Kuruluşunun 74. Yılında Köy Enstitüleri- Tahsin Doğan

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

KURULUŞUNUN 74. YILINDA KÖY ENSTİTÜLERİ
                                Tahsin DOĞAN

1.    KÖY ENSTİTÜLERİNİN DOĞUŞU
Türkiye’de 1920’li yıllarda nüfusun %80’i köylerde yaşıyordu. Öğretmenlerin ise %75i kentlerde, %25’i köylerde çalışıyordu. Okuma yazma oranı %3,5 – 4 civarındaydı. Tarihimizdeki ilk gerçek nüfus sayımı olan 1927 yılı sayımına göre genel nüfusun sadece % 4.7si okuyabiliyordu. 1935 nüfus sayımında bu rakam % 15’e çıkmıştı. Ama 16 milyon nüfusumuzun 12 milyonu köylerde yaşıyordu. Bu nüfus ilkel bir şekilde tarımla uğraşıyor köy ve toprak ağalarının emrinde, onlara bağımlı şekilde yaşamlarını sürdürüyorlardı. 40 bin köyün 35 000 inde okul ve öğretmen yoktu. İlköğretim çağındaki 1.700.000 çocuktan sadece 300.000 i okula gidebiliyordu. Bunların sadece binde biri bir üst kademedeki okullara gidebiliyordu. Geri kalan çocuklar ise genellikle ailelerinin yaptığı işe yardımcı oluyordu. Bu dönemde erkeklerin % 23.30 u, kadınların % 8.20 si okuma yazma biliyordu.

Öğretmenlerin %78’i kentlerde,% 22 si köylerde çalışmaktaydı. Öğretmenlerin neredeyse tamamı kent kökenli olmaları nedeniyle köylere gitmeyi istemiyorlardı. Romanlarda ki çalıkuşlarına çok az rastlanıyordu.

İlkel de olsa, üretim araçları ağaların elindeydi. Kırsal kesime sağlık elemanları gitmezdi. Hastalar, üfürükçülerin, muskacıların, ermiş gözüyle bakılanların elindeydi.

Ülkenin bu durumdan kurtulmasının tek yolunun eğitim olduğunu gören Mustafa Kemal ve arkadaşları eğitimi önemsiyor ve savaş içinde kuruluş süreci yaşayan yeni Türkiye’nin en önemli sorunu olarak görüyordu. Yunan askeri Polatlıya kadar gelmiş, top sesleri duyulurken, Ankara’da Mustafa Kemal’in de katılımı ile 15 Temmuz 1921’de “Maarif Kongresi”nin toplanması, eğitimin önemini vurgulamaya yetiyor. Bu kongrede ve 1923 ve 1924’te toplanan “Heyet-i İlmiye”lerde, eğitim konusu enine boyuna tartışılıyor fakat köklü bir çözüm üretilemiyordu. Tevhid-i Tedrisat yasası ve harf devrimi ile bu alana önemli kazanımlar sağlandı ancak yetmiyordu.

Mustafa Kemal’in talimatıyla cumhuriyetin ilk yıllarında (1925) Amerikalı eğitimci John Dewey’in getirtilerek, Türkiye eğitim sistemine ilişkin çalışma yaptırılması ve rapor hazırlatılması da eğitime verilen önemi vurguluyordu.

Eğitim şuraları toplanıyor, Meclis’te çözüm önerileri tartışılıyor, öğretmen okulları açılıyor, öğrenci kontenjanları artırılıyor, fakat eğitim sorununa köklü ve toplu bir çözüm getirilemiyordu. Öğretmen okulları yetmiyordu. Harf devrimine, çeviri ve yayıncılığa verilen öneme karşın okuryazarlığın düşünülen hızda yayılmamasının ana nedeni öğretmen yokluğuydu. 1930’lu yılların ortalarında, 40 bin köyün 35 bini öğretmensizdi. Öğretmen okulları yılda 300-350 kadar mezun verebiliyordu. Bu hızla eğitim sorununu aşmak olanaklı görülmüyordu.

Osmanlı’dan cumhuriyete geçişle birlikte yaşanan değişimin kitlelerce benimsenmesi, korunması ve geliştirilmesi eğitimli bir toplumu zorunlu kılıyordu. Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar eğitim alanında devrimci bir yaklaşımı gerektiriyordu. Türkiye’nin içinde bulunduğu iklim Köy Enstitülerini doğurmaya zorluyordu. Ve bu gerçekleşti.

Köy Enstitüleri’nin resmi kuruluşu 17 Nisan 1940 olmakla birlikte, temellerinin oluşturulması daha öncelere dayanmaktadır. CHP’nin 1935’te yapılan kurultayında ağırlıklı olarak cumhuriyete sahip çıkacak kadroların yetiştirilmesi için eğitim sorununun çözülmesi gerektiği açık şekilde vurgulandı. Bu nedenle Mustafa Kemal’in yakın çevresinden Saffet Arıkan Milli Eğitim Bakanlığı’na getirildi.

Saffet Arıkan, ismi Köy Enstitüleri ile bütünleşen İsmail Hakkı Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne getirdi.  Tonguç ve kadrosu, devam eden sisteme yeni bir dinamizm kazandırdılar. Bu kadro köye ulaşmanın yeni yolları üzerinde çalışmaya başladı. Varılan sonuç şuydu; askerliğini çavuş veya onbaşı olarak yapanlar, kısa süreli ve pedagojik ağırlıklı bir kurstan geçirilecek ve köye “eğitmen” olarak gönderilecekti.

Bu proje ilk olarak 1936-1937 öğretim yılında Eskişehir- Çifteler de başlatıldı. Bir yıl sonra kursu bitirerek köye giden eğitmenler büyük başarılar gösterdi. Sonuç Tonguç ve arkadaşlarını cesaretlendirmişti. Bunun üzerine 24. 06. 1937 de 3238 sayılı Eğitmen Kanunu çıkarıldı. Bu yasanın birinci maddesinde “… Nüfusları öğretmen gönderilmesine elverişli olmayan köylerin öğretim ve eğitim işlerini görmek, ziraat işlerinin fenni bir şekilde yapılması için köylülere rehberlik etmek üzere köy eğitmenleri istihdam edilir.” Denmekteydi.  Bundan da anlaşıldığı üzere eğitmenlere, öğretim sorununun dışında da sorumluluklar yüklenmişti. 1947 yılına kadar 8000 dolayında eğitmen yetiştirildi. Bunlar emekli oluncaya kadar eğitim sisteminde kaldılar ve başarılı çalışmalar yaptılar.

Bu denemenin ardından süresi ilkokul üzerine beş yıl olan, Eskişehir / Çifteler ve İzmir / Kızılçullu da iki “Köy Öğretmen Okulu” açıldı. Bunları ertesi yıl Kırklareli / Kepirtepe ve Kastamonu / Gölköy, Köy Öğretmen Okulları izledi.

Köy Öğretmen Okulu’nu bitiren öğretmenler okuldaki örgün eğitim öğretimin yanında köylüye de kurslar açarak okuma yazma ve kültürel gelişimlerine katkıda bulunuyorlardı. Öte yandan sağlık ve ziraat işleri yanında demircilik, marangozluk ve benzeri teknik konularda da köylüye rehberlik ediyorlardı.

1938 yılının son haftasında Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığına gelmesi ile bu çalışmalar daha da hızlandı. Hasan Ali Yücel, Köy Öğretmen Okullarını ve köy okullarına yönelik çalışmaların yanında yayın alanında da önemli çalışmalar yaptı. 2 Mayıs 1939 da ilk “Neşriyat Kongresi”ni topladı. Bu kongrede ulusal kitaplığın yaratılması, yayınların köylere ulaştırılması, dünya klasiklerinin çevirilerinin yapılması ve sözlük hazırlanması yönünde önemli kararlar alındı.

Bu dönemde tüm dünya klasikleri Türkçeye çevrildi. Bunlar enstitülerde okunuyor, okunanlar üzerinde yoğun tartışmalar yapılıyordu. Şu anda bir tanesi elimde olan ve Köy Enstitüsü öğrencilerince çıkarılan dergilerde öğrencilerin yazıları, araştırma ve incelemeleri yayınlanıyordu. Bu dergilerde köye ve toplumsal yaşama ilişkin araştırmaların yanında, sanata, dünyadaki bilimsel gelişmelere yönelik çalışmalara ve çevirilere yer veriliyordu. Sayıları yüzleri aşan sanatçı, yazar ve bilim insanı Köy Enstitülerinin yarattığı bu iklimde yetişti.

Köy Enstitüleri Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Ümit Kaftancıoğlu,Mehmet Başaran,  Ali Dündar, Dursun Akçam gibi birçok önemli yazar, sanatçı ve düşün insanı yetiştirdi.

1940’a gelindiğinde, “Köy Öğretmen Okulları”nda yetişen öğretmenlerin çalışmaları ve başarıları, Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un yürekli atılımları ve çalışmaları Köy Enstitüleri’ni doğurdu. 17 Nisan 1940 ta çıkarılan 3803 sayılı yasa ile “Köy Enstitüleri” resmen kuruldu. Kısa sürede Anadolu’nun 21 yerinde açılan Köy Enstitüleri Türkiye’nin eğitim sorunlarının çözümüne büyük katkılar yaptı.

1940 yılından başlayarak, tarıma elverişli arazisi bulunan köylerde veya yakınlarında Köy Enstitüleri açıldı. Öğretmenler köylülere hem örgün eğitim verecek, okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak hem de modern ve bilimsel tarım tekniklerini öğretecekti.

O dönemde, ezberi temel alan ve tüm Türkiye de uygulanmakta olan anlatım yöntemi yerine iş için, iş içinde eğitim ilkesi uygulanmaya başladı. Her köy enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeleri vardı. Derslerin %50’lik bölümü temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise sanat ve tarıma dayalı uygulamalı eğitimdi.

 

Köy Enstitüleri açılışından kapanışına kadar süren altı yıllık sürede,  15.000 dönüm araziyi tarıma elverişli hale getirdi. Buralara su kanalları da açıldı ve üretim yapıldı. Yaklaşık 750.000 yeni fidan dikildi. 1.200 dönüm bağ dikildi. Öğrenci ve öğretmenlerin de katkılarıyla 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santralı, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. yol yapıldı. Sıfırdan yaratılan bu çiftliklerde enstitü öğrencilerinin uygulamalı eğitim görmesi sağlandı.

2.    ÖZGÜN KURUMLAR OLARAK KÖY ENSTİTÜLERİNDE İŞLEYİŞ
Köy enstitülerinin en önemli özelliği demokratik bir yönetimi yaşama geçirmiş olmasıydı. Öğrenci, öğretmen, çalışanlar ve yönetim tüm çalışma ve karar süreçlerinde birlikteydiler. Ünlü Cumartesi Toplantıları’nda geçen haftanın değerlendirilmesi, gelecek haftanın planlanması tartışılıyor, ortak kararlar alınıyordu.

Cumartesi toplantılarında geçen bir olayı aktarmak istiyorum. Bir kış günü Pamukpınar Köy Enstitüsü Müdürü’ne Yıldızeli’nden konuklar gelir. Evde et yoktur. Müdür nöbetçi öğrenci ve öğretmen denetiminde mutfaktan 3 kilo et alır ve ertesi gün de Yıldızeli’nden getirdiği eti yerine koyar. Cumartesi toplantısında şöyle bir durum yaşanır. Küçük bir öğrenci söz alarak müdürü eleştirir. Müdür ertesi gün eti yerine koyduğunu söyler. Öğrenci; “ama müdürüm sizin aldığınız et o gün bizim yemeklerimizde kullanılmadığı için, o etin vereceği kadar az kalori aldık. Bu da bizim o günkü çalışmalarımızın verimini olumsuz etkiledi.” Der. Müdür tüm öğrencilerden özür diler.  

Kapatıldıktan sonrada öğretmen okullarında bu gelenek bir süre devam etti. Bizim okuduğumuz 1960’lı yıllarda öğrenci derneği yönetimine ve kollara yapılan seçimler, büyük bir yarış içinde ve demokratik bir ortamda yapılırdı. Seçilen arkadaşlarımız okul yönetimi ile birlikte çalışırdı.

Üstelik öncesinde ve o dönemde öğretmen okullarını bitiren öğretmenler köy değil kentlerde çalışmak istiyor, köyü sürgün yeri gibi algılıyordu. Daha sonra Köy Enstitülerinden mezun olan öğretmenler ise köye hizmet etmek için adeta yarışıyorlardı.

Köy Enstitüleri yasası çıkarılırken muhalifler, Sovyetler Birliği’nde ki Politeknik okulları kastedilerek projenin “dış kaynaklı” olduğunu söyleyerek karşı çıktılar. Kazım Karabekir’in projenin nereden alındığını sorması üzerine Hasan Âli Yücel şu açıklamayı yaptı:

Arkadaşlar bu kanunla bizim yaptığımız şey bir kopya değildir. Bunları kendi ülkemizin var olan gerçeğine ve toplumsal olgusuna uyarak yapmış bulunuyoruz. Bu bizimdir kimseden almadık. Başkaları bizden alsınlar.

Köy Enstitüsü yasasının görüşülmesi sırasındaki tepkilerden, bu kurumların büyük engellerle karşılaşacağı çok açık görülüyordu. Oturumdaki 426 milletvekilinden 148’i oturumu terk etmiş, 278 milletvekilinin oyu ile yasa kabul edilmişti. Muhalefetin başını Celal Bayar, Adnan Menderes çekiyordu.

Elbette Köy Enstitüleri, Sovyetlerde olduğu gibi sosyalizmi hedefleyen eğitim kurumları değildi. Ancak Türkiye’nin o günkü koşullarının doğurduğu demokratik, toplumu bulunduğu konumdan daha ileriye taşıyan, köyün kendi iç dinamiklerini yaratarak, %80’i köyde yaşayan bir ülkenin köyden canlandırılmasını hedefleyen özgün eğitim kurumlarıydı.
Köy Enstitülerini diğer eğitim kurumlarından farklı kılan orada uygulanan uygulamalı eğitim programı ve yaratılan dayanışmacı ruhtur. Bu okullardan yetişen öğretmenlerin bilime olan inançları, demokrasi sevgisi, demokrasi mücadelesinde ön saflarda yer almaları, Güzel sanatlara, müziğe, çevreye, toplumsal gelişmeye olan duyarlılıkları, örgütsel mücadeleye olan inanç ve katkıları, toplumun eğitim ihtiyaçlarının doğurduğu özgünlükleri, kısa sürede onların diğer eğitim kurumlarından farklılıklarını gösterdi. Bu nitelikleri nedeniyle sadece Türkiye de değil tüm dünya eğitim sistemi içinde özgün bir eğitim çalışması ve modeli olarak yerini aldı.

Köy Enstitüsü mezunları, Türkiye’nin demokratikleşmesi, halkın yaşam standardının yükseltilmesi ve eğitimli bir toplum yaratılması çabasında hep ön saflarda mücadele etmişlerdir.

Köy Enstitülerinin, tek partinin devlet ve kurumlarına egemen olduğu bir dönemde demokratik bir işleyiş modelini gerçekleştirmeleri en büyük başarılarından biridir. Yönetiminde, öğretmen öğrenci ve öğrenci yönetim ilişkilerinde demokratik bir işleyişin hakim olduğunu görürüz. Eğitimde, üretimde, enstitü olanaklarından yararlanmada eşitlik ve birlikte karar alma ilkesinin yaşandığını görürüz.

Günlük yaşam, eğitim ve diğer çalışmalar tamamen demokratik bir işleyiş içindeydi. Günlük çalışma; öğretmen, öğrenci, yönetim ve çalışanlarla birlikte planlanır ve uygulanır. Denetimi de kendi iç mekanizma içinde geliştirilen organlar tarafından yapılır ve değerlendirilir. Görülen aksaklıklar, yanlışlar gene öğrencilerin çoğunlukla yer aldığı kurullarca sorgulanır, yaptırımları belirlenirdi.  

Köy Enstitülerinde Planlama ve Eğitim Programları
Eğitim programları ve planlama yörenin özellikleri de göz önüne alınarak birlikte yapılır ve uygulanırdı.
Köy enstitüsü öğrencileri öğretim zamanlarının %50 sini kültür derslerine, %25’ini tarım derslerine ve uygulamalarına, %25’ini de sanat derslerine ayırıyordu.

Öğrenciler etkinliklerini ekipler halinde, fakat yarışmacı değil, dayanışmacı bir ruhla sürdürüyorlardı. Bu deneyim iş içinde eğitimin, dünyadaki en özgün örneklerinden biriydi. Köy Enstitüleri sadece köye öğretmen yetiştirmiyor, çok yönlü donanıma sahip, Türkiye gerçeğini bilen ve çözümler üreten köy önderleri yetiştiriyordu.

Köy enstitüsünü bitiren bir öğretmen aynı zamanda ziraat, sağlık, inşaat, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık, marangozluk ve benzeri alanlarda uygulamalı olarak yetiştiriliyordu. Gittikleri köylerde köylülerin de katkısıyla kendi okullarını inşa edebilecek bilgi, beceri ve donanıma sahiptiler. Birçok Köy Enstitüsü binaları öğrenciler tarafından inşa edilmişti

Öğrenciler her sene 25 tane klasik romanı okumakla yükümlüydü. En az bir müzik aletini çalmayı da öğreniyorlardı. Aşık Veysel’de uzun yıllar Köy Enstitülerinde müzik öğretmenliği yapmıştır.

Köy Enstitüleri sadece öğretmen yetiştiren kurumlar değildi. Bulunduğu çevrenin ekonomik ve toplumsal kalkınmasını da üstlenmiş durumdaydılar. Bu dönemde köyden alınıp eğitildikten sonra köylerine eğitmen ya da öğretmen olarak geri gönderilen bu çocuklar, köylere adeta ışık saçıyorlardı. Eğitimde, tarımda, işte, sanatta, zanaatta ve sağlık alanlarında başarılı çalışmaları göz kamaştırıyordu.

Köy Enstitüleri, bugünün Türkiye`sin de bile çözülemeyen ezberci, yarışmacı, kendine güvensiz eğitim sistemini kökten çözmüş, ortadan kaldırmıştı. Köy Enstitüleri öğrenci merkezli, yaparak ve yaşayarak öğrenme sürecini ilke edinen, çocuğun özgür ve kendine güven duyduğu bir eğitim-öğretim ortamı yaratmıştı.

Bugün Türkiye’nin yaşadığı eğitim ve demokrasi sorunlarının kökeninde Köy Enstitüleri`nin kapatılması yatmaktadır. Köy Enstitüleri`nin kapatılması ile sadece eğitimde demokratik işleyiş değil, genç cumhuriyet ve demokrasimizde büyük yara almıştır. Bugün yaşanmakta olan cemaat ve gerici iktidarın ulaştıkları devasa gücün önü açılmıştır.

Gerici güçlerin saldırısı sadece Köy Enstitülerine değildir. İlk saldırıları tekke ve zaviyeleri ortadan kaldıran 3 Mart 1924’te çıkarılan Öğretim Birliği Yasasıdır. Ardından 1 Kasım 1928’de yapılan harf devrimidir. Doğal olarak bu iki önemli atılım Köy Enstitülerine giden yolu temizlemiştir. Bugün bile aydınlığa yakılan her muma karşı çıkan bu çevreler, o günlerin koşullarında cehaletten daha çok destek alıyorlardı.

Köy Enstitülerinde toplam olarak 17342 öğretmen yetişmiştir. Bunların 1398 i bayan 15943 ü erkektir. Yine bu okullarda 7300 sağlık memuru, 8756 eğitmen yetişmiştir. O dönemde yaklaşık 40 bin köyümüz vardı. Köy Enstitüleri her köye bir öğretmen yetiştirecek zamanı bulsaydı, bugünkü sorunları belki bu denli ağır yaşamayacaktık.

Laik, bilimsel, uygulamalı ve karma eğitim verilen Köy Enstitülerinde özgüveni yüksek, eleştirel düşünebilen, yaşadığı toplumu kavrayan ve ileri götürme çabası içinde olan, sorun çözebilen gençler yetiştiriliyordu. Bugün yaşayan Köy Enstitülü öğretmenlerin gözlerinde ve davranışlarında, bu özellikleri açıkça görülmektedir.

Bugün eğitimdeki sorunlar o güne göre daha da artmıştır. Okuryazarlık çözülmüş gözükse de okuyan, yazan, bilgisini yaşamla bütünleştiren, yaratıcı, dayanışma ruhu gelişmiş, bilimsel bilgiyi rehber edinen insan bulmanın zorluğunu hepimiz bilmekteyiz.

Günümüzde insanlara bilgisayar gibi sadece bilgi yükleniyor, teorik olarak çok biliyor ve konuşuyor, ne var ki gerçek yaşamda bocalıyor, ne yapacağını bilmiyor. Gençlerimiz çocuklarımız, not almaya, diploma almaya, sınav kazanmaya ve daha da kötüsü arkadaşını geçmeye odaklandırılıyor. Bu eğitim sisteminde yaşadığı dünyayı kavrayan, anlayabilen, kendine yeten, sorun çözücü, demokratik dayanışma duygusu gelişmiş gençler yetiştirmek olanaksız. Gençlerimizin önünde hedefleri amaçları yok, ne yapacağını bilmiyor. Aileye bağımlı, üretme, yaratma, dayanışma duygularına yabancı bir gençlik yetiştiriliyor.

Köy Enstitüsüne ayak basan her çocuğa hem değer hem de sorumluluklar veriliyordu. Yaparak, yaşayarak öğrenmek temel ilkeydi. Onlara öğrenmenin ve üretmenin mutluluğu birlikte yaşatılıyordu.  

Dersi planlayan, işleyen, gruplar halinde üreten, demokratik seçimlerle organize bir yönetimi oluşturan öğrencilerin kendisiydi. İşte bu değerler bugünde olduğu gibi birilerini ürkütüyor, korkutuyor. Tarihler boyu yönetenler özgüven içinde yetişen örgütlü bir yapıdan korktular korkmaya da devam edecekler.

 

1.    KÖY ENSTİTÜLERİNİN KAPANIŞI
CHP içindeki muhalif milletvekillerinin de birlikte hareket ettiği muhalefetin uzun süredir enstitüler aleyhine sürdürülen kampanya CHP’nin de oy kaygısıyla geri adım atmasına neden oldu.

Eğitim programlarında ve yapılanmasında kuruluş amaçlarından uzaklaşan değişiklikler yapıldı. Uygulamalı eğitim, yani “iş için iş içinde eğitim” ilkesinden uzaklaşıldı. Teorik eğitim sistemine geçildi

Köy Enstitülerinin komünistlerin, dinsizlerin yetiştiği ve fuhuş yuvaları olduğu söylentileri yayıldı. Sağ basında ve halk arasında saldırı kampanyaları başlatıldı. Karma eğitime bugün de karşı olan zihniyet, o günün koşullarında bu enstitüler üzerinden ağır iftira kampanyaları yürüttü.

Elbette sorun bunlardan daha derindeydi. Bugün de olduğu gibi çağdaş, laik bilimsel eğitimden korkuluyordu. Köylünün aydınlanması ağalık düzeninin hâkim olduğu bu dönemde yönetenlerin işine gelmiyordu. Zaten köylere atanan öğretmenler yörenin toprak ağalarıyla yoğun sorunlar yaşıyorlardı. Bu kesimin baskısından CHP de etkileniyordu.  Bu yoğun baskılar sonucu, Hasan Ali Yücel ve İsmail Tonguç görevden ayrıldılar. Bakanlığa Reşat Şemsettin Sirer getirildi. Sirer 1947 de tüm Köy Enstitülerinin müfredat programını değiştirerek sıradan okullar haline getirdi.

O dönemde CHP Milletvekili ve Van’da birçok köyü bulunan Kinyas Kartal’ın Köy Enstitülerinin kapatılışına ilişkin söylemi birçok şeyi açıklıyordu:

“Köy Enstitüleri kesinlikle komünist uygulama değildi. Doğuda en yüksek eğitim gören insan benim. Köy Enstitüleri, bizim devlet üzerindeki gücümüzü kaldırmaya yönelikti. Bunu içimize sindiremedik. Benim Van yöresinde 258 köyüm var. Bunlar devletten çok bana bağlıdırlar. Ben ne dersem onu yaparlar. Ama köylere öğretmenler gidince benim gücümden başka güçler olduğunu öğrendiler. DP ile pazarlığa girdik, kapattık.”

1950 seçimlerinde iktidara gelen Demokrat Parti, 27 Ocak 1954 de 6234 sayılı yasa ile Köy Enstitülerini tümüyle kapattı. 40 bin köy en azından 40 bin öğretmene ihtiyaç vardı. Eğer bu sayıya ulaşacak kadar yaşatılsaydı Köy Enstitüleri, bugünkü sorunlar yaşanmayacak, en azından bu günkü boyutta yaşanmayacaktı.

Herkesin bildiği gibi Köy Enstitüleri sosyalizmi hedefleyen kurumlar değildi. Ancak çevresine ışık saçan, çalışkan, laik, demokrat, devrimci, yaratıcı, sorumluluk alan, gittiği yeri aydınlatan toplumsal kalkınmanın önderlerini yetiştiriyordu.
Köy Enstitüleri hiç değilse 1980’lere kadar var olsaydı bugün cemaatlerin cirit attığı, kendi deyimleriyle “paralel devlet” kurdukları bir Türkiye olmayacaktı. Eğitim sistemi ezberci, yarışmacı, sınava endeksli bir model içine hapsedilmeyecekti. Kişiliksiz, evet efendimci, gerici bir nesil yerine, aydın, laik, özgür, yaratıcı bir gençlik ve Türkiye olacaktı. 17.04.2014

 

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir