Osmanlı’da Amerikan Misyonerliği-Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Bu yazıda Amerika’nın Türkiye ve Ortadoğu’ya yönelik ilgisi Osmanlının son dönemlerinde yürüttüğü misyonerlik faaliyetleri açısından ele alınmaya çalışılacak.

ABD, 19. yy içinde Osmanlı İmparatorluğu ile ticari ilişkilerini geliştirirken kapitülasyonlardan faydalanmayı sağlayacak antlaşmalar da yaptı. Bu dönemde ABD’nin Osmanlı topraklarında yürüttüğü kültür ve eğitim alanlarındaki faaliyetleri gelecekteki ekonomik çıkarlarına ve emperyal amaçlarına hizmet edecek özelliklerdeydi.

1820 yılında başlayıp Kurtuluş Savaşı dönemine kadar geçen sürede Batılıların Osmanlı İmparatorluğu’nda yürüttükleri misyonerlik faaliyetleri çok hızlı bir şekilde gelişti. Misyonerlik faaliyetlerinin bu denli başarılı olmasının altında yatan nedenleri şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Osmanlı Devleti’nin ilan ettiği Islahat Fermanı’nın yarattığı ortam,
  • Batılı devletlere kapitülasyon anlaşmaları ile tanınan ayrıcalıklar,
  • Osmanlı Devleti’nin sanayileşme ve uluslaşma süreçlerinin gerisinde kalmasının yanı sıra kendi ülkesinin gerçeklerinden ve halkından kopması.
  1. yy’da ve 20. yy başlarında Batılı ülkelerden Osmanlıya gelen doğrudan yatırımların yarıdan fazlası, demiryollarına yapıldı. Özellikle İngilizlerin Batı Anadolu ve Almanların Bağdat Demiryolu için yaptıkları yatırımlar bu yönden çok önemliydi. Fransızların Reji Tekeli’nden sonra üçüncü sırayı ABD’nin kültür-misyonerlik alanındaki yatırımları alıyordu. “1830’dan itibaren, 1829’da imzalanan ticaret anlaşmasını izleyerek başlayan ABD etkisi gittikçe yoğunlaşmıştı. 1914’e gelindiğinde… imparatorlukta 17 Amerikan dini misyonu, 200 misyon şubesi ve 600 Amerikan okuluyla 27 konsolosluk bulunuyordu.” (İsmail Cem’den aktaran Gülten Kazgan, Tanzimat’tan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, s. 24, İstanbul Bilgi Üniversitesi Y. 2013)

Amerikalıların misyonerlik faaliyetlerini önemsemelerinin nedenlerini ve tarihi köklerini Amerika’ya Avrupa’dan ilk göçenlerin İngiliz Anglikan kilisesinin baskılarından kaçan Püriten Protestanlarının dinsel özgürlük ideallerine ve saf inançlarına bağlayanlar vardır. Ancak başlangıçtaki niyet bu yönde olsa bile bu faaliyetler kısa süre içinde emperyal hedeflerin gerçekleşmesine hizmet etmeye başlamıştır.

Anadolu’daki misyonerlik faaliyetleri yerel kiliselere yardımlarla başlamış, özellikle Trabzon, Kayseri, Erzurum, Maraş, Urfa, Harput, Tarsus ve Sivas gibi Hıristiyan mezheplerine mensup insanların yaşadığı yerlerde eğitim kurumları açılmasının yanı sıra bazı merkezlerde de matbaalar kurulduğu gözlenmektedir. Böylece eski yerli kültür yeni, yayılmacı yabancı kültür tarafından istila ediliyordu.

Misyonerlik Faaliyetlerinde Matbaaya Verilen Önem

Bir kültür istilası biçimi olan misyonerliğin faaliyet alanlarından birisi matbaa kurmaktı. Anadolu’da Rumca, Ermenice, Arapça ve Türkçe ders kitaplarının eksikliğini gören misyonerler, bu kitapları basmaya yöneldiler. Bu amaçla ilk matbaayı Osmanlı topraklarına yakın bir ada olan Malta’da1822’de faaliyete geçirdiler. Malta’daki matbaada Temmuz 1822’den Aralık 1826’ya kadar yaklaşık sekiz milyon baskı işi yapıldı.

1830’da Türk-Amerikan ilişkileri resmi olarak başladıktan sonra İstanbul’da ABD diplomatik temsilciliğinin faaliyete geçtiğini biliyoruz. Bu gelişmeden sonra matbaa kurmanın önünde yasal bir engel kalmadığı düşüncesiyle misyonerler İstanbul’da harekete geçtiler. Fakat Osmanlı’nın sürekli müdahalesi ve gözetimi altında İstanbul’da rahat çalışılamayacağını düşünen Amerikalılar İstanbul’daki matbaanın İzmir’e taşınmasına karar verdiler ve bu nedenle matbaa 1833’den 1853 yılına kadar faaliyetlerini İzmir’de sürdüler. Daha sonra misyonerlik çalışmaları gelişince Mersin, Antep ve Beyrut’ta yeni birer matbaa açtılar.

Başlangıcından 1881 yılına kadar Malta, İstanbul ve İzmir matbaalarında toplam 725 çeşit kitap, broşür vb. yayın yapılmıştı.

Matbaa faaliyetleri zaman zaman aksasa da I. Emperyalist Paylaşım Savaşına kadar sürer. İlk açıldığı yıldan İkinci Meşrutiyetin ilan edildiği 1908 yılına kadar yapılan baskı işi toplam dokuz yüz milyon sayfayı aşar.

İlk Amerikan Misyonerlik Faaliyetleri

  1. yy başlarında Boston’da kurulan American Board of Foreign Missions (ABCFM) adlı misyoner örgütü, 1818’de Haçlıların ele geçirmek için yüzyıllarca savaştıkları Kudüs başta olmak üzere Güney-Batı Asya (Ortadoğu) bölgesine bir heyet göndermeyi kararlaştırdılar. Bu karar üzerine P. Fisk ve L. Parsons adlı iki Amerikan misyoneri 1820 yılında Osmanlı ülkesine geldiler.(*) Başlangıçta amaçları Hıristiyan olmayanları Hıristiyan yapmak olan misyonerler önce Kudüs, Beyrut ve İzmir’de sonra İstanbul ve Anadolu’nun birçok şehrinde faaliyet yürüttüler. Ancak ne Yahudileri ne de Müslümanları Hıristiyanlığa dönmeye ikna edebildiler. Ve hatta bu iki dine mensup kitleler Amerikalı misyonerlerin bu faaliyetlerine tepki gösterdiler. Bu durum misyonerleri bölgedeki Katolik ve Ortodoks gibi mevcut Hıristiyan mezheplerine mensup kesimler üzerinde çalışmaya ve bu mezheplerden kitleleri Protestanlaştırma çabası içine soktu. İşte bu düşünceden hareketle misyonerler Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yaşayan Rum, Ermeni, Nesturî, Marunî ve Dürzilerle ilişki kurmaya yöneldiler.

Batılı devletlerin misyonerlik faaliyetleri sonucunda; Osmanlı hâkimiyeti altındaki Lübnan’da yaşayan Marunîleri Fransızlar, Dürzileri İngilizler ve Anadolu’daki Ermenileri ABD’liler etkileri altına almaya başladılar.

Misyonerlik faaliyetlerine yeni başladığı zamanlarda Beyrut’a yerleşen William Goodell ve Isaac Bird, hızlı bir şekilde çalışmaya başladılar ve bu arada bölge dillerini öğrendiler. Onları başarılı kılan en önemli araç ise bir okul açmaları ve iki Ermeni din adamını Protestanlaştırmalarıydı. 19. yüzyılda Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren en önemli Amerikalı misyonerler William Goodel (1792–1867), William G. Schauffler (1789–1883) ve Elias Riggs (1810-1901)’dir.

Kapitalist devletler sömürge, yarı-sömürgelerdeki çıkarlarını kalıcılaştırabilmek için bu ülkelerin halklarını kültürel, dini ve ideolojik olarak etkileri altına almak istiyorlardı. Bu amaçlarına ulaşmakta misyonerlik faaliyetlerinin çok etkili bir yöntem olduğunu gördüler ve 19. yy boyunca giderek misyon faaliyetlerine daha fazla ağırlık verdiler. 1886 yılında dünya üzerinde 80’in üzerinde misyoner örgütü vardı ve bunların 32’si ABD, 24’ü İngiltere, 25’i kara Avrupası kökenliydi. 1896 yılına gelindiğinde ise dünyadaki misyoner örgütlerinin sayısı 150 civarındaydı. Bu dönemde söz konusu kuruluşlarda 11.574 misyoner faaliyet gösteriyor ve 15 milyon dolar civarında da harcama yapılmaktaydı.

Türkiye’de faaliyet yürüten Amerikan misyoner örgütü ABCFM 1868 yılında ABD’deki 16 Protestan misyoner örgütünden yalnızca birisiydi ama bu 16 örgütün yaptığı harcamaların %30’unu bu kuruluş tek başına yapmaktaydı ve istihdam edilen misyonerlerin de %30’unu bünyesinde bulunduruyordu. ABCFM Osmanlı Devletindeki faaliyetlerine 1870 yılına kadar tek başına, sonra ise Board of Foreign Missions of the Presbyterian Church’le (BFMPC) birlikte yürütmüştür. Bu arada başka bazı yardımcı kuruluşlar da devreye girmiştir.

ABCFM misyonerleri, misyonerlik faaliyetlerine başlamadan önce çalışma alanında halkın demografik, sosyal, kültürel, dini ve etnik durumunu belirliyorlardı. Halkın eğitim vaziyeti, hayat standardı gibi konuları da tespit ederlerken; toplumun sorunlarını ve bu sorunların neden kaynaklandığını anlamaya çalışmaktaydılar.

Bu şekilde Anadolu’nun toplumsal yapısı ortaya çıkarılmakta ve buna göre hareket tarzı belirlenmekteydi. Osmanlının Batılı devletlere ekonomik, politik, kültürel ve yargısal konularda verdiği tavizlerden yararlanan misyonerler Anadolu’da rahatlıkla çalışmalar yürütüyorlardı.

Bu arada dikkat çeken bir nokta Amerikan misyonerlerinin Doğu Anadolu’ya doğru kaymalarıdır. Bu kayışın başlıca nedeni Doğu Anadolu’daki Ermenilerdi.  Amerikan misyonerlerinin faaliyetlerini Doğu Anadolu’daki bu kesim üzerinde yoğunlaştırmalarının önemli iki nedeni, Ermenilerin dinlerinin yanı sıra toplumun geneli içinde statü olarak önemli bir konuma sahip olmalarıydı.

Misyoner Örgütlenmesi

Misyonlar istasyonlara, istasyonlar ise uç istasyonlara ayrılıyorlardı. Bir misyonun en üstteki yöneticisi sekreteriydi. İstasyonların da sekreterleri vardı. Uç istasyonlar ise kasaba ve köylerde, yerli Hıristiyanlardan bir yardımcının yönetimindeki birimlere verilen isimdi. Uç istasyonlar alınan kararları uygulamak durumundaydılar. Her istasyonun denetimindeki uç istasyon sayısı farklı olabiliyordu.

1834 yılına kadar sadece Mersin, İzmir ve İstanbul istasyon olarak varlıklarını sürdürürken, bunlara bu tarihten itibaren Bursa ve Tarsus da eklendi. Bu şekilde 1835 yılında Osmanlı Devleti sınırları içerisinde iki misyon, beş istasyon, iki uç istasyon, on bir misyoner, bir matbaa ustası, altı misyoner yardımcısı ve altı yerli misyoner yardımcısından oluşan, küçük ama imanlı bir misyoner örgütlenmesi oluştu. 1836 yılında bu şekilde başlayan örgütlenme giderek büyümüş ve 1900’lü yıllarda 16 istasyon, 247 uç istasyon, 37 misyoner, 97 kadın yardımcı, 112 kilise, 12.109 kilise üyesi ve 44.959 kayıtlı Protestan ile büyük bir örgütlenme ortaya çıkmıştı. Bu örgütlenme zamanla daha kolay yönetim sağlamak açısından Batı Türkiye, Merkezi Türkiye ve Doğu Türkiye Misyonu olarak üç bölüme ayrılacaktır. Bunlara ek olarak Bulgar halkı için ABCFM ile birlikte hareket eden BFMPC Avrupa Türkiye’si Misyonu oluşturuldu.

Batı Türkiye Misyonu

Batı Türkiye Misyonu çeşitli istasyonlara ayrılmıştı. 1831’de İstanbul, 1834’de Mersin, 1835’de İzmir, 1848’de Bursa, 1852’de Sivas-Merzifon, 1854’de Kayseri misyoner istasyonları kurulmuştu. Batı Türkiye Misyonu’nun en önemli iki istasyonu İstanbul ve Mersin’di. İstanbul’un önemi bütün misyonerlik ihtiyaçlarının buradan karşılanması ve gerekli düzenlemelerin yine İstanbul’dan yönetilmesinden gelmekteydi. Mersin’in önemi ise tüm eğitim kurumları ile her türlü çalışmayı yapıyor olmalarından kaynaklanıyordu.

Merkezi Türkiye Misyonu

Bu misyon Torosların güneyinden Fırat nehri vadisine kadar uzanan bölgeyi kapsıyordu. Özellikle Maraş ve Antep illerine ağırlık verilmekteydi. Belirtilen bu yerlerin dışında Halep, Antakya, Tarsus ve Urfa’yı da kapsayan bu misyonda, ilkokuldan yüksekokula kadar bütün eğitim kurumlarının olması, İstanbul’dan sonraki ikinci matbaanın burada kurulması ve en büyük Protestan cemaatin bu bölge sınırları içerisinde olması Merkezi Türkiye Misyonu’nu önemli hale getiriyordu.

Doğu Türkiye Misyonu

Doğu Türkiye Misyonu ise Harput, Erzurum, Van, Mardin ve Bitlis’ten Rus ve İran sınırına kadar olan bütün Doğu Anadolu’yu içine alıyordu. 1900 yılında bu beş istasyona bağlı 97 uç istasyon bulunuyordu. Bunlarda 36’sı Amerikalı, 266’sı yerli 302 görevlinin gözetimi altında faaliyet yürütülmekteydi. Bu bölgede misyonerlerin yönetimdeki yetimhanelerde 2000 çocuk kalıyordu, bunların yaklaşık 1100’ü Harput’taydı.

Misyonerlerin Eğitim Alanındaki Çalışmaları

Misyonerliğin başlangıçtaki amacı hedef alınan bölgelerdeki kitlelere Hristiyanlık eğitimi vermekti ve bu durum sömürü siyasetiyle hiçbir ilgisi yokmuş gibi görünmekteydi. Bu görüntüyü veren ilk gelen papazlar hemen İncil’i anlatmaya başladılar. İlerleyen süreçte İncil’i Türkçeye ve Osmanlı Devleti’nde hedef aldıkları toplulukların dillerine çevirmeye yöneldiler. Ermeni nüfus bölgeleri ilk ve en önemli hedefleriydi.

Ancak başlangıçtaki hedef giderek yeni boyutlar kazanmaya başladı. Zamanla misyonerler geldikleri ülkenin ekonomik, siyasi, kültürel çıkarlarına hizmet etmeyi öne çıkarmakla kalmadılar, Hıristiyan azınlıkların dinsel ve etnik yönden hareketlenmelerine de ortam yaratılmaya başlandı. Ve giderek bu azınlıklar misyonerlerin ülkelerinin genel ve bölgesel siyasetleri doğrultusunda yönlendirildiler.

Tüm bu faaliyetler ABCFM tarafında yollanan misyonerlerce yürütülüyordu ama planlanmasında merkezlerinin de rolü olmalıydı. ABCFM’nin bu derece etkili olmasının nedeni sadece sağladıkları maddi destekten kaynaklanmıyordu. Zaten ABCFM’nin stratejisi buna uygundu. Başlangıçta yardım ediyor, giderlerini karşılıyor, yönetimini üstleniyordu. Ama zamanla başka örgütlerin, kişilerin, fonların devreye girmesi, eğitimin bir kısmının paralı olması, bazı yan gelirlerin elde edilmesi ABCFM’yi rahatlatıyordu. Bu kuruluş, okulların açılmalarından yaklaşık 50 yıl sonra azınlıklardan oluşan yerel yöneticilere devredilmesini planlamıştı. Profesyoneller hedef toplumlardan seçtikleri kişileri eğitip yetiştirdikten sonra okulları onlara devretmeyi amaçlıyorlardı.

Her ne kadar gelen ilk misyonerler kutsal kitabı tanıtmak için okullar açtılarsa da bunlar zamanla yerlerini laik okullara veya kolejlere bırakmak zorunda kalmışlardı. Bundan sonra misyoner okulları sadece ilahiyat okulları olarak değil aynı zamanda çağın gerektirdiği -emperyalist siyasanın gerektirdiği demek daha doğru olur- alanlarda 8–10 yıl arasında değişen eğitim programları uygulayacaklardı. Öyle ki paralı olduğu halde halkın özellikle hali vakti yerinde olan kısmının bu okulların açılmasını ister hale gelmeleri ayrıca dikkat çekicidir. (Bu okulları incelerken insanın aklına ister istemez FETÖ okulları geliyor…)

Zaman içinde ilkokullar, ortaokulla, yatılı kız ve erkek okulları, kolejler ve ilahiyat okulları ülkenin her yanında faaliyet göstermeye başladı. Öyleki bu okulların hemen hemen ülkedeki okulların 1/3 üne tekabül ettiği söyleniyordu. ABCFM’nin yanı sıra özellikle kız okullarını WBM ve WBMI gibi kadın misyoner okulları da destekliyordu. (Bizdeki dincilerin -cemaatler, tarikatlar- bu misyonerlik faaliyetlerini örnek aldıkları anlaşılıyor.)

Osmanlı’daki önemli misyonerlik okulları

İstanbul Robert Koleji

İstanbul Bebek’te küçük bir evde eğitim ve öğretime başlamış olan Robert Koleji ABD’de kuyumculuk yapan ve daha sonra misyoner olmayı seçen Cyrus Hamlin adında bir misyoner başlatmıştı. Bu okula Robert Kolej denmesinin nedeni Rothschild ailesinden New York’lu sermayedar Christopher Rinlender Robert’in bu okula çok büyük miktarda yardım yapmasından kaynaklanır. Robert 1878’de ölene dek kolejin bütün harcamalarını üzerine alır ve servetinin beşte birinin koleje verilmesini vasiyet eder. Ölmesinden sonra koleje kalan paralarla yeni binalar yapılır ve bu arada okula Robert Kolej adı verilir. Robert Kolejinde okuyan Bulgar kökenli öğrenciler Osmanlıya karşı bağımsızlık mücadelesi veren Bulgaristan’ın siyasal yaşamında aktif rol oynamışlardır.  İlk beş Bulgar başbakanının Robert Kolejinden mezun olmaları bu okulların fonksiyonlarını ortaya koyan önemli bir göstergedir.

Tarsus Amerikan Koleji

Merkezi Türkiye Misyonu’na bağlı olarak açılan Tarsus Amerikan Koleji 1878 Ekim’inde küçük bir binada eğitime başladı ve 15 Ocak 1878’de Osmanlı Devleti bu okulu bir idadi olarak tescil etti. Okulda öğretilen dersler dünya edebiyatı, retorik, ekonomi politik, dünya tarihi, uygarlık tarihi, kimya, analitik kimya, mineraloji, fiziki coğrafya, ahlak felsefesi, muhasebe, anatomi, fizyoloji, geometri, cebir, Osmanlı tarihi, Amerikan tarihi, Türkçe, doğa tarihi, vokal müzik, Ermeni dili ve edebiyatı, Ermenice ve İngilizce güzel yazı yazma sanatıydı.

Türklerin Kilikya bölgesindeki küçük bir Ermeni krallığından aldığı Tarsus’ta 19. yy sonlarında açılan bu okulda okutulan derslerin arasında emperyalistlerin ihtiyacı olan madenlerin tespitinde önemli olan mineraloji gibi derslerin yanı sıra Ermenice, Ermeni dili ve edebiyatı, Amerikan tarihinin de okutulması dikkat çekici.

Fırat Koleji

13 Mayıs 1875 tarihinde Harput’ta kurulan bu okulun ilk adı Ermenistan Koleji’ydi, ancak Osmanlı Devleti’nin baskıları sonucunda 16 Şubat 1888’den itibaren adı Fırat Koleji olarak değiştirildi. Kolejin öğrenim dili Ermenice’ydi, İngilizce ve Türkçe de öğretiliyordu. Bu okul Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında İngiliz,  Fransız emperyalistlerinin ve Rus Çarlığının kışkırtmasıyla Doğu Anadolu’da ortaya çıkan olaylar nedeniyle okul müdürünün sınır dışı edilmesi ile beraber kapatılmıştır.

Anadolu Koleji

Anadolu Kolejinin İstanbul’dan Merzifon’a taşınmasının (1886) en önemli nedeni gözlerden uzak ve ilgilenilen kitleye daha yakın olma amacıydı. Anadolu Koleji’nin en büyük özelliği hem azınlıklara hem de Müslüman-Türk öğrencilere açık olmasıydı. Kuruluşundan iki yıl sonra hazırlık sınıfları dâhil okuyan öğrenci sayısı 130’du. Kolejin 10.000 cildi aşkın bir kütüphanesi ve 7.000’den fazla türü içeren bir botanik müzesi vardı. Okulun Türk öğretim elemanlarından birinin öldürülmesi sonucu okul karışmış ve bu olaydan dolayı yönetim suçlanmıştı. Olaylar sona ermeyince bu okul kapatılmış ve Selanik’te aynı isimle eğitim vermeye devam etmiştir.

Bu okullardan başka 1878’de Mersin’de St.Antuan Katolik Koleji, 1882’de Maraş’ta Merkesi Kız Koleji, 1888’de Tarsus’da Aziz Pavlus Enstitüsü, 1890’da İstanbul’da İstanbul Kız Koleji ve 1903’de İzmir’de Uluslararası Kolej kurulmuştur.

 

Misyonerlerin ve Okulların Parasal Kaynakları

Anadolu’daki misyoner faaliyetleri ve misyoner okulları açıldıktan belli bir süre sonraya kadar doğrudan ABD merkezli ABCFM misyoner örgütü tarafından desteklenmiştir. Bilhassa okulların açılması sırasında ABD’de yürütülen kampanyalarla çok yüksek miktarlarda bağış toplanmış ve bu paralar Osmanlı topraklarında yapılan çalışmalar için harcanmıştır. Bazı durumlarda okulların kurulmalarında özel kişi ve fonların da büyük desteği oluyordu. Zamanla bu okulları yerli halktan zengin kişiler de belli oranda desteklemişlerdir. Bunlara ilave olarak bazı yan misyoner örgütlerin de bu maddi kaynaklarda payları bulunmaktadır. WBM ve WBMI gibi kadın misyoner örgütleri de zamanla bazı okulları, özellikle de kız kolejlerini desteklemişlerdir. Yerli Protestan cemaatler de okullara maddî desteklerde bulunmuşlar, okullara kayıt olan öğrencilerden belli oranda harçlar alınmış, çeşitli aktiviteler okullara gelir getirmiştir. Amerikan misyoner örgütü ABCFM’nin Osmanlı Devletinde 1819-1914 arasında yaptığı toplam harcama 13.345.785 dolar tutarındadır.

 

Misyonerlik Faaliyetlerinin Siyasi ve Toplumsal Etkileri

Bu faaliyetler öncelikle Amerikan emperyalizminin Türkiye, Balkanlar ve Ortadoğu’da etkinlik sağlamasında önemli roller oynamıştır.

Osmanlı Devletinin parçalanmasında da etkisi olan bu çalışmaların, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonuna doğru ortaya atılan Wilson Prensiplerinin özellikle aydın çevrelerde karşılık bulmasında ve bir kısım entelejansiyanın savunduğu Mandacılık fikrinin doğuşunda etkisinin olduğunu söylemek gerekir.

Sonuç olarak, Türkiye’deki Amerikan işbirlikçiliğinin kültürel – ideolojik temelinde bu misyonerlik faaliyetlerinin olduğu inkar edilemez. Özellikle dinci ve bir kısım sivil örgütlenmeler zamanla bu faaliyetlerin uzantıları haline gelmişlerdir. Ülkemizde emperyalizm sadece ekonomik, siyasal ve askeri alanlarda içsel olgu haline gelmemiştir, İslamcılık alanında da içselleşmiştir. Bu ulaştığı konumun avantajını kullanan emperyalizm iktidarlardan başka toplumun önemli bir kısmı üzerinde de etkinlik kurmakta ve böylece geniş bir kesimi fikren ve yaşam tarzı yönünden zehirleyebilmektedir.

Son yıllarda siyasette, eğitimde, yaşam tarzı vb. alanlarda karşı karşıya kaldığımız gericileştirmelerin altında emperyalizmin sömürgeci politikalarını yürütmek için kullandığı ideolojik-kültürel saldırıları ve bunların tarihi köklerini doğru teşhis edemezsek çarelerini üretmekte de başarılı olamayız.

 

 

(*)Osmanlı Devletine gelen ilk protestan misyoner, 1815 yılında Mısır’a ayak basan İngiliz Church of Missionary Society’e bağlı bir papazdı.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir