Şerden De Hayır Çıkabilir- Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Türkiye ekonomisinin krizi, AKP iktidarı döneminde, bir kez daha

derinleşmektedir. Emperyalizme bağımlı Türkiye ekonomisinin bunalımı esasen yapısal olduğu için yeniden nüksetmesi sürpriz sayılmamalıdır. Bu bağımlı ekonominin zaman zaman parlamasının da çöküntüye girmesinin de temel nedeni uluslararası sermayenin ve hareketlerinin belirleyici olmasındandır. Geçtiğimiz on yılda, emperyalist dünya, bizimki gibi ülkelere yoğun bir şekilde sıcak para pompalayarak; elindeki fazla sermayenin kendi ülkesinde yaratacağı sorunları aşma ve asıl olarak da para soktuğu ülkeleri yüksek faiz ve kur farklılaşması gibi düzenlemeler yoluyla hızlı ve derinliğine bir biçimde sömürmeyi tercih etti. ABD sermayesi artık bu sıcak parayı ihraç etme politikasını zayıflatarak doları kendi ülkesine yönlendirmeye başladı. Türkiye gibi ülkelere giden doların akış yönünü değiştirmeye, kendi ülkesine çekmeye başladı.

Ekonomi yönetiminden anlamayan, doğru dürüst ne siyaset, ne sosyoloji, ne tarih vb alanlarla ilgili yeterince kitap bile okumadığı anlaşılan şahsın yönettiği bir ülkenin on yılı aşkın bir süredir ayakta kalmasının nedeni; emperyalist kapitalizmin daha fazla sömürüsünün devamı için sürekli dolar enjekte etmesi ve ABD’nin Ortadoğu politikası nedeniyle bu ülkeye duyulan ihtiyacıdır. Emperyalizmin çıkar, dünya ve bölge politikaları, stratejileri değişmeye başlayınca; bu yeni gelişmelere göre ihtiyaçlar, bakış açıları ve ittifaklar da değişmeye başlar. Türkiye’nin 60-70 yıldır ekonomik, siyasi ve askeri olarak bağımlı olduğu ABD’nin dünya politikası ve stratejisinde yeni yönelimlere girmekte olduğunu birçok araştırmacı, siyasetçi vb bir süredir konuşmakta, yazmakta. ABD’nin bir süredir ekonomik çıkarları, jeostrateji ve askeri yönlerden en önemli tehlike olarak gördüğü Çin’e karşı yeni politika ve strateji geliştirmeye yöneldiği her platformda gündeme getirilmektedir. Hiç şüphe yok ki; ABD, ekonomisini de askeriyesini de bu yeni konumlanışına göre düzenleyecektir. Türkiye gibi Çin’in batısındaki bölge (Orta Asya) başta olmak üzere, çeşitli alanlarda etkili olma potansiyeli taşıyan bir ülkenin, bundan sonraki dış siyasetinin belirleyici rotası; bu bölgelerde Çin’in etkisinin kırılması, çevrelenmesinin sağlanması yönünde olacaktır. En azından ABD, yeni politikası gereği Türkiye’den de bu yönde yararlanmak isteyecektir. 1950’de Kore Savaşına sokulan bir ülkenin önümüzdeki yıllarda bu politikaya alet edilmeye çalışılmayacağı düşünülemez. Türkiye’nin Orta Asya ve diğer bölgelerdeki (Afrika, Pakistan, Afganistan gibi) ilişkilerinde ABD’nin bu yeni politikasının belirleyici ekseni oluşturacağını söyleyebiliriz.

Asya-Pasifik politikasının sahibi olan ABD’nin bu ayın (Şubat, 2014) başında gerçekleştirilen Münih Konferansıyla, Batı dünyasını -AB’yi- bir yandan yalnız bırakmayacağına ikna etmeye çalışırken, diğer yandan Doğuda yükselen tehlikelere (Avrupalılara göre, Rusya ve Çin) karşı bu bölgeyi hazırlamaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Barak Obama’nın daha önce ABD’nin bundan böyle Pasifik’te bir büyük güç olduğunu vurgulamasının Avrupa devletlerini kuşkulandırdığı biliniyordu. Konferansa katılan Başkan Yardımcısı Joe Biden, Avrupalı yöneticilere “Siz bizim en eski ve en yakın müttefiklerimizsiniz ve öyle de kalacaksınız” diyerek; ABD, Pasifik’e yönelirken aynı zamanda Atlantik gücü olarak da kalacağını belirtmiş oluyordu. Biden’nin bu açıklamasının ekonomik ve askeri olarak karşılığı var mıdır, işte orası tartışmalı. Bu arada ABD yönetiminin, Avrupalıları bu yeni politikaya ikna etmek için Rusya tehlikesini de gündeme getirerek Atlantik bölgesinde önemli bir çatlak doğmasını engellemek isteyeceği açık.

Yeni dönemin özelliği sadece politika ve askeri stratejide değişikliğe yönelmek olarak anlaşılmamalıdır. Bunların altında yatan temel hareket ettirici etmenin ekonomi olduğunu bir kez daha vurgulayalım. Çin denizindeki doğal kaynakların ötesinde, Çin’in Amerikan ekonomisini ve finans kuruluşlarını tehdit eder yönde ilerlemesi ABD emperyalizmi için başlı başına bir tehlike oluşturmaktadır. Giderek çıkarlarının ve hatta bizzat kendi ülkesindeki bazı büyük tekellerin, finans kuruluşlarının kıskaç içine alınmakta olduğunu hissetmeye başlayan ABD sermayesi, müttefiklerini olumsuz etkileme pahasına da olsa yeni bir “savaş”a girişme planına göre ekonomi-politikasını düzenlemeye yönelmekte olduğu belli. Sermayeyi, sömürünün yanı sıra, bir savaş aracı gibi kullanarak Çin’in ekonomik ve finansal yayılmasını engellemeye, ABD ekonomisi ve finans kuruluşları üzerinde etkili olma hareketine karşı yeni bir savunma geliştirme amacıyla kullanmaya yönelmektedir. Ama ABD yönetimi ne yaparsa yapsın, isterse yeni bir Monreo çizgisi oluştursun, sonuçta emperyalizmin yapısal çıkmazları ve kapitalist dünyanın patronu olması nedeniyle iç krizini ve para eksikliği sorununu başka yerlerden söktüğü yamalarla kapatması mümkün görünmüyor. Sistem sürekli yırtık ürettiği için buna ne yama yeter ne de bu kadar yıpranmış don yama tutar.

***

Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi yeni politikalar yeni enstrümanlarla uygulanır. R. Tayyip Erdoğan ve çevresi eski politikanın uygulayıcılarıydı ve ayrıca geçtiğimiz 12 yıllık dönemde yıprandılar da. Artık ondan ve çevresinden kurtulmak istiyorlar, bu açık. Ama bütün bu gelişmelere rağmen onların ömürlerini kısmen uzatacak son bir şansları olabilir. Bu zorunluluk, ABD’nin Ortadoğu’da yarattığı “pisliği” birilerinin temizlenmesine olan ihtiyaçtan doğmaktadır. Bu pisliğin ortadan kaldırılması işini AKP’ye ihale ederler mi, özellikle Suriye’de başarısız olan AKP iktidarına bu konuda güvenecekler mi? Çünkü esas temizlik yapılacak yerlerin başında Suriye geliyor. Suriye’deki el Kaideciler ve IŞID’ı kim kontrol altına alacak, onları uluslararası düzene kim uyduracak? Bu örgütleri destekleyen ABD ve diğer Batılılar, Suriye üzerinde Rusya ile şu veya bu şekilde sonuca gidecek bir mutabakat sağlarlarsa; bu kullandıkları örgütlerin etkisiz hale getirilmeleri ya da kurulacak düzene uydurulmaları sorunuyla kim ilgilenecek? Bunlarla uğraşanların can kayıpları vermelerinin kaçınılmaz olacağı biliniyor. Bu durumda birilerini bu “pis” işe memur etmeleri gerekiyor. Köşeye sıkışan AKP iktidarını ve darbelenmiş TSK’yı bu işe uygun aday olarak görebilirler. Hem böylece kurulmasını istedikleri Kürt devleti yolunda da Irak’tan sonra çok önemli bir adım daha atılmış olur. Kuzey Suriye’ye Türkmenleri bahane ederek sokulacak TSK’nın oluşturacağı güvenlik şemsiyesi altında Kürt örgütleri istediklerini elde etmiş olurlar.
Yalnız bu planın içinde taşıdığı riskler de var. Sözünü ettiğimiz risklerden biri, bu plan uygulanırken Türkiye siyasetinde bazı önemli değişiklikler meydana gelirse ne olacak? Kamuoyunun tercihi ve baskısı yeni siyasi gelişmeleri zorlarsa bu durum planı nasıl etkiler? Gittikçe derinleşen bir ekonomik krizle karşı karıya kalacak olan kitlelerin, yolsuzluklarını zorbalıkla, baskıyla örtmeye kalkışan bir iktidara karşı sokağa inme ihtimali de düşünülürse, bu plan iyice çıkmaza girer. Arka arkaya gelecek seçimlerin sonuçları da birçok şeyi değiştirerek, hesapları alt-üst edebilir. Böyle bir gelişme halinde, ABD’nin bazı “tuzlukları”, “beddua”larını okyanus ötesinde birlikte yapmak zorunda kalabilirler.

Siyasette hiç bir şey kâğıt üstünde planlandığı gibi gelişmez.

Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir