Laiklik’ten Geriye Dönüş: Türkiye’de Dinin Yükselişi ve Siyasal İslam -2- Haluk Başçıl

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Siyasal İslam’ın İktidara Taşınması

ABD yönetimleri, Orta Doğu’da kendisiyle yakın ilişkide olan ve olmayan tüm Müslüman ülkelerde yönetimlere muhalefet eden İslamcılarla ilişkilerini yeni bir boyuta taşır. Otoriter millici iktidarları İslamcılar karşı yürüttükleri baskı politikalarını sonlandırmaya ve onları da politik sisteme dahil etmeye çalışır. 1998’de ABD Kongresi’nin kabul ettiği ‘Uluslararası Din Özgürlüğü Yasası’ ile birlikte işbirlikçi otoriter iktidarlara yapılacak ekonomik yardımlar demokrasi-insan hakları-inanç özgürlüğü ile ilişkilendirilir.

Graham E. Fuller lan O. Lesser, ‘Negatif bir güç oluşturan toplumsal umutsuzluk, temel hedefin iç koşulları düzeltmek olduğunu açıkça göstermektedir. … ABD’nin yapabileceği en fazla şey, olumsuz politik, ekonomik ve sosyal yönelimleri saptayıp söz konusu rejimlere ABD’nin kaygılarını ve belki reform yapılmadığı müddetçe daha anlamlı yardımlarda bulunamayacağını iletmek olur. … Ama yine de yukarıdaki uyarıları -hiç değilse basına kapalı olarak- ifade etmekte fayda vardır. Aynı zamanda ılımlı İslami gruplarla diyalog içinde olmak önemlidir. … Politik reformla daha hızlı sonuç alınabileceği için, sertlik yanlısı rejimler, şiddete başvurmayan İslami grupları siyasi sürece katmaya teşvik edilmelidir.[1]

ABD yönetimlerine politika üreten ve akıl hocalığı yapan uzmanlar, inanç özgürlüğü örtüsüyle örtülmüş gizli-kapaklı ilişkilerle ABD’nin işbirliği içinde olduğu otoriter yönetimlerin ikna edilerek dincilerin kontrolüne sokulmasını planlamaya girişirler.

Richard N. Haass, bu planın başarısı için tehdit ve şantaj önerir:

‘Eğer istenilen etkiyi sağlayacaksa, gerektiğinde söz konusu hükümetlere ekonomik yardım yapılmalı veya yapılan yardım geri çekilmelidir (ya da çekilme tehdidi yapılmalıdır). … Ekonomik yardım sunmak ve gerçi çekmek, uluslararası kurumları desteklemek veya karşısında durmak ya da yatırımlar için teşvik veya garantiler sunmak ve geri çekmek de aynı şekilde ABD’nin egemenlik hakkıdır. Açık çek sunmaktansa koşullandırmak, ABD hükümetinin ne yapmaya hazır olduğu konusunda bir fikir verecektir.’ [2]

İslamcılar neoliberal emperyalist sisteme entegre edilerek yönetimlere taşınırken, onlardan da ABD’nin Orta-Doğu politikalarına destek vermelerini istenir. İslamcıların iktidar karşılığında taahhütte girmeleri istenen ABD dış politikasının hedeflerini Fuller şu şekilde tanımlar:

  • Birincisi Orta Doğu enerjisinin sanayileşmiş dünya için hayatiyeti her türlü sorgunun ötesindedir. … Petrolün serbestçe akışı geçmişte hemen hiç risk altında olmamıştır; Libya’da Kaddafi, Irak’ta Saddam Hüseyin veya İran’da Ayetullah Humeyni gibi en Amerikan karşıtı diktatörlerden bile bir tehlike gelmemiş, bu liderlerin hepsi de gayet memnuniyetle petrol satmışlardır. … tayini kendinden menkul “petrolün serbest akışını korumak” görevi aslında, daha geniş ABD stratejik amaçları için Körfez’de bulunan ABD askeri varlığını meşrulaştırmak için tasarlanmış bir görevdir. [3]
  • İkincisi ABD’nin İsrail’in güvenliği konusundaki kesin kararlılığı bölgede İsrail’e ezici bir askeri güç sağlamaktadır. [4]
  • Üçüncüsü, nükleer silahların yaygınlaşması (proliferasyon) meselesi… Washington’un söz konusu silahların yaygınlaşmasını önleme politikasının ardındaki temel stratejik zorlayıcı etken, yalnızca devasa bir nükleer çatışmanın bölgeyi sarmasını önlemek değil, fakat bundan daha da önemlisi, başlıca bölgesel güçleri; ABD’nin kendince algıladığı çıkarlar ekseninde ‘bölgedeki polis, barış-koruyucusu, hegemon, dengeleyici güç ve nihayet müdahale için son başvuru mercii olma rolüne engel olacak yetiler geliştirmekten alıkoymaktır. [5]
  • Terörizme karşı savaş …ABD’nin Terörizme Karşı Savaşının özü itibariyle bölgeye yönelik baskı altında tutma girişimi…
  • Beşincisi, bir de söylenmeyen, herhangi bir gücün bölgesel egemen güç haline gelmesini önleme amacı vardır.’ [6]

ABD ve İslamcılar arasında bu çerçevedeki bir ilişki, ülkemizde de 1990’ların ikinci yarısında RP ile kurulur. İslamcı yazarlardan Abdullah Dilipak ve Ali Bulaç ABD’nin yukarıdaki hedefler doğrultusunda geliştirdikleri öneri ve teklifleri 2015’in başında açıklarlar. Kendilerinin de bu tekliflerin yapıldığı toplantılara katıldıklarını söylerler.

ABD-İslamcılar arasında yürütülen bu pazarlıklar Fuller tarafından şöyle ifade edilir:

‘’Gerçekten, ABD politikası muhtemelen İslâmcı hareketler ve hükümetlerin gelişimi üzerindeki en merkezi dışsal belirleyici olacaktır. Gelişmenin bu aşamasında, İslâmcı hareketler ‘İslâmî özgünlük’, ulusal onur ve egemenliğin anahtar koruyucuları rolünü üstlenmiştir, dolayısıyla, doğası gereği bir ABD-Müslüman devlet kapışması halinde Amerikan karşıtı retoriği ilk benimseyecek güçler arasında yer alacaktır. Bu yarı-milliyetçi özelliğin otomatik olarak Amerikan karşıtı olması gerekmez, ancak bölgedeki neredeyse mevcut bütün ABD politikaları karşısında fiilen hemen hemen değişmez biçimde Amerikan karşıtıdırlar.’’ [7]

Hem iç politikada hem dış politikada büyük açmazlarla karşı karşıya kalan işbirlikçi otoriter rejimlere ve ABD’ye yönelik artan toplumsal tepkilerin milliyetçi ve sol ideoloji etrafında ortak bir direniş oluşturması riski, toplumların mezhepler ve etnik kimlikler temelinde kutuplaştırılması ile aşılmaya çalışılır. Toplumların-ülkelerin inançlar ve kimlikler etrafında ayrışmaları hem konjonktüre hem de ABD’nin Yeni Dünya Düzeni Projesi (GBOP)’nin amaçlarına da uygundur. Orta Doğu ülkelerindeki ekonomik-sosyal ve politik sorunlar yumağının çözümünde siyasal İslam’a destek verilir.

Graham E. Fuller lan O. Lesser, ‘Müslüman ülkelerin iç politikasında İslam büyük ihtimalle daha büyük bir rol üstlenecektir. İslami politika, azınlık iktidarı üzerine kurulu olan, otoriter veya despotik denetim araçlarına dayanan eski düzenlerde ve elit yapılarda devrimci (karşı devrimci y.n.) değişimler yaratacaktır. Bölgede demokrasinin yaygınlaşması da başlangıçta İslam’dan bağımsız olarak yine aynı istikrar bozucu etkiyi yaratacaktır.’ [8]

…Ortadoğu’daki eski otoriter düzenlerin dışında acil politik, ekonomik ve sosyal değişimlerle ilgili … Çoğu Müslüman ülkede kurulu düzeni en çok tehdit eden, siyasal İslam’dır; hem de Batı’yı tehdit ettiğinden çok daha fazla. Siyasal İslam, eski düzenin yarattığı küskünlüklerden yararlanarak iktidara gelme ve statükoyu yıkma hedefi güden bir gündem peşindedir.’ [9]

Graham E. Fuller, … otoriter rejimler çöktüğünde, başa geçme ihtimali en kuvvetli olan kesimi İslamcılar oluşturur.’ [10]

ABD’nin Orta-Doğu’nun Müslüman ülkelerindeki milliyetçi iktidarlara yönelik geliştirdiği ‘siyasal İslam stratejisi’ ülkemizde de uygulanır. 1980’lerin sonu ve 1990 ilk yarısında merkez sağ-sol milliyetçi iktidarların ekonomide ve devlet yönetiminde yaptığı reformların yarattığı geniş mağdurlar kitlesi bu partilerden uzaklaşır ve Refah Partisi’ne doğru yönelirler. ABD yönetimi bu dönemde siyasal İslam (önce Erbakan, sonra da AKP’yi oluşturacak Milli Görüş’ten bazı kesimler ) ve Fetullah Gülen ile ilişkilerini geliştirir. Fuller’in ‘Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ kitabında ortaya koyduğu tarih tezleri, yazılı görsel basın aracılığıyla İslamcılar ve onların destekçisi liberaller tarafından resmi tarihten kopuş, yeni açılım vb. kavramlarla sunulur. Bu süreçte ABD’deki vakıfların, düşünce kuruluşlarının Türkiye üzerine hazırlanmış raporlar kitaplaştırılır ve Türkçeye çevrilir. Bu yeni tarih yazımı (revizyonu) doğrultusunda Kemalizm ve onun ‘otoriter laik anlayışı’, ulusal egemenlik vb. kavramlara yönelik eleştiriler de artar. Taraf değiştirmiş ve kamuoyunda sol-aydın-demokrat olarak bilinen kişiler, eski siyasal önderler vd. bu raporlarda geliştirilen tarih tezlerinin sol içine taşınmasına katkı verirler. Tüm bu kesimler, el birliği içinde sol-aydın-demokrat, ilerici toplumsal kesimlerde kafa karışıklıklarına yol açarlar. Toplumda gericiliğe-irticaya karşı var olan direnç noktalarını da zayıflatırlar.

Siyasal İslam’ın Neo-liberal Yeni Dünya Düzeni’ne Entegrasyonu

ABD’nin politika üreticileri Siyasal İslam’ın sisteme entegrasyonu ile Komünizme karşı bir kalkan olarak geliştirilen İslamcı ‘Yeşil Kuşak Stratejisi’ nin daha ileri boyuta taşınmasını kast ederler. Bu amaçla Soğuk Savaş dönemi’ nde İslamcılarla oluşturdukları ilişkilerini Soğuk Savaş sonrasının koşullarına ve ABD’nin Yeni Dünya Düzeni planlarına uygun olarak yeniden tanımlarlar. Bu amaçla oluşturdukları ‘Siyasal İslam Stratejisi’: milli-sol iktidarlar döneminin millici-devletçi ekonomilerini neoliberal ekonomik program doğrultusunda emperyalizmin ihtiyaçlarına uygun bir şekilde yeniden yapılandırılması, dış politikada da İsrail’in güvenliğinin sağlanması, enerjinin serbestçe akışını garanti altına alınması ve yeni hegemon bir gücün ortaya çıkışını engellemeyi içerir.

ABD’nin neoliberal ekonomik politikalarının Orta-Doğu’da yarattığı yeni sömürü araçlarına ve askeri müdahalelerine sessiz kalan ya da bunları destekleyen, rüşvet ve yolsuzluk batağındaki kokuşmuş ve meşruiyetini kaybetmiş işbirlikçi rejimler emperyalist-kapitalist sistemin geleceği açısından risk kaynağı haline gelmiştir. Bu iktidarlara baskıcı politikalarının hem İslamcı hareketleri, hem toplumsal muhalefeti daha da radikalleştireceğini ve sistemi tehlikeye atacağını söylerler. İslamcı muhalefetin şiddet temelinde bastırılması girişimlerinin sorunları daha da ağırlaştıracağı ve içinden çıkılamaz hale getireceği konusunda iktidarları uyarırlar. Yıpranan ve meşruiyeti daha da zayıflayan iktidarların seçimler aracılığıyla kontrollü bir şekilde İslamcılara devri gündeme gelir.

lan O. Lesser, ‘…Sistemden dışlanması ise büyük ihtimalle sistemle daha fazla karşı karşıya gelmesine ve sonunda bir patlamaya yol açacaktır. Ancak İslamcıların politik sisteme başarılı bir biçimde dâhil edilmesi de karmaşık ve çetrefilli bir süreçtir. Yanlış yönlendirildiğinde politik düzende önemli bir istikrarsızlaşmaya yol açabilir. Şiddeti ve radikalizmi yaratan güçleri sınırlandırmak kolay olmadığı için, basit ya da kolay bir çözüm de bulunmamaktadır.’ [11]

ABD yönetimi işbirliği içinde olduğu yöneticilere, demokratik zeminde hareket edilmesini ve İslami yapılanmaların politik sürece katılım yollarının açılmasını telkin ederler. Ancak bu sürecin kolay olmadığı ve ‘İslamcıları sisteme dâhil etme politikalarının hiç de risksiz’ [12] olmadığını yazarlar, çizerler.

İslamcı hareketlerin sisteme entegrasyonu birkaç boyutta ele alınır. Bunlardan birincisi, İslamcı hareketin karakterine ve iktidara geliş koşullarına ilişkindir. ABD kurmayları, İslamcılar iktidara geldiklerinde izleyecekleri politikaların: sandıkla mı, silahla mı geldiklerine, liderliğin kimliklerine ve kişilik yapılarına, radikal bir ideolog yada pragmatik politikacı olup olmadıklarına, ülkenin ekonomik, siyasal ve sosyal durumunun ne ölçüde umutsuzluklar içerdiğine bağlı olarak değişikler göstereceğini söylerler.

Graham Fuller, ‘İslamcıların hangi koşullarda ve hangi araçlarla iktidara geldiği, yeni İslamcı rejimin karakterini belirleyecek olan temel etkenlerdir: Kim, nerede, ne zaman ve nasıl? İran’da olduğu şekilde toplumsal devrimle elde edilen iktidar, İslamcıların iktidara gelişine ilişkin koşulların en kötüsünü temsil eder: devrimin kargaşası, başka hiçbir kısıtlayıcı gücün olmadığı bir ortamda, en aşırı hiziplerin iktidarını pekiştirir. Sudan’daki gibi, darbe yolukla sağlanan bir İslamcı zafer de, yine aynı ölçüde arzu edilmez bir şeydir; gerçi bu durumda toplumsal devrimin kargaşası yoktur, ama iktidarın nasıl kullanılacağına ilişkin olağan kısıtlayıcı unsurlar da yoktur. İslamcıların radikalizm veya başka herhangi bir radikal grubu sınırlandırma açısından en büyük şansı, oy sandığı aracılığıyla elde edilen iktidarın sağladığı açıktır; bu, aynı zamanda onların evrimini etkileme fırsatı da yaratır.[13]

İkinci nokta, politik sürece katılacak İslamcıların değişimi ve sisteme ne ölçüde uyum sağlayabilecekleridir. Muhalefet ederek sorumluluk üstlenmemiş dolayısıyla da kendi ilkelerinden tavizler vermek durumunda kalmamış İslamcıların mevcut rejime karşı yönettikleri sert eleştiriler ve soyut söylemlerinin iktidara gelmeleri durumunda değişeceğini, önceki söylemlerinin hiçbir karşılığının olmadığını görerek farklı davranacaklarını düşünürler.

Graham Fuller, ‘Sisteme dâhil etme politikasının temelinde, İslamcı hareketler bir kez politik sürece katılınca, aşağıdaki gibi gelişmelerin ortaya çıkacağı inancı yatar:

  • Hareket, çok çeşitli meselelerde kendi tavrını ortaya koymak için vurucu sloganların ötesine geçmek zorunda kalacak; halkın denetimine açık bir platformu benimseyecektir.
  • Eskiden kesinlikle bir hareket olan şey, şimdi artık katılım yoluyla politik sorumluluk üstlenecektir, kendini sırf oportünizmle sınırlı tutacaktır.
  • İslamcı politikacılar, ilkelerini benimsemedikleri başka politikacılarla ilişkiye girmek durumunda kalacaklar, bu da onları soyut ilkelerini gerçekler doğrultusunda uyarlamaya mecbur edecektir.
  • İslamcı politikacılar, halk nezdinde önemli meselelere ilişkin tavrını sergilemek durumunda kalacak, bir sonraki seçimde tavırlarına göre değerlendirileceklerdir.
  • İslamcı partiler, çok geçmeden politik sistemde ‘normal perspektif’ içine çekilecektir; yani artık özel bir şeyi temsil etme durumunda olmayacak, güçlü ve zayıf oldukları noktalarla, yanılgılarıyla, kusurları, hatta yolsuzluklarıyla, onlar da tıpkı diğer partiler gibi olacaktır.’ [14]

ABD’nin, siyasal İslam’ın sisteme entegrasyon stratejisi Tunus ve Mısır’da ‘Arap Baharı’ zemindeki halk hareketleri sürecinde hayata geçirilir ve Müslüman Kardeşler iktidara taşınırlar. Ülkemizde Refah Partisi’nin 1996 genel seçimlerini kazanması ve Doğru Yol Partisi ile Refah-Yol koalisyonu ile hükümet düzeyinde, 28 Şubat süreci ile de ülke düzeyinde Milli Görüşün sisteme entegrasyonu ancak Refah Partisinin kapatılmasından sonra kurulan AKP ile sağlanır ve iktidarın yolu açılır.

ABD’nin politika yapıcıları iktidara gelen İslamcıların tutarlı ve bütünlüklü bir ekonomik programlarının olmadığını, izleyecekleri pragmatik -oportünist politikalar ile uluslararası siteme dahil olacaklarını, böylelikle de Batı karşıtı radikal politikalara yönelemeyeceklerini konusunda hem fikirdirler. Bunu durumu Fuller geniş bir şekilde ele alır.

Graham E. Fuller, ‘İslâmcılar ekonomide devletin rolü konusunda karışık hisler beslemektedirler -teori ile pratik arasında bu anlamda bir ayrışma söz konusudur. Bir yandan, siyasal İslâm liberal bir ekonomi kavramını genel anlamda desteklemektedir. Klasik İslâmî kuram devletin rolünü, piyasaları kontrol etmekten ziyade, tüccarın ve piyasaların durumunun iyileşmesini kolaylaştırmakla sınırlı olarak görür. İslâmcılar her zaman sosyalizm ve komünizme hararetle karşı çıkmışlardır; yalnızca komünizmin ateizminden veya sosyalizmin sekülerizme yöneliminden dolayı değil, aynı zamanda söz konusu sistemlerin toplum ve serbest piyasalar üzerinde sıkı kontrol kurulması konusundaki ısrarı yüzünden. İlke olarak bu İslamcı devlet, toplumun genel refahını tahrip etmedikleri sürece, liberal bir ekonomi ve bireyin bu ortamda serbestçe faaliyet gösterme özerkliğini hararetle destekler. Sosyal adaletin temel prensipleri gözetildiği sürece, İslâm’ın zenginliğin eşitsiz dağılmış olduğu fikriyle asla bir sorunu olmamıştır.’[15]

Graham E. Fuller – lan O. Lesser, ‘ …. tıpkı milliyetçilik gibi, siyasal İslam da, İslam hukukunun uygulanması gibi belirsiz bir ufkun ötesinde somut sorunlara somut çözümler getiren, özgün ve özgül, elle tutulur bir politik gündemden yoksundur.’ [16]

ABD’nin Yeni Dünya Düzeni doğrultusunda oluşturduğu Büyük Orta Doğu Projesi- Genişletilmiş Orta Doğu Projesi’nin stratejik- politik ve ekonomik ayaklarını oluşturmaya yönelik her türlü dayatmaları, Amerikancı İslam stratejisine rağmen bölge ülkelerinde, halklarda Anti-Batı, anti-Amerikan tepkileri daha da arttıracaktır. İslamcıları iktidarlara ortak ederek bölge halklarının emperyalist sisteme entegrasyonu ve anti-ABD tepkilerin kontrol altına alınması tam anlamıyla başarılamayacaktır. Tarihsel köklere sahip anti sömürgeci direniş, eşitlik- özgürlük ve adalet talepleri etrafında insanca bir düzen ile buluşturulamadığı sürece, bu taleplere Radikal İslamcılar söylem düzeyinde sahip çıkmaya çalışacaklardır. Nitekim Irak ve Suriye’de ortaya çıkan ve Afrika’da da yankılanan İŞİD gerçeği, bir boyutuyla da budur. Radikal İslamcı örgütlerin bölgemizde zaman zaman ortaya koydukları ‘nispi bağımsız tavırlarının’ dayanağı buradadır. Fuller ‘İslamsız Dünya’ kitabında bu gelişmeyi tarihsel süreç içinde birçok yönüyle ele alır.

Ancak Radikal İslamcıların güç kazanması ve bölge düzenini tehdit boyutuna ulaşması da ABD’nin yeni askeri müdahaleleri zemin hazırlayacaktır. ABD emperyalizmi ‘Siyasal İslam Stratejisi’ ile bir kısır döngü içine girmiştir. Anti-emperyalist güçler Orta Doğu halklarının birlikte hareket etmelerini önleyen, mezhepsel ve etnik kimlikçi politikaları aşabildikleri ölçüde bu kısır döngüyü kırabilir. Aksi durumda radikalinden ılımlısına Siyasal İslam, medeniyetler çatışması vb. ideolojik yaklaşımlar ve politikalar hem bölgemizde hem de dünyada toplumları bir birine kırdıracak, savaşları daha da tırmandıracaktır.

 

Devam edecek… : Türkiye’de Siyasi İslam’ın Yükseliş Dönemi

 

[1] Kuşatılanlar İslam ve Batı’nın Jeopolitiği, Graham E. Fuller lan O. Lesser, Sabah Gazetesi Kitapları, s 166

[2] Yeni Amerika, Dış Politika İçeride Başlar, Richard N. Haass, Tutikitap, 2014 Kasım, s 98

[3] Siyasal İslamın Geleceği, Graham E. Fuller, Timaş Yayınları, 2004, s 260

[4] Age, s 261

[5] Age, s 261

[6] Age, s 262

[7] Age, s 263

[8] Kuşatılanlar İslam ve Batı’nın Jeopolitiği, Graham E. Fuller lan O. Lesser, Sabah Gazetesi Kitapları, s 158

[9] Age, s 4

[10] Age, s 112

[11] Age, s 4

[12] Age, s 117

[13] Age, s 117

[14] Age, s 115

[15] Siyasal İslamın Geleceği, Graham E. Fuller, Timaş Yayınları, 2004, s 240

[16] Kuşatılanlar İslam ve Batı’nın Jeopolitiği, Graham E. Fuller lan O. Lesser, Sabah Gazetesi Kitapları, s 160

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir