Neden İthalat?-Dr.Nesrin Alpaslan

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Türkiye Üretenleri üretime yabancılaşmakta artan teknoloji nedeni ile pazara direk girememekte artı değerden yararlanmamaktadır.

Üreticiler bu gidişe dur diyecek örgütlülüğe sahip olmadıkları için sektörle birlikte yok olmaktadırlar.

nalpaslan@anafikir.gen.tr

 

Hayvancılık Sektöründe İthalat neden

Devam Ediyor?

Türkiye 1996 yılında Avrupa’da patlak veren BSE(Deli Dana )hastalığı nedeni ile kasaplık hayvan ve et ithalatı yapmıyordu. Ancak geçen yıl 2010 yılında yüksek seyreden et fiyatları nedeni ile kasaplık hayvan ve et ithalatına karar verildi.

Hükümet önceleri Türkiye’de yeterli et üretiminin olduğunu, fiyat artışlarının spekülatif yaratıldığını ileri sürerek ithalata karşı konuşmalar yaptı. Ancak çok kısa bir süre sonra ithalat kararı aldı.

Hükümet neden ithalat kararı aldı?  İthalat’tan bu güne neler değişti?

Hükümet Liberal bir ithalat rejimi doğrultusunda iç piyasada rekabet ortamı yaratarak yerli üretimi artırmak fiyatları düşürmek için mi, yoksa koruma duvarlarını indirerek sektörü dışa açılımını sağlamak için mi? Hükümetler genel olarak birinci savı ileri sürerler ama çoğunlukla ikinci dünya savaşından sonra ikinci sav gerçekleşmiştir.

Aslında hükümetin ilk açıklamaları yeterli üretimin olduğu şeklinde olduğu için güya ucuza ithalat ile yerli üreticileri hizaya getirmek amaçlanmıştır. Burada Türkiye’nin Dünya Ticaret Örgütü ile AB’ye adaylık süresinde gümrük birliği anlaşmalarına verilen taahhütlerden hiç bahsedilmemiştir.1996 yılından 2010 yılına kadar tüm bu anlaşmalara rağmen BSE hastalığı ileri sürülerek ithalat uygulanmamaya çalışılmıştır. Çünkü 1996 yılından önce yapılan ithalatın ülke hayvancılığına verdiği zararlar üreticiler, bilim adamları hatta Tarım Bakanlığı yetkilileri tarafından sürekli gündeme getirilmiştir. İthalatın verdiği zararın yıllarca telafisi mümkün olmamıştır.

Tüm bu gerçekler ortada iken Tarım Bakanlığı üretimin yeterli olduğunu ancak fiyatların düşürülemediği için ithalata karar verildiğini söyleyebilmektedir.

Burada akla şu soru da gelmektedir?

Hayvansal üretim fazla ise bu fazlalık nasıl değerlendiriliyor. Hükümetin iddia ettiği gibi bekletiliyorsa bu defa da depolama masrafları artacaktır. Çünkü et çok çabuk bozulabilen bir üründür ve saklama süresi uzadığında depo masrafları çok yükselir. Eğer canlı hayvan olarak bekletiliyorsa bu defa da hayvan fazladan beslendiği için yine masraf artacaktır; yada tüketicinin alım gücü yükseldi de tüketim artıyor, üretim yetersiz kalıyor; yada Devlet üreticiyi korumak için alımlar yaparak piyasayı dengeliyor… vs. Bu savların hiç birinin olmadığını biliyoruz. Görünen köy kılavuz istemez.

Tüm bu gelişmeler içinde doğru olan bir gerçek var o da devlet üretimi ve üreticiyi koruyamıyor,  dolayısı ile halkın beslenmesi için gerekli hayvansal protein açığı giderek büyüyor.

Gıda ve hayvancılık ürünleri ticareti 1980’li yılların başına kadar dünya ticareti içinde önemli yer işgal etmektedir. Dünya genelinde toplam tarım ve hayvancılık ürünleri ticareti 1970 yılında 50 milyar dolar iken 1980’li yıllarda 233 milyar dolara yükselerek yaklaşık beş kat bir artış gerçekleşmiştir. 1980 sonrası dönemde duraklamış daha sonra gerileyerek 1995 yılında 209 milyar dolara düşmüştür.

Hayvansal üretimde düşüş döneminde dünya pazarlarında rekabet azalmış, üretimin artması ile rekabet hızlanmıştır. Bu rekabet de genellikle dünya pazarlarına hakim ABD ile AB arasında olmuştur.

İkinci dünya savaşından ekonomik ve politik açıdan güçsüzleşerek çıkan Avrupa ülkelerinden Batı Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Lüksemburg ve Hollanda bir araya gelerek 1951 yılında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunu kurdular. Bu altı ülkeye İngiltere’nin katılması ile 1953 yılında “Avrupa Tarım Şurası”nı gerçekleştirdiler.1957 yılında Roma’da imzalanan roma anlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu kuruldu.1958 yılında yürürlüğe giren Roma Anlaşmasının 37–47. maddeleri tarımla ilgili konulara ayrılmıştır. Ayrıca Ortak Pazarın kurulabilmesi için Ortak Tarım Politikası’nın kurulması öngörülmüştür.1960 yılında OTP’nin temel ilkeleri kararlaştırılmıştır. 1970’lerin sonuna kadar AB tarımsal ürünlerin tamamına yakın bir kısmında dışalımcı iken 1980’lerde OTP’yi (Ortak Tarım Politikası) uygulayarak dışsatımcı konuma gelmiştir. AB Ortak Tarım Politikası ilkeleri ile topluluk içinde tarım ve hayvancılık sektörü yoğun iç destekler, dışsatım sübvansiyonları, yüksek gümrük tarifeleri ile desteklenmiştir. Dolayısı ile AB’de verimlilik artmış üretim fazlalığı oluşmuş ve uygulanan dışsatım destekleri ile dünya pazarlarında önemli yer edinmişlerdir. Bir zamanlar ABD’nin egemen olduğu piyasalarda AB Ürünlerinin yer almaya başlaması ile birlikte ABD ile AB arasında Pazar kavgaları başlamıştır. Pazar kaybetme riski içinde olan ABD içindeki tarımsal firmaların ülke içindeki politik baskılarını artırmaları sonucu ABD’nin yeni önlemlere başvurmuştur. Bu dönemde ABD uluslar arası örgütlere kendi çıkarları doğrultusunda politikaları empoze etmeye başlamıştır. Bu bağlamda 1980’lerde İMF ve dünya Bankası gelişmekte olan ülkelere yapısal uyum programlarında tarım değil sanayi dışsatım ürünleri desteklenmesini ve ucuz tarım ürünleri dışalımını desteklemeleri yönünde politikaları oluşturulmuştur.1980’lerdeAB ve ABD arasındaki rekabet sonucu içerine girdikleri çıkmaz sonucu özellikle ABD’nin mücadelesi ile tarımın özel bir konu olarak GATT içine dahil edilmesini sağlamıştır. Uruguay Turu Tarım Anlaşması(UTTA) 1 Ocak 1995 tarihinde yürürlüğe girmiştir. UTTA ile daha hakça ve piyasa odaklı bir tarım ticareti sistemi kurulması istenmektedir. Bu anlaşma uluslarası Tarım ticareti sisteminde reform olarak görülmektedir.UTTA ile gelişmekte olan ülkelere yeni  kurallar getirilmiştir.Bu kurallar küresel anlamda serbest piyasa düzenine geçişte tek pazar oluşturmak için dünya pazarlarının birleşmesi  ile mal ve sermaye hizmet hareketlerinde tam serbestleşme ile küreselleşmenin gerçekleşmesidir.Bu uzlaşma ile dış ticaret korumaları,sübvansiyonlar devlet tekelleri kalkacak,kitler özelleşecek,mal ve hizmet dolaşımında devlet müdahalesi kaldırılmakta,özellikle devletin küçüldüğü yada yok olduğu küresel ekonomik düzen yaratılmaktadır.

UTTA’ nın bu kurallarına rağmen gelişmiş ülkelerin devletleri kendi içlerinde uyguladıkları koruma politikaları tarım ve hayvancılık sektörlerini korumaya devam etmişlerdir.

UTTA’ dan sonra  gelişmekte ve az gelişmiş olan ülkelerde üretim artışları gerçekleşmemiş aksine azalmış, ticaret dengesi gelişmiş ülkeler lehine gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler giderek gelişmiş ülkelere daha da bağımlı hale gelmiştir.

Türkiye’de 1980 de 24 Ocak kararları, neoliberal politikaların uygulanmaya başlaması bu anlaşmalarla verilen taahhütlerin yerine getirilmesinden başka bir şey değildir. Neoliberal küreselleşme diğer küreselleşmelerden farklı olarak bu süreçte tarım ve hayvancılıktaki politikaları tek bir ülkenin hegemonyası şeklinde değil çok uluslu şirketler tarafından biçimlendirilmeye başlanmıştır. 1980 yılında başlatılan 1994 yılında imzalanan ve 1995 yılında yürürlüğe giren Uruguay Turu Tarım anlaşmasına taraf olan Türkiye UTTA’ nın yükümlülüklerini yerine getirmeye başlamıştır. Bu program ile serbest piyasa koşullarını uyumu sağlayacak kararlar uygulanmaya konulmuştur.Hayvancılıkta devletin ekonomik alanda müdahalesi kısıtlanmış, EBK,SEK ve yem fabrikalarının özelleştirilmiş,üreticiye verilen destekler azaltılmıştır. Hayvancılıkta yapısal iyileşmelerin yapılmadığı her niyet mektubu ve arkasında hazırlanan Tarımda Reform çalışmaları aslında emperyalist kapitalizmin Tarım ve hayvancılık sektörüne hakim olmasının aşamaları olmuştur. Yapısal gelişmelerin uygulanmadığı sektör giderek çok uluslu şirketlerin denetimine geçmiştir.

Devletin sektörden elini çekmesi ile hayvansal üretim bütünü ile serbest piyasa şartlarına gerçekleşmesi, üretimin maliyetini artırmıştır. Üreticinin örgütsüz ve dağınık olması nedeni ile hayvansal ürünlerde asıl değer gıda sunum zinciri içerisinde yaratılmakta ve asıl kazananlar üreticiler değil tüketiciye sunan ve piyasayı elinde tutan şirketler olmaktadır. Üretici ürünün kalitesinden sorumlu olduğu halde fiyatı belirlemede söz sahibi olamamaktadır.

Üretim maliyetinin düşük olması demek ucuz gıda demektedir. Tüketiciler ise kaliteli ve ucuz gıda istemektedirler. Ancak yapısal iyileşmelerin olmadığı teknolojik gelişmeleri takip edemeyen yüksek maliyetle üretim yapan üreticiler gelişmiş ülkelerin piyasaları ile rekabet edememekte ve ürün fiyatları yükselmektedir. Ancak bu kazanç da üreticiye değil tüketiciye gıdayı sunan son aşamadakiler tarafından kapılmaktadır. Bu kısır döngü ile üretici güçler sektörden çekilmekte, her alanda üretimsizlik, üretim düşüklüğü ve fiyat artışlarını körüklemekte, Devlet de fiyatları düşürmek için İTHALAT karı almaktadır.

Bu gelişmeleri bildikten sonra ithalatın fiyatları düşürmeyeceği geçici olmayacağı bunun küreselleşmenin, verilen vaatlerin sonucu olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Ülkemiz hayvancılık sektöründe giderek mutlak dışalımcı ülke haline gelmektedir. Gelişmiş ülkelerin üretim fazlaları oldukça piyasaların serbestleşmesi ile ithalatın devam edeceği rekabet edemeyen üretenlerin sektörden yavaş çekilmek zorunda kalmaları sonucu üretimin azalması ile artan gıda açığı ithalatı zorunlu kılacaktır.

2010 yılında yükselen et fiyatı nedeni ile hükümet önlem olarak ithalata başvurdu. Hayvancılıkta koruma duvarları EBK’nin açtığı ihalelerde tamamen kaldırıldı. Önceleri Et ve Balık Kurumuna sıfır gümrük ile ithalat yetkisi verildi. İthalat kasaplık canlı sığır ile başladı, besilik sığır ithalatı ile devam etti, sonra koyun, kuzu ithalat edildi. Daha sonra karkas et ithalatına karar verildi. Bu arada özel sektöre de sıfır (0) ile yüzde 30 arasında değişen gümrük vergisi ile ithalat yetkisi verildi.

Cumhuriyet tarihinde ilk kez kurban bayramında kesilecek kurbanlıklar ithal edildi. Aralık ayında Bakanlar Kararı ile hayvancılıkta ithalat izni sınırsız ve süresiz uzatıldı. Et fiyatları düşmeyince

EBK fiyatlarını sabit tutarak kendi satış merkezlerinin dışında marketlere ucuz et vermeye başladı.Tüm bu önlemler et fiyatlarını düşürmeye yetmedi.

Bir taraftan ithalat sürerken diğer yandan Tarım ve Köy işleri Bakanlığı hayvancılık sektörüne dev katkı duyuruları ile yeni bir projenin reklamına başladı.

Bakanlık tarafından başlatılan bu proje ile 34 bin kişiye yeni istihdam imkanı, ülke ekonomisine 4,8 milyar katkı sağlanacağı belirtildi. Uygulama 1 ağustos 2010 itibarı ile başlatıldı.

Projenin yatırım kredileri ahır, ağıl yapma, süt sağım tesisi kurma ve hayvan alımını kapsayacak sıfır faizli kredi süt sığırcılığı, damızlık etçi sığır, koyun ve keçi yetiştiriciliğine, büyükbaş hayvan yetiştiriciliği(sığır-manda)için verilme karı alınmıştı. Geri ödemesi 7 yıl olan limitinin 7.500.000 TL olacağı belirtilen kredi en üst limit krediyi kullanan yatırımcı yaklaşık bin baş damızlık hayvan alabilecektir. Sıfır faizli işletme kredisi ise Büyük Baş Besi hayvancılığını kapsamakta, besi hayvanı ve yem alımının da kullandırılacaktır. Bu kredi 2 yıl geri ödenecek kişi başına 3.000.000 TL verilecektir. Üst limit kredi kullanan bir yatırımcı yaklaşık bin baş besi hayvanı besleyebilecektir.

Tarım ve Köy işleri Bakanlığı ilk iki yıl için 100 000 baş damızlık sığır-manda ,2.000.000 baş damızlık koyun –keçi ve 600 000 baş besi sığırı hedeflediğini belirtmişti.Bu proje ile 260.000 yılda ilave et üretimi,525.000 ton ilave süt üretimi 85.000 baş ilave buzağı üretimi,1.728.000 baş yıllık kuzu üretimi sağlanacaktır şeklinde açıklama yapmıştı.

TKB’nin başlattığı sıfır faizli kredi 1.ağustos 2011’de durduruldu.

İthalatın başladığı 1.ağustos 2010 yılından ve ithal kurbanlıkları getirdiğimiz tarihten bu kurban bayramına kadar neler değişti. Tarım ve Köy işleri Bakanlığı’nın ileri sürdüğü ve uyguladığı politikalar nasıl gerçekleşti?

Bir yılda kullanılan toplam sıfır faizli kredi miktarı 5 milyarı aştı. Kredi alan üreticilerin ithal ettiği damızlık sayısının 400 bin başı aştığı belirtilmektedir. TUİK’in verilerine göre Bakanlık hedeflediği et üretimini gerçekleştiremedi. Kesilen hayvan sayısında düşme var. Çünkü ülkeye binlerce ton karkas et girdi. Yerli üretici ithal etle rekabet edemiyor, hayvanını satamıyor.Besicilik için kredi alanların sayısı  ithalatın başlaması kesilmiştir.

Sonuç olarak   aşağıda belirtilen TUİK’in  ağustos ayı 2011 kırmızı et üretim istatistiklerine göre kırmız et üretimi bir önceki yıla göre artmamış azalmaya devam etmiştir..

 

Geçen yıldan bu yıla kırmızı et fiyatları düşmüşümüdür. Bu durumu bizler yaşarak görüyoruz.Et fiyatları düşmemiştir.EBK Genel Müdür Yardımcısı et fiyatlarında yeterli düşüşün olmadığını bunun sorumlusunun da marketler ve kasaplardan oluşan perakendeciler olduğunun belirtti.EBK’nin 12 TL’ye et sattığını tüm uyarılara rağmen bu perakendeci  grubun 24 TL’ye et sattığını, EBK’nin kurum olarak geçmiş yıllarda 30-40 milyon lira olan zararlarını 9 milyon liraya indirdiklerini bu yıl sonunda da sıfırlayacakları açıklamasını yaptı.Bu açıklamalardan EBK’nin başarılı ve kar eden bir kuruluş olduğunu politikasının da doğru olduğu ve bu doğrultuda faaliyetlerini sürdüreceği anlaşılmaktadır.

Bu gerçeklerden anlaşılıyor ki bazıları ithal etten çok para kazandılar. Başlangıçta ithal et gelmesin şeklinde bağıranlar geçmişte olduğu gibi karşı tarafa geçtiler. Sektörde faaliyet gösteren şirketlerin örgütlerin üretim yerine ithalatı savunur hale geldiğini görüyoruz. Birçok şirketin de beside hayvanı olmadığı bildiriyor. Çünkü İthalat kararında önce hayvancılığa yatırım yapma kararı alan birçok şirket bu yatırımından vazgeçmiştir.

Cumhuriyet tarihinden bu yana ilk olarak 2010 yılında başlatılan kurbanlık hayvanların ithali bu kurban bayramında da devam etmiştir. EBK özellikle Trakya bölgesi için yaklaşık 18 bin kurbanlık hayvanı Brezilya, Avustralya ve Meksika’dan ithal edileceğini açıkladı.

Bir yıl boyunca kurban bayramında kar etmek için hayvan yetiştiren üretici bu yılda kar edemedi .

Üreticiler için kurban bayramı çok önemlidir. Her yıl kurban bayramında yaklaşık 500 bin büyükbaş,1.5 milyon küçükbaş olmak üzere yaklaşık 2 milyon hayvan kesilir. Bu nedenle kurban bayramı sonrası et fiyatları bir süre etkilenir.

Bu yıl ithalatın baskısı ile kurbanlıkların fiyatlarının geçen yıla oranla artmadığı ,ancak girdi fiyatlarının yükseldiği belirtilmektedir..Büyükbaş hayvancılığın merkezi Doğu Anadolu’dan batıya bir hayvanın nakli yaklaşık 1.000 TL’ye mal olduğu nakliye bedellerinde geçen yıla oranla % 20-26 civarında yükseliş  olduğu gözlemlenmiştir.. Hayvancılığın toplam maliyetinin % 70-75’ini teşkil eden yem fiyatları da yükselmiştir. Yem sanayicileri Birliğinin açıklamalarına göre yem fiyatları ortalama %18 arttı. Yemde giderek dışa bağımlılık artmaktadır.Yem sektörü geçen yıl toplam 4.5 milyon tonluk ithalat yaptıklarını ve 1,5milyar dolar ödeme yaptıklarını açıkladılar.Bu ithal ürünlerin tamamının Türkiye’de üretileceğini uzmanlar ve sektör yetkilileri belirtmektedir.Sektör yetkilileri Fransa’da üreticilerin  22 cent’e  aldıkları aynı yemi bizim üreticiler 45 cent’e alabilmekteler.Türkiye’deki hayvanlar dünyanın en pahalı yemini tüketmektedir.Bu durumda yetiştiricilik yapmak, kar etmek,diğer ülkelerle mücadele etmek imkansızdır.

Devlet, hayvancılık sektörüne çok destek verdiğini söylüyor. Ancak bu desteklerden gerçek üretici faydalanabiliyor mu?

Yatırım için istenen kredi tutarının 1,5 katı teminat isteniyor. Üreticinin o kadar varlığı olsa zaten hayvancılık daha iyi durumda olurdu. Bu durumda kredi almaya şartları uygun olanlar kredi almaktadırlar. Gerçek üreticilerin imkânları elvermediği için krediden faydalanamamaktadır. Diğer yandan bir taraftan sektöre yatırım yapılırken diğer yandan ithalat kararı alınması da yatırımı riskli kılıyor.

Yeni ismi ile Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına 2012 yılında 10 milyar 484 milyon 859 bin TL bütçe öngörüldü. Bu bütçenin üretimden yana kullanılması kırsal kalkınma açısından çok önemlidir.

Ülkemizde hayvancılık halen büyük çoğunlukla kırsal alan uğraşısıdır. Üretici güçlerin büyük çoğunluğunu küçük üretici köylüler oluşmaktadır. Üretimin yetersizliği üreticilerin beceriksizliğine bağlanmaktadır. Oysa sektör de üretenlerin yarattığı artı değer başka yerlere aktarılmıştır. Üretimde teknolojik gelişmelerin uygulanması sonucu yatay üretimden dikey üretime geçilerek üretimin artırılması ile yaratılan artı değerin üretici değil üretici olmayan sermaye kesimine aktarılmasını gelişmişlik olarak sunan anlayış üretimsizliğin sorumlusudur. Kırsal alanda uluslarası sermayenin ülkemizdeki yandaşları  denetiminde uygulanan çarpık kapitalist programlar sonucu  prekapitalist ilişkiler tasfiye edilerek sektör  uluslar arası sermayenin mutlak egemenliğine sunulmaktadır.

Türkiye Üretenleri üretime yabancılaşmakta artan teknoloji nedeni ile pazara direk girememekte artı değerden yararlanmamaktadır. Üreticiler bu gidişe dur diyecek örgütlülüğe sahip olmadıkları için sektörle birlikte yok olmaktadırlar.

1990’lara kadar gelişmekte olan ülkelerde, uygulanan baskıcı rejimlerin karşısında olmayan gelişmiş ülkeler, sonraları insan hakları ve demokratikleşmenin çok önemli olduğunu vurgulayan söylemler ve tavırlar sergilemeye başladılar. Gelişmekte olan ülkelerde bir yandan yeni liberal politikalarca belirlenen ekonomik programlar uygulanırken diğer yandan bunu destekleyecek siyasal reformları yapacak yapılanmalar gerçekleştirilmeye başlandı. Bu siyasal reformların uygulanabilmesi için devletin müdahalesinin azaltılması için özelleştirilmelerin yapılması devletin küçültülmesi hedeflenmişti. Küreselleşme gereği devlet desteğinden yosun kalan ağırlaşan ekonomik koşullar nedeni ile giderek yoksullaşan halk katmanlarının tepkilerini azaltmak, başkaldırılarını etkisizleştirmek için sivilleşme adı altında sayısı giderek artan devlet dışı birçok örgütler ortaya çıkmaya başladı. Bu örgütlere de önemli roller verilmektedir. Bu sivil toplum örgütleri, siyasal katılım, yönetime katılma, hesap sorma vb roller ile sivil inisiyatif adı altında neoliberal politikaların, uyum programlarının uygulanmasında devletin görevini üstlenen kurumlar haline getirilmektedir. Demokratikleşme adı altında kurulan bu örgütler in hayatın her alanında olduğu gibi kırsal kesimde de sayısı giderek artmaktadır. Ancak bu kadar örgüt olmasına rağmen nedense üretenler ne seslerini duyurabiliyorlar nede karar alma sürecinde etkin olabiliyorlar.

Sonuç olarak; Türkiye’de hayvancılık sektöründe sürekli hale getirilen ithalat politikası emperyalist kapitalizmin neoliberal politikaları gereği sektörün serbest piyasa koşullarına açılmasıdır. Piyasalar serbestleştikçe çokuluslu şirketler egemen olmakta zayıf olanlar silinmekte, rekabet giderek kaybolmaktadır. Üretim aşamasında devlet desteğinden yoksun kalan üreticiler gelişmiş ülkelerin teknolojileri yüksek üretimi karşısında rekabet edemeyerek silinmektedirler. Üreticiler, üretim araçlarına sahip olmalarına karşın sözleşmeli üreticilik adı altında üretimden gelen gücü elinden alınarak giderek proleterleşmektedirler.

Bugün ülkemizde üreticileri temsil ettiğini söyleyen birçok örgüt ulusal ve uluslarası kuruluşlardan yardım alarak onların projelerini uygulayan örgütlerdir. Ancak Üyelerin çıkarlarını gözeten onların siyasal kararlara katılımını sağlayan kurumlar olarak sunulmaktadır.

Hayvancılık kesiminde üretici kesimin büyük kısmını oluşturan küçük üreticilerin bu örgütlerden kurtularak, DTÖ’nün politikalarına dur diyen dünya emekçileri ile omuz omuza mücadele edecek örgütlenmelere gitmeleri gereklidir.

Dr. Nesrin Alpaslan

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir