Obama’nın Konuşması- Mehmet Tanju Akad

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Amerikan politik sistemi en başından itibaren dengeler üzerinde kurulmuştur.

 

mtakad@anafikir.gen.tr

Amerikan başkanlarının “State of Union”  (Birliğin Durumu) konuşmaları çoğu zaman gerektiğinden fazla ilgi çeker. Bu kez de öyle oldu. Binlerce uzman ve on binlerce gazeteci daha çok Amerikan seçmenini etkilemek için yapılan konuşmanın satır aralarından ABD’nin gelecekteki politikalarıyla ilgili ipuçları aradı, anlam çıkarmaya çalıştı. 2012 konuşması üzerinden daha 12 saat geçmeden internet binlerce (ve pek bir işe yaramayan) yorumla doldu. Ekmek parası için lafları bir bu ucundan, bir diğer ucundan çekiştirip durdular. Öte yandan dünyanın –şimdilik- en büyük ekonomik, askeri ve siyasi gücünü yönetiminde etkili olan kişinin söyleyeceklerine önem atfetmek tabii ki yanlış değildir. Ama bunların yeni şeyler söyledikleri çok nadirdir. ABD başkanı esas itibariyle yerleşik denge politikalarını sürdüren kişidir ve bu karmaşık dengelerin değişmesi çok zordur. Bunu anlamak için Amerikan politik sistemini iyi bilmek gerekir.

Amerikan politik sistemi en başından itibaren dengeler üzerinde kurulmuştur. Öyle ki, ülkeyi kuran ilk 13 eyaletin dokuzunun ayrı ayrı anayasaya evet demesi için 1777’den 1789’a kadar kendi içlerinde ve aralarında sayısız tartışma olmuş, diğerleri bunu izleyen iki yıl içerisinde onaylamışlardır. Kongre ise en başından beri varlıklı toprak sahipleri ile büyük tacirler ve bankerlerin denetimindeydi. Sistem öyle evrildi ki başkan, senato, temsilciler meclisi, yüksek mahkeme, irili ufaklı sayısız çıkar grubunu temsil eden Washington lobileri, iki büyük partinin güçlü adamları arasında pazarlıklarla yürür hale geldi. Bu pazarlıklara kimi zaman veya kimi konularda yönetimin büyük kurumları da (örneğin Pentagon, Savunma ve Dışişleri Bakanlıkları ve büyük istihbarat örgütleri) dahil olmuştur. Tüm bu mekanizma mülk sahipleri hiyerarşisini yansıtan bir temsil sistemine sahiptir. Başkan tüm bu kurumlar arasında “arbiter” yani güçlü arabulucu veya denge sağlayıcı durumdadır. Ama bu dengeler çoğu zaman güç ilişkileri içerisinde ona empoze edilir. Bu şekilde sistemde değişiklik çok zor yapılır hale gelmiştir. Bütün kanunlar sözkonusu dengelere göre çıkacağı için (temsilciler meclisi, senato veya yüksek mahkeme tarafından engellenebilir) başkan hemen her zaman alttan almak zorundadır. Değişimin zorluğu konusunda tek bir örnek vereyim. Reagan zamanında daha muhafazakar yargıçların atandığı Yüksek Mahkeme’nin kompozisyonunu değiştirmek için nerdeyse iki nesil gerekir. Orada bir yargıç ölmeden veya emekliliğini istemeden yerine yenisini atayamazsınız.

Barack Obama da hem seçim sürecinde, hem de seçildikten sonra tüm bu kurumlara fazla ters düşmeden işleri yürütmek zorunda olduğunu biliyordu. Zaten başka türlü aday yapmazlar. Buna rağmen Reagan ve Bush’lar gibi başkanlara nazaran nispeten daha –tabii çok ılımlı- bir reformist söylemi vardı. Sağlık reformu için yıllarca uğraştı. Son yirmibeş yılda ABD’de muhafazakarlar o kadar azgın hale gelmişlerdi ki, bu nedenle ona “komünist” bile dediler.

Son konuşmasına gelince, üzerinde durduğu konuların başında gelir dağılımı ve vergi meselesi geliyordu. Cumhuriyetçiler özellikle Reagan (‘83-‘89) ve Bush (‘01-‘04) dönemlerinde en yüksek gelir grubundan alınan vergilerde büyük indirime gitmişlerdi. (Obama, milyarder Warren Buffet’ın, sekreterinden daha az vergi ödediğine değinmişti). Son otuz yılda en yüksek gelire sahip yüzde 1’in geliri neredeyse dört katına çıkarken orta sınıfın geliri sadece yüzde 40 artmış, dolayısıyla gelir dağılımı ciddi şekilde bozulmuştu. Alt gelir grupları ise daha fazla kayba uğramıştı. Bu durum ülkede ciddi huzursuzluklara neden olduğu için Barak Obama buna değindi ama çok somut şeyler de söylemedi. Sadece çalışanların ve orta sınıfın vergi yükünü sırtlamaması gibi genel laflar etti. (Bu arada, Amerikan “halkının” tepkisinden de fazla korktukları söylenemez). Obama’nın sözlerinin yaklaşan seçimlerle ilgili olduğunu düşünmek gerekir. Bu arada büyük mali skandallara neden olan denetim meselesini de gündeme getirdi ve bankerler ile ipotekçileri ve kredi kartı şirketlerini denetleyecek yeni bir görev gücü oluşturacağını söyledi. Bu da çok somut bir vaat sayılamaz. Finans kurumları hem ahlaksız işlere girip iflas ettiler, hem de trilyon üzerinde doları götürdüler. Muhtemelen yanlarına kar kalacak. Ayrıca dış rekabet, ülkenin hızla çürüyen altyapısının yenilenmesi ve temiz enerji konularına değindi. Dış askeri seferlerden tasarruf edilecek paranın yarısıyla altyapının yenilenmesi, diğer yarısıyla da borçların ödenmesini önerdi. Temiz enerji ise geleceğe yapılan bir yatırımdır ve bugün için enerji lobilerini fazla üzmez. Son yılda 3 milyon yeni istihdam yaratılması ise işsizlik sorununa bir nebze çözüm oldu ve ABD sisteminin krizlerle baş etme konusunda kısmi beceri geliştirdiğini gösterdi. Kısaca bunlar aşırı harcama yapmış olan bir sistemin bir süre toparlanmak için yapması gereken asgari işlerden başka bir şey değildir.

Mehmet Tanju Akad

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir