Taksim Direnişi ve Sonrası- Ahmet Demirtaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Kendisini zora sokan gelişmeler yaşanmaya başlayınca; gündemi değiştirip

kamuoyunun dikkatlerini başka yönlere çevirme konusunda deneyimli olan ve çoğu zaman da başarılı da olan siyasi iktidar, bu bilindik taktiği bir kez daha denedi. 

DÜN BAŞKA BUGÜN BAŞKA KONUŞUP,

GERÇEKDIŞI RAKAMLARLA TOPLUMU YANILTMA ÖRNEĞİ

Ahmet DEMİRTAŞ

Taksim Direnişi ve Sonrası

Siyasi iktidarın “ben istediğimi yaparım, kim ne karışır” yaklaşımına efelenme, böbürlenme ve kibrini ekleyerek giriştiği İstanbul’da Gezi Parkı’na alışveriş merkezi (AVM) girişimi günümüze değin eşine az rastlanan kitlesel ve haklı tepkiyle karşılandı. 1 Mayıs kutlaması yaptırmamak için devletin tüm olanaklarını seferber eden iktidar, şimdi alana sahip çıkıp rant aracı olmasına engel olmak isteyen halka düşmanca bir şiddete yöneldi. İktidarın başının ustalık aşamasında, yönetimin de “ileri demokrasi”  düzleminde olduğunun bilincinde olan güvenlik güçleri; “ustalık dönemi” balonunun patlamasına yol açan bu kitlesel tepkiyi gösterenlere günlerce biber gazı atıp burunlarını iyice sürterek herkese gözdağı vermek istediler. Biber gazı kullanımında belki bir rekora imza atmışlardır ama kitleleri korkutup yıldırması söz konusu olmadığı gibi mücadele azimlerini daha da güçlendirdiler.  Ankara’da eylemin başladığı 1 Haziran günü Kızılay çevresinde toplananlara ve toplanmak isteyenlere güvenlik güçlerinin aralıksız olarak biber gazı atması ve basınçlı su sıkması kimseyi korkutamadı. Geri çekilenler daha da cesaretlenerek başka bir sokaktan yeniden Kızılay’a yüklendi. O akşam ve sonrasında 15-16 yaşındaki kız ve erkek gençler, anneleri, babaları; toplu taşım araçlarının çalışmadığı sokaklarda gece yarılarına değin yürüyüp sloganlar atıp Ankara’yı özgürleştirdiler.

İktidara geldikleri günden beri sürdürülen yandaşlarını kayırıp kadrolaşma, sendika, oda gibi kitle örgütlerini ele geçirme ve baskı altına alma, özelleştirme, orman, su, maden gibi doğal varlıkları sınır tanımaksızın yerli ve yabancı sermayenin emrine sunma, haklı ve meşru talepleri bile zorla bastırma ve karalama politikalarıyla halkın hoşnutsuzluğunu ve öfkesini artırdılar. Günler öncesinden basında duyurulan sınav sorularının sızdırılıp, kimilerine verildiği haberleri sonrasında, yapılanların örtbas edilmesi, gençleri öfkelendirmeyip de ne olacaktı? Diyalektik düşünme yöntemini az çok kavrayanlar için gelinen nokta hiç de şaşırtıcı değildir. Özgüveni olan, korkuyu yenmiş, cıva gibi bir gençliğin ülke sorunlarına sahip çıkarak; sınıf mücadelesine damga vuracağı günlerin yakın olduğu kanısındayım.

2 Haziran cumartesi günü Kızılay’ a doğru yürüyenlerin gözlerindeki kararlılık ve cesaret rahatlıkla okunabiliyordu. Başlangıçta acımasızca atılan biber gazı hafif bir tedirginlik yaratsa da panik ve dağılma olmadığı gibi,  öfke ve kararlılığın daha da pekişmesiyle sonuçlandı. Artık gerisi herkes tarafından biliniyor. Gencecik insanların el ele, güle oynaya, üzerlerine yöneltilen basınçlı su ve gaz bombalarından yılmadan, bir sokaktan ötekine geçerek gün boyu direnmeleri; devrimcilerin coşkusunu bir kat daha artırıyoru. Çok çeşitli görüşlerden kişilerin şimdiye değin görülmedik biçimde baskıya, zulme, saldırılara uğramış olmasına karşın geri adım atmadan direnmesi, siyasi iktidara ve RTE’ ye öfkesini haykırması devrimci tutum açısından bakıldığında övülecek bir durumdur ve umut vericidir. Doğrusunu söylemem gerekirse: Direniş sırasında konuştuğum, tutumlarına tanık olduğum gençler karşısında sevinçten gözlerim doldu, boğazım düğümlendi. Siyasi iktidarın başının bu kitleyi koca bir halkı “ çapulcu” olarak nitelendirmesini, öncelikle egemenlerin sınıfsal ve ideolojik refleksleri olarak görmek yanlış olmaz. Bu tavır, halkın karşısında konumlanmanın, kendini dev aynasında görmenin bariz bir göstergesi değilse nedir. Ama gençliğe yönelik nefret duygularının gözlerindeki korkuyu gizlemeye yetmediği de çok açık. Yaklaşan sonları görülüyor, gerçek yüzleri daha bir belirginleşiyor. Kendini “yerli” tekelci ve emperyalist sermayenin çıkarlarına adayan siyasi iktidar; korkmakta haklısınız, sonunuzu bu çapulcular getirecek.

 

Gündemi Değiştirme Taktiği ve Gerçekdışı Açıklamalar

Kendisini zora sokan gelişmeler yaşanmaya başlayınca; gündemi değiştirip kamuoyunun dikkatlerini başka yönlere çevirme konusunda deneyimli olan ve çoğu zaman da başarılı da olan siyasi iktidar, bu bilindik taktiği bir kez daha denedi.  3. 6. 2013 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan habere göre; Başbakan Tayyip Erdoğan Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Olağan Genel Kurulu’na katılarak bir konuşma yaptı. Başbakan bu konuşmasında Günlerdir Taksim Meydanı’nda 12 ağacın koruyuculuğunu yaptığını iddia edenlerin yaklaşım tarzındaki sakatlık neyse,  bu konudaki tarz da aynı anlamdadır. Biz ki şu ana kadar 3 milyara yakın fidan ve çeşitli yaş gruplarında ağaç dikmiş bir iktidarız. 160 civarında milli park inşa eden bir iktidarız. Öyle 5-10 dönüm değil hektarlarca. Biz Taksim Meydanı’nı yayalaştırma projesini uyguluyoruz, yapacağız. Topçu Kışlası’nı yapacağız… Bu millet bize reyini verirken, tarihine sahip çık diye verdi, tabiatına sahip çık diye verdidedi. Yüz binler sokaklardayken, öfke ve tepkiler kendini hedef aldığı bir anda, , gerçek dışı bilgiler vererek konuyu değiştirmeye çalışmak böyle olur. Ama bu kez çabaları sonuç vermeyecek.

Konuyu değiştirerek, gerçek dışı bilgilere dayalı olarak toplumu yanlış yönlendirme çabası, sıkıştığı için can telaşıyla başvurulan bir çıkış olarak mı, yoksa bilinçli olarak ve kurnazca düşünülmüş bir taktik olarak mı değerlendirilmeli? Bu kez yapılanın her iki yönü de içinde taşımaktadır. Kurnazca bir taktikle başka bir konunun gündeme getirilmesi bir yere kadar anlaşılır bir durum olabilir. Ama yapılan şey gerçek dışı bilgilerle toplumu yönlendirme, konuyu saptırma girişimidir. Hemen belirtmekte yarar var; bu kez baltayı taşa vurdu.  Milli parklardan başlayalım. Türkiye’de 40 adet milli park olmasına karşın Başbakan, 160 milli park inşa ettik diyor. Pes doğrusu. Bu basit bir rakam yanlışlığı olamaz. Bu yola konuyu olduğundan daha başka türlü göstermek amacıyla başvurulduğu anlaşılmaktadır. Bu konuyla ilgili akıl almaz bir yanıltmaca da “milli park inşa ettik” denilmesidir. Yürürlükte olan 2873 Sayılı Milli Parklar Kanununda “ Milli park; bilimsel ve estetik bakımından, milli ve milletler arası ender bulunan tabii ve kültürel kaynak değerleri ile koruma, dinlenme ve turizm alanlarına sahip tabiat parçalarını ifade eder” biçiminde tanım yapılmaktadır. Tanımdan da anlaşıldığı gibi milli park inşa edilmezuluslar arası değerde olduğu için “milli park” olarak belirlenir.  RTE milli parkı, TOKİ’nin yandaş müteahhitlere yaptırdığı yüksek yapılardan biri mi sanmaktadır? Bir başka çarpıtma ise milli parkların sayısı. Türkiye’de 1998 yılında 33 adet milli park vardır. AKP iktidarında ise milli parkların sayısında artış olmuştur. Bu artışlar daha çok Tabiatı Koruma Alanı olarak yönetilen kimi yerlerin statüleri değiştirilip milli park yapılması ile sağlanmıştır. Yalnızca bilimsel araştırma ve eğitim yapılmasına olanak sağlanan Tabiatı Koruma Alanı, iktidarın bakışı ile para getirmediği gerekçesiyle olsa gerek, milli parka dönüştürülerek otel, motel gibi yapılara olanak sağlanmaktadır.  Otel denizine dönüştürülmüş olan Uludağ Milli Parkı örneği söylediklerimizi net bir şekilde açıklamaya yeter. 2002 yılında 34 olan Tabiatı Koruma Alanı sayısı AKP iktidarı döneminde 31’e düşürüldü. 

Ormanlar Sermayeye Açılıyor

İktidara geldikleri günden itibaren “devlet ormancılığından millet ormancılığına geçiyoruz” diyerek en sıkı korunan ormanlar da içinde olmak üzere tüm ormanları sermayenin emrine sunmak için onlarca hukuksal düzenleme yapmışlardır. HES’lere, çöp depolama ve arıtma tesislerine, maden ve turizm yatırımlarına, hatta tarihte ilk kez define arayıcılığına açtılar ormanları. 6831 Sayılı Orman Kanunu’nda defalarca değişiklik yaptılar. Ormanlar başta olmak üzere doğal alanları, pek çok sektörde bütünleşmiş olan yerli ve yabancı sermayenin emrine sunmanın önündeki yasal engeller birer birer ortadan kaldırılmaktadır. Otel, kafeterya gibi yatırımlara olanak sağlamak amacıyla milli park sayısı artırılmak istenmektedir. Türkiye tarihinde hiçbir iktidar bunlar kadar gözü kara bir biçimde ormanlara ve doğal alanlara göz dikip, “ben istediğimi yaparım” pervasızlığı içinde uygulamaya kalkışmamıştı. Ben hukuka uymam, yaptıklarımın hukukuna siz uyacaksınız şımarıklığı içinde keyfi davranışlarına başvurdular. Doğruyu söylemek gerekirse; yaptıklarına, yapmaya kalkıştıklarına karşı etkili bir tepkiyi de görmediler. Bu denli bir tepkisizlik başka iktidarların yaşayamadığı büyük bir fırsat olmuştur.

Orman Fidanlıkları

İktidarın kandırmacaları bitmek bilmiyor. 116 adet orman fidanlığından 39 tanesini kapatma- satma kararını 2005 yılında alan iktidar, gerekçe olarak; özel sektörün fidan yetiştirme yönünden geliştiğini, devletin fidan yetiştirmesine gerek kalmadığını öne sürmüştür. Öne sürmüş olduğu bu gerekçe de gerçeklerle örtüşmemektedir. Fidanlıkların satılmasını öngören karar yargı yoluyla iptal edilmiş olmasına karşın, iktidar 6 fidanlığı hukuka aykırı biçimde satmıştır. Örneğin Ankara’da Söğütözü Fidanlığı Türkiye Odalar Ve Borsalar Birliği’ne(TOBB) satıldı. Şimdi yerinde beton bloklar yükseliyor. Dikkati çeken nokta; sermaye örgütleri ve çevreleri, iktidarın bu pervasız uygulamalarından çok hoşnuttur. Ama çevre konusundaki söylemlerinde duyarlı ve saygılı olunması yönünde açıklamalardan da geri kalmamaktadırlar. Ağaçlandırma ve fidan konusunda ilginç bir nokta ise kamuoyunda yeterince bilinmemektedir. Siyasi iktidarın 39 fidanlığı kapatma kararı verdiği günlerde, AKP’li belediyeler boylu ve formlu fidan bulamadıklarını öne sürerek yurtdışından fidan satın alma yoluna gittiler ve kamunun milyon dolarlarını savurmaktan da geri durmadılar.

Ağaçlandırma

Her türlü sermaye yatırımına açarak ormana kıydıktan sonra ağaçlandırma yaptık, fidan diktik biçimindeki açıklamalar yalnızca göz boyamaya yöneliktir. Söz gelimi İstanbul’da temeli atılan 3. Boğaz Köprüsü ile binlerce hektar ormanı (ekosistem) yok edecekler. Gözden kaçırılmak istenen başka bir boyut daha var. 3. Köprü ve transit geçiş yolunun yan bağlantıları ve yol tesisleri de ormanı yok ederek yapılacak. Öyle ki; 27 Mayıs 2013 tarihinde TBMM’ ne gönderilen yasa tasarısında, yol yapımında çıkan kazı malzemesinin depolanması için ormanın tahsis edilmesine olanak sağlanmaktadır. Şimdi de hiç sıkılmadan; ortadan kaldırılan ormana karşılık olarak iki katı ağaçlandırma yapacaklarını söylüyorlar. Gerçekte ise yok edilen orman ekosistemidir. Ağaç, ağaççık, otsu bitki, hayvan, böcek, yosun, mikroorganizma ve onların birlikte oluşturduğu canlı bir sistem yok edilmektedir. Bunun yerine başka bir alana fidan dikildiğinde orası orman olamaz. Dikilenler büyürse eğer, oraya ağaçlık denir. Belki 100 yıl sonra orman olabilir. Aradaki fark bu denli açık. Biz 3 milyara yakın fidan diktik palavrasına karşın soralım:  Dikilen fidanlar hangi ağaç türü, hangi ekolojik koşulları taşıyan yerlere diktiniz, diktiğiniz fidanların kaç tanesi tuttu?  50-100 yaşında ağaçların bulunduğu ormanı yok edip, karşılığında 50-100 yıl sonra orman olabilecek fidanlardan kaç tane dikerseniz dikin, bedel ödenmiş olmaz. O zaman biz de şunu söylüyoruz: ormanı yok etme, fidan da dikme. Uzak dur yeter. “Ormandan Bir Dal Kesenin Başını Keserim” sözünün sahibi Fatih’in torunu olmakla övünenlerin; dal kesme bir yana binlerce hektar ormanı sermayenin çıkarına tahsis edenlerin, torun olmaktan da vaz geçmemiş olmaları yaman bir çelişki olsa gerek. Karayolları kenarlarında bilmem ne kadar fidan diktik diyorlar. Buradan meydan okuyoruz. Yol kenarlarında diktiğiniz fidanların büyük çoğunluğunu kurumuş durumda, bunları bir bir gösterebiliriz. Var mısınız?

İktidarın sicili ağaçlandırma konusunda da bozuk. AKP iktidara gelmeden önce ormancılık örgütü yılda 119 bin hektar ağaçlandırma yapmış bir örgüttür. Bu iktidar döneminde hazırlanan “Milli Ağaçlandırma Seferberlik Eylem Planı 2008-2012” kapsamında 5 yılda 116 bin hektar ağaçlandırma öngörülmüş(bu da gerçekleştirilememiş) olmasına karşın çeşitli çarpıtma yöntemleriyle rakamlar değiştirilerek Trakya büyüklüğünde yer ağaçlandırıldı açıklamaları yapılmaktadır. Üstelik yüzlerinde renk değişikliği olmadan.

Sonuç Olarak

ANAP iktidarları döneminde yapılan hukuksal düzenlemelerle vakıf üniversitelerine orman tahsis edilmesine olanak sağlandı. Bunun sonucu olarak özellikle İstanbul çevresinde bulunan binlerce hektar büyüklüğündeki orman, deyim yerindeyse yağma edilerek vakıf üniversitelerine tahsis edildi. İ.Ü. Orman Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Ertuğrul Acun’un Ormanın Kara Kitabı* adlı kitabına önsöz yazan dönemin İstanbul Belediye Başkanı R.Tayyip Erdoğan: “Öncelikle insan olarak ruhumuzun çağrısına uyuyor; ağacı ve yeşili seviyoruz. Yaşadığımız dünyanın ve yaşadığımız şehrin yalnız bize ait olmadığının; yeryüzünde ve bu topraklarda bizden sonra da yaşayacak olanların farkındayız. Onların sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının ancak bugün bizim göstereceğimiz dikkat ve sorumlulukla gerçekleşebileceğini biliyoruz” diyordu.

Belediye başkanı olduğu dönemde “yaşadığımız dünyanın ve yaşadığımız şehrin yalnız bize ait olmadığını” söyleyen Erdoğan; şimdi şehrine, ağacına,  ormanına sahip çıkan halka düşman muamelesi yapıp, gazın, baskının zulmün sorumluluğunu yükleniyor. Ben istediğimi yaparım, kim karışır, siz “çapulcular” ne karışıyorsunuz biçimindeki efelenmeyi benimsemiş durumda. Bunu yürütebilmek için de gerçekleri, rakamları takla attırmak ve gündemi istediği gibi değiştirmek konusunda sınır tanımıyor. Benim için tek yol gösterici büyük sermaye ve ona hizmet edecek uygulamalardır demek istiyor. “Millet bize oyunu verirken tarihine sahip çık diye verdi, tabiatına sahip çık diye verdi”  açıklamasına dört elle sarılıyor. Oysaki tarih ve tabiat kimsenin malı değildir, gönlünce yönetemez ve değiştiremezsin. Yapılan haksız müdahale aslında geleceğe saldırıdır ve bu yanlışa karşı çıkmak meşrudur.

Artık hesap değişiyor, keser dönüyor, sap da dönüyor.

 

 (*)Ormanın Kara Kitabı (Prof. Dr. Ertuğrul Acun), İstaç Yayını : 4    İstanbul 1998

 

Ahmet Demirtaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir