Sermayenin Tercihi Kime Yarar?- Mehmet Kemal Aladağ

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Soruyu bu şekilde sorduğumuzda cevabı ne kadar basit değil mi? Sermayenin

tercihi elbette ki son çözümde sermayeye yarar. Gelgelelim, gündelik siyasal gelişmelerin yoğunluğu içinde bunu görebilmek sanıldığı kadar kolay değildir. Zira sermayeye sahip olanlar, çıkarlarını son derece karmaşık bir ilişkiler ağı ve çeşitli ekonomik, siyasal ve askeri aygıtları kullanarak korurlar. Günümüzde dünya finans oligarşisinin efendileri, egemenliklerini, iktidarını onlara borçlu olan geniş bir işbirlikçiler koalisyonunu kullanarak yürütüyorlar. Emperyalizm çağının günümüzde geldiği aşamanın temel niteliği budur. Bu gerçek tespit edilmedikçe doğru bir mücadele çizgisi izleyebilmek mümkün değildir.

Emperyalist ülkeler, süreç içerisinde birer yeni sömürge durumuna getirdikleri bağımlı ülkelerdeki egemenliklerini gizleyebilmek ve (dolayısıyla) sürekli kılabilmek için, mülkiyet rejiminin temel dayanaklarını tehlikeye atmayacak ölçüde tavizler verebilir. Duruma göre baskı ve zor güçlerini devreye sokup olağanüstü rejimlere yönelerek parlamenter biçim askıya alınabilir. İktidar bloğunu bir arada tutmak ve işçi sınıfını denetim altına alabilmek için faşist yöntemler (sivil ya da resmi) kullanılabilir. Duruma göre bir iç savaş bile göze alınabilir. Bizde de öyle olmuştur. 12 Mart faşizmi, zavallı bir Bonaparte karikatürüne, reformist bir kabinenin yürütücüsü görüntüsü altında sol ve sosyalist güçlerin kökünü kazıma görevini havale etmiş, ancak tekelci burjuvazinin iktidarı paylaştığı sınıf fraksiyonları yerine kendi egemenliğini tek başına dayatma kapasitesi oluşmadığından süreç son derece sarsıntılı geçmiştir. Bu güce ulaşıldığı anda da gündeme 12 Eylül askeri faşist diktatörlüğü gelmiştir.

 Ancak sermaye her zaman askeri zor kullanmaz. Uluslararası finans-kapitalin sopası olduğu gibi havucu da vardır. Çeşitli ekonomik zor biçimleri gündeme gelebilir. Gün gelir, ülkenin silolarındaki buğday stoku yabancı tefeci kuruluşlara rehin edilir. Bir dolar döviz bulmadığınız günler olur. Yükselen toplumsal muhalefeti bastırmak için sivil-resmi faşist güçler yetmez, sol görünümlü bir hükümet aracılığıyla IMF ile pazarlığa oturmak gerekir. 1 Mayıslar yasaklanır, bayram alanlarına savaş sancağı çekilir! Otobüs tarayanlar mahalle basıp toplu katliamlara girişir, katliamların üzerine giden polisler sürgün edilir, cesur ve onurlu savcılar güpegündüz, ailelerinin gözleri önünde vurulur. Faşist çeteler burnunuzun dibine kadar gelmişken, hukuk devleti fiilen ortadan kalkmış, öğrenciler otobüs duraklarında, doktorlar hastanelerde taranırken halka suhulet ve sükûnet telkin edilebilir. Olabilir, olmuştur, bu ülke bütün bunları görmüştür.

 Bunları niye anlatıyoruz? Çünkü biz sermaye egemenliğinden söz ederken, aynı zamanda onunla işbirliği içinde on yıllardır halkımızın başına musallat olan bütün asalak organizmalardan; kendi çıkarları için ülkemizin kaynaklarını okyanus ötesindeki efendilerine peşkeş çekmekte tereddüt etmeyen bir avuç işbirlikçiden de söz ediyoruz. Ülkemizde gerçek bir demokrasinin ve özgürlüğün filizlenmesini engelleyen, soluğumuzu kesen, çoluk çocuk demeden evlatlarımızı katleden, gençleri geleceksizliğe, bütün bir halkı karanlığa mahkûm eden kökleşmiş bir ihanet şebekesini kastediyoruz. Bu toprağın çocuklarının bağımsız, onurlu, kendi geleceğinden emin, özgüveni yüksek yurttaşlar olarak yaşamasını hazmedemeyen, onlara kulluğu reva görerek en büyük kötülüğü yapan cehalet simsarlarından bahsediyoruz.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) bir süredir emperyalizmin Türkiye’deki “has partisi” olmaktan “çıkmaya başladığı” bir sır değil. Bunun pek çok nedeni var. En önemlilerini belirtmek gerekirse; mevcut AKP liderliğinin cumhuriyetin kurumsal dayanaklarını tasfiye ederek Türkiye özelinde kendisine biçilen misyonun sonuna yaklaşması, Ortadoğu coğrafyasında ise Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından uygulatılmaya çalışılan Büyük Ortadoğu Projesi’ndeki (BOP) rolünü taşıyamayarak eline yüzüne bulaştırması sayılabilir. Bilindiği gibi ABD, esas olarak BOP’daki önemli rolü nedeniyle Türkiye’ye büyük miktarda finans akışı yönlendirmiş, görülmemiş bir siyasi destek de sağlamıştı. Buna karşın AKP’yi emperyalizmin dünyadaki gözde müttefiklerinden birisi kılan en büyük avantajı, temsil ettiği siyasi çizginin söylemsel düzeyde halk kitlelerinde ciddi bir “karşılığının” olduğunun anlaşılması, buna karşılık ABD politikalarına uyum gösterebilme konusundaki oldukça esnek ve “pragmatik” tutumuydu. Son gelişmelerle birlikte bu esnek tutum büyük yara almış olmakla birlikte, AKP’nin halk kitleleri üzerindeki belirleyici etkisinin hala sürdüğü söylenebilir. Bu da onun ABD karşısındaki pazarlık gücünü muhafaza etmesine yol açıyor gibi görünüyor. İlişkinin “pragmatik” niteliği, ABD’nin daha iyi bir alternatif ortaya çıkarılana kadar, Türkiye’de AKP ile yakaladığı bu “damarı” elinde tutmak istemesine neden oluyor olabilir.

Bu süreçte Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP), içindeki “belirli” unsurlarla gerçekleştirdiği ABD ziyareti, açıktan açığa “Emperyalizm alternatifsiz değildir” nosyonuyla görücüye çıkması anlamına geldi. Bunu gizleme gereği bile duymadılar. Zaten gizleyemezlerdi. Bu olgu, ülkemizde artık bağımsızlıkçı siyasi eğilimin, söylemsel düzeyde bile olsa burjuva siyasetinde yer bulamadığını göstermektedir. CHP, uzunca bir süredir, doğal tabanındaki anti-emperyalist ve bağımsızlıkçı halk kitlelerini tedricen pasifize ederek iyiden iyiye bir sermaye partisi görünümüne bürünmüştür. Bu olgu, “bu iş doğası gereği böyledir” biçiminde de düşünülebilir. Ancak böyle düşünmek, CHP’nin tabanında yer alıp da yıllardır siyasal karşılığını bulamayan geniş halk kesimlerinin gerçek istek ve özlemlerini anlamak bakımından son derece yetersiz kalacaktır. Bu açığa çıkmamış, adeta gömülü durumdaki siyasal özlem ve taleplerin, geniş bir bağımsızlıkçı ve demokratik muhalefet çizgisi içinde ve esas olarak anti-emperyalist bir siyasal tercihte ifadesini bulabileceğini, Türkiye’mizin yakın tarihi bize canlı örneklerle gösteriyor. Böyle bir siyasal tercihin ortaya çıkaracağı toplumsal basınç, emperyalizmin elindeki alternatif bolluğunu tırpanlayarak bağımsızlıkçı halk kesimlerinin ve devrimci bir siyaset imkânının seçeneklerini çoğaltabilecektir. CHP’nin bugün için sürüklendiği “taşeron yedeği” sefaleti ise başka bir yazının konusudur.

Başta sorduğumuz soruyu bir daha soralım: sermayenin tercihi kime yarar? Halkın tercihi kime yarar? Elbette ki halkın gerçek çıkarları ile sermayenin gerçek çıkarları arasındaki uzlaşma yanılsamasının dağıtılacağı bir sürecin, ayaklarını bu toprağa basan, bağımsızlıkçı ve mücadeleci bir halk muhalefetinin yanıtlayabileceği bir sorudur bu…

Mehmet Kemal Aladağ

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir