Uluslararası Kriz Grubu’ndan Analiz ve Öneriler

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Uluslararası Kriz Grubu (International Crisis Group) Atlantik’in iki yakasının ortak strateji ve pratik/politik etki örgütüdür. Emperyalizmin bu önemli fikir oluşturma, danışma ve operayonel örgütlenmesi 4 Mayıs 2017’de yayınladığı raporda PKK’ya ve ABD’ye Suriye, Irak, Türkiye ilişkileri hakkında tavsiyelerde bulunmaktadır. Bu kuruluşun, 2006 yılında, AKP iktidarına ve Batılı ülkelere Ergenekon operasyonu ile ilgili olarak verdiği tavsiye raporu, aşağı yukarı aynen uygulanmıştır.

Bu rapor Uluslararası Kriz Grubu’nun Kuzey Suriye’deki Kürtler ile ilgili olarak hazırladığı 4. raporudur. Raporun dikkat çeken yönü, ABD’nin PYD-YPG ve PKK’yı yedekleme çabasının sadece IŞİD’in Suriye’den tasfiye edilmesi ile sınırlı olduğu düşüncesini vurgulamasıdır. Bu şekilde rapor,  ABD’nin ve Avrupa’daki büyük devletlerin PKK’yı ve PYD-YPG’yi birbiri ile bağlantılı pek çok bölgesel çıkarları doğrultusunda kullanmayı planladığını gizlemektedir. (İran’daki son hareketlenme de ister istemez bazı soru işaretlerini beraberinde getirdi. Bu olaylarda Batılı güçlerin hangi örgütlere ne gibi roller verdikleri önümüzdeki dönemlerde açığa çıkacaktır.)

ABD ve Batı’nın önemli hedeflerinden biri de, Suriye’de iç savaş sonrası oluşacak siyasi yapının belirlenmesinde önemli roller alarak, oluşacak yeni siyasi yapı içinde Suriye Kürtlerini, Suriye yönetimini kısıtlamada ve etki altında tutmada, kullanmayı planlamasıdır.

Türkiye de Suriye’de başka güçleri (çeşitli İslamcı politik güçler ve Suriye Ulusal Ordusu)  bir arada tutarak ve destekleyerek bu siyasi güçler vasıtasıyla Suriye üzerinde etki sağlamak istiyor.

Raporun özü,  PKK’nın uzun vadede tek güveneceği müttefikinin ABD ve Batı olduğunu sürekli işlemesidir. Rapor sahiplerine göre, PKK’nın öz yönetim projesinin bazı romantik ve aşırı yanları olmasına karşın, Batılı demokratik model ile özünde çelişmemektedir ve bu ikisi uzlaştırılabilir. Yani raporla PKK’ya öz yönetim projelerinin ayakta kalabilmesinin tek garantisinin ABD olduğu anlatılmaya çalışılmaktadır.

Raporda dikkat çeken diğer bir nokta, PKK’nın 2012’de İran ve Suriye yönetimi ile bir anlaşma yaptığı bilgisinin verilmesidir. Bu anlaşmaya göre, Suriye hükümeti, Kuzey Suriye bölgesini PKK’ya bırakmış ve bu bölgede kullandığı askeri güçlerini diğer bölgelerdeki çatışmalara kaydırabilecektir. Bu anlaşmadan sonra PKK bölgede serbest kalmış ve askeri güçlerini harekete geçirmiştir. Bize göre bu anlaşmanın bir nedeni, İran ve Suriye’nin Türkiye’nin Suriye’deki muhalif savaşçılara verdiği desteğe karşı PKK’yı bir kart olarak kullanmak istemesidir.

Bir kere daha hatırlatmadan geçmeyelim; ezilen halkların kurtuluş mücadeleleri temelde emperyalizme karşı verilen mücadelelerdir. Her ne sebeple olursa olsun emperyalist devletlere dayanılarak, onlardan destek alınarak verilen savaş, adı kullanılan halkın bağımsızlık savaşı olamaz ve böylesi bir savaşın kazananı ezilen halk değildir.

***

Aşağıda ICG’nin bu raporunun özet bölümünün çevirisini ve kuruluşun künyesi hakkındaki bilgiyi okuyacaksınız.

ICG’nın raporunun başlığı şöyle: PKK Kuzey Suriye’de Ağır Sonuçlara Yol Açabilecek Bir Tercih ile Karşı Karşıya

PKK ve Suriye’deki kolları ciddi bir yol ayrımında:  Türkiye’ye karşı mücadelenin çıkarlarının önceliğini gözeterek, bugüne kader Kuzey Suriye’deki kazanımlarını riske mi atacak, yoksa PKK Suriye savaşının yarattığı kaostan (yararlanarak bu ülkeden kopardıkları çn.) ayırmış oldukları alanda öz-yönetim çabasını mı sürdürecek?

 

Tavsiyelerin Özeti

Suriye’de altı yıldır süren iç savaşta gelinen noktada ülkenin kuzeyinin siyasi haritası önemli ölçüde yeniden çizilmiş bulunuyor. Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) siyasi uzantısı ve Türkiye-Suriye sınırının büyük bir kısmını kontrol altında tutan Halkın Koruma Birlikleri (YPG) ve Demokratik Birlik Partisi (PYD) burada bir federal bölge ilan ederek yerel yönetim kurmuş bulunuyor. YPG askeri başarısı sayesinde büyük jeopolitik ve demografik engelleri aşıyor, ancak bu durum PKK’yı kritik bir seçimle karşı karşıya bırakıyor: Ya Türkiye’ye karşı yürüttüğü mücadeleyi öncelikli konumda tutmaya devam edecek ya da Suriye’de Kürtlerin daha fazla özyönetim elde etmelerine, yani Suriye’de güç olma projesine, öncelik verecek.

Son dönemde bölgede yaşanan güç kaymaları sonucunda bunlardan ikincisi, yani YPG-PYD’nin şu anda da öne sürdüğü gibi Abdullah Öcalan ile ideolojik bağları bulunan, ancak operasyonel anlamda PKK’dan bağımsız bir Suriye Kürt partisi haline gelmesi, daha iyi bir seçenek gibi görünüyor. Türkiye’nin 25 Nisan’da bazı kaynaklara göre PKK üyelerini de barındıran Kuzey Suriye’deki bir YPG üssüne ve Kuzey Irak’taki PKK üssüne gerçekleştirdiği operasyonlar çatışmada tehlikeli bir tırmanışa girildiğine işaret ediyor. Bu olumsuz seyri önlemek için başta A.B.D. olmak üzere dış aktörler YPG-PYD’ye destek sağlarken yukarıda bahsi geçen ikinci seçeneği teşvik etmelidir.

 

PKK’ya Tavsiyeler

PKK Temmuz 2012’de, İran hükümeti ile yaptığı anlaşmadan sonra kadrolarını Suriye’de konuşlandırmış ve IŞİD’e karşı yürütülen mücadelede Batı ile işbirliği yaparak Kuzeydoğu Suriye’de Kürtlerin çoğunlukta olduğu Cezire ve Kobani bölgelerinden Halep’in kuzeyinde yine Kürtlerin çoğunlukta olduğu Afrin bölgesine doğru ilerledi. Bu kara köprüsünü kurmaya çalışan PKK ve onunla bağlantılı güçlerin iki amacı vardı: Türkiye-Suriye sınırında geniş alanları kontrol altında tutmak ve demokratik özyönetim adını verdikleri, Kürt ve Kürt olmayan topluluklardan oluşan ortak bir yönetim kurmak. PKK, YPG, Suriye Demokratik Güçleri şemsiyesi altında Ağustos 2016’da halkın çoğunluğunun Arap olduğu Menbiç’i ele geçirdiğinde bu stratejik hedeflerine oldukça yaklaşmış görünüyordu.

Ne var ki, bugün bölgede değişen durum, YPG-PYD’nin hedeflerinin önüne ket vuruyor ve PKK’nın ikili amacını birbiriyle bağdaşmaz hale getiriyor. Türkiye ile PKK arasındaki ateşkesin sona erdiği 2015’in ortalarından bu yana Türkiye, YPG-PYD yönetimindeki bölgenin genişlemesini engellemeye çalışıyor.

Moskova ile Ankara arasındaki yakınlaşma, Ağustos 2016’da Türk askeri birliklerinin Rusya’nın ya da Esad rejimin hava saldırılarından endişelenmeden Suriye’ye müdahalesini mümkün kıldı (Fırat Kalkanı operasyonu).

Suriye’deki muhalif müttefiklerle birlikte savaşan Türkiye’nin amacı IŞİD’i yenilgiye uğratmak ve bu arada özellikle de YPG’nin Fırat’ın batısına doğru yayılmasını durdurmaktı. Şubat 2017’de bu amacında başarılı olan Türkiye YPG’yi adeta kuşattı ve onları Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgeler arasında hareket edebilmek için Esad rejimine bağımlı hale getirdi. Bu arada PKK, Kuzey Suriye’yi yeni savaşçı bulabileceği ve potansiyel olarak Türkiye’ye karşı saldırılarını başlatabileceği bir alan olarak görmeye devam etti. Ayrıca Suriye’deki yerel yönetime fazla yatırım yapmaya değmeyeceğini düşündüğü için, YPG-PYD içerisinde Suriye’ye odaklanmadan yana olanlar engellenmiş oldu.

Bu nedenle, YPG-PYD içerisinde Suriye’ye odaklanmadan yana olanlar, yerelde kök salmayı başaramadı ve geniş çapta meşruiyete sahip idari kurumsallaşma yaratmada yetersiz kaldılar.

YPG’nin özyönetim projesinin ayakta kalabilmesi, üzerindeki ambargonun kalkmasını sağlaması ve Esad rejimine bağımlılığının sonlandırması için daha güçlü dış aktörlerin desteğine ihtiyacı olacaktır.

Ne var ki güvenilir bir destekçi bulmak da kolay olmayacak. En güçlü adaylar Rusya ve ABD; YPG her ikisiyle de ilişki kurmuş durumda, ama bu ülkelerin YPG’ye desteği uzun vadeli olmayabilir. Moskova’nın önceliği hala Esad rejiminin ayakta kalması ve Suriye’nin egemenliğini yeniden elde etmesini sağlamak. Ayrıca Türkiye ile yakınlaşmaya önem verdiği de anlaşılıyor, ona bu yakınlaşma karşısında bazı ödüller vermek istiyor.

Böyle giderse YPG-PYD pek yakında Rusya’nın fikir değiştirmesiyle mağdur duruma düşebilir.

Bu durumda PKK için tek gerçekçi seçenek olarak A.B.D. kalıyor.

Mesele YPG-PYD ve PKK liderlerinin yeterince hızlı davranıp siyasi rotalarını düzelterek Suriye’deki özyönetim projelerinin ayakta kalmasını sağlayabilmeleri. YPG-PYD, A.B.D.’den uzun süreli güvence almanın peşinde ve bölgede dizginlerin Türkiye, Suriye rejimine ya da her ikisine bırakılmasını istemiyor, eğer ABD den bu konuda destek almak istiyorsa,  PKK’nın bu amacına ulaşması için mevcut konumunu ve siyasetini gözden geçirmesi gerekecek; çünkü Washington, Türkiye ile ilişkilerini tehlikeye düşürmeyi göze almak istemeyecektir. Bunu yapmanın en etkili yolu Türkiye ile PKK arasında ateşkesin ve barış görüşmelerinin yeniden başlaması olacaktır.

Ancak (barış)  bu yakın vadede gerçekçi görünmüyor. Bu sebeple, A.B.D. IŞİD’le mücadelede hala YPG’nin desteğine ihtiyaç duyarken PKK Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’taki Kürt rakipleriyle bir uzlaşmaya varabilmek için ABD’den arabuluculuk yapmasını istemelidir. Varılacak uzlaşma ve anlaşmanın içinde şu unsurlar yer almalıdır:

  • PKK ve onunla bağlantılı örgütler sınırın ötesinde yani Irak’ta bulunan Sincar’dan çekilmeyi kabul etmeli. Bunun karşılığında Irak’taki Kürt hükümeti da Suriye-Irak sınırını ticarete açmalı. Sincar’dan çekilmek Kuzey Suriye’deki gelişmelerle doğrudan ilgili olmasa da A.B.D. yakın ilişkide olan iki grup arasında, yani (Suriye) YPG ve Mesut Barzani’nin Kürdistan Demokrasi Partisi (KDP) arasındaki (Kuzey Suriye’deki) anlaşmazlığın yatıştırılmasına yardımcı olabilir.

Bu, Kuzey Suriye’deki gerilimin düşürülmesi için yeterli olmasa da başarılması nispeten daha mümkün olan önemli bir ilk adımı teşkil edebilir;

  • Kuzey Suriye’de PKK, Kürtlerin çoğunlukta olduğu doğudaki iki bölge ile Afrin arasında bağlantı kurma hedefinden vazgeçmeli ve YPG-PYD’nin Suriyeli Kürtler için Suriye’ye özgü bir çözüm arayışına girmesine izin vermelidir. Bunun için siyasi hâkimiyetini gevşeterek yerel yönetimde diğer Kürt ve Kürt olmayan partilere özellikle bütçe yönetiminde ve üst düzey pozisyonlara atanmaları konularında alan açması, onlara yetkiler vermesi, PKK’ya bağlı YPG’yi de yönetim sorumluluğundan (belirleyici konumdan) uzaklaştırması gerekecektir. Bu da bugünkü tek parti egemenliğindeki YPG-PYD “demokratik özyönetimini” daha demokratik kılacaktır;
  • YPG silah tedariki veya personel ve taktik beceri alanlarında Türkiye’de PKK çatışmasını aktif olarak desteklemekten vazgeçmelidir. Ayrıca hem YPG hem de YPG dışı “askeri komutanların” A.B.D. ile etkileşim içinde olacağı bir SURİYE DEMOKRASİ GÜÇLERİ askeri operasyon karargâhı kurmalıdır.

Buna karşılık A.B.D şunları yapmalı…

ABD‘YE TAVSİYELER

YPG’nin kuracağı SURİYE DEMOKRASİ GÜÇLERİ askeri operasyon karargâhıyla koordinasyon içinde olmalı ve bu birim aracılığıyla Kürtlere askeri yardım ve danışmanlık sağlamalı; sadece özellikle SURİYE DEMOKRASİ GÜÇLERİ üzerinden yerel savaşçı alınması ve eğitilmesini desteklemelidir. Yukarıda belirtildiği gibi PYD yönetiminin çoğulcu olması koşuluyla Cezire ve Kobani’deki yerel yönetimlere stabilizasyon desteği ve yeniden yapılanma fonları vermeli; PYD’nin diğer Suriye Kürt partileri ile birlikte Cenevre’deki müzakerelere dahil edilme talebini desteklemelidir.

  • ABD 25 Nisan Türkiye hava saldırısından sonra Rojava bölgesinde ve Fırat’ın doğusunda başlattığı devriye faaliyetini sürdürmeye devam etmeli, Fırat’ın doğusundaki YPG-PYD özyönetim bölgesine Türkiye’nin saldırı düzenlemesini engellemek için Ankara üzerindeki nüfuzunu kullanmaya devam etmelidir. Bunun için ABD’nin Ankara’ya yukarıda anlatıldığı gibi Suriye’de YPG-PYD hâkimiyetinin zayıfladığı yönünde teminat vermesi gerekecektir.

ABD’nin bu çabaları YPG-PYD’ye, uygulanabilir bir yönetim yapısı kurma şansını verebilir ve onun Şam’a bağımlı olmayan alternatif ticaret rotaları oluşturmasına yardımcı olabilir.

Ayrıca ABD’nin bu çabaları, YPG-PYD’yi askeri rolünü PKK’nın Türkiye karşıtı mücadele önceliği gündemine hizmet etmek yerine, Şam’ın merkezi devlet kontrolünün ortalıkta olmadığı bir ortamda Kuzey Suriye halkını korumak gibi meşru bir çabaya yönlendirebilir; böylece ona dışarıdan bir miktar koruma sağlayabilir, (saldırıya karşı koruma amaçlı meşru bir zemini olabilir); ve ABD’nin bu çabaları potansiyel olarak—daha güçlü bir biçimde— PYD’ye Suriye barış görüşmelerinde ve yeni bir anayasa hazırlanmasına katılımda rol verilmesinde yardımcı olabilir.

A.B.D’nin bunu uygulamakta önemli güçlü bir çıkarı vardır: çünkü A.B.D.’nin bugünkü gidişat içinde Rakka’da Amerika’nın IŞİD’i yenilgiye uğratma çabalarında riskler karmaşıklaşmıştır. Ayrıca Türkiye-PKK çatışması yeni savaş alanlarına taşınabilir, bu da bölgesel istikrar açısından daha fazla riskler ortaya çıkarabilir; ayrıca A.B.D.-Türkiye ortaklığı da bundan zarar görebilir.

PKK, kendisi ile bağlantılı unsurların Türkiye’ye karşı çatışmaya öncelik vermelerini istediği sürece YPG Kuzey Suriye’deki pek çok kazanımını, hatta bütün kazanımlarını, kaybedebilir. Eğer, PKK Suriye’deki yerel uzantılarının orada yaşayan halk açısından kabul edilebilir ve anlamlı bir şekilde kök salmasına izin verirse az da olsa yeni bir sayfa açma umudu ortaya çıkacaktır.

Çeviren: Cem Kızılçeç

Canut Yayınevi editörü

 

Uluslararası Kriz Grubu (ICG) Hakkında:

1995’te kurulan bu örgütün kurucuları arasında George Soros ve Morton I. Abramowitz gibi emperyalist politikaların oluşturulmasında ve birçok ülkedeki operasyonlarda söz sahibi kişiler yer almaktadır. Bu örgütün diğer kurucuları: Mark Malloch Brown, Baron Malloch-Brown, Stephen J. Solarz’dır.

Brüksel merkezli bu kuruluşun Washington, New York ve Londra’da idari ofisleri Tiflis, Bişkek, Belgrad, İslamabad gibi başkentlerde ve kriz potansiyeli barındıran bölgelerde temsilcilikleri bulunmaktadır.

ICG’nin destekçileri arasında dünya emperyalist sisteminin temel taşları sayılabilecek kuruluşlar ve tekeller yer almaktadır. Bunlar; Gates, Mac Arthur,  Rockefeller, Ford vakıfları ile Soros’un Açık Toplum Enstitüsü’dür. ICG’nin Başkanı Jean-Marie Guehenno’nun özellikle ulus devletlerin bittiğine dair tezleri ve uluslararası alanda aldığı görevler dikkat çekicidir.

Kuruluşun kilit isimleri: Jean-Marie Guéhenno, Mark Malloch Brown, Baron Malloch-Brown, Ghassan Salamé’dir.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir