Unutmayın! Tarih Hayatta…

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Emperyalizmin sömürü ve talanı 20.yüzyıl boyunca sürdü.

Bu yüzyılın son yirmi yılında daha da azgınlaşan bu gaspçı, talancı sistem yeni politikalarla 21. yüzyılın başlarında da devam ediyor. En son marifetlerinden birini Libya’da sergiledi. Emperyalizme boyun eğmemek için direnen Libya’ya yönelik saldırısı, bir yandan bu ülkeyi teslim almaya ve yağmalamaya dönüktü diğer yandan da Afrika ve Asya halklarına bir gözdağı, bir tehdit gösterisiydi.

 

Bugünlerde de Suriye ve İran’a tehditler savuruyorlar. Hatta Suriye’ye tehditten de öte bu ülkenin içindeki ve bölgedeki işbirlikçileriyle birlikte ambargo uyguluyorlar ve askeri operasyon çekiyorlar. Önümüzdeki günlerde ABD ve yanındaki haraççıların bu ülkeye daha doğrudan müdahale edeceklerine dair hazırlıklar yaptıkları da gözlerden kaçmamaktadır.

Ama bu gözdağı vermeler, ambargolar ve çok yönlü saldırılar, taşeronlarını öne sürerek dünya kamuoyunu yanıltma oyunları, hepsi hepsi dünyanın ezilen halklarını teslim almaya, susturmaya yetmiyor. Bu halklar emperyalizmin önünde artık boyun eğmemeye başladılar. Yeniden, 20. yüzyılın ortalarındakine benzeyen bir karşı duruş, diklenme dönemine giriyoruz. Ve hatta girdik de diyebiliriz. Halkların emperyalizme olan nefretleri bütün kandırma ve oyunlara rağmen bir kez daha uyanmaya başladı.

Beğenelim beğenmeyelim, yenildiler, ama Libya’da yurtseverler saldırgan ABD’ye ve NATO’ya karşı canları pahasına karşı koydular. Bu direniş bir diktatörün ve etrafında yer alan bir avuç paralı askerin çıkarlarını korumak için ortaya koyabileceği bir savaş değildi. Bu haklı savaş içinde Afrikalıların emperyalizme karşı direniş potansiyelini taşıyordu. Bu anti-sömürgeci potansiyelin bir gün çölden daha haklı ve örgütlü bir şekilde yeniden fışkıracağı gün gelecektir.

Bir yıldır Ortadoğu’nun emperyalizme karşı en mesafeli duran ülkesi diyebileceğimiz Suriye emperyalistlere, işbirlikçilerine ve dinci gericiliğe teslim olmamak için direniyor. Bu ülkeyi teslim olmaya zorlamak için kumar masasına sürdükleri demokrasi ve insani değerler adına kaosa ve iç savaşa sürükleyen emperyalist güçler ve bölgedeki ortakları şimdi de doğrudan müdahalenin şartlarını yaratmaya çalışıyorlar. Toplantı üstüne toplantı düzenlemelerinin nedeni budur.

Bütün bu saldırılara ve işgal hareketlerine karşın Libya ve Suriye’de yaşananlar gösteriyor ki mazlum milletlerin anti-emperyalist kavgaları sürüyor ve tarihleri hayatta. Görünen o ki, zaman zaman yeniliyorlar da ama “Doğu Rüzgârı Batı Rüzgârı”na baş eğmiyor.

Latin Amerikalılar, Afrikalılar, İranlılar, Afganlar, Pakistanlılar, Ortadoğulular ve Türkiye halkının ezici çoğunluğu ( bir kısmı ABD emperyalizmi hesabına yeni Kanlı Pazarlar, Maraş ve Sivas katliamları düzenlemek için dindar ve kindar olarak yetiştirilmeye çalışılsa da) Batılı emperyalistlere ve bölgesel uzantılarına karşı öfke içindeler. Gün geçtikçe daha fazlası ayağa kalkacak ve haklı davaları için kendi sözlerini haykıracaklar. Çünkü kapitalizm, krizinin etkisi dünyayı sardıkça halkların boğazını daha fazla sıkmakta ve çaresizlik içinde dünya nüfusunun yüzde doksanına karşı daha da saldırganlaşmaktadır. Emperyalizmin hegemonyası altındaki halklar ve Batı’da kendi ülkelerindeki emekçiler ve yoksullar ise bu fütursuz saldırı karşısında susmamayı ve itiraz etmeyi bir kez daha öğreniyorlar.

Ezilen halklar, emperyalizme karşı mücadeleye hayatını adamış liderlerinden Başkan Mao’nun ortaya koyduğu düşünceler doğrultusunda dünyaya bakmaya başladıkları gün haramiler çetesinin son saati çalacaktır.

“Dünyayı hiçe sayan ABD emperyalizmi dünya halklarının düşmanı haline gelmiş ve kendini gitgide onlardan tecrit etmiştir. Tutsak olmayı reddedenler, ABD emperyalizminin elindeki atom ve hidrojen bombalarından hiçbir zaman yılmayacaklardır. Amerikan saldırganlarına karşı dünya insanları arasında şiddetle gelişen akıma karşı koyulamaz. Onların Amerikan emperyalizmine ve uşaklarına karşı mücadeleleri mutlaka daha da büyük zaferlere ulaşacaktır.” (Başkan Mao Tsetung’un Sözleri, Ekim Y. S.72.)

Okuyuculardan bazıları, “karşıda bu kadar büyük ve her şeye hâkim güçler varken şimdi bu değerlendirmenin zamanı mı” şeklinde düşünebilir. Ama egemenler zaten güçlü oldukları için hâkim durumda değiller mi? Onları egemen yapan ekonomik, politik, askeri güçleri ve daha da önemlisi bu güce halkların itiraz etmemesi değil mi? Toplumları ezen bu güçlülere ve insanlığa hep kötülük yapanlara karşı mücadele etmeyi önümüze koymazsak; bizim haklılığımızın, solculuğumuzun, devrimciliğimizin bir anlamı kalır mı?

Bakınız bu çok önemli sorunu Başkan Mao nasıl çözümlüyor:

“Çok uzun bir süreden beri, düşmanla mücadele için şu kavramı geliştirdik: Stratejik olarak düşmanlarımızın tümünü hor görmek, taktik olarak tümünü ciddiye almak. Bu, ayrıca şu anlama gelir: Düşmanı, bütün olarak düşünüldüğünde önemsememeliyiz; ancak, düşman tek tek ele alındığında ve tüm somut sorunlar açısından ciddi olarak düşünülmelidir. Eğer düşmanı tümüyle hor görmezsek oportünizme kaymış oluruz. Marx ve Engels yalnızca iki bireydi ama daha o günlerde kapitalizmin tüm dünyada çökeceğini ilan etmişlerdi. Öte yandan, eğer somut sorunları ve belirli düşmanları ciddiye almazsak, maceracılığa kaymış oluruz. Savaşta, çarpışmalara birer birer girilir ve düşman kuvvetleri birer birer yok edilir. Fabrikalar birer birer yapılır. Köylüler toprağı dönüm dönüm sürebilirler. Aynı şey yemek yerken bile geçerlidir. Stratejik olarak yemek yemeyi ciddiye almalıyız, çünkü yemeği bitireceğimizi biliriz. Ama yemeye başlayınca lokma lokma yeriz. Bir tabak dolusu yemeğin hepsini birden yutmak olanaksızdır. Buna parça çözümü denir. Askerlik dilinde ise, düşman kuvvetlerini birer birer yok etmek adı verilir.” (Age, s.73–74.)

Evet, stratejik olarak emperyalistlerin tümüne, o azgın güçlerine karşı meydan okuyabilmeliyiz. Ama taktiksel olarak her şeylerini, her türlü planlarını, attıkları her yeni adımı ve saldırılarını birer birer ciddiye alıp boşa çıkartmak için çalışmalıyız. Güç olarak ve kavramsal anlamda emperyalizme karşı mücadeleyi savunmalı, köklü olarak eleştirmeli, ama mücadeleyi verirken ve örgütlerken bütün incelikleri ve detayları ile planlaması yapılmalı.

Mao’nun bu görüşünden yola çıkarak Marx ve Engels’in, “iki kişi”nin yarattığı etkinin yüzyıllarını ve hatta çağlarını aşan bir güce ulaşmasının altında yatan asıl nedenin onların fikirlerinin gücü olduğunu unutmayalım. Kınından çıkan haklı fikirlerin düşünce dünyasında kuracağı hegemonya ile toplumlar üzerinde yaratacağı büyük etkinin ortaya çıkaracağı politik sonuçların egemen güçleri ve çanak yalayıcılarının soygun düzenlerini altüst etmeye başlayacağını tarihten biliyoruz.  En güçlü ve en etkili fikirler ve mücadeleler haklı olanlardır.  Tarihe yön veren fikirlerin pratik ile, hayat ile buluştuğu zaman sonuç alıcı olacağını da aklımızdan çıkarmayalım.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir