Soma Gaz Odaları- Deniz Çalışkan

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Soma’da;  AKP Hükümeti, işveren, sendika saadet zincirinin ortaklaşa yol taşlarını döşedikleri Ülke tarihinin en büyük işçi katliamına şahit olduk.

“Kaza” olmasa nasıl da mutluydular. AKP Hükümeti fakir halka kömür dağıtarak Türkiye çapında kendisine % 6-7 oy sağlıyordu. Patron (Soma Kömür İşletmesi) olağanüstü kâr elde ediyor, hükümete yandaş olmanın avantajlarını sonuna kadar kullanıyor, İstanbul’un göbeğinde Maslak’ta yoğunluk artışıyla milyar dolarlık avanta elde ediyordu. Sendika (Türkiye Maden İşçileri Sendikası) ise patronların izniyle Soma’da 10 bin yeni üye kaydetmiş olmakla övünüyordu. Bu sendikanın Genel Merkez Yöneticileri, Aylık 20 bin liraya ulaştığı iddia edilen maaşlarıyla imparatorluklarını devam ettirecek olmanın mutluluğunu yaşıyorlardı.

Başka bir özel sermaye şirketi olan Park Enerji 2005 yılında aynı maden ocağını TKİ kurumundan 10 yıllığına yılda 1,5 milyon ton kömür üretmek, 800 işçi çalıştırmak ve ileri teknoloji kullanmak üzere tonu 24.80 dolara satış bedeli ile devir almıştı. Bu bölgedeki kömürler 3500-4000 kalorili, yanmaya müsait, kaliteli kömürler olarak bilinir. 2008 yılında maden ocağında çıkan bir yangın sonucu, bu şirket yangın çıkan ayakları betonla kapattı. Ve bu ocağı Soma Kömürlerine devretti. Soma Kömürleri bu ocaktan, yılda 3-4 milyon ton kömür çıkarmaya başladı.  Önümüzdeki yıl yani 2015 de bu anlaşma sona erecekti. Ton başına 24,82 dolar başlangıç fiyatıdır. Bu fiyat her yıl eskale edilmiştir.

Soma Kömürleri, Park Enerji’nin teknolojiyi kullanan üretim şeklini (İki adet mekanize ayak teslim almışlardı) devam ettirmekle birlikte asıl olarak, emek yoğun üretim şeklini benimsedi. Soma Kömürleri, bazı zorunlu meslekler (elektrikçiler, mühendisler) hariç işçiliklerin tamamını taşeronlara bıraktı. Soma’da taşeronlara ekip başı deniyordu. Ekip başlarının sayısı 30 civarında idi ve her birisinin de 25-40 elemanı vardı. Şirket bunların hepsini sigortalı yapıyordu. Sanki bunlar kendi elemanı imiş gibi görünüyordu. Ama bunların alacakları ücret, primleri,  ekip başı tarafından belirleniyordu. Ekip başı kendisinin işe aldığı işçilerin işten ayrılmasına da karar veriyordu. Ekip başları ise aldıkları ücret dışında, ayrıca işverenden, ocakta yaptığı ilerleme ve ürettiği kömüre göre de prim alıyordu. Bu primlerinin kırkbin- ellibin liraları bulduğu oluyordu. Bu primler muhtemelen açıktan bordro dışı ödeniyor.  İş kanunlarımıza göre asıl işin yapıldığı yerlerde taşeron çalıştırılamayacağı için bu işletmede kanunun arkasından dolanılmış, taşeronlar ve onların elemanları Şirketin sigortalı işçileri olarak gösterilmişti.

Sistem öyle kurulmuştu ki, tarafların işine geliyordu;
a) Patronun daha fazla kömür üretilmesine ihtiyacı vardı. Ne kadar çok kömür çıkarsa TKİ’den o kadar çok para alacaktı. Taşeron (ekip başları) ne kadar çok kömür çıkarırlarsa o kadar çok pirim alacaklardı. Maliyet ne kadar düşürülürse, kâr o kadar büyüyecekti. 10-15 yıllık Çin işi gaz maskelerinin kullanılmasında hiçbir sıkıntı yoktu. O maskeler de 10 dakika yetecek türdendi. Kömürü dışarı çıkarırken kullanılan bantlar yanmaz bant olursa daha maliyetli idi. Bunun yerine daha ucuz bantlar kullanılabilirdi. Her ayakta 2-3 gaz sensörüne, haberleşme sistemine hiç gerek yoktu. İşçi sirkülâsyonunun çok fazla olduğu bu ocakta her işçiye 5 gün eğitim verilmesi demek, dünya kadar üretim kaybına neden olacaktı. 1 gün eğitim 1 gün de bant altı temizliği yeterdi. Demir tahkimat yerine bazı bölümlerde ahşap tahkimat kullanmanın ne zararı olabilirdi. Geçmişte hep ahşap tahkimat kullanmamışlar mıydı? Madenci bareti, madenci çizmesi piyasanın en ucuzu olabilirdi ve öyle de oldu.

b) TKİ, daha çok kömüre ihtiyaç duyuyordu. Soma ve Tunçbilek’te üretilen kömürlerin çoğu oy’a dönüşmek üzere bütün ülkeye dağıtılıyordu. Ne kadar çok kömür üretilirse başbakanın gözüne o kadar çok girecekler, yerlerini sağlamlaştıracaklardı. Sonra teknoloji yoğun üretim yerine, emek yoğun üretime ağırlık verilerek hem yeni yatırım masrafı olmayacaktı hem de daha çok işçi ekmek parası kazanacaktı. Kontrol Mühendisleri de üretimi aksatmadan bu kontrolleri yapmalıydılar. Üretim çoksa sorun yoktu. Bakan bile bu ocağı övmemiş miydi? Patron, bakanın dünürü AKP Manisa milletvekili Hüseyin Tanrıverdi’nin dostuydu. Soma’daki bütün bürokrat tayinlerinin Hüseyin Tanrıverdi’nin elinden çıktığı boşuna mı söyleniyordu. Çalışma bakanlığının iş müfettişleri de ocak ağzından yaptıkları denetimler sonucu her şeyi çok güzel bulmuşlardı zaten. Örnek bir ocak olduğu bakan tarafından da tescillenmişti. Zaten bir kaza olursa da, Başbakanın dediği gibi “bu işin doğasında ölüm vardı”. Gerçi başbakan, bu kazayı anlatırken 1860’lar Amerika’sından işkazaları sonucu ölümleri örnek vermişti, doğru da yapmıştı! Ülkemizdeki madencilik ancak 1800’ler Amerikası ile açıklanabilirdi. Günümüzden Almanya’dan, Fransa’dan, Amerika’dan örnekler verirse “bu işin fıtratı” tartışılırdı.

c)Mayıs ayında, Türkiye Maden İşçileri Sendikası’nın Soma Şubesinin seçimleri yapılmıştı. 5 kişilik Sendika yönetimine 2 kişiyi Soma Kömürleri Patronu Can Gürkan vermişti. 2 kişiyi de İmbat Kömürlerinin sahibi vermişti. 1 kişiyi de TKİ’den almışlardı. Seçim günü işçiler ellerine verilen kapalı zarfları atarak patronlarının isteklerini yerine getirmişlerdi.  Kömürü üreten patronlar, artık sendika yönetimine de el koymuşlardı. Zaten her gün kömür tozunu soluyan ve çoğu daha emekli olamadan akciğerlerinden hastalanan işçiler mecbur tutulup götürüldükleri, AKP mitinglerinde yer üstüne çıktıkları için aslında mutluydular da.  İçlerinde homurdanan birkaç arkadaşlarını da susturuyorlardı. Ekip başı duysa işsiz kalmaları an meselesiydi. İşyerinde eğer birgün hastalanıp gelemeseler, Pazar tatilleri de sıfırlanıyordu. İki yevmiye kaybettikleri gibi, bu durumda çok cüzi olan primlerini de alamıyorlardı.  Gaz maskelerini kullanacak olsalar, kendilerine ceza kesiliyordu. İşyerinde iş kanunlarına göre oluşturulması zorunlu olan “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Kurulu”ndaki sendika temsilcisi acaba bütün bu eksiklikler karşısında tutanaklara ne demişti? Yoksa o da Başbakan ve Bakan gibi “her şey çok iyi mi” demişti?

 Son 2 aydır da kömür ısınmaya başlamıştı ve gaz kokusu artmıştı.. Bu durumdan rahatsız olan işçilerden bazıları cesaretlerini toplayıp amirlerine durumu sorduklarında “önemli bir şey yok, çalışın” cevabını aldılar. Maden ocağına, evlerine götürecekleri ekmeği düşünerek tekrar girdiler. Gaz odalarında 301 arkadaşlarını bıraktıkları gün; Başbakan, Enerji Bakanı, Patron ve Sendikacılar hep bir ağızdan “bu ocak son derece güvenli” dediler. Bir maden profesörü ertesi gün “gazdan ölüm tatlı bir ölümdür” diyecekti. Rabia için ağlayan başbakan 301 işçinin ölümüne “bu işin fıtratında ölüm var” diyecekti. Aynı başbakan 301 işçinin gaz odalarında ölmesini protesto eden madenciye “İsrail dölü” diyerek diktatörlüğünü bir kez daha belgelemekle kalmayacak insanlık suçu da işleyecekti.

Sonuç olarak, Soma’da işlenen katliamın temelinde emperyalizmin neoliberal politikaları yatmaktadır. Bu katliamın sorumluları da söz konusu politikaları uygulayanlardır. AKP iktidarı başta olmak üzere, her şeye daha çok kar etmek olarak bakan kapitalistler ve onlarla işbirliği yapan sendikalar, en az 301 madenciyle birlikte, ailelerini, Soma ve çevresini, ülkemizdeki bütün duyarlı insanları katlettiler. Bu katliamın hesabı sorulmalı ve Soma unutulmamalı.

 Bu arada RTE ve çevresinin çok iyi bildiği siyasal oyunlarına gelinmemeli ve Soma katliamını unutturacak, üstünü örtecek her türlü manevrayı boşa çıkaracak politikalar izlenmeli. Gezi’nin yıldönümüne yaklaşılırken ve Cumhurbaşkanlığı seçimine giderken, Soma cinayetindeki sorumluluklarını unutturacak türden provakatif hareketleri devreye sokacakları şimdiden ortaya çıktı bile. Özellikle toplumun hassasiyet noktalarına en hoyrat biçimlerde tahrip edici kamalarını sokarak etnik veya mezhepsel olarak farklı toplumsal kesimler karşı karşıya getirilmeye çalışılmaktadır. Bunun için bizzat iktidarın emrindeki güçler, yandaş basın ve sivil milislerin, bu amaçlı provakosyanlar düzenlemeye önümüzdeki gün ve haftalarda da devam edecekleri anlaşılıyor. Bu arada RTE’nin Almanya’da son olarak yaptığı mitingin asıl amacının Soma cinayetinin üstünü örterek gündemi saptırma çabası olduğu biliniyordu.  Buna karşın Almanya’daki demokrat-devrimci kesimlerin, Alevilerin örgütlerinin RTE’nin bu politikasını doğru okuyarak tavır almaları gerekirdi. RTE’nin özellikle sıkıştığı zamanlarda kanatırcasına kaşıdığı Sünni-Alevi ayrımcılığını bu gezi öncesinde de yaparak Almanya’daki Alevi haklarını savunan örgütleri karşı tavır almaya zorlamaya uğraştığı biliniyordu. RTE’nin Almanya’da yaşayan vatandaşlarımız tarafından protesto edilmesi gerekirdi ama bu hareketin öncülüğünü, en azından biçimsel olarak,  Alevilerin örgütleri yapmamalıydı. Bu işin görünen öncülüğünü diğer ilerici-devrimci kuruluşlar üstlenmeliydi. Eğer bu önerinin gerçekleşme ihtimali yoksa, gerçekleştirilen o büyük miting ve yürüyüşün muhtevası, tümüyle Soma cinayetinin gerçek sorumlularına karşı bir kampanya şeklinde olmalıydı. Taşınan pankartlar, resimler ve atılan sloganlar bütünüyle Soma katliamını işleseydi, RTE’nin hesabı bozulabilirdi. RTE’nin gizlemeye çalıştığı Soma sorununu öne çıkaran bir politik tercih, onun mezhepçi hesaplarını olumsuz etkilerdi.

RTE, Soma katliamının üstünü örterek, bu cinayetteki sorumluluğunu unutturarak Cumhurbaşkanlığı seçimine gitmek istemektedir. Tam da bu noktada Alevi-Sünni ayrımcılığını körükleyerek elde etmek istediği sonuca ulaşacağını düşünmektedir. Hep böyle yaparak kendi oy tabanını daha fazla kemikleştirdiği biliniyor. Yarattıkları bu gerginlik ortamında o tabana başkalarının, özellikle de demokratların-devrimcilerin ulaşması imkânsız hale gelmektedir. Emperyalizm ile işbirliği içinde olduğu, bütün yanıltma ve saptırma gayretlerine rağmen aşikar olan AKP diktatörlüğünü yıkabilmek için bu iktidarın dayandığı güçlerin, hiç olmazsa bir kısmını, en azından tarafsızlaştıracak politikalar izlemek gerekir. Onların hitabettiği kitleleri karşıya alacak, ötekileştirecek politikalarla yol alınamayacağı açık.  İktidarın halk içinde yaratmaya çalıştığı gerginliği etkisizleştirecek, yoksul halkı bütünleştirmeyi amaçlayacak politikaları ve eylemleri esas alırsak mesafe kat edebiliriz. Bu dönemde doğru olan, geçerli olan politika, Soma katliamında iktidarın sorumluluğu, özelleştirmelerin yarattığı sorunlar, taşeron sistemi gibi konular üzerinden gidilerek yapılabilir.

Deniz Çalışkan

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir