Şu garip zihin kaymaları- Mehmet Tanju Akad

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

2013 yazının ilk günleri olumlu gelişmelerin yanı sıra, yurttaşlarımızın sonu gelmez

zihin kaymalarının birçok yeni örneğini ortaya çıkarttı. Öyle bir durum var ki, bazı sinyaller kimilerinin yeni öğrendikleri şeyleri adeta sıfırlıyor, onları fabrika ayarlarına geri döndürüyor. Bir nevi “reset” yani. Sadece “o an” üzerinden -ve düşünür gibi yapılarak- sonuç çıkarınca abuk sabuk laflar ve tavırların sonu gelmiyor.

Örneğin,

Amerikan basını Türkiye’de anti demokratik uygulamalara dikkat çekince ve resmi basın sözcüleri kaygılarını ifade edince (ve TV’deki sunucu haberi anlamlıymış gibi vurgulayarak okuyunca) kimi yurttaşlarımız bir yekiniyor, “vaay!” diye etrafa bakınıyorlar, seyreden var mı diye. Bunları her gün sınıfı gammazlayıp ceza yazdıran sınıf mümessilinin bir gün müdürden hafif azar işitmesiyle mest olan öğrencilere benzetiyorum. “Bak, bak, bak, gördünüz mü!, onu da azarlıyorlar.” Hâlbuki aralarındaki durumda değişen bir şey yok. Ama kimileri belki bu gider, başka mümessil seçerler diye heyecana kapılıyor. Sanki tüm tezgâhı ve bundan öncekini ve daha da öncekini “ecnebiler” kurmamış gibi. (Geri adım attıkları da olur ama bu durumda yeni planları devreye sokmakta gecikmezler). Eskiden kiralık evlerin camına “ecnebiye verilir” diye yazardı. Kiralık vicdanlar ve kalemler kiralık evlere göre birazcık daha yüksek aylık gelir sağlar ama o kadar da çok değil. Ecnebiler ucuza adam çalıştırmasını iyi bilir. Birkaç kişiyi paraya boğar, gerisine gıdımla koklatırlar. Ama onlar ecnebiye vermeye devam eder.

Bir başka konu hemen fikir değiştirmek. Büyük oyunlar on yıllarca devam ediyor. Kimileri her virajda oyunun değiştiğini sanıyor. Ama ana istikamet aynı, yol aynı yol.

Örneğin,

Suriye olaylarına bakalım. İran’ı da hedef alan ve on yıllardır tezgâhlanmakta olan toplu bir saldırının ara aşamalarından birisi, duruma göre ileri geri yönlendirilerek; bir frene, bir gaza basılarak devam ediyor. Ama ABD bir süre önde görünmeyince bazı uydum akıllılar “bakın Türkiye’yi ortada bıraktılar, çekildiler” diye sözde analiz yapıyor. İşleri bu aşamaya getiren muazzam bir plan sanki kendi başına bırakılırmış gibi. Sonra ABD asilere desteğini teyit ediyor. Sessizlik. Tabii ki her plan başarıya ulaşmadığı gibi, süreç içerisinde sayısız revizyondan geçirilir. Suriye’de hala hiçbir sonuç kesin değildir. Ama bunları keşfedip yorumlamak çoğu kez bir bakışta mümkün değildir. İş böyle olunca, söylenen on lafın dokuzu son izlenimlerin etkisi altında söylenen ipe sapa gelmez şeylerden ibaret oluyor.  Ortaya bir laf düşüyor ve herkes hemen üzerine atlıyor.

Örneğin,

III. Boğaz köprüsü. Türkiye’nin -ve dünyanın- en önemli doğal alanlarının bir kısmını daha yok edecek korkunç bir proje. Ama birçok kişi köprüye değil de adının Yavuz Sultan Selim olmasına takmış durumda. Hoş o konuda da cehalet diz boyu ya. Timur’un Erdebil Şeyhlerine götürdüğü Anadolu insanlarının yüz yıl sonra Safevi hanedanının kırmızı börklü dervişleri olarak geri gönderilmesini ve bunun yol açtığı durumları bilen var mı? Bu arada Uzun Hasan’ı, Trabzon Rum İmparatorluğu’nu, Haçlı donanmasının Anadolu kıyılarını vurmasını ve Fatih’in bunlarla mücadelesini ve bunların birbirleriyle ve Erdebil Şeyhleriyle ve otuz yıl sonra Şah İsmail ile Yavuz ile ilişkilerini nasıl etkilediğini bilen kaç kişidir? Korkunç bir cehalet içerisinde tepki gösteriliyor. Sanki bu işler Yavuz’un inisiyatifine kalmışmış gibi. Allah akıl fikir ihsan eylesin bunlara. Bizi de cehaletin şerrinden korusun.

Köprünün adı Yavuz Sultan Selim değil de Kuyucu Murat Paşa olsa Sünni-Kürt ittifakına daha da yakışırdı, o başka bir şey. Gerçi bunun tam da o dönemde Rafızi Türklerin İran’a gönderilip yerine Sünni Kürtlerin getirilmesiyle de uzun mu uzun bir bağlantısı var.

Olaylara anlık bakınca ve ayrıca dışarıdan yapılan yönlendirmeler iyi anlaşılmayınca, şaşkın tepkiler birbirini izliyor. Dengeli bakış sağlayacak (omurgadan salma işlevli) tarih şuuru olmayınca yalpa daha çok oluyor. Paniğe açık olan zihinler zigzaga geçiyor. Bunlar bizi kızdırıyor. Bazen de net bir tavır almaktan kaçınmak uğruna yazılan kimi şeyleri görünce üzüntümüz öfkemize ağır basıyor.

Örneğin,

Geçtiğimiz gün bir yazar Gezi olaylarıyla başlayan protestoları “Kürt sorununun muhalefet üzerindeki bastırıcı rolünün kalkmasına” bağlıyordu. Ama muhtemeldir ki, protestoların belki başlangıcı değilse de yayılması Kürt sorununun muhalefet üzerindeki baskıcı rolünün kalkmasından değil, tam tersine, tam da ağırlaşarak (ve ülkenin geleceğine ipotek kurmuş izlenimiyle) muhalefetin üzerine oturmasına karşı tepkilerden kaynaklanıyordu. Esasen şayet Kürt sorunu muhalefet üzerinde baskıcı bir rol oynuyorsa, bunun nedenlerinden birisi de” bir kısım” Türk solunu Kürt milliyetçiliğinin kuyruğuna takan “sözde” solculardı. Ama son olaylar her iki grubu da aştı ve yalpalamalarına neden oldu. Kürtler önce AKP’ye tam desteğe durdu ama sonra aynı sözde solcularla birlikte işi yuvarlatıp geçiştirme yolunu seçtiler. Hadi diyelim ki Kürt milliyetçileri akıl hocaları ile tam bir koordinasyon sağlayamadılar, ya da şaşkınlık geçirmişlerdi ama tecrübesizlikleri nedeniyle şaşkınlıklarını gizleyemediler. Peki “bir kısım” solculara ne oluyordu. Şimdi kısa paslarla vakit geçiriyorlar. İktidar ile Kürt destekçileri ise Suriye’de birlikte yeni maceralara açılmaya çalışıyorlar. Buna da “Allah bu işin sonunu hayır etsin” diyelim. Bedelini hep birlikte ödemeye çoktan başladık. Bunun analizini de söz konusu solculardan alıp anlasak, aydınlansak… başımız göğe erse… huzur içinde birkaç gün geçirsek…

Son

Mehmet Tanju Akad

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir