla, daha zor koşullarda çalışarak daha fazla sömürülmektedirler.

Son 20-25 yıllık dönemde uygulanan tarım, hayvancılık, ormancılık vb. politikalarla; kırsal kesimde yaşamak iyiden iyiye zorlaşmıştır. Özellikle “küçük üretici” olarak nitelenen yoksul köylülerle tarım işçileri geçimlerini sürdüremez duruma düşürülmüştür. Yaratılan bu yoksulluk ortamı, kırsal kesimdeki insanı kente göçe zorlamıştır. İş bulma ve daha iyi yaşama olanağı yaratma umuduyla geldiği kentte ise acımasız ve insafsız sömürü ile karşılaşacaktır. Günümüzdeki kırdan kente göç olayı, kapitalizmin yaygınlaşması sürecinde ortaya çıkan bir sonuç olmaktan çok ötededir. İktidarlar bilinçli politikalar izleyerek bu sonucu daha da hızlandırmışlardır. Küçük üretici köylüye yaşama olanağı tanımayan politikalar, büyük kapitalist çiftlikler oluşturmaya olanak sağlamaktadır. Yaşanan süreç ve hızlı yoksullaşma sonucunda yoğun göç süregelmektedir. Göç sonrası ortaya çıkan ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal durumları iyi irdelemek gerekmektedir. Bu durum sınıf mücadelesinin yeni ve başka bir boyut kazanması gerektiği anlamına gelmektedir

Kırsal kesim olarak adını sıkça yinelediğimiz alan, sayısal olarak çoğu köy ve kasaba olarak adlandırılan yerleşmelerden oluşmaktadır. Nüfusu 2500’ün üzerinde olduğu için geçmiş yıllarda belediye örgütü kurulmuş yerleşmeler kasabalardır. Kasabaların nüfusu iyice azaldığından önümüzdeki dönemde belediye olma haklarını yitirmekle karşı karşıyadır. Kırsal kesimdeki köy yerleşmelerinde ise nüfus azalması(kente göç) çok daha fazladır. 1980-1990 döneminde zorla boşaltılan binlerce Kürt köyünün durumu bir yönüyle konumuz içinde yer almakla birlikte ayrı bir değerlendirmeyi gerektirmektedir. Topraksız ve az topraklı köylülerin yaşam koşullarının kötüleşmesi sonucu göçenlerin sayısı fazladır. Bu durumun sonucu olarak küçük parçalardan oluşan tarım alanları terk edilmiştir. Toprak artık ekilip biçilmemektedir. Bunun yerine büyük çiftlikler etkinliklerini sürdürmektedir. Kentlere ve yollara yakın olan kimi köylerde ise; kentte oturup köye gidip gelebilen kişilerce tarımsal etkinlikler sürdürülmektedir. Kimi köylerde ise; yalnızca yazın ve tatillerde oturulan yeni ve gösterişli konutlar yapılmaktadır. Kentte oturan orta sınıftan kişilerin köylerde yaptırdığı konutları, geleneksel köy konutları arasında deyim yerindeyse sırıtmaktadır.

Bu aylarda yolu köye düşenler gözlemişlerdir. Köylerde yaşayanların sayısı belirgin bir biçimde azalmıştır. Köylerde sanki yalnızca yaşlı kişiler yaşamaktadır ve kış aylarında iyice ıssızlaşmaktadır.  Köy yapıları ise bakımsız ve yıkılma tehlikesi altındadır. Hayvancılık gerilemiş durumdadır. Buna karşın nüfusun fazla olduğu 25 yıl önceki döneme oranla yol, su, elektrik gibi alt yapı olanakları artmıştır.

Türkiye’deki köylerin yarısına yakını sınırları içinde orman bulunduğu için “orman köyü” olarak nitelenmektedir. Orman köyleri tarım, hayvancılık ve ormancılık ile geçimlerini sağlamaktadır. Yeryüzü biçiminin özelliğinden ötürü ulaşım ve iletişim olanakları kısıtlıdır. Orman köyü olarak tanımlanan köylerde verimli tarım alanları daha azdır ve daha küçük parçalardan oluşmaktadır. Bu yapı nedeniyle yoksul köylü sayısı daha fazladır. Başlangıçta sözünü ettiğimiz kırsal kesimin yaşanamaz duruma getirilmesi politikalarından etkilenerek nüfusun azaldığı gerçekliğine, orman köylerine ilişkin bazı rakamlar verelim. Orman köyü sayısı 1985 yılında 17564, 1990 yılında 17900, 1997 yılında 19018 2011 yılında 21310 dur. Yıllara göre değişiklik göstermesi; tanımlardan, ağaçlandırma alanlarının orman statüsüne alınmasından ve eskiden mahalle olan yerlerin köy yapılmasından ileri gelmektedir. Nüfusları ise; 1970 yılında 8,3 milyon, 1975 yılında 9,3 milyon, 1980 yılında 9,9 milyon, 1985 yılında 10,1 milyon, 1990 yılında 8,8 milyon, 2011 yılında 7 milyon olmuştur. Normal koşullarda kırsal kesimdeki nüfus artışının kentlere göre daha fazla olduğu bilinmektedir. Bu gerçekliğe karşın köy nüfusunun azalmış olması; göçün miktarının ne denli çok olduğunu göstermesi açısından anlamlıdır. Türkiye’nin amaçlamış olduğu Avrupa Birliği’ne (AB) girme hazırlığı içinde kır nüfusunu azaltma hedefi de dikkate alındığında; yakın gelecekte kırsal yerleşmelerin nüfusunun hızla azalacağını söylemek yanlış olmaz.

Köy nüfuslarının azalması ve giderek köylerin yok olması; devrimcilerin benimseyeceği bir durum değildir. Köylerle birlikte mimarlıktan el sanatlarına, tarımdan yemek kültürüne değin kültür kalıtımızın da yok olması anlamına gelir. Bu yerleşimler sınıf mücadelesi yönünden de önemlidir.

Sonuç Olarak

Son 20-25 yıllık süreçte izlenen ekonomik, sosyal, eğitim vb. politikalar kırsal kesimdeki yaşam olanaklarını iyice azaltmıştır. Bunun sonucu olarak yoksullaşan kitleler kente göç etmek zorunda bırakılmıştır. Kent işsizleri ve işçisi durumuna getirilerek ucuz emek pazarında sömürülmeye başlanmıştır. Kapitalizm yalnızca emeği değil, doğayı da sömürmeyi amaçlar. Ormanların, meraların, tarım alanlarının, kıyıların; sınırsızca turizm, madencilik ve HES yatırımlarına açılmak istenmesi rastlantı değildir. AKP iktidarı döneminde binlerce hektar alanın ve doğal varlığın bu türden yatırımlara özgülenmesi; sermaye birikimini artırmak içindir. 2B arazilerinin satılmasına yönelik hazırlıklar, Maden Yasası, Turizmi Teşvik Yasası, Yenilenebilir Enerji Yasası ve son aylarda çıkarılan Kanun Hükmünde kararnamelerden; doğal varlıklar halkın yararı için değil, sermaye için yönetilmek istendiğini apaçık göstermektedir. Sermaye; maden işletmeciliği ve HES projeleriyle varlıklara el koyma ve pervasızca doğayı yıkıma uğratma işlerini yapabiliyorsa; köylerde yaşayan nüfusun azalmasından da cesaret aldığını unutmayalım.

Ahmet Demirtaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir