Türk Ordusuna Operasyon-Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

AKP iktidarı, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminin başarısız olmasını fırsata dönüştürerek, darbenin kaynağı gördüğü Türk Ordusuna operasyon çekiyor. Jandarma ve Sahil Güvenliği İçişleri Bakanlığına, Kara, Hava ve Deniz kuvvetlerini Milli Savunma Bakanlığına bağladılar, tarihi Harp Okullarını, askeri liseleri kapattılar. MİT’i ve Genelkurmayı Cumhurbaşkanına bağlayarak, silahlı kuvvetleri iktidarın denetimine sokarak,  ihtilal ve darbe girişimlerini önleyecekleri savındalar. Uzun bir çalışma sonucu bu düzenlemeleri yaptıklarını belirtiyorlar, bu düzenleme sayesinde artık ülkede ihtilal, darbe girişimi olamayacağını vurguluyorlar.

İhtilal ve darbe girişimlerine ortam hazırlayan siyasi iktidarın suçlarını, sorumluluklarını, ihmallerini, kusurlarını görmezden gelerek, durup dururken ordu içinden darbe girişiminde bulunulduğu sonucuna varıp, Türkiye Cumhuriyetini koruyup kollamakla görevli Türk Silahlı Kuvvetlerinin yapısını değiştirerek, siyasi iktidarın emir-komutası altına sokuyorlar, aslında çok tehlikeli bir iş yapıyorlar. Çünkü siyasal iktidarın emir-komutası altına giren ordu siyasallaşır, asıl işlevini yitirir, iktidarın oyuncağı, darbelerin kaynağı olur. Siyasal iktidar, yaptığı her işi eline yüzüne bulaştırıyor. Yargıya operasyon çektiler, halk oylamasıyla yapısını değiştirdiler, yandaş savcı, yandaş yargıç ürettiler, ne hukuk kaldı ne adalet, şimdi Anayasa değişikliği ile durumu düzeltme derdindeler.  Eğitimi delik deşik ettiler, laikliği dışlayıp  “dindar ve kindar nesil” yetiştirmeye kalktılar, okulları, dershaneleri, hastaneleri, üniversiteleri kapatma durumuna geldiler. Darbelerden yalnızca orduyu sorumlu görmek doğru değildir.  Kendileri de ifade ediyor, 15 Temmuz darbe girişimi ordudan değil orduya sızmış dinci bir çeteden geliyor.  Bu dinci çetenin orduya sızması, devlet kurumlarını ele geçirmesi, siyasal iktidar sayesinde olmamış mıdır? “Ne istediler de vermedik!” diyen siyasi iktidarın başı değil mi? Hem suçlular hem de darbe korkusuyla orduya operasyon çekerek güç gösterisi yapıyorlar.

Bunlar ya bilmiyor ya da unutuyorlar; 27 Mayıs 1960’dan önce Genelkurmay Milli Savunma Bakanlığı’na bağlıydı, ne oldu?  Meşruluğunu yitirdiği söylenen siyasi iktidara karşı, ordu içinde örgütlenen bir cunta, Genelkurmayı ve Kuvvet komutanlıklarını aşarak iktidarı devirdi, genelkurmayı başbakanlığa bağladı. Genelkurmayı başbakanlığa bağlamak darbe girişimini önlemediği gibi cumhurbaşkanına bağlamak da önlemez. Sorun örgütsel değil zihinseldir, kuvvet komutanlıklarını, Genelkurmayı siyasal iktidarın emir-komutasına vermek sorunu çözmez, siyasallaştırır, sorunun kaynağı olur.

Bir hususa daha değinmek gerekir: Ordu içinde herkes bilir ki cunta kurmak, darbe ve ihtilal teşebbüsünde bulunmak yasalar karşısında suçtur. Yine herkes bilir ki darbeci, ihtilalcı “kelleyi koltuğuna alandır”; başarırsa kelle alır, başaramazsa kellesini verir. İhtilali ve darbeyi önlemenin biricik yolu, buna ortam hazırlamamaktır. Siyasi iktidarlar, ülkenin, devletin, toplumun ortak değerlerini param parça eder, gelişmeci, bütünlükçü, eşit ve adil olmayan yol ve yöntemlere yönelir, ülkenin kurucu değerleriyle oynarsa,  ne yaparsa yapsın bu tür girişimlerin önüne geçemez, geçse de, ezse de sorunu kalıcı çözemez. Bunun son görünen örneği 15 Temmuz darbe girişimidir. Bunu yapanlar başaramadıkları zaman başlarına neler geleceğini bilmiyorlar mıydı? Bu kalkışmayı siyasi iktidara bağımlı olmayan ordunun önlediği gerçek değil mi? Silaha karşı silahla karşı koymadan bir darbeyi önlemek kolay mıdır? Ordu emir-komuta zinciri içinde hareket ettiği zaman darbe önlenemez ya da tersinden darbe yapılamaz.  15 Temmuz girişimini halk önledi savı politik bir söylemdir, gerçekte karşılığı yoktur. Darbe bir çetenin girişimiyle gece yerine gündüz başlamış, ağırlıkla kuvvet ve birlik komutanları darbeye karşı olduklarını belirerek darbecilerle çatışmış, darbecileri dağıtıp ele geçirdikleri kritik noktaları geri almış, darbecilerin başarılı olamayacağı anlaşılınca da halk meydanlara çıkmıştır. Durumun böyle olduğunu herkes bilmesine karşın, darbeyi halk önledi savı gerçekçi değildir, iktidarın demokrasiyi içselleştirmemiş çevrelere demokrasi kahramanı payesi vermesi politiktir, gerçek hayatta karşılığı yoktur.

Tarihte İhtilali, darbeyi gerçekleştirenin hukuken yargılandığı pek görülmez; çünkü ceza yasaları darbeyi gerçekleştirenleri değil “teşebbüs edenleri” cezalandırır. Bu kural genel bir kuraldır, işin doğasında vardır. Çağdaş hukukta, ceza hukukunda suç sayılmamış bir fiilden (eylem) dolayı kimse yargılanamaz ve cezalandırılamaz.   Göstermelik Kenan Evren ve arkadaşlarının yargılanması istisna gibi sunulsa da hukuki bir değeri, anlamı ve karşılığı yoktur; yargılama tamamen politiktir, bu davayı 12 Eylülün ürünü yasalara dayanarak iktidar olan siyasi iktidar kullanmıştır. 12 Eylül darbesini gerçekleştirenler öldüğü için,  dava hukuken sonuçlanmamış, hukuki gerçekliğe ulaşmadan dava düşmüştür.

15 Temmuz darbe girişiminde başarılı olamayanlar,  idam cezası kaldırıldığı için kellelerini kurtulabilirlerse de alacakları ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile ölünceye kadar cezaevinde kalırlar,  af çıkmazsa içeride ölmeleri mukadderdir.  Başarılı olsalardı, bu dinci darbeciler yargılanan değil yargılayan olurlardı, ideolojik, politik, inançsal karşıtlarının kellesini alıp kanını akıtmaya devam ederdi.

27 Mayıs sağ siyasal iktidara, 12 Mart ve 12 Eylül yurtsever sola karşı yapılmıştı, 15 Temmuz ise laik cumhuriyete ve laik cumhuriyeti koruyup kollayan Türk Silahlı kuvvetlerine yönelik girişim olarak anılacaktır. Darbe girişiminin siyasi iktidarı düşürmek istemesi amaç değil, zorunluluktan kaynaklanan araçtır. Aralarında inanç, ideoloji, düşünce bağı vardır. Biri yasal alanları kullanarak devleti ele geçirmiştir, diğeri iktidar desteği ile kurumlara yerleşmiştir. Aralarındaki kavga devleti sen değil ben yöneteyim kavgasıdır, çıkarsaldır.

AKP iktidarının, darbe girişimini asıl olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinin önlediğini göz ardı ederek, Olağanüstü Hal’in ilan çerçeve ve gerekçesini aşar biçimde, K.H.K ile orduyu yapılandırması hem gerçekçi değil hem de Anayasaya aykırıdır. OHAL hem geçicidir,  hem sürelidir(3ay). OHAL kapsamında yapılacak düzenlemeler, Olağanüstü Hal Kararı ve gerekçesiyle sınırlı olmak zorundadır ve tedbir niteliklidir.  Olağanüstü Hal Kararına dayanarak çıkarılan KHK ile yasa değişikliği yapılamaz, genel ve kalıcı düzenleme olmaz, olamaz. İktidarın, parlamentoyu, komisyonları, ilgili kurumları, muhalefet partilerini, kamuoyunu dışlayarak, konunun tartışılmasına bile olanak tanımayarak, fırsatçı bir biçimde, düzenleme yapması hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmaz. OHAL KHK’nin iktidarın parlamentodaki çoğunluğu nedeniyle kabul edilmesi durumunda, konunun Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi,  ülkenin geleceği açısından yaşamsal öneme sahiptir. Bu başvuruyu ana muhalefet partisinin yapması gerekir, yapmıyorsa en az yüz on milletvekiline bu görev düşer. Bir başka seçenek Askeri okulların kapatılmasıyla hakkı ihlal edilenlerin açacakları davalarda, KHK’nin hem OHAL kararına hem de Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülerek itiraz yoluyla konunun Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi istenebilinir.

Ordu, bir milletin olmazsa olmazıdır. Ordusuz bir millet, devlet olamaz ve ayakta duramaz. Yugoslavya’yı ordusunu bölerek çökerttiler, Irak’ta, Libya’da aynı şey oldu, Suriye’de aynı şeyi yapmaya çalışıyorlar. ABD ve NATO,  emperyalist çıkarlarına karşı olduğunu düşündükleri Türk Ordusuna karşı aynı tezgâhı kurma peşinde, iktidar da buna alet oluyor. İktidarın aymazlığı ve desteği yüzünden Ergenekon, Balyoz davalarıyla Ordu zayıflatıldı, dinci çetesinin kanlı girişimiyle de laik Ordu ele geçirilmek istendi. İktidar,  KHK ile Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamakla görevli olan halkın ordusunu emir-komutasına alarak, işlevsizleştirmek, dönüştürmek derdinde. Bunu da demokrasi adına yapıyor. Laiklik ve laik ordu olmadan demokrasi olmaz, olamaz.

Türk Ordusunun oluşum tarihi çok eskidir. Kimi tarihçiler, düzenli ordunun kuruluşunu, M.Ö. 209 tarihinde Büyük Hun İmparatoru Mete Han’ın tahta çıkışına bağlarlar. Mete Han, 10.000 atlıdan oluşturduğu kuvvete “Tümen” der,  tümeni binlere, binleri yüzlere, yüzleri onlara böler, Tümenbaşı, Binbaşı, Yüzbaşı ve Onbaşı rütbeleriyle komutan görevlendirir,  aşağıdan yukarıya doğru birbirine bağlar.  Mete Han’la başlayan bu ordulaşma modeli, bütün Türk devletlerinde, özellikle Göktürk, Uygur, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nde görülür. Bu modelin esası, emir-komuta ve disiplindir. Türk ordusu, emir-komuta ve disiplinle birçok zaferler kazanmıştır; Anadolu’da işgalci kuvvetleri toprağa gömerek, denize dökerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlamıştır. Laik Cumhuriyetin koruyucusu ve kollayıcısıdır. Bunu unutmamak sorunların çözümünün anahtarıdır. Türk devrimine ve laik cumhuriyete karşı çıkarak orduyla barışık yaşayamazsınız,  boşa çabalamayın (!)

Birde başkomutanlık konusu var. AKP’liler Reisicumhura “Başkomutanımız” deyip duruyorlar. Reisicumhur başkomutan değildir. Anayasanın 117 maddesine göre, “Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevi varlığından ayrılmaz” bir bütündür; cumhurbaşkanınca temsil edilmesi, reisicumhurun başkomutan olması anlamına gelmez. Cumhurbaşkanının başkomutanlığı meclis adına temsil etmesi işlevsel değil, şekilseldir. Reisicumhur kalkıp ordu yönetemez, orduya komuta edemez. Nitekim Anayasa’nın 117 maddesinin 3. Fıkrasında, “Genelkurmay Başkanı, Silahlı Kuvvetlerin komutanı olup, savaşta başkomutanlık görevini Cumhurbaşkanlığı namına yerine getirir.” Hükmünü içermektedir. Yani cumhurbaşkanı silahlı kuvvetlerin komutanı değildir. TBMM tarihinde bir kez yetkilerini Mustafa Kemal’e geçici bir süre devretmiştir, bu sürede Mustafa Kemal büyük taarruzu gerçekleştirip, başkomutanlık meydan muharebesini kazanmış, Milli Meclisin kararıyla başkomutanlık unvanı hak ederek almıştır. Mustafa Kemal’in dışında hiçbir asker ve sivil için bu unvan kullanılamaz. Bu unvanı kullanmak ne sivili ne askeri başkomutan yapmaz!   AKP’nin kurucusu, lideri, taraflı reisicumhur hangi savaşı yönetmiş, hangi muharebeyi kazanmışta bu unvanı kullanmayı hak etmiştir. Bir yandan orduya operasyon çekerken öte yandan parçalanmış orduya başkomutan olmak nasıl bir çelişkidir, anlayan beri gelsin. Yakıştırmalarla gülünç olmayalım, derim.

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir