TBMM’ye Cemevi- Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

 Bütün bu gerçekler ortadayken, ülkemizde etnisiteye dayalı “düşük yoğunluklu savaş” sürerken, 

 Kürt sorunu ülkenin iç sorunu olmaktan çıkıp bölgeselleşirken, Alevi/Sünni tartışması, Cami/Cemevi karşılaştırması, Meclis’e Cemevi açılması talepleri gündeme gelmesi insanı derinden düşündürüyor.

 “Bir sen eksiktin ayışığı
Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya!” 

(Can Yücel)

Cumhuriyetle, cumhuriyetin kuruluş felsefesiyle sorunlu ve de uyumsuz AKP’nin iktidara gelmesinden bu yana ülke insanı, din, mezhep, etnik konularla çok uğraşır hale geldi. Bunda,  solun sınıf mücadelesini öne çıkartamamasının yanında, emperyalizmin, ulus devletleri içten çökertme, halkları din, mezhep, etkin bir kavgaya sokarak parçalama,  din, mezhep, etnisiteye dayalı beş bin devletçikten oluşan bir dünya düzeni kurma, halkları özgürleştiriyorum adı altında köleleştirme, dünyanın yeraltı ve yerüstü kaynaklarına el koyma planının, projesinin kuşkusuz büyük payı var.

AB-D emperyalizmi, bu plan ve projesinin ilkini Yugoslavya’da gerçekleştirdi. Yüz bini aşkın insanın yaşamını yitirdiği etnik çatışmalara dayalı iç savaş sonunda, Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’ni, Bosna Hersek, Hırvatistan, Slovenya, Makedonya, Sırbistan, Karadağ, Kosova devletçiklerine böldü ve böylece ordusu dağıtılmış, halkları birbirine düşman edilmiş Yugoslavya toprakları emperyalizm için kolay lokma haline getirildi.

Avrupa’da Avrupa Birliği adıyla birlik kurmaya çalışan AB-D emperyalizminin, Irak’ı Sünni/Şii, Arap/Kürt/Türkmen ayrılığı yaratarak 1,5 milyon insanın kanına girmesi, Kürt, Arap Sünni, Arap Şii bölgelerine ayırarak üçe bölmesi; Kürt Celal Talabini’yi Irak Cumhurbaşkanı,  Şii birini başbakan, Mesut Barzani’yi Kürt bölgesi başkanı yapması, Irak merkezi hükümetinin çeşitli etnik ve inanç grup temsilcilerinden oluşturulması, çokuluslu şirketlerin merkez ve Kürt bölgesi yönetimleriyle petrol, doğalgaz anlaşması bağıtlaması, yıllarca sürecek Kürt/Arap/Türkmen çatışmasının tohumunu ekmesi bu planın parçalarıdır.

Yine Suriye’de,  Sünni/Nusayri (Arap Alevisi)/Şii ayrımı yaratılması, başta Türkiye olmak üzere İsrail’in, Ürdün’ün, Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt gibi İslami teokratik ülkelerin ve de NATO’nun bu işe katılarak parçalamaya çalışması, dinci terör örgütlerin katılımıyla binlerce Suriyelinin kanının akıtılması; Afganistan’da inanç ve etnisiteye dayalı savaşın yıllardır sürdürülmesi; Arap baharı adı altında Libya’da aşiret güçlerine Kaddafi’nin katlettirilmesi ve Libya petrollerine el konularak ülkenin aşiret bölgelerine ayrılması; Tunus’ta, Mısır’da iktidarları devirerek İslamcılara teslim edilmesi, mazlum halkların özlemlerini kullanarak dünyanın ve bölgenin emperyalist çıkarlar doğrultusunda biçimlendirilmesi yadsınamaz gerçeklerdir.       

Bütün bu gerçekler ortadayken, ülkemizde etnisiteye dayalı “düşük yoğunluklu savaş” sürerken, Kürt sorunu ülkenin iç sorunu olmaktan çıkıp bölgeselleşirken, Alevi/Sünni tartışması, Cami/Cemevi karşılaştırması, Meclis’e Cemevi açılması talepleri gündeme gelmesi insanı derinden düşündürüyor.

Osmanlı’nın Sünni İslama dayalı teokratik bir devlet olduğu, Müslüman toplumu Sünni Akaidi-i diniye’ye (dini inanış) göre eğittiği,  tarikatlar, cemaatler eliyle yönlendirdiği, koşullandırdığı tarihsel gerçeklerdir.

Sünni Akaid’e karşı olan, İslam’ı, Şamanlık, Zerdüşlük gibi doğacı ve Batıni inançlarla (ayet ve hadislerin sözünü değil özünü esas alan) harmanlayarak, “Hz. Muhammedi izleyen üç halifeyi tanımayan, Hz. Âli’yi halife ve İmam kabul eden, kendine özgü kural ve törenleri olan” Alevilere karşı önyargılı tutumda olması, Sünni inançlı Şeyhülislamların Alevilerin “kanın ve malının helal” olduğu yönündeki fetvaları, Osmanlı-Saffevi rekabetinde 40 bin Alevi’nin katledilmesi, ölümden kaçanların kuş uçmaz kervan geçmez bölgelere sığınması, alevi inançlı boyların Anadolu’dan sürülmesi, bir araya gelemeyecek şekilde dağlık, verimsiz alanlara yerleştirilmesi; Avrupa’nın güçlenmesiyle fetih devrinin kapatan Osmanlı’da ganimetin bitmesi, Osmanlı Ordusu’nun esasını oluşturan sipahinin gelirsiz kalması, çapulculuğa başlaması, giderleri karşılamak için Osmanlı’nın yoksul köylüden ağır vergiler almaya kalkışılması, çiftin bozulması, eşkıyanın yol kesip adam kaldırması ile birlikte başlayan Celali İsyanları sırasında, isyanı bastırmak için yapılan kıyımları yadsımak olanaksızdır. Kaldı ki bunu da kimse inkâr etmemektedir.  

Tarihsel olarak yaşanan bu gerçekler karşında Cumhuriyet ne yapmıştır? Yavuz Sultan Selim’le toplum hayatına giren dünyevi ve uhrevi (öteki dünya) teokratik devlet iktidarını, bu iktidarı kullanan Saltanatı 1 Kasım 1922’de kaldırmış; 29 Ekim 1923’te cumhuriyeti ilan ederek egemenliği halka vererek bağımsızlıkçı, halkçı, laik, devrimci milli bir devlet kurmuş; 3 Mart 1924’te Halifeliği bitirerek egemenliği gökyüzünden yeryüzüne indirmiş; bin yıldır toplumun hayatına girmiş dini inanç ve ibadetten kopmak kolay olmadığına göre, toplumun dini ihtiyaçlarını karşılamak, tarikat ve cemaatlerin toplumu yönlendirmesine, laikliği ve bilimsel eğitimi engellemesini önlemek için tarikat ve cemaatleri yasaklanmış;  “Şerriye ve Evkaf Vekaletini” kaldırmış ve  “İslam dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli”, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuş; Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu (Öğrenim birliği) kabul ederek, 17 Nisan 1924’te bilimsel yüksek öğretim için İstanbul Dar-ül Fünun İstanbul Üniversitesine dönüştürülmüş; “İslami ilimlerin modern zihniyetle okutulması” amacıyla İstanbul Üniversitesi bünyesinde Tıp, Hukuk, Edebiyat ve Fen fakülteleri yanında İlahiyat Fakültesi açmış; dini hizmeti sürdürmek için Darü-l Hilafe medreselerini imam ve hatip mekteplerine çevirmiştir.

Durum bu olmasına karşın, Cumhuriyetin kuruluş felsefesiyle sorunlu siyasi iktidarların, dinci, hilafetçi, saltanatçı, gerici çevrelerin uzun erimli ve planlı çabalarıyla tersine dönüştürülen gidişatın, bir yandan ülkeyi emperyalizme bağımlı hale getirirken, eğitim birliği tersyüz edilerek ikili eğitime geçilmesi, 4+4+4 denilen eğitim projeleriyle ve imam hatip okullarıyla dinci eğitimin eğitimde temel olması, toplumun geleceğinin ve genç beyinler tutsak edilmesi bilinmezden gelinilemez.    

Bunları görmeden, Meclis’e Caminin 1970’lerde Adalet Partisi iktidarı döneminde yapılmasının kararlaştırıldığı, 1985’te ANAP iktidarı döneminde açıldığı düşünüldüğünde, Meclis’te Cemevi istemenin laiklik karşıtı bir anlayışın yansıması olduğu görülür.

Öncelikle Meclis dini değil siyasi bir alandır. Siyasi alanda ibadet mekânı olması laik ülkede düşünülecek bir durum değildir. Ankara’da, Meclis’in çevresinde onlarca ibadet mekânı vardır, kaldı ki yoksa yapılır, yapılıyor da. Meclis yerleşkesinde ibadet yerinin olması sorgulanması gerekirken, ayrı din ya da inanç gruplarına ibadet yeri istemek, suyu tersine akıtmaktır.  

CHP’li Hüseyin Aygün’ün ibadet ihtiyacından kaynaklanan bir nedenle Meclis’te Cemevi açılmasını istediğini düşünmüyorum; muhtemelen bir soruna dikkati çekmek için bunu yapmış olmalı.

Bildiğim kadarıyla Cem, kırsalda genellikle harman sonu güz ya da kış aylarında,  yılda birkaç kez yapılan inançsal toplantıdır. Bu da ancak Dedelik kurumunun varlığı ile bağlantılıdır. Dedelik kurumu bildiğim kadarıyla yaşamıyor ya da etkinliği yok. Bunun çeşitli nedenleri olabilir, bunu tartışmıyorum; ancak, Alevilik adına ortaya çıkan dernek, vakıf ve benzeri kuruluşların bu sorunu çözebileceğini de sanmıyorum. Çünkü çok farklı düşünceler ortalıkta dolaşmaktadır. Bir kısmı kendi inanç merkezlerini kuralım derken, bir kısmı Diyanet içinde yer alalım demektedir. Bir kısmı inanç ağırlıklı faaliyette bulunurken bir kısmı siyasetle iç içedir, yani Alevilik sorunlu bir çerçevededir.  

Dinci iktidar, Kürt Sorunu gibi, Ermeni Sorunu gibi Alevi Sorunu’nu da kullanmaktadır; “Alevi Açılımı” adı altında, Alevileri bölerek, bulanık suda balık avlamaya çalışmaktadır.  Meclis’te Cemevi gibi istemi buna çanak tutmaktan başka bir işe yaramaz, zil takıp oynarlar.  Yargıdan da bir sonuç alınacağını sanmıyorum. Olumsuz bir karar çıkarsa önce Anayasa Mahkemesi’ne gidilmesi gerekecek, oradan da bir sonuç alınamazsa muhtemel AHİM’e başvurulacak…

Benim merak ettiğim, laikliği Anayasası’na yazmış, ya da uygulamasıyla bu benimsemiş Avrupa ülkelerinin parlamentolarının bulunduğu mekânlarda, her din ve inanç grubuna ayrılmış ibadet yeri, yapılmış ibadet evi var mıdır? Bilemiyorum, olduğunu pek sanmıyorum.    

Meclis’e Cemevi açılmasını istemi karşısında, âlim geçinen bir sürü insanı da anlamakta güçlük çekiyorum. Bunların ve kimi siyasetçilerin, Alevilerin de ibadet yeri camidir demelerini de dinsel, bilimsel, hukuki açıdan doğru ve samimi görmüyorum; size ne diyorum. İnsan ne inanıyorsa, nerede ibadetini yapmayı düşünüyorsa, orası ona aittir. Başka bir yer, yön ve hatta din tanımlamasına gerek yoktur. Dini inanç ve ibadet konusunda insanlar serbest olmalıdır.    

Cemevi Aleviler arasında da bir tartışma konusudur. Cemevinin “minaresiz cami” olmadığını söyleyenler kadar, bunu bir cami gibi algılayanlar da vardır.  

Cemevin’de ısrar edenler, köyden kente göçtük, çoğaldık, bir birimizle düzenli bir araya gelemiyoruz, inanç ve gönül bağımızı tazeleyip sürdüremiyoruz, ibadet yapacak, kültürel faaliyette bulunulacak yere ihtiyacımız var, ölülerimizi kendi inanç anlayışımıza ve usulümüze göre buralardan kaldırmak istiyoruz, demektedir.

Bence de Cem bir ibadettir, doğal olarak da Cemevi yeri olarak düşünülmelidir. Buna kimsenin karışmaya, ibadet yeri değildir demeye hakkı da yetkisi de yoktur. Her caminin yararlandığı haklardan Cemevleri de yararlandırılmalıdır, belediyeler yer tahsisi yapmalı, Cemevinin yapılmasına, yol, su, elektrik bağlanmasına katkı koymalıdır.     

Bu nedenlerle Meclis’te Cemevi istemek, bence olacak şey değildir. Başka inanç gruplarının da istemlerine yol açacak, siyaset alanını inanç alanına çevirecek, dini değerleri siyasi çıkar ve kişisel ikbal için kullananları daha da rahatlatacak böyle bir girişimin ülkeye, insanlara bir yararı olmayacaktır. 

Av. Mehdi Bektaş  

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir