Solun Seçimle Dansı

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Seçmen, 7 Haziran 2015’te yine sandığa gidiyor, milletvekillerini seçecek. Seçim süreci yine büyük tartışmalara neden olacak gibi. Tartışmanın odağında AKP iktidarının izlediği iç ve dış politikalar, içeride barış, dışarıda savaş senaryoları, baskı yasaları, cumhuriyetin değerlerinin örselenmesi olacak kuşkusuz. Bunun seçmeni ne kadar ilgilendirdiği de bir bilinmezlik taşıyor. AKP iktidarını sarsacak onca olay oldu, seçmenin tavrında olması gereken düzeyde bir değişiklik yok, her seçimi biz kazandık diye, hırsızlığı, yolsuzluğu, hukuksuzluğu yandaşlarıyla birlikte unutup, övünüyorlar.

 

Kazananınca hep böyle oluyor. Bilebildiğimiz kadarıyla belirli bir kesim, bir dönem Demirel’i, bir dönem Özal’ı yere göğe sığdıramıyordu. Demirel barajlar kralıydı, Özal Türk Parasını Koruma Kanunu’nu kaldırıp Türkiye’yi kapitalist dünyaya açan, bir koyup üç almaya kalkan adamdı. Şimdide Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanı var. Demirel iktidarında yeğen Yahya, Özal iktidarında eşi, kızı ve oğulları dillere destandı. Şimdi de mahdumlar ve mahdumeler dillere destan.

Demem o ki, yolsuzluk, hırsızlık, hukuksuzluk iddiaları siyasetçilere itibar kazandırıyor herhalde. Toplum, “Devlet malı deniz yemeyen domuz”, “Bal tutan parmağını yalar”, “Yiyorlar ama iş de yapıyorlar”, “O olsa yemez mi?” diye konuşmuyor mu?

 

İnsanlar, güç koşullarda da kalsa, kıt kanaat yaşasa da günlük yaşamının bozulmasını, hır gür, kavga dövüş çıkmasını istemiyor. Bu nedenle de güçlü görünenden yana tavır alıyor. Eşitliğe, özgürlüğe, sosyalleşmeye karşı çıkan, emeğin hak almasına tavır koyan, kapitalizmi savunan, para babalarıyla düşün ve eylem birliği içinde olan dinci/liberal sağ partiler, halkın bu durumunu biliyor, her yolu deneyerek, her yöntemi kullanarak iktidar olmayı ve iktidarda kalmayı beceriyorlar; çalarak, çırparak ülkeyi yönetiyorlar!

 

Bu duruma halkı soyanlar, üretmeden tüketmeyi alışkanlık haline getirenler, söz ve eylemleriyle katkı sunuyor, ortam hazırlıyor. Irksal, dinsel kimlik mücadelesi emek mücadelesinin önüne geçmiş durumda, sendikasından, derneğine, meslek kuruluşuna kadar her örgütlenme bundan etkileniyor, işlevini yitiriyor, kimlik siyasetine eklemleniyor. Doğal olarak da dinci, ırkçı, ayrılıkçı örgütlenmeler ve bunlara destek olanlar çoğalıyor; toplum kamplaşıyor.

 

Karşısında ekonomik, sosyal, siyasal ciddi bir örgütlenme bulamayan, güçlü, etkin, diri bir mücadele göremeyen AKP iktidarı, hamaset nutuklarıyla, Osmanlının fütuhat dönemini anlata anlata bitiremiyor; rasathanenin yıkılması, matbaanın yakılması, emperyalizmin oyuncağı “hasta adam” dönemine bir türlü gelemiyor; dini inançları istismar edip siyasette kullanarak, laikliği dinsizlik gibi niteleyip halkı inananlar-inanmayanlar diye bölerek, cumhuriyetin birikimlerini haraç mezat satarak, sosyal güvenliği sadaka güvenliğine çevirerek, cumhuriyetin ilkelerini çiğneyerek, emperyalizmle kol kola orduya, yargıya kumpaslar kurarak; komşularla “sıfır sorun” diye yola çıkıp yönetimlerini devirmeye kalkarak, barış türküleri söyleyip “Ne eksikleri var yav!” noktasına geliyor, yalanı gerçek gibi sunarak, yurttaşın gözünü çıkarıp kafasını kırarak, ülkeyi yönetiyor.

 

Bütün bu olanlara rağmen kimileri, bunlar yasa hukuk tanımıyorlar, toplumu kutuplaştırıyorlar, iktidar olanaklarını kullanarak yoksul tabakaları yiyecek, giyecek, yakacak, para yardımıyla kendilerine bağladılar, seçim hilelerinde ustalaştılar. İktidar emanetçi bir başbakanın yönetiminde yansızlığını yitirmiş reisicumhurun eline düşmüş, reisicumhur her gün kaçak sarayda, meydanlarda bindirilmiş kıtalara nutuk atıyor, iktidarı tutuyor, muhalefete çatıyor, başkanlık kampanyası yürütüyor, ayrılıkçı hareketle sarmaş dolaş olmuş ülkeyi kesip biçiyor, başta TRT olmak üzere yandaş kanallar saat başı, yasa ihlallerini görmezden gelerek, topluma sunuyor, YSK uyuyor, ayrıca emperyalizmin desteği arkalarında, oyunu artırır, %52’leri bulur diyor(!)

 

Kimileri ise, yalan, talan, hırsızlık, yolsuzluk, suiistimal, hukuk tanımazlık, cumhuriyetin değerlerini çiğneme, dini istismar etme, iç ve dış borcun artması, işçinin, çiftçinin yoksullaşması, tarım ve hayvancılığın ölmesi, sanayileşmenin durması, ülkenin bölünme riskinin artması, iç savaş tehlikesin çoğalması gibi nedenlerle AKP çok yıprandı, tepetaklak gider, oyu %40’ların altına düşer, tek başına iktidar hayal olur iddiasında.

 

Kimlerin tahmini doğru çıkacak, 8 Haziran’da göreceğiz. Aslında AKP’nin kazanmasının da kaybetmesinin de bir önemi kalmadı, yapacaklarını yaptılar, alacaklarını aldılar, halkı soyup soğana çevirdiler, devlet devlet olmaktan çıktı. Gezi’den sonra korku dağları aştı, dikiş tutturamıyorlar. Kaderini iktidarın kazanmasına bağlamış reisicumhur, bu gerçeği yaşıyor, “devlet bir anonim şirket gibi yönetilmeli, bunun için başkanlık sistemi gerekli” diyor.

 

Bu sözler, demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin ortadan kaldırıldığının, devletin bir ticari şirket gibi yönetildiğinin de açık itirafıdır.

 

Devleti böyle herkes yönetir, öz sermaye milletin, çalışanın maaşı milletten, zararı millete yükle, kazancı yandaşa dağıt, üstelik örtülü ödenek var, keyfince kullan, uçaklar al, kaçak saray yap, Sayıştay raporları gelmeden bütçe hazırlat, “Harun gibi gelip Karun gibi olmayacaksın” diye nutuk atanları hizmetine al, mal milletin, borç milletin, sat sav, istediğini yap, ne yaparsan yap hakkındır, hakka tapan milletin reisicumhuru(!)

 

Milletin suiistimali, hırsızlığı, yolsuzluğu görmezden geleceğine, seçimi kazanıp sürekli iktidarda kalacağına, kimsenin kendilerinden hesap soramayacağına öyle eminler ki, bindirilmiş kıtlara karşı desteksiz konuşuyorlar, ancak Sakıp Sabancı kadar bile cesaretleri yok, halkın içine yüzlerce koruma olmadan çıkamıyorlar (!)

 

Tarihsel olarak biliriz ki bütün diktatörlerin, diktatör heveslilerinin sonu hep hüsran olmuştur…

Tarihten ders almayanlar, ne oldum delisi olanlar, hem kendilerinin hem de halkın başını belaya sokarlar. Bu iktidar, anlaşıldığı kadarıyla Gezi’den yeterli dersi almamış, yeni baskı yasallarıyla savaşa hazırlanıyor! Halka karşı savaş yürütülmez. Her şeye muktedir olduğunu düşünenler bir gün tepetaklak giderler. Bunlar binmişler bir alamete gidiyorlar kıyamete. Yalnızca kendileri gitse gam değil, amma milleti de götürüyorlar!…

 

Bu koşullarda nasıl bir seçim olacak? Görülen o ki, YSK devreye girmezse, seçim reisicumhur ile mecliste temsilcisi bulunan CHP, MHP, HDP arasında geçecek(!) Seçim yarışına Sadet Partisi, BBP, Vatan Partisi ve diğer partiler ne ölçüde katılır, ne kadar etkili olur şimdiden pek bilinemiyor.

 

Her seçimde olduğu gibi sosyalistler yine seçeneksiz kaldı. ÖDP’nin, TKP’nin içinde yer aldığı BHH, tabanı serbest bıraktı; EMEP, SDP gibi bazı partiler HDP’nin koltuğu altında tur atıyor. Aslında sosyalist partiler ne yaparsa yapsın, belirli bir oy gücüne ulaşması pek olanaklı görülmüyor. Bunun birinci nedeni, ayağını Anadolu toprağına basan, ülke çıkarlarını, halkın yararlarını savunan, tutarlı, tarihi ile barışık bir siyaset yürütülmemesi; ikincisi nedeni ise %10 ülke barajıdır.

 

Bu nedenle sosyalistler her seçim döneminde ikirciklik yaşıyor. Kimileri boykot yaparken, kimileri boşa kürek çekiyor, kimileri de sosyal demokratlarla ayrılıkçılığı özgürlükçülük, devrimcilik gibi sunan ayrılıkçı hareket arasında sıkışıp kalıyor.

 

Bu politika falan değil, çaresizlik, silinip yok olma korkusu, bende varım demenin bir yolu. Görebiliyor musunuz, üyelerini serbest bırakan partilerin yöneticileri tabanına yol gösteriyor, güya çaktırmadan şu partiye oy verin demeye getiriyor. Yani taban farklı karar alıyor, yöneticiler ayrı söylüyor, ayrı oynuyor.

 

Her seçimden sonra edinilen kanı, sosyalistlerin ister istemez CHP’yi tercih etmesidir. CHP’nin klasikleşmiş bir tavrı, sosyalistler, Aleviler, laikliği savunan CHP’ye eli mahkûm gibi. Geçmişte silahlı sol ve sosyalist hareketlerin için yer almış kişilerin, Alevilikte adı öne çıkmış isimlerin CHP’den milletvekili, belediye başkanı, belediye meclis üyesi olmak için koşması bu düşünceyi doğruluyor.

 

Silahlı Kürt hareketinin legal partisinin Türkiye partisi oluyorum savıyla, sosyalistlere kapısını açması, Alevilere, farklı milliyetlere sıcak mesaj vermesi, sosyalistim, Aleviyim diyen isimlerin HDP’den aday olmaya kalkması, yeni bir seçeneği gündeme getiriyor.

 

HDP’nin yaklaşımı daha politik. 30 yıldır TC ile kavga eden, binlerce halk çocuğunu kurda kuşa yem eden ayrılıkçı hareketin güdümünde, Türkiye arenasında ayakta durmaya çalışıyor. Kürt kimliği tek başına yetmediği için, Alevilere, Solculara, Sosyalistlere, farklı kesimlere çengel atıyor, ağırlıkla Kürtlere güveniyor.

 

Genel bir iddia var, AKP ile HDP “açılım” adı altında anlaştılar, görüntüyü kurtarmak için kayıkçı dövüşü yapıyorlar. AKP’nin başarısına kaderini bağlamış reisicumhur, “Kürt sorunu diye bir şey yok, neyiniz eksik” diye efelenip bölünmeye karşı çıkanlara, HDP eşbaşkanı “Sizi başkan yaptırmayacağız” diye posta atarak, laiklere, Alevilere, Sosyalistlere mesaj veriyor.

 

AKP’nin Kürt sorununu çözeceğim diye silahlı Kürt hareketinin lideriyle İmralı’da iş tutarken, her Nevruz’da mektuplarına halka okuturken, açılım açılım diye yeri göğü inletirken, HDP’nin hükümetin izni çerçevesinde İmralı’yı yol edip Kandile çıkarken ne oldu da birden bire düşman kesildiler? İnsanın kuşku duymaması mümkün mü? AKP’nin ne zaman silahlı Kürt hareketine kazık atacağını, silahlı Kürt hareketinin ne zaman silahları konuşturacağını bilemem, ancak anlaşamayacaklarını, bu ülkenin tarihini biraz bilen biri olarak söyleyebilirim.

 

Kendine solcu, sosyalist, devrimci diyenlerin ülke tarihini ne kadar bildiklerini bilmiyorum, bazı yazıları okudukça, bazı konuşmaları duydukça, yeterli çaba göstermediklerini düşünüyorum. Bu nedenle de kısa bazı bilgiler vermeyi yararlı görüyorum.

 

Biliyoruz ki Türkiye Cumhuriyeti, çok kimlikli (Türk, Arap, Kürt, Ermeni, Rum, Çerkez, Arnavut, Sırp, Hırvat, Bulgar, Romen vs), çok inançlı (Müslüman, Hıristiyan, / Musevi vs), çok dilli bir imparatorluk olan Osmanlının küllerinden doğmuştur. Osmanlı, eğitimde, bilimde, hukukta, ekonomide, sosyal hayatta geri kalmanın, sanayileşmemenin, milliyet, din ve mezhep ayrılıklarının, ekonomik yetmezliklerin doğurduğu iç kavgaların, Osmanlı’yı parçalayıp yutmak isteyen emperyalizmin ekonomik ve siyasi baskısı sonucu dağılmış, bunlar yaşanırken Anadolu’da kan sel olup akmıştır.

 

Tanzimatla birlikte Osmanlılık Anayasal üst kimlik olarak oluşturulmaya çalışılmış, 1876 Kanun-i Esasi’sine (Anayasa) yazılmış, ancak birlik sağlanamamıştır. Emperyalizmin de yellemesiyle Osmanlı yurttaşı olan Rumlar, Ermeniler, Sırplar, Hırvatlar, Arnavutlar, Bulgarlar, Araplar, Kürtler din, dil, milliyet, kültür farklılığını ileri sürerek Osmanlı’dan ayrılmaya kakmışlar, isyanlar çıkarmışlar, mübadele, tehcir, sürgün gibi yaptırımlarla karşılaşmışlardır. Binlerce masumun kanı sel olup akmış, Anadolu’da ciddi anlamda gayrimüslim, Rum ve Ermeni kalmamıştır. Kürtler, Müslüman oldukları, Hamidiye daha sonradan Aşiret alaylarında yer aldıkları, sürgün ve tehcir işine gönülden destek verdikleri için bu tür muameleye maruz kalmamışlardır, süreç içinde Anadolu’nun her yanına dağılmışlar, bölge halkı olmaktan çıkmışlardır.

 

Bütün bu yaşanmışlıklardan ve olgulardan sonra, yine emperyalizmin yellemesiyle, aynı gerekçelerle bir kesim Kürt’ün hareketlenmesi, aynı sevda ile yola düşmesi, 30 bini aşkın yurttaşın ölmesi, dağlarda, mağaralarda yaşayan binlerce gencin kurda kuşa yem olması, silahlı Kürt hareketinin liderinin idama çarptırılması, ikinci liderinin itirafçı olup gün sayması yenidir, hafızalarda yaşamaktadır.

 

Osmanlıdan ayrılan, ayrı devletler kuran milliyetlerin, öyle ahım şahım oldukları, huzur içinde yaşadıkları pek söylenemez. Irak, Suriye, Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan, Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk ile Yugoslavya’nın parçalanmasından doğan Hırvatistan, Sırbistan, Bosna Hersek, Makedonya’ya bakıldığında bu gerçekler görülür. Emperyalizm Milliyetleri din ve aşiret temelinde çözerek birbirine kırdırması, Arap coğrafyasında kök salıp tur atıyor olması, binlerce masumun kanının akıyor olması görülmüyor mu?

 

Türkiye’den ayrılacaklarını sanan ya da federatif bir yapı oluşturulacağını umanlar, sonlarının ne olabileceğini gerçekten düşünebiliyorlar mı? Yeterince düşünmüyorlar herhalde!

 

Olaylara, tarihimiz, gerçekliğimiz doğrultusunda, ülke, halk yararı açısından bakarsak, sağlıklı bir seçim yapma şansımız olabilir. Bilindiği gibi Türkiye Cumhuriyeti, yedi düvel denilen emperyalizmi kovarak, saltanatçılık, hilafetçilik, dincilik, ayrılıkçılık kaynaklı iç isyanları bastırarak doğmuş, çeşitli milliyetleri içinde barındıran, yurttaş temelli, resmi dili Türkçe, Başkenti Ankara olan, milli, laik, bilimi ve güçler ayrılığını esas alan, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olarak kurulmuştur.

Bu ülkeyi kuranlar, Osmanlı’da yaşanan kıyımların bir daha olmaması için, Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk Milleti denir demişler, ırkçılıktan, dincilikten uzak durarak, sorunu kökten çözmüşlerdir. Bunu deşmenin, ırk, din, mezhep, bölge ayrımı yaratmanın kime ne faydası olacak?

 

Türkiye Cumhuriyetinin niteliğini belirleyen, milletin birliğini, ülkenin bütünlüğünü koruyan ve Anayasa’nın ilk üç maddesinde yer alan, dördüncü maddesiyle değiştirilmesinin teklif dahi edilemez diye güvence altına alınan ilkelerin, sağcı/dinci siyasi iktidarların örselemesiyle, yok edilebileceği anlamına gelmez.

 

“Laiklik karşıtı eylemlerin odağı halinde geldiği” yargı kararıyla kesinleşen AKP iktidarı, Anayasanın laiklik ilkesinin baş düşmanıdır, güçler ayrılığını esas alan demokratik parlamenter sisteme karşıdır; sınıflardan, üretim, tüketim kesimlerinden oluşmuş cemiyetler meclisi yerine, aşiretlerden, tarikatlardan, cemaatlerden oluşmuş bir cemaatler meclisi düşlemekteler, tüm yetkileri elinde toplayan başkanlık sistemine geçmek, laikliği ortadan kaldırılarak, din, mezhep ve milliyetleri esas “Osmanlı Millet modelini” istemekteler, federatif veya konfederatif yapıya onay veren bir Anayasa ile ülkeyi yönetme derdine düşmüşlerdir.

 

Bu oluşuma destek vereceği iddia olunan HDP’de, Anayasada yer alan Türk, Türk Milleti, Türk Devleti tanımlarına, Resmi dilin Türkçe olmasına, Türk Vatandaşlığı kavramına, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkelerine karşıdır. Devletin Türkler ve Kürtler tarafından kurulduğunun, resmi dilin hem Türkçe hem Kürtçe olduğunun, Türk yerine Türkiyeli tanımının yer aldığı, federasyon oluşturmaya onay veren bir Anayasa istemektedir.

 

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesine karşı olan her iki partinin amaçları ortak görünüyor. Bunun için her türlü işbirliğine hazır oldukları anlaşılıyor. .

 

HDP’nin barajı aşsa da aşmasa da bu ortak amaca hizmet edeceği kuşkusuz. Barajı aşarsa AKP ile iş birliği yapacak, belki ortak hükümet kuracaklar, aşamazsa bölgede tarikatlara dayanan AKP milletvekili sayısını artıracak ve sonuçta yine aynı durum olacak.

 

AKP’nin Anayasayı değiştirecek milletvekili sayısına ulaşması, HDP’nin barajı aşmasıyla değil, ancak AKP’nin oy kaybetmesiyle olanaklıdır. AKP’nin oyları %40 ve altına düştüğü anda HDP’nin barajı geçmemesinin ya da geçmesinin bir önemi yoktur; birleşseler de ayrı da dursalar Anayasayı değiştirme sayısına ulaşamazlar.

 

AKP Anayasayı değiştirecek milletvekili sayısına ulaşmasın diye HDP’ye oy verin diyenler, oy vereceğim diyenler, bu yolda çağrı yapanlar, destek olacağını açıklayanlar, işin bu yönünü düşünüyorlar mı?

 

Anayasayı “devrim”ler yapar, seçimle iktidar olanlar, hiçbir koşulda Anayasa’nın değiştirilmesi teklif edilemez hükümlerine dokunamaz, dokunursa, teklifte bulunanlar, buna imza koyanlar, değiştirilmesi yönünde oy kullananlar, Anayasayı ihlal suçunu işlemiş olurlar, böyle bir Anayasa değişikliği halkoyuna sunulamaz, Yüksek Seçim Kurulu ve Anayasayı Mahkemesi buna onay veremez, verirse sorumluluktan kurtulamaz.

 

Görünen o ki, tarihten ders almayan iktidar partisi, ham hayal peşindeki ayrılıkçı hareket, Anayasa’nın temel hükümlerini değiştirme peşine düşerek Türkiye’yi halkın da katıldığı bir iç savaşa doğru sürükleyecek gibi görünüyor. Sağcıların, Solcuların, Sünnilerin, Alevilerin, Türklerin, Kürtlerin buna göz yumması, destek olması düşünülemez, çünkü facia olur; herkes aklını başına almalıdır. Ne gelirse insanın başına, cehaletten, bilgisizlikten, öngörüsüzlükten, “ne olacak canım” kayıtsızlığından gelir.

 

     Av. Mehdi Bektaş  

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

2 Responses

  1. “… çok inançlı (Müslüman, Hıristiyan, / Musevi vs),..”

    Aleviler hep olduğu gibi “vs”de kaldı. !!

    “.. Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk Milleti denir demişler,..”

    “Cumhuriyeti kurun halk..” sadece Türklerimiydi. ?!

    “..Osmanlı’nın yıkıntılarından kurulan..” Türkiye Cumhuriyeti yerine, mesela Anadolu Cumhuriyeti. ! denmesini kuranlar akıl edememislermiydi.!! Yoksa hesap baştan bellimiydi.?

  2. Sayın Bektaş’ı bu güzel yazısından ötürü kutlarım. Cumhuriyet düşmanlığı ortak paydası dışında hiçbir ortaklığı bulunmayan iki gücün bir araya gelmesi, bize asıl hedefin ne olduğunu göstermektedir. Yüreğinize sağlık.

Ibrahim için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir