Planlama Konferansı Gerçekleştirildi

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Ülkemizin sorunlarını canlı, yüz yüze toplantılarda tartışmaya açmak amacıyla, Anafikir’in organize ettiği; “Türkiye’nin Sorunları Konferans Dizisi”nin ilki olan “Geçmişten Günümüze Planlama” konulu konferans 16 Ocak 2016 Cumartesi günü Prof. Dr. Bilsay Kuruç’un sunumuyla gerçekleştirildi.

Bu konferansa katılan yazarlarımızdan Mehmet Uysal ve Hakkı Zabcı’nın değerlendirmelerini aşağıda sunuyoruz:

 

ANA FİKİR “PLANLAMA KONFERANSI”NDAN İZLENİMLERİM

                                                                                                                 Mehmet Uysal

16 Ocak 2016 Cumartesi günü, Ankara’da yapılan, AnaFikir’in organize ettiği “Geçmişten Günümüze Planlama” konulu; Bilsay Kuruç hoca’nın verdiği konferansa katıldım. Konferans öncesindeki yazımda da belirttiğim gibi; Bilsay hoca, “planlama” denince ilk akla gelen isimlerdendir. Gerek Hoca’nın konuya hâkimiyeti nedeniyle “az zamanda çok şey” anlatması, gerek katılımcı sayısı ve niteliği, gerekse soru-cevaplarla katılımın canlılığı bakımından, güzel bir çalışma olduğunu düşünüyorum.

Hoca’nın konuşmasından epeyce notlar aldım. Bazıları satırbaşlarıyla şöyle:

“Planlama Aydınlanma’ya dayanır. İnsan aklının ürünüdür, aklın özgürleşmesidir. ‘Ben (biz) yapabiliri(m)z’ demektir, bir mücadele demektir. 20. yüzyıl bunu göstermiştir.”

“Planlama, ufkun ötesini görerek, manzarayı değiştirme; yapılamayacak gibi görünenlerin tasarlanıp, yapılmasıdır.”

“19. yüzyıldaki Sanayi Devrimi, planlamayı tetikledi. Büyük malzeme ve emek hareketi, planlamayı gerektirdi.”

“Sovyetler Birliği ‘Kapitalist dünyadan 100 yıl gerideyiz. Bu açığı 10 yılda kapatmalıyız’ düşüncesiyle, planlamaya yöneldi.”

“Lenin’e, plan fikrini öneren kişi Alman bir politikacı ve iş adamı olan (ve Yahudiliği ve SSCB’yle kurduğu dostça ilişkiler yüzünden aşırı sağcıların hedefi durumuna gelen ve işe giderken milliyetçi fanatikler tarafından 1922’de öldürülen-Vikipedi) Walter Rothenau’dur.”

“SSCB’yi planlamaya yönelten şey; ‘kaynaklar sınırlı ise öncelikler olmalı’ tespitiydi. “SSCB’de, Leontiev; plancılıkta temel çalışma olan ‘İnput-Output Tablosu ve Analizi’ni geliştirdi.”

“Ülke ekonomilerinin ileri gitmesi için, “İnput-Output (Girdi-Çıktı)Tablosu”nun çıkarılması lazımdır. Türkiye’de uzun yıllardır “İnput-Output Tablosu” yapılmamaktadır.”

“Sadece malzeme planlaması yapılmamalı, insan (eğitim, sağlık ve kültür) planlaması da yapılmalıdır.”

“Türkiye’de planlama faaliyeti 1930’da başlamış, 1933’te ilk sanayi planı uygulamaya konulmuştur. Buna müteakip uygulamaya konulan İkinci planın yürütülüp tamamlanmasını, 2. Dünya Savaşı koşulları engellemiştir. 1950’lerin sonlarına kadar plancılığa tekrar dönülmemiştir.”

“2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da plancılık fikri ortaya çıkmıştır. Bunun öncülüğünü, AB fikrinin de babası olan Fransız siyasetçi J. Monet yapmıştır. Fransa’nın planları “Sovyetik” idi. 1950’ler ve 1960’larda Fransa’da plan uygulaması tavsamıştır.”

“1950’lerde, bu kez kapitalist dünyada, ‘az gelişmiş ülkeler’in ‘yardımları etkin kullanmaları’nı sağlamak için ‘kalkınma plancılığı” ortaya çıkmıştır. Bu uygulamada Hindistan çok önemli bir laboratuvar olmuştur”

“1950’lerin ikinci yarısından itibaren, OECD’nin tavsiyesi üzerine, planlama Türkiye’nin gündemine girmiştir. Davet üzerine 1960’ta Türkiye’ye gelen Tinbergen, DPT’nin kuruluşunda ve “plancılar”ın yetiştirilmesinde önemli rol oynamıştır. Şinasi Orel’in öncülüğünde 30 Eylül 1960’ta DPT kurulmuştur. Planlama, daha sonra 1961 Anayasası’nda yer almış DPT anayasal bir kurum olmuştur.”

“Kapitalizm, kendisi planlama yapar, ancak kendisinin tabi olacağı planlamayı sevmez.” (Bu cümlenin altını özellikle çizdim)

“1982 Anayasası’nda planlama yer almakla birlikte, DPT anayasal bir kurum olmaktan çıkarıldı. Yakın zamana kadar sürdürdüğü kurumsal varlığını, yakın zamanda kaybetti. 1980 sonrasında, plancılık bir şekilden ibaret kaldı. Bu nedenle, Türkiye’de 1980 sonrası plancılığı üzerine bir şey söylemeye gerek görmüyorum.”

Hoca’nın sunuş bölümünden sonra, soru-cevap bölümüne geçildi. Bu bölümde katılımcılar, sorular sordular, açıklamalar yaptılar. Ben de bir soru sordum. Sorum kısaca şöyle idi: “Planlama için bir siyasi irade gerekir. Günümüzde Türkiye’de planlama için gerekli siyasi irade var mıdır? Türkiye’de planlama için gerekli siyasi irade nasıl ortaya çıkabilir?” Hoca da bu soruma özetle şu mealde bir cevap verdi: “Türkiye’deki mevcut siyasi yapılanma içinde, planlama için gerekli siyasi irade yoktur. Planlama için gerekli siyasi iradenin nasıl ortaya çıkabileceği, benim dışımda bir konu olup, üzerinde ayrıca düşünülmesi gerekir.”

Gerek sorulan sorular gerekse yapılan açıklamalar çalışmamıza canlılık kattığı gibi, verimli olmasını da sağladı. “Geçmişten Günümüze Planlama” konferansına olan canlı ilgi ve çalışmadan amaçlanan verimin alınmasının, müteakip konferanslara yönelik beklenti ve cesareti arttırdığını düşünüyorum.

Diyeceğim o’dur ki; planlama küresel liberal ekonomi-politiğin yerine geçebilecek demokratik ekonomi-politik modelin en önemli “taşıyıcı ayaklarından” birisidir. Demokratların çeşitli kompartımanlara bölündüğü ve faaliyetlerini ağırlıkla birbirini “eleştiremeye” yoğunlaştırarak, -maalesef- zaman ve enerji israf ettikleri günümüzde, planlama vs. “taşıyıcı ayaklar” üzerine, daha geniş katılımlı yüz yüze konuşmaların, demokratların birliği için ortak bir zemin oluşmasına önemli katkı yapacağını düşünüyoruz. Planlamanın siyasette karşılık bulması, bu düşüncenin kamuoyunun gündemine getirilip, çok geniş kitlelerin tartışmaya/konuşmaya katılması ile mümkündür. Bu nedenle, “demokratik ekonomi-politik modeli” bağlamında, planlamayı DAHA ÇOK DAHA ÇOK DAHA ÇOK… konuşalım.

Konferansı organize eden AnaFikir’e ve geniş ve değerli bilgi ve deneyimlerini bizlerle paylaşan Bilsay Kuruç hocaya teşekkür ederim.

 

 

 

SİYASET VE PLANLAMA

                                                                                                                           Hakkı ZABCI

 

“ANAFİKİR”in 16 Ocak 2016 tarihinde düzenlediği ve yoğun ilgi gören “Türkiye’nin Sorunları Konferans Dizisi”nin birincisinde Prof. Dr. Bilsay Kuruç, “Geçmişten Günümüze Planlama” konusu üzerine konuştu ve sorulan sorulara ayrıntılı bir biçimde çok ciddi yanıtlar verdi. Toplantı dört saat kadar sürdü. Bu bile ilginin ne kadar derinlikli olduğunun bir göstergesiydi. Hoca, ileri yaşına rağmen bu uzun süreyi yüksünmeden üstelik ayakta tamamladı. Son derece mütevazı haliyle dinleyicileri kendine bağladı ve onları rahatlatarak soru sorma/yanıt verme işlevini sohbete dönüştürmeyi başardı.

Gelelim planlamaya, daha doğru ifadesiyle merkezi planlamaya.

Konuya geçmeden önce bir hususa açıklık getirmekte fayda görüyorum. Toplantıya davet ettiğimiz kimi arkadaşların, Türkiye’nin sorunları ile planlama arasında bir bağ kurmakta zorlandıkları ve bu nedenle tercihlerini başka faaliyetler için kullanıp davetimize icabet etmediklerini gördük. Nedenini sorduğumuzda, “merkezi planlama iktidarda bulunan siyasi partinin işidir. İktidarda olan partinin böyle bir sorunu bulunmadığından ve planlama düşünen bir siyasi hareketin de iktidar olma şansı olmadığına göre planlama üzerine konuşmak bize bir şey kazandırmaz” diyerek soruyu kestirip attılar.

Oysa!

Bilsay Hoca, konuşmasının başlarında, bağımlılık ile tabiiyetin aynı şey olmadığını, tabiiyetin bağımlılıktan çok daha olumsuz olduğunu, tabi kılınmış bir ülkede kesinlikle merkezi bir planlamanın yapılamayacağını söyledi. Emperyalizmin iradesine tabi olan bir ülkenin, kendi geleceğini tayin etme gibi bir işlevi yoktur. Onun geleceğini tabi olduğu emperyalizm belirler. Hal böyle olunca akla şu soru geliyor: Planlama sorununu, tabiiyetin nasıl ortadan kaldırılacağı sorusu ile birlikte ele almak gerekmez mi? Bir başka ifadeyle, bağımsız, özgür bir irade ile planlama yapabilmek için öncelikle bağımlılık ve tabiiyet durumundan kurtulmuş olmak gerekmez mi?

Bu soruyu yanıtlamaya çalıştığımızda, yani merkezi planlama meselesini, teknik ve akademik düzleminden politik düzlemine geçirme becerisini gösterdiğimizde birçok ipucunu da yakalamış oluruz. O zaman ekonomik, toplumsal ve kültürel öğeleri bir araya getiren merkezi planlamanın yaptığı araştırmaların, topladığı verilerin devrimci siyaset için ne denli önemli birer kaynak oluşturduğu gerçeğini daha iyi anlama şansını yakalarız.

Planlamayı, “hadi canım sen de!” deyip hafife alma alışkanlıklarımızdan kurtulmamız gerekiyor. Hatta ülkemizde ve dünyada gerçekleştirilen planlama deneyimlerinden yararlanarak toplumsal muhalefetin örgütlenmesinde hedef gösterme ve alternatif yaratma gibi politikalar üretilmesi pekâlâ mümkündür. Bir adım daha atılabilse, diğer koşulların da olgunlaşması ile birlikte tabiiyet ilişkisinin de zayıflatılması gerçekleşebilecektir.

Bilsay Hoca’nın, bana göre, vurguladığı diğer husus, “içinde bulunduğumuz 21. Yüzyılı kavrayamayan planlama yapamaz” saptamasıdır.

Kaçıncısıdır bilmiyorum ama, önümüzde emperyalistlerin meşhur Davos toplantısı var. Ana gündemi “Dördüncü Sanayi Devrimi”. Şoförsüz araçlar, üç boyutlu yazıcılar v.s… Bunlar deklare edilenleri. Ya deklare etmedikleri! Savaş sanayi, emperyalist sermayenin tabiiyet içinde olan ülkelere girişi, emperyalist devletler arası paylaşım pazarlıkları, neoliberalizmin yeni versiyonları v.s… Bunlara vakıf olmadan planlama yapılabilir mi?

Altmışlı yılların ikinci yarısında, Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde geçen öğrencilik yıllarında, birçok arkadaş gibi bir ayağımız Devlet Planlama Teşkilatı’ndaydı. Mahir Çayan Türkiye tahlili çalışmalarını ete kemiğe büründürürken DPT kaynaklarından oldukça yararlanmıştı. Doğan Avcıoğlu, “Türkiye’nin Düzeni” kitabını yazarken arşivinde bolca DPT Raporları vardı. Bizlerin ilgileri öğrencilikten sonra da devam etti.

Ben, konumum gereği kırsal kesim ve kooperatifler üzerinde yoğunlaştığım ve masa başı değil de alanlarda çalıştığım için DPT ile ilişkim süreklilik kazanmıştı. (Bu süreç benim Köyişleri ve Kooperatifler Bakanlığı ve sonrasında Ticaret Bakanlığı’nda çalıştığım döneme rastlar). Bu ilişki beni DPT’de kooperatiflerle ilgili Danışma Kurulu’na kadar götürdü. Talep o dönemin DPT Müsteşarı Bilsay Kuruç’tan gelmişti. Özellikle sosyal planlamanın ne olduğunu bilenlerdenim.

Çok basit olarak belirtmem gerekirse, bu türden bir planlama üç safhadan oluşur. Birinci safha planlama için gerekli bilgi, belge ve hazır istatistiki verilerin toplanması; bunların gözden geçirilerek planlamaya esas olacak araştırma, inceleme, görüşme ve anketlerin uygulamaya sokulması şeklinde iki aşamalıdır. Birinci aşama masa başında gerçekleşir. İkincisi ise alan çalışması olup bizzat görme, duyma ve sosyal ilişkiye girme ile sonuçlandırılır. İkinci safha ise birinci safhada elde edilen sonuçların planlamayı kurgulayanların ideolojik süzgecinden geçirilerek yorumlanması, değerlendirilmesi ve sınıflandırılması çalışmalarının bir bütünüdür. Üçüncü safha ise elde edilen bütünlüğün planlanmaya dökülmesinden başka bir şey değildir.

Gereksiz gibi görülen bu bilgileri vermemin temel amacı, devrimci düşünceye sahip solcuların planlama tekniklerini kullanarak ülke gerçeğine vakıf olmak, bunu devrim süzgecinden (buna Marksist ideolojinin süzgeci de diyebilirsiniz) geçirerek devrimci mücadelenin stratejisini çizmek çabasına girilmesi düşüncesinin sol cenahta kabul görmesini tetiklemektir.

Bilsay Hoca’mın planlama üzerine verdiği konferans bana bunları çağrıştırdı ve çok yararlı oldu.

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir