Türkiye’nin Toplumsal Gelişimi- II -Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Türkiye’nin Toplumsal Gelişimi II

Osmanlı İmparatorluğu – ABD İlişkileri

Mehmet Ali Yılmaz

Türkiye’nin son iki yüzyıllık tarihi ve toplumsal gelişimini incelerken, 20. yüzyıl ortalarından itibaren ülkemizin politik, ekonomik, askeri ve kültürel hayatını yönlendiren ABD emperyalizmine bağımlılık sorununu daha iyi anlayabilmek için Osmanlı Devleti’nin ABD ile kurduğu ilişkileri de ele almak gerekir. Osmanlı-ABD ilişkilerini bugünlerde öne çıkaran güncel bir neden de, Türkiye’ye gözdağı vermek amacıyla, Amerikan Donanmasının 241. kuruluş yılı nedeniyle, 19. yy başlarında Kuzey Afrikalı Osmanlıları Amerikan askerlerinin öldürdüğünü gösteren resmi twiter hesabında yayınlamasıdır.

Bilindiği gibi Birinci Paylaşım Savaşı sonunda dayatılan Wilson Mandacılığına teslim olmayan Türkiye’nin 1920’lerde kazandığı bağımsızlık İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında kaybedilmeye başlandı. Emperyalist dünyanın liderliğine kalkışan ABD’nin Sovyetler Birliği’ne gözdağı vermek ve bu ülkeye karşı “Türkiye’nin yanında” olduğunu göstermek amacıyla Missouri zırhlısının İstanbul’a gönderilmesinden bir yıl sonra 12 Mart 1947’de ABD Başkanı Truman Amerikan Kongresine hitaben yaptığı konuşmada, Sovyetler Birliği’nin “tehdidi altında” gördükleri devletlerin ABD tarafından korunacağını ilan etti. İşte bu tarihten sonra Türkiye’nin hükümetleri ülkemizi ABD hegemonyası altına sokmakta yarışmaya başladılar. Ancak ABD ile Türkiye’nin ilişkilerinin çok daha eskilere, 18. yüzyıl sonlarına kadar gittiği de bir gerçek. Bu yazıda 18. yy sonlarından Birinci Paylaşım Savaşı’nın hemen öncesine kadar süren Türkiye-ABD ilişkilerinin ekonomik, siyasi ve askeri yönlerini ele almaya çalışacağım.

ABD ile Osmanlı’nın İlk İlişkileri

Osmanlı Devletinin çoktan gerileme devrine girdiği 18. yüzyıl sonlarında İngiliz sömürgeciliğine karşı 1776 devrimiyle ABD bağımsızlığını ilan etti. ABD, Britanya İmparatorluğu’na karşı kuzey Amerika’daki 13 koloni tarafından verilen savaş (1775-83) sonucunda, 1783’te Paris’te imzalanan antlaşmayla, tarih sahnesine çıktı.

Bu dönemde kapitalizm Avrupa’da hâkim üretim biçimi haline gelmişti ve çok geçmeden Osmanlı İmparatorluğunu yarı-sömürgeleştirecekti. Osmanlı Devletinin yarı-sömürgeleştirilmesi önceleri “serbest ticaret” yoluyla sonra demiryolu yapmak, madenleri işletmek, fabrika kurmak gibi normal ekonomik faaliyetlerle ve en cazibi olan borçlandırma yoluyla gerçekleştirildi. ABD-Türkiye ilişkilerinin de 19. yy boyunca “serbest ticaret” yoluyla geliştirildiğini, kapitalizmin emperyalizm aşamasına geçmesinden sonra ise -İkinci Paylaşım Savaşından sonra Amerika’nın emperyalist dünyanın lideri olmasıyla birlikte- ülkemizin ABD’nin yeni-sömürgesi haline getirildiğini görüyoruz.

İlk Osmanlı İmparatorluğu-ABD tanışması Osmanlı’nın Kuzey Afrika’daki eyaletleri vasıtasıyla meydana gelmiştir. 18. yüzyıl sonlarında Akdeniz’e açılan ABD ticaret gemileri Cezayir açıklarından izinsiz geçtikleri için Cezayirli denizcilerin müdahalesine uğramış ve Amerikalılar esir alınmıştır. Cezayirlilerin Osmanlı tabiiyetinde olmalarının da etkisiyle Amerikan Kongresi 1784 yılında aldığı bir kararla Osmanlı Devletiyle ticaret ve dostluk antlaşması yapmak istemiş, ancak o dönemde Osmanlı ile bu yönde bir antlaşma yapılmamıştır.

Amerika’nın Türkiye ile ticari ilişkiler kurmasını ABD için çok faydalı gören bu ülkenin Londra Büyükelçisi Rufus King’in teşvikiyle ikinci anlaşma girişimi yapılır. Beyaz Saray Lizbon’daki Amerikan ortaelçisi W. L. Smith’i bu iş için görevlendirmişse de  (1799) ABD Dışişleri Bakanı Pickering, ABD’nin o dönemdeki dostu Fransa’nın Türkiye’nin bir vilayeti olan Mısır’ı ele geçirilmesi nedeniyle Osmanlının bu devletle savaş halinde olmasını ve Balkanlardaki milliyetçi isyanlarla uğraşmasını gerekçe göstererek bu girişime itiraz etmiştir. (Füsun Türkmen, Türkiye ABD İlişkileri, s.17-18, Timaş Y. 2012)

Diğer yandan 18. yy sonlarında Osmanlı devletinin uluslararası ilişkiler yönünden ilgi alanı Avrupa devletleri ve Rusya’dan ibaretken; Amerika da inzivacı-izolasyonist politikanın etkisi altındaydı.

Amerika Kıtasını Hâkimiyet Altına Alma Politikası

Büyük bir kıtanın kuzeyinde kurulan ABD yeraltı ve üstü zenginliğinin yanı sıra coğrafi özellikleri nedeniyle önemli stratejik avantajlara sahipti. Kuzeyinde tehlike teşkil etmeyen Kanada, güneyinde yayılmacı emellerine engel teşkil edecek kadar gücü olmayan Meksika yer almaktaydı. Doğusu ve batısı okyanuslarla çevrili olan bu ülke kuruluş döneminde ulusal savunma ve güvenlik sorunu olmadığı için bütün gücünü topraklarının işlenmesi, teknolojinin-sanayinin ve ticaretin gelişmesi için harcadı. Bu ülkede kapitalizmin gelişmesi İngiltere’ye göre geç tamamlandı ama çok daha modern teknolojiyle bu sürece başlamış oldu ve bu durum 19. yy sonlarında ortaya çıkmaya başlayan tekelleşmeyi hızlandırdı. Bütün bu özellikler nedeniyle ABD kapitalizmi başka ülkelere, Avrupa devletlerine bağımlı olmadan gelişti ve sonuçta büyük bir emperyalist güç haline geldi.

İlk başkan George Washington, ABD’nin dış politikasını da okyanuslarla çevrili doğal inzivai yapısına uygun biçimde tayin etmişti. Bu kendi kabuğunda yaşama politikası, 1823 tarihinde, Başkan Monroe tarafından kendi adıyla anılan bir doktrine dönüştürülecekti.

Bu politikaya göre, dünyanın her yanına saldıran Avrupa devletlerinin Kuzey ve Güney Amerika ülkelerine her türlü müdahaleleri, sömürgeci faaliyetleri ABD tarafından saldırı sayılacak ve karşılık verilecekti. Böylece Yeni Dünya, Eski Dünya’nın hegemonyasından kurtarılacak ve zaman içinde ABD’nin arka bahçesi olacaktı. Nitekim 19. yy’ın sonunda çıkan Amerikan-İspanya savaşı ABD’nin bölgenin hamisi rolünü oynamasına imkân sağlamış ve bu gelişme ile Amerikan “emperyalizmi” doğmuştur. 1901 yılında ABD başkanı olan Theodore Roosevelt 1904’te Venezüella’nın Almanya ve İngiltere’nin saldırısına uğraması karşısında bu ülkeyi Monroe doktrini gereğince koruyacağını açıklaması bu politikanın ABD’nin Amerikan kıtasının hamiliğine soyunmasının açık bir örneğidir. Bu olaydan sonra T. Roosevelt’in Panama kanalını açtırması ve kanalın yönetim şeklini düzenlemek için bu ülkedeki hükümeti devirerek istediği değişiklikleri yaptırması da ABD’nin bu bölgedeki tek hegemonik güç olduğunun göstergesiydi ve Monroe doktrini bütün bu emperyal politikaların maskesiydi.

Claude Julien “Amerikan İmparatorluğu” isimli kitabında ABD’nin bu inzivacı “emperyalist” dönemini şöyle anlatır: “İmparatorluğun kuruluşu hiç kuşkusuz ABD’nin kendi kapıları önünde başlamaktadır. Latin Amerika ve özellikle küçük orta Amerika ülkelerinin ele geçirilmesi, hoş bir av gibi karşısına” çıkmaktaydı. 1968’de Avrupa’da yılın kitabı sayılan eserinde yazar, bu dönemi “emperyalist serüvenin… ilk aşaması” olarak belirtir ve ABD’nin Asya, Avrupa, Afrika’ya dal budak salmasının bundan sonra gündeme geldiğini ifade eder. Yazarın Monroe doktrinini Truman doktrinin ilk şekli gibi görmesi de dikkat çekicidir: “Bu dönem, Amerika kıtası üzerinde her türlü dış etkiyi sınırlamak sonra da engellemek isteğini belirlemektedir. Bu politikayı dile getiren Monroe doktrini, Amerika demokrasilerini, Avrupa’da kurulmuş bütün demokratik rejimlerin müdahalesinden uzak tutmaya çalışmaktadır. Bu doktrin bir bakıma ‘containment’ doktrinin (Truman Doktrini bn.), İkinci Dünya Savaşından sonra Amerikan diplomasisinin esin kaynağı olan komünizmi engelleme doktrininin, ilk şekli olarak karşımıza çıkmaktadır.” (Claude Julien, Amerikan İmparatorluğu, s.57, Hitit Y. 1969)

ABD’nin kuruluşundan itibaren belirlenen politikalar, yayınlanan bildirgeler ve mesajlar, ileri sürülen doktrinler, anayasa çalışmaları vs. hepsi daha sonraki yıllarda bütün dünyayı olduğu gibi Türkiye’yi de yakından ilgilendirmiştir. Örneğin ABD’nin ilk başkanı G. Washington 1796 yılında yayınladığı veda mesajında içeride “özgürlük, birlik-beraberlik, demokratik ilkelere saygı” isterken; dış politikada da “ahlak, barışçılık ve adaletli davranış”tan söz eder. Ama her dönemde yaptıkları gibi bütün bu “güzel sözler” aslında kendi ekonomik çıkarlarını ve emperyalist politikalarını maskelemek içindir.

ABD’nin Osmanlı Devletiyle kurulacak ilişkilerini de şekillendirecek olan mesajında G. Washington özünde inzivacılığı ortaya koyuyordu: “Yabancı uluslarla olan ilişkilerimizde temel kural, onlarla ticari bağlarımızı kuvvetlendirmek, buna karşın siyasi bağlarımızı asgari düzeyde tutmaktır.” (Füsun Türkmen, s.19)

ABD’nin kurucu babalarından, ilk kabinedeki dört bakandan biri ve anayasayı hazırlayanlardan A. Hamilton dış politikada ekonominin önceliğini savunarak “emperyalist siyasa”nın temellerini atanlardandır. 18. yy sonlarında “serbest piyasa”cılığı, deniz ticaretini, Amerikan ürünleri için açık kapı politikasını öne çıkaran Hamilton, 1980’lerde R. Reagan döneminde savunulan neo-liberal politikaların dayanaklarından birisi olarak da takdim edilmiştir.

Başlarda ABD-Osmanlı İlişkisinde Ticaret Belirleyicidir

  1. yy sonlarında ve 19. yy başlarında Amerika’daki bu gelişmelerin ne kadarından Osmanlı’nın haberi vardı, bilmiyoruz. Ancak Osmanlı Devleti ile ABD arasında 18. yy sonlarında ve 19. yy başlarında diplomatik ve siyasi ilişkilerin kurulmaması ticari ilişkilere engel teşkil etmedi. 18. yy sonlarından itibaren Amerikan ticaret gemileri Osmanlı sularına gelmeye başladı. 1797 yılında Grand Turk isimli Amerikan ticaret gemisi İzmir limanına gelerek buradan kuru incir, kuru üzüm, afyon, deri, halı gibi ürünleri New England limanlarına taşır. Bu tarihten sonra Amerikalı tüccarlar Osmanlı limanlarına daha fazla gelmeye başladılar. 1830’larda her yıl Türk limanlarına 30’un üzerinde Amerikan gemisi gelmekteydi. Kırım Savaşı’ndan sonra ise İstanbul’a neredeyse her hafta bir Amerikan ticaret gemisi geliyordu. Bu dönemde İzmir’e gelen ticaret gemilerinin büyük bir kısmı Amerikalı tüccar David Offley’in şirketine aitti. 1816 yılında İzmir’de Amerikan konsolosu olma hakkını alan Offley, 1830’da Karadeniz’e çıkışına izin verilen ilk Amerikan gemisinin de sahibiydi. Ayrıca bu kişi Osmanlı sarayıyla kurduğu ilişki sayesinde Amerikalı tüccarların ödediği gümrük vergisini Avrupalı tüccarlara uygulanan düzeye indirmeyi de başardı. (F. Türkmen, s.21)

Yunanlıların bağımsızlık hareketini destekleyen İngiliz, Fransız ve Rus donanmalarının 1827’de Mısır ve Osmanlı donanmasını Navarin’de yok etmeleri üzerine Bab-ı Ali yeni bir donanma inşa ettirmek için harekete geçer. Kaptan-ı Derya Hüsrev Paşa bu konuyla ilgili ABD ile Osmanlı arasında ilişki kurulmasını sağlamak amacıyla Offley ile temas kurar. 1828’de bu ilişkiyi kurması için ABD’yi temsilen atanan Amerikan Akdeniz Filosu Komutanı W. Crane, Offley ile birlikte Osmanlı Devleti’yle bir ticaret anlaşması yapmakla ve Amerikan gemilerinin Karadeniz’e çıkma hakkını elde etmesini sağlamakla görevlendirilir. Uzun süren görüşmeler, ABD’ye verilmesi istenen en fazla gözetilen ulus statüsü ve Osmanlı Devleti’nin talep ettiği donanmanın yeniden inşası talebi konularında tıkanır. Bu görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine 1829’da yeni ABD yönetimi görüşmeler için Albay James Biddle, D. Offley ve New York’lu tüccar Charles Rhind’i görevlendirerek Osmanlı Devletiyle ticari ilişkilerin geliştirilmesine daha fazla destek vermeye başlar. (Age, s.21-22)

Görüşmelerde Amerikalı tüccarların lehinde hukuki düzenlemeler yaptırılmaya çalışılır, bu ülke ürünlerine pazar sağlanmasında ve Karadeniz’de ticaret yapacak gemilere daha iyi imkânlar sağlanması ayrıcalıkları karşılığında, Osmanlı donanmasının inşası için Amerika’dan savaş gemisi ve kereste ithaline izin veren gizli bir madde anlaşmaya eklenir. Fakat Amerikan Kongresi bu gizli maddeyi anlaşma metninden çıkartır. Bu arada Osmanlı topraklarında yaşayan Amerikalıların kapitülasyon ayrıcalıklarından yararlanması konusunda da karşılıklı anlaşmazlıklar çıkmıştır. ABD vatandaşlarının yargılanması ve cezalarını çekmeleri konusundaki anlaşmazlık da sürüp gider. (Age, s.22)

Bu antlaşmayı Osmanlı yönetimine kabul ettirebilmek için Amerikan donanmasında 1812’den itibaren görev yapması nedeniyle Akdeniz kültürünü iyi bilen Tuğamiral David Porter görevlendirilir. Porter, ABD Dışişleri Bakanı Martin van Buran’in talimatıyla, Osmanlı yönetimini Kongrenin kabul etmediği gizli madde konusunda ikna etmeye çalışır ve gemi yapımı için gerekli malzemeleri özel kaynaklardan temin etmek için bir engel olmadığını anlatır. 1812’deki İngiliz-Amerika savaşında yer alan ABD gemilerinin ve bazı Latin Amerika ülkelerinin gemilerini inşa eden gemi mühendisi Henry Eckford ve yardımcısı Foster Rhodes İstanbul’a getirtilir ve kısa sürede yeniden inşa edilen Osmanlı donanması 1838’de Karadeniz’deki Rus donanmasının gücüne ulaşılır.

Bu gelişmeden önce 1830’da imzalanan Osmanlı-Amerikan Ticaret ve Seyr-ü-sefain Antlaşması’yla ticari ilişkiler resmi bir statüye kavuşturulmuştu. Osmanlı donanmasının yeniden inşasında temel bir rol oynayan bu antlaşma ile ABD’ye en fazla gözetilen ulus statüsü de tanınmıştı.

Bu ticaret antlaşmasından sonra 1846’da Yafa, Şam ve Konya gibi önemli Osmanlı şehirlerinde Amerikan konsoloslukları açılmaya başlandı. (F. Türkmen, s.23)

1862 yılında bu iki devlet arasında yeni bir dostluk ve ticaret antlaşması yapıldı. Bu son antlaşmada da Amerikalılara tanınan en fazla gözetilen ulus statüsü olduğu gibi sürdürülmüş, 1839’dan itibaren %8 olarak belirlenen ithalat vergisinin aşamalı olarak %1’e indirilmesi hedeflenmiş ve ayrıca bu antlaşma ile Osmanlı Devleti’nin ABD’den ateşli silah ve cephane ithali yasağı kabul edilmişti. Bu antlaşma fazla yürürlükte kalmamış, çünkü Osmanlı, gümrük resmini yeniden düzenlemek istediği için, antlaşmayı 1884’te tek yanlı olarak yürürlükten kaldırmıştır. Bu durumda yalnızca 1830 tarihinde yapılan antlaşma geçerliliğini korumuştur. (Age, s.24)

II. Abdülhamit Devrinde ABD İle İlişkiler

Görüldüğü gibi 18. yy sonlarında başlayan ABD-Osmanlı ilişkilerinde belirleyici olan “serbest ticaret”tir. Amerika Akdeniz havzasında, Osmanlı ülkesinde ve Karadeniz’de ticari ilişkiler kurmaya ve bu bölgelerde tutunmaya çalışmaktadır. Bu dönemde ABD, Avrupalı devletlerin yaptığından farklı olarak Osmanlı devletinin gerilemesiyle ve bu ülkede beliren toplumsal, yönetimsel değişikliklerle fazla ilgilenmemektedir. Amerika pragmatik bir anlayışla konuya yaklaşmaktadır; ekonomik çıkarlarını geliştirmek amacıyla Osmanlı ülkesini ve çevresini hedefine koymuştur.

II. Abdülhamit dönemi (1876-1909) Amerika ile ekonomik ilişkilerin daha da geliştiği bir süreçtir. Özellikle Rusların galibiyetiyle sonuçlanan 1877-78 harbinden sonra ABD’den silah alımının çok arttığı görülmektedir.

1832 yılında ABD’den yapılan ithalat 64.722 dolarken, ABD’ye ihracat 923.629 dolardı. 1872 yılında ABD’den yapılan ithalat 1.209.443 dolara ulaşırken, bu ülkeye yapılan ihracat 866.719 dolardı. Osmanlı-Rus harbinden sonra 1882’de ABD’den ithalat 1.829.166 dolara çıkar, ihracat ise 3.315.647 dolara ulaşır. 1912 rakamları ise şöyledir: ABD’den yapılan ithalat 3.798.168 dolar, bu ülkeye yapılan ihracat 19.208.926 dolardır. (1)

Bu arada ABD ile yapılan ticaret hacmi Avrupa ülkeleriyle karşılaştırılınca daha düşük düzeyde olduğu, 1870’ten sonra ABD’nin Avrupa ülkelerine göre dördüncü sırada kaldığı görülür.

II: Abdülhamit döneminde aslında yeni bir sömürgeleştirme biçimi olan ABD ile ortak madencilik ve petrol arama faaliyetlerinin başlatılması da ayrıca dikkat çekicidir. Abdülhamit Amerikalılara demiryolu projeleri de yaptırmak istemiş ancak bu isteği gerçekleşememiştir. 1909’da Amerikalı amiral Colby M. Chester(2), Osmanlı-Amerikan Kalkınma Şirketi adına Sivas-Harput-Ergani-Diyarbakır-Kerkük-Süleymaniye’ye varan ve ayrıca Samsun, Halep, Van’a bağlantısı olan 2000 km’lik bir demiryolu projesini teklif etmiştir. 99 yıl sürecek bu teklife göre, demiryolunun her iki tarafındaki 20’şer km’lik genişlikteki alanda bulunan veya bulunacak tüm madenleri (petrolü de maden kavramı içinde düşünmek gerekir) bu şirket işletecekti. (Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni I, s. 149-150, Cem Y. 1974 ve F. Türkmen, s.26)

Chester Projesi olarak bilinen bu projeye Osmanlı ile yoğun siyasi, askeri ve ekonomik ilişki içinde olan başta Almanlar olmak üzere, İngilizler, Fransızlar ve Ruslar karşı çıktılar. ABD Dışişleri Bakanı Knox, bu engelleri aşabilmek için Osmanlı Devleti’ne gümrük vergileri ve kapitülasyon imtiyazları konularında ödünler teklif etmenin ötesinde, daha önceleri karşı çıktıkları savaş gemisi satmayı ve geniş kredi olanakları sağlamayı önerdi. Ancak Türkiye’yi nüfuz alanları içine almakta veya paylaşmakta kararlı olan Avrupa’nın büyük devletleri geç de olsa pastadan pay kapmak isteyen ABD sermayesinin bu talebine engel oldular. Avrupa ve Rusya kaynaklı baskıların yarattığı siyasi-diplomatik sorunların ağırlığı Osmanlı devletini hareketsiz bırakınca bu Amerikan şirketi teklifini geri çekti. Bunun üzerine 1911’de ABD Büyükelçisi projeden vaz geçildiğini İstanbul hükümetine iletti. (Füsun Türkmen, s.26)

Birinci Paylaşım Savaşı’na kadar ABD ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişkinin ana unsurunu ticaretin oluşturduğunu ABD’nin Türkiye’deki toplam yatırımları dikkate alınınca da görülmektedir. Bu dönemde ABD ve Avrupa devletlerinin Türkiye’ye yaptıkları toplam yatırım 63.444.000 franktır. ABD’nin yatırımları esas olarak iki alanda görülmektedir, bunlar bankacılık ve ticaret girişimleridir. Bankacılık alanında Amerikalıların yaptığı yatırımın Batılı ülkeler içindeki oranı %1.6 iken ticari girişimlerinin oranı 13.9’dur. Sovyet yazar A. D. Noviçev’in 1937’de İsmail Hüsrev’den aktardığı bu bilgilere göre, ABD’nin Türkiye’ye yaptığı yatırımların Batılı emperyalistlerin gerçekleştirdiği toplam yatırım tutarı içindeki payı 0.9 da kalmaktadır. (A. D. Noviçev, Osmanlı İmparatorluğu’nun Yarı Sömürgeleşmesi, s.8, Onur Y. Birinci Baskı)

Diplomatik İlişkilerin Önemi

ABD, Osmanlı Devletiyle kurduğu diplomatik ilişkilere Bab-ı Ali’den daha fazla önem vermiştir. İstanbul’a ilk Amerikan Büyükelçiliği 1831’de Porter’in kişisel çabalarıyla açılmış ve Porter önce müsteşar, 1839’da da büyükelçi olarak atanmıştı. Osmanlı Devleti’nin Washington Büyükelçiliği ise 28 yıl sonra 1867’de açılmıştır. Tevfik Çavdar’ın belirttiğine göre, ABD Büyükelçiliği İstanbul’daydı. İki konsolosluğundan biri İzmir’de, ikincisi Kudüs’teydi. Konsolos yardımcılıkları; Halep, İzmir, Yafa, Beyrut, Tripoli ve Mersin’deydi. Konsolos ajanları ise İskenderun, Şam, Çanakkale, Hayfa, Lazkiye, Midilli, Sayda, Amman ve Trabzon’daydı. (Tevfik Çavdar, Osmanlıların Yarı-Sömürge Oluşu, s.98, Ant Y. 1970)

Görüldüğü gibi ABD, Osmanlı Devletinde siyaseten, ticari bakımdan ve etnik-dinsel farklılıkların yaşandığı stratejik yerlerde temsilcilikler açmıştı. Amerikalılar bu temsilciliklerde diplomatik işlerden ziyade ticari, siyasi ve misyonerlik faaliyetleri yürütmekteydiler. Bu faaliyetler sadece ticari çıkarlarını büyütmeye yaramıyordu, gelecekteki emperyalist politikalarının alt yapısını da hazırlıyordu. Zaten Birinci Paylaşım Savaşı’nın sert rüzgârlarıyla birlikte emperyalist siyasa artık öne çıkmaya başladı.

  1. yy’da Osmanlı Devleti ile ABD arasında ekonomiden sonra en fazla faaliyet kültür ve eğitim alanlarında (buna misyonerlik faaliyetleri demek daha doğru olur) yürütüldü. “İmparatorluğun en uzun yüzyılı” boyunca Osmanlı topraklarında en sık görülen Amerikan vatandaşları arasında tüccarlardan sonra Protestan misyonerlerin gelmesi de bunun göstergesidir.

Devam edecek.

(1) Füsun Türkmen bu rakamları Gordon Leland, American Relations with Turkey 1830-1930,(Philadelphia, 1932)’den aldığını belirtmektedir. İlber Ortaylı ise “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” isimli kitabında 19. yy’da ABD’nin Osmanlı ile ticari-siyasi ilişkilerinin olmadığını, Amerikalıların eğitim alanında etkili olduklarını yazmaktadır: “İmparatorluğun eğitim hayatında en faal unsur, Amerikan misyon okullarıydı. Oysa ABD, Osmanlı ülkesiyle ticari-siyasi ilişkiler içinde değildi.” (İ. Ortaylı, s.193, İletişim Y. 2003).

Fakat 19. yy’da ABD ile Osmanlı İmparatorluğu arasında ticari ilişkilerin kurulduğunu Orhan Kurmuş’un “Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi” isimli kitabında da görüyoruz. O. Kurmuş’un “Commercial Tariffs and Regutions…”u kaynak göstererek verdiği bilgiye göre, Türkiye’nin en önemli ticaret merkezlerinden biri olan İzmir Limanından 1839 yılında yapılan ithalat ve ihracatta ABD’nin yeri İngiltere’den sonra ikinci sıradadır. (Orhan Kurmuş, s. 28, Savaş Y. 1982)

(2) Colby M.Chester, benzer amaçlarla 1922’de Ankara hükümetine yeniden başvuran A. Chester’in babasıdır.

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir