Saftirik Türk Solcusu-Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Marksist olduğu söylenen bir akademisyen, HDP’den milletvekili adayı gösterilmeyince, “Tamam, itiraf ediyorum. Kendimi saftirik Türk Solcusu gibi hissediyorum. Ben boyumun ölçüsünü aldım” demiş. (24.5.2018 tarihli Birgün Gazetesi, shf.9)

 

Saftirik sözcüğü,  saf, akılsız, acemi gibi anlamlarda argo bir sözcük olarak kullanılır. Bu sözcüğünün Türk kavramıyla birlikte kullanılması gerçeğin tam ifadesi olmuş, nedense sağcısı da  solcusu da ırkçısı da dincisi de hep  Türk’ü saf buluyor, kandırılanlarda hep Türk oluyor.  Çünkü  o “Yunus’u biçaredir baştan aşağı yâredir, ağu içer  dost elinden”.  Türk saftirik olur kanar da solcusu saftirik olup kanmaz mı?

 

Türk solcusunu  kandıranlar genelde solcu sanılanlardır, kananlar da genelde kendisini solcu sananlardır, yoksa gerçekçi ve bilimsel düşünmesi gereken solcu niye saftirik olsun,  niye kansın?

 

Kandıranlar, çıkarcıdır, fırsatçıdır, ikbal ve istikballeri için yapmayacakları iş yoktur, yalan söylerler, davalarını, yol arkadaşlarını rahatça satabilirler, arkadan vururlar ya da vurulmasına ortam hazırlarlar. Bunun örneği bu ülkede çoktur, örneklendirmeye de gerek yoktur, bunların  düşüncelerine ters partilere girmeleri, gazetelerde yazmaları,  eski yol arkadaşlarını suçlamalarından, kanal kanal dolaşıp kendilerini pazarlamaları bilinir…

 

Kandırılanlar ise, genel olarak işin özünü kavramayan, iyi niyetle, insancıl duygularla olaylara yaklaşıp sorunun yaratıcılarını sorunun çözücüsü gibi görenlerdir, şu veya bu nedenle  bunlara destek olanlardır.

 

Solcu deyince ne anlıyoruz? Ben solcuyum diyen herkes solcu olabiliyor mu? Bunun bir ölçüsü, bir kuralı, bir çerçevesi yok mu?  Gerçekten solcu olan vardır, kendini solcu sanan vardır, sola yakınlık duyan, destek veren olur.

 

Solcuyu, her şeyden önce ahlaklı, dürüst ve çalışkan, olaylara sınıfsal bakan, bilimsel düşünen, gerçekçi ve laik olan, kadın erkek eşitliğini içtenlikle isteyen, halktan ve emekten yana tutum alan, halkı ayrıştırıcı, çatıştırıcı, birbirine kırdırıcı  etnik, dinsel ve mezhepsel girişim ve davranışlara karşı çıkan, bu tür girişimlere destek ve alet olmayan, cumhuriyet ve değerlerini kıskançlıkla savunan, ülkesinin bağımsızlığını, halkının birliğini, iyiliğini, mutluluğunu her şeyin üstünde tutan, emperyalizme, kapitalizme, feodalizme, bölücülüğe,   gericiliğe ve de faşizme  karşı koyan bir yurtsever,  ülkemizde Kemalizm’den sosyalizme kadar uzanan düşünce sitemi (ideoloji) içinde yer alan diye düşünürüm.

 

Bir kişinin solcu, sağcı hatta dinci olması, ailesinden, doğdu yerden, yaşadığı çevreden, gördüğü eğitimden, içinde yer aldığı ekonomik demokratik, sınıfsal mücadeleden kaynaklanır. Burada en belirleyici olan kuşkusuz laik bilimsel eğitim  ile  ekonomik-demokratik mücadeledir.

 

Bütün bireylerinin laik bilimsel eğitim ve öğretim görmesi, ekonomik, demokratik mücadelede yer alması olanaklı olmadığına  göre, insanları etkilemek için “algı” yöntemleri gündeme girer, güçlü odaklar ve çevreler algı yöntemleriyle sıradan insanları güdülemeye, yönlendirmeye başlar. Bunda başrolü devlet gücünü elinde bulunduran, “devlet malı deniz yemeyen domuz”  diye yemleyerek güç odaklarını, görsel ve  yazılı basını (medya) kendisine bağlayan siyasi iktidar oynar;  muhalefetin etki alanını daraltır, sesini kısar, halkı kolayca avlayarak, oy gücüyle  sürekli iktidarda kalmaya  yaptıklarının hesabını vermemeye kalkar.

 

Bu saptamadan, her şeyi siyasi iktidarın belirlediği, yönlendirdiği gibi mutlak bir sonuç çıkarmamak gerekir. Toplumsal alan hareketli, zemin kaygan, yarışçılar hızlı,  sınıfsal, etnik, inançsal mücadele çetin. Siyasi iktidarlar ne yaparsa yapsın günün birinde tökezlemek, yaptıkları haksızlık, hukuksuzluk, zulüm bataklığında debelenmek, seçimle iktidara gelip seçimle gitmeyi içine sindiremediği için demokrasi içi ve dışı yolla tepetaklak olur.  Bu ülkede iktidara gelen sağcı partiler, fikren halkı ikna etme yerine dini ve etnik nedenlerle ayrıştırmayı, kamu malını yağmalamayı, toplumsal yararı değil kişisel çıkarı öne çıkarmayı, yargı önüne çıkmaktan ve hesap vermekten kaçmayı düşündükleri için  seçimi bir  savaşa dönüştürürler, iç ve dış dinamik  harekete geçer, ortam gerilir, dozunu ayarlayamazlarsa tepetaklak olurlar.

 

Cumhuriyet tarihi boyunca sağcı partiler seçim yoluyla iktidara gelmeyi seçim yoluyla iktidarı devretmeyi bir türlü içlerine sindirememişlerdir. İktidara gelince ne oldum delisi oluyorlar, iktidardan gitme olasılığı belirince de çıldırıp, deliriyorlar. Türkiye II. Dünya Savaşı sonrası Lozan Kahramanı İsmet Paşa’nın çabasıyla tek partili dönemden çok partili döneme geçtikten sonra bu sıkıntıyı hep yaşadı, yaşamaya da devam ediyor.

 

Çok partili siyasi hayata geçtikten sonra 1946’da kurulan Demokrat Parti, 1950’de yapılan milletvekili seçiminde Meclis’te çoğunluğu sağlar, iktidarda olan CHP gürültüsüz, patırtısız iktidarı DP’ye devreder.

 

Celal Bayar’ın cumhurbaşkanı,  Adnan Menderes’in başbakan olduğu DP iktidarı ne yapar? İlk işi Türkçeleştirilen ezanı yeniden Arapça’ya  döndürmek olur, kültür ve aydınlanma örgütü Halkevlerini kapatır, halkı cephelere böler, tahkikat komisyonlarıyla muhalefeti susturmaya kalkar, halkın dini değerlerini istismar ederek  “İsterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz” der; “Orduyu çavuşlarla yönetirim”, “istersem odunu milletvekili yaparım” havasına girer,   “Her mahallede bir milyoner yaratmaya, Küçük Amerika olma” ya  kalkar, halkçılığı,  kamuculuğu dışlar; Meclis kararı olamadan Kore’ye asker gönderir,  orduyu NATO’ya bağlar, ikili anlaşmalarla Türkiye’yi emperyalizmin kıskacına sokar, 27 Mayıs ihtilali ile devrilir.

 

27 Mayıs ihtilalinden sonra yapılan Anayasa ve Seçim yasası çerçevesinde halkın oyu ile iktidara gelen Süleyman Demirel yönetimindeki Adalet Partisi (AP), “Yollar Yürümekle Aşınmaz” diyerek özgürlükçü eğilim gösterir ise de  “Tetik Çekenle Tespih Çeken Bir midir” diyerek dinci tarikatlara yol verir,  “Çorum’u Bırak Fatsa’ya Bak” diyerek katliama sessiz kalır, 1980 darbesi ile saf dışı olur.

 

Darbe sonrası iktidara gelen  Turgut Özal yönetimindeki Anavatan Partisi, “Anayasa Bir kez Delinmekle Bir şey Olmaz” diyerek hukuksuzluğu, yolsuzluğu  topluma sokar, eğitimi, sağlığı özelleştirir, kamu mallarının haraç mezat satılmasının yolunu açar, Turgut Özal kalp krizinden ölür, öldürüldüğü savlanır.

 

Darbecilerin desteğinde serpilip gelişen dinci örgütlerin desteği ile iktidara gelen Tayip Erdoğan yönetimindeki AKP, 16 yıllık iktidarı döneminde, laik cumhuriyete ve değerlerine savaş açar, cumhuriyetin kurucusuna ve  Lozan kahramanına “iki ayyaş” der,  “Devlet laik olur insan laik olmaz” diye cami açılışları yapar, “Dindar ve Kindar Nesil” yetiştirmeye kalkar, milletin birikimlerini varını yoğunu haraç mezat satar, Harun gibi siyasete girerek millet malıyla aile boyu Karun olurlar.  Bu partinin de önceki partiler gibi  tarihin  parti çöplüğünde yerini alacağından kuşku duymamak gerekir.

 

İnsanlık tarihi, devletleri, toplumları ileri götüren, çağ atlatan parti ve liderlerin halkın gönlünde sevgiyle yer edindiğini, halkı değil kendini düşünenleri,  hırsızlık ve yolsuzluk batağına batanları yerin dibine batırdığını gösterir.  Ülkemizde halkın gönlünde yer etmiş bir tane sağcı lider ve parti var mıdır? Zorlamayla olmaz bu işler,  birilerini halkın sevgilisi gibi göstermeye çalışmaları dönemseldir, konjonktüreldir, işler tersine dönünce ilk tekmeyi yalaklar ve yamaklar vurur.

 

Saftirik solcu kimdir diye sorarsanız,  solcuyum diyerek  sağcı, dinci, mezhepçi, ayrılıkçı parti ve hareketlere hoşgörüyle bakan, hatta öven, bunlardan aday olmaya kalkan, destek veren, Avrupa ve Amerikan emperyalizmini bilip bunların yeryüzünde yaptığı vahşeti, sömürüyü görmezden gelerek, kendi halkını ve ülkesini küçümseyerek  yaşantılarına övgüler düzenlerdir.

 

Bir ülkenin başına gelenlerin asıl sorumlusu, dönekler ve hainlerden geçmişini bilmeyen geleceği görmeyen, düşmanını dost dostunu düşman sanan saftiriklerdir. Bir emekçinin sermaye partisine oy vermesinin, solcu bir aydının ayrılıkçı bir partiye katılmasını, destek olmasını nasıl niteleyeceğiz?  Önce şunu bileceğiz, Solcu darbeci değil devrimcidir. 27 Mayıs’a darbe diyen solcu değil saftiriktir. Şöyle etrafınıza bir bakın kim ki cumhuriyete, laikliğe saldırıyor, Türk’ü ve Solcuyu aşağılıyorsa, ya dincidir ya da ayrılıkçıdır. Bu gerçeği görmeyen  ise kusura bakmasın ama saftiriğin dik alasıdır.

 

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir