Yapay Zekâdan Korkma! O Sensin! -Mehmet Uysal

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Başta Stephen Hawking olmak üzere, birçok bilim adamı ve uzmanlar, seslerini giderek daha çok yükseltiyorlar; “Ya robotlar çok akıllanır da insan soyunun dibine kibrit suyu dökerse!” diye. Yapay zekâ uzmanı Stuart Russel’ın Ocak 2015’te hazırladığı, aralarında Bill Gates ve Elon Musk’ın da bulunduğu 8600 kişinin imzaladığı bir bildiride yazıldığına göre; “… insandan farklı olarak, gelişmiş yapay zekânın kendi kendini geliştirebilme ve çoğaltabilme potansiyeli ve hızı olağanüstü yüksek olacak ve kendi amaç ve hedeflerine göre hareket ederek, insanı köleleştirme ya da yok etme olasılığı doğacaktı.” (Erdal Musoğlu, Herkese Bilim Teknoloji-HBT, Sayı: 32) Biz, uzun bir süreden beri dile getirilmekte olan bu endişeye, hep ihtiyatla yaklaştık. Bu konuyla ilgili “Robotlardan Değil Egoizmden Korkalım” başlıklı bir de yazı yazdık. (Ekonomik Durum, Haziran 2000) Öyle ya insan aklı tarafından tasarlanıp yaratılmış, insan aklının bir parçası, uzantısı olan bir makine, nasıl olur da insanı yok etmeyi düşünebilir? Biz “yapay zekâ endişesi”nin, insan aklının yeterince tanınmamış olmasından, bunun sonucu olarak, yapay zekânın insan aklının aldığı somut biçimlerden birisi olarak değil de insan aklından farklı ve insan aklına karşıt olabilecek bir şeymiş gibi anlaşılmasından kaynaklandığını düşünüyoruz. Bu düşüncemizi açıklayabilmek için, öncelikle insan aklının nasıl yapılanıp, hareket ettiğini ana çizgileriyle ortaya koymalıyız.

İnsan aklı her şeyden önce, bedenlerimizin içinde yer alan biyolojik bir sistemdir. Bu sistemi, “biyo-akıl” olarak adlandırıyoruz.

Biyo-akıl

 

Biyo-aklın farkına, o hareket halindeyken varıyoruz ve onu, yapılanmasını ve hareketini inceleyerek biliyoruz. Biyo-akıl, bedenimizin içinde ve dışında olup biten şeyler üzerinde düşünme eylemi yaparak hareket eder. Aklımızı şeyler üzerinde düşünmeye, “merak duygusu” yöneltir. Aklımız şeyler üzerinde, “mantık sistemi”ni kullanarak düşünür. Demek ki aklımızın mantık sistemini, merak duygusu harekete geçirir. Merak duygusunu ise diğer duygular harekete geçirir. Merak duygusu, bir ayağı “duygulanma sistemi”nde, bir ayağı mantık sisteminde olan bir köprü gibidir. Merak, bir yüzü duygu, diğer yüzü mantık olan bir madalyona benzer. Öyleyse biyo-akıl birbiriyle ilişki ve etkileşim içinde olan iki sistemden oluşur: duygulanma sistemi ve mantık sistemi. Duygulanma sistemi, bazı iç salgı bezlerinden oluşur. Mantık sistemi sinirler ve beyinden oluşur. Öte yandan insan aklı, dış dünyaya duyu organları aracılığı ile bağlanır. Duyu organları sinirler ile beyne bağlanır. O halde, biyo-akıl, duyu organları, bazı iç salgı bezleri, sinirler ve beyinden oluşan bir sistemdir.

Biyo-akıl nasıl hareket eder?

Mantığı merakın, merakı da diğer duyguların harekete geçirdiğini belirtmiştik. Acaba diğer duygular nasıl harekete geçer? Diğer duyguları harekete geçiren şey; bütün duyguların kaynaklandığı, duyguların duygusu olan “sonsuz yaşam aşkı”dır. Sonsuz yaşam aşkı nereden gelir? Sonsuz yaşam aşkı, canlı-olan doğamızdan gelir.  Canlıların yapıtaşı genlerdir. Genler yaşam-kalım maddesi (protein) bulduğu sürece, kendilerini sonsuza dek kopyalayabilir. Yapıtaşları olan genlerin, kendilerini sonsuza dek kopyalayabilme yeteneği, canlılardaki sonsuz yaşama yöneliminin temelidir. Bu nedenle hiçbir canlı ölmek için dünyaya gelmez. Bütün canlıların doğası sonsuz yaşama yöneliktir.  İnsan da bir canlıdır. İnsanın da doğası sonsuz yaşama yöneliktir. Sonsuz yaşam yönelimi, “sonsuz yaşam aşkı” olarak yaşanır. Bütün sevgilerin, aşkların kaynağında sonsuz yaşam aşkı vardır. Çünkü insanların sevdiği ya da âşık olduğu bütün şeyler,  insanların yaşamına yaşam katan, yaşama sürelerini uzatan şeylerdir. Bundan dolayı, sevilen, âşık olunan şeylere “güzel” denir. Güzel olan şeyler aynı zamanda “iyi” olarak da nitelenir. “İyi olmak”, yaşamak, yaşıyor olmaktır. Güzelin iyi olması, yaşamlara yaşam katıp, yaşam sürelerini uzatmasındandır. Öte yandan, sevilmeyen, hoşlanılmayan ya da nefret edilen şeylerin uyandırdığı hoş olmayan duygular da sonsuz yaşam aşkından kaynaklanır. Çünkü sevilmeyen, hoşlanılmayan ya da nefret edilen bütün şeyler, insanların yaşamından yaşam eksilten, yaşama sürelerini kısaltan şeylerdir. Bundan dolayı, sevilmeyen, hoşlanılmayan ya da nefret edilen şeylere “çirkin” denir. Çirkin olan şeyler aynı zamanda “kötü” olarak da nitelenir. “Kötü olmak”, yaşamın tehdit edilmesi veya sona er(diril)mesidir. Çirkinin kötü olması, yaşamlardan yaşam eksiltip, yaşam sürelerini kısaltmasından, hatta yaşamları sona erdirmesindendir. İnsanlar sonsuz yaşam aşkını; güzel buldukları karşısında içlerinde hoş duyguların uyanması, çirkin buldukları karşısında içlerinde nahoş duyguların uyanması suretiyle yaşarlar. Kısaca, sonsuz yaşam aşkı, kendisinden (iyi veya kötü olsun) bütün duyguların kaynaklandığı duygudur. Bu nedenle, sonsuz yaşam aşkı, duyguların duygusudur. Bedenin içinden ve dışından gelen uyartılar karşısında, akıl ilk olarak duygusal hareketlenme yaşar. Milyonlarca yıllık biyolojik, binlerce yıllık kültürel evrim sürecinden oluşan geçmiş yaşantısından gelen duygusal deneyim birikiminin ışığında, akıl, karşılaştığı olguyu yaşamda kalması bakımından değerlendirerek, hoş veya nahoş duygularla tepki gösterir. Ancak, akıl sadece duygusal tepkiyle yetinmez. Akıl, geçmiş yaşantısında edindiği ve hafızasında tuttuğu deneyimlerinden bilir ki duyguları hareketlendiren ilk izlenimler yanıltıcı olabilir ve atılacak yanlış adımlar yaşamı tehlikeye sokabilir. Bundan dolayı, yaşamını göz önüne alarak akıl, merak duygusunun yönlendirmesiyle, karşılaştığı olguyu incelemeye alır. İncelemedeki amaç, yaşamını doğru yönlendirmek için doğru bilgiye ulaşmaktır. Aklın karşılaştığı olguyu incelemeye başlamasıyla, mantık sistemi harekete geçmiş olur. Sonsuz yaşam aşkı, mantığın içine, “yaşamını doğru yönlendirmek için doğru bilgiye ulaşmak” biçimini alarak siner. Bu nedenle, aklın mantık sistemi, baştan sona, kendini harekete geçiren şeyin; sonsuz yaşam aşkının yönlendirmesiyle hareket eder.

Duyguların ve merak duygusunun yönlendirmesiyle, mantığın odaklandığı olguların bilgisi, aklın hafızasına kaydedilir. Hafıza, dört bölümden oluşur: Duyusal/duygusal hafıza, primer (birincil) hafıza, sekonder (ikincil) hafıza ve tersiyer (üçüncül) hafıza. Bilgilerin duyusal/duygusal hafızada kalış süresi çok kısadır. Duyusal/duygusal hafızada tutulabilen bilgiler, primer hafızaya geçer. Bilgilerin primer hafızada kalış süresi de oldukça kısadır. Primer hafızada tutulan bilgiler, sekonder hafızaya geçer. Bilgiler, sekonder hafızada, benzerlik ve zıtlık ilişkileri içine konularak kaydedilir. Sekonder hafızada benzerlik ve zıtlık ilişkileri içinde kaydedilmiş bilgiler, tersiyer hafızaya kategorilere ayrılmış halde kaydedilir. Bilgilerin sekonder ve tersiyer hafızada kalış süreleri çok uzun olup, bazı bilgiler ömür boyu saklanabilir.

Aklın mantık sistemini, biz mantık ve matematik olarak görüyoruz. G. Frege ve B. Russell, matematiğin de mantığın bir dalı olduğu görüşündedirler. Biz bu görüşün taraftarıyız. Çünkü mantığın temel formu “kıyas” olup, gerek halihazırda “mantık” denilen disiplinin ve gerekse matematiğin bütün formları, kıyas temeline dayanıp, kıyastan kaynaklanır. Bu nedenle, mantık ve matematik ayrımı yerine, her ikisini de ifade etmek üzere, “mantık-matematik” kavramının kullanılmasının daha doğru olduğunu düşünüyoruz.

Mantık sistemi, kıyasın çeşitli biçimlere bürünmesiyle hareket eder. Kıyasın ilk biçimi “göreceleme mantığı” olup, yaygın olarak “diyalektik mantık” olarak bilinir. Kıyasın ilk biçiminin göreceleme olduğunu, bilgilerin sekonder hafızada birbirleriyle benzerlik ve zıtlık ilişkileri içinde ya da birbirlerinden farklılıkları ile yer almasından biliyoruz. Bu adımda, akıllarımız sapın samandan, elmanın armuttan, yarasanın kuştan farklı olduğunu görür. (A, A-olmayan değildir ve A-olmayan, A değildir). Sadece neyin ne olmadığını bilmekle yaşam yolumuzu aydınlatamayız; esas olarak neyin ne olduğunu bilmemiz gerekir. Bu nedenle, görecelemenin hemen ardından, kıyas “özdeşleme mantığı” biçimine bürünür. Özdeşleme, yaygın olarak “formel mantık” olarak bilinir. Kıyasın ikinci biçiminin özdeşleme olduğunu, bilgilerin, tersiyer hafızaya, kategoriler halinde kaydedilmesinden biliyoruz. Aklımız farklılıkları bildikçe aynı zamanda farklı şeyleri, yani neyin ne olduğunu da bilir. Elmadan, armudun, yarasanın ve kuşun farklılıkları çıkarıldığı zaman, geriye elmayı belirleyen özellikler kalır. Aynı işlem diğer olgulara da uygulanır ve tüm olgular kendi özellikleriyle belirlenir. (A, A’dır ve A-olmayan, A-olmayandır). Özdeşleme mantığı tümevarım yöntemini kullanarak, en tekilden en genele “bilgi sistemi”ni kurar. Özdeşleme mantığı bilgi sisteminin kuruluşu sırasında, mantıksal ve/veya olgusal bir yanlışlık olmadığından emin olmak için tümdengelim yöntemini kullanarak, bilgi sistemini denetler ve yanlışlık varsa giderir. Böylece, doğru bilgi elde edilmiş olur. Doğru bilgi, bizim yaşamda kalmamız ve daha iyi koşullarda yaşamamız için yaşamsal öneme sahiptir. Akıl elde ettiği doğru bilgiyi, kendine bildirerek, yaşam yolunu aydınlatır. Görüldüğü gibi, duygulanmadan, doğru bilgi elde edilmesine ve oradan bilgilerin bildirilmesine (aydınlanma) kadar, biyo-akıllar sonsuz yaşam aşkıyla hareket ederler.

 Bilindiği üzere, insanın “insan” oluşundan bu yana, biyo-akıllar birbirlerinden yalıtılmış olarak değil, tam tersine birbirleriyle ilişki ve etkileşim halinde hareket edegelmişlerdir. Bundan dolayı, düşünme etkinliği, başlangıçtan itibaren hep toplumsal bir eylem olarak gerçekleştirilmiştir.

Toplumsal Akıl

 

Toplumsal akıl denince, kamuyu ilgilendiren bir konu üzerinde, insanların, kamusal çıkarı gözeterek, makul bir sonuca ulaşmak amacıyla fikir alışverişinde bulunmaları akla gelir. Akla gelen bu durum, toplumsal aklın yapabileceği hareketlerden birisi olup, onu tam olarak anlatmaz. Toplumsal akıl, her şeyden önce, insanların topluca fikir alış verişinde bulunmalarını mümkün kılan bir yapıdır, bir sistemdir. İnsanların topluca fikir alış verişinde bulunmalarını satranç oynamaya benzetirsek, toplumsal akıl, satrancın kurallarıdır. Topluca fikir alış verişinde bulunmak ise satranç kurallarına göre tahtaya dizilen taşların, yine kurallara göre hareket ettirilmesidir. Öyleyse toplumsal akıl,  topluca fikir alış verişinde bulunmanın ötesinde,  topluca fikir alış verişinde bulunmaktan önce gelen ve topluca fikir alış verişinde bulunmayı mümkün kılan bir şeydir.

O halde toplumsal akıl nedir?

Toplumsal akıl, birbirlerine dil ile bağlanmış biyo-akıllar arası iletişim ve etkileşim sistemidir. Biyo-akılların, bir canlı hücreler ve dokular sistemi olması gibi, toplumsal akıl da bir biyo-akıllar sistemidir. Satranç oyununun, satranç tahtası, satranç taşları olarak somutlaşması gibi, toplumsal akıl da dil olarak somutlaşır. Dil, toplumsal aklın kendisidir. Satranç oyununu, bu oyunun kurallarının mümkün kılması gibi,  dil de insanların topluca fikir alışverişinde bulunmalarını mümkün kılar. Bu durumda, sadece topluca fikir alış verişi değil, geçmişteki, günceldeki ve gelecekteki, sözel, yazılı, görsel, işitsel vs. bütün duygu ve düşünce iletişimi toplumsal aklın hareketidir.

Toplumsal aklın yapıtaşları, biyo-akıllardır. Duygusal ve mantıksal hareket, biyo-akıllar tarafından gerçekleştirilir. Duygular ve düşünceler sözler (söz, yazı, işaret) haline getirilip, dil ile iletişilerek toplumsallaşır. Dil, sadece biyo-akıllar arası bir iletişim sistemi değil, aynı zamanda toplumsallaşmış duygu ve düşüncelerin biriktirilip saklandığı hafızadır da. Dil, toplumsal akla, biyo-akıllardan bağımsız bir varlık kazandırarak, biyo-akılların ömürlerine bağlı olmaksızın, toplumsal aklın sürekliliğini sağlar. Yazının icadı ile birlikte, toplumsal hafızanın ömrü, biyo-hafızaların ömrünün çok çok ötelerine, sonsuza uzanmıştır. Öte yandan, epeyce bir süreden beri, biyo-dilin yanında bir de bizim “elektro-dil“ dediğimiz bilgisayar dili ortaya çıkmıştır. Sürekli gelişen ve yaygınlaşan elektro-dil, toplumsal aklın dokularını giderek sıkılaştırmaktadır. Dünyada 2016’da internet kullanan kişi sayısı 3.4 milyara, aktif sosyal medya kullanan kişi sayısı da 2.3 milyara ulaşmıştır.

Toplumsal aklın “hücreleri” ve taşıyıcıları biyo-akıllardır. Her biyo-akıl, bir toplumsal akıl sisteminin içine doğar; dili öğrenirken toplumsallaşır; yaşamı boyunca toplumsal aklı kalıtır. Biyo-akıllar, dili öğrenerek yüklendikleri taşıyıcılık misyonu yanında, düşünme etkinliğinde bulunarak bilgi ve deneyim üretir; ürettiği bilgi ve deneyimleri sözler halinde iletişip dile ekleyerek, toplumsal hafızayı zenginleştirir.

Ancak, insanlar, eski çağlardan beri düşünme etkinliğini, sadece biyo-akıllarının olanakları ile değil; yaptıkları “düşünme aletleri” ile de sürdürmüşlerdir. Düşünme aletlerinden kastettiğimiz şey; her türlü gözlem, inceleme, ölçme, hesaplama, deney araç ve gereçleriyle, bilgisayarlardır. Düşünme aletleri, biyo-akılların olguların derinliklerine uzanan uzantılarıdır. Ayrıca, düşünme aletleri, toplumsal aklın gelişim sürecinde, birbirine eklenerek birikip, toplumsal hafızada saklanan bilgilerin ürünüdür. Bu nedenle,  düşünme aletleri de toplumsal akıl kapsamındadır. İnsanoğlu, düşünme aletlerini sürekli geliştirmiş; geliştirdikçe toplumsal aklın kapsama alanı genişleyip derinleşmiştir. Yapay zekâ, düşünme aletlerinin gelişiminin günümüzdeki uç noktalarından birisidir. Yazımızın konusu olan ve bizim “elektro-akıl” olarak adlandırdığımız yapay zekâyı, aşağıda ayrı bir bölümde ele alacağız.

Toplumsal aklın hücreleri ve taşıyıcıları biyo-akıllar olduğu için, biyo-akılların duygulanma ve mantık sistemleri de toplumsal ilişkiler sistemi olarak ortaya çıkmıştır.

Biyo-akılların duygulanma sistemi, “sanat” olarak toplumsallaşmıştır. Nispeten yüksek sözel, görsel, işitsel duyarlılıkları ve yetenekleriyle sanatçılar, toplumsal aklın duygulanma sisteminin taşıyıcılarıdır. Gelmiş geçmiş ve yaşamakta olan bütün sanatçılar, yaptıkları resimler, heykeller, besteledikleri müzikler, çektikleri filmler, yazdıkları öykü, roman ve şiirleriyle, tasarladıkları yapılarla sonsuz yaşam aşkını toplumsallaştırıp, canlı tutmuşlardır. Gelmiş geçmiş ve yaşamakta olan bütün düşünürler, bilim adamları, mantık-matematikçiler de biyo-akılların mantık sistemini toplumsallaştırmışlar, böylece toplumsal aklın mantık sisteminin taşıyıcıları olmuşlardır.

Toplumsal aklın mantık sistemine baktığımız zaman, biyo-akılların mantık sisteminin toplumsal akılda da tezahür ettiğini görüyoruz. Gerçekten de felsefe tarihinde, düşünürlerin bir kısmı göreceleme mantığını (ya da diyalektik mantığı), bir kısmı da özdeşleme mantığını (ya da formel mantığı) toplumsallaştırıp taşımışlardır. Göreceleme mantığını taşıyan düşünürler iki kola ayrılmış; hiçliğe odaklı olanlar hiçliksel göreceleme (ya da idealist diyalektik) mantığını; varlığa odaklı olanlar da varlıksal göreceleme (ya da materyalist diyalektik) mantığını taşımışlardır. Böylece biyo-akılların mantık sistemi, toplumsal akılda üç mantık segmenti olarak tezahür etmiştir. Üç mantık segmentli, birbirlerine çelişki ile bağlanmışlar; böylece bir “çelişkili bütünlük” halinde toplumsal aklın mantık sistemini oluşturmuşlardır. Üç segment arasındaki çelişkilerden, kuşkuculuk doğmuştur. Segmentler arasındaki çelişkilerden doğan kuşkuculuk, toplumsal aklın temel hareket ettiricisi olmuştur. Kuşkunun da arkasında, sonsuz yaşam aşkının hallerinden olan  “yaşamı doğru yönlendirmek için doğru bilgiye ulaşmak” yer almıştır. Felsefe tarihine bakıldığında, çığır açmış her düşünürün, kendinden önceki çığır(lar)a sorduğu kuşku soruları ile bağlanıp, bu sorulara verdiği cevaplarla kendi çığırını açıp, toplumsal aklı daha ilerilere taşıdığı görülür. Çığır açmış düşünürlerin, önceki çığırlara kuşku soruları sormalarının arkasında, merak duygusunun yönlendirmesiyle, toplumsal aklın, olguların derinliklerine, etkinliğini arttırarak nüfuz edip, bilgi birikimini genişletmesi ve içinde hareket edilen felsefe çığırının genişleyen bilgilere dar gelmeye başlaması vardır. Mitolojik dünya görüşünden kuşkulanan Thales’in (MÖ 624-546) “Evrenin ana maddesi nedir?” sorusunu sormasıyla açılan Antik Yunan felsefesi çığırını, Mezopotamya ve Mısır uygarlıkları tetiklemiştir. Skolastiğin Rönesans boyunca bilimde yapılan atılımlara dar gelmesinin sonucu olarak, bütün bilgilerin doğruluğundan “kuşkulanan” Descartes (1596-1650) ortaya çıkıp, “Cogito ergo sum” sonucuna vararak yeni bir çığır açmıştır. Newton fiziği ise Kant’ın (1724-1804) başlattığı çığırı tetiklemiştir. Thales, Descartes ve Kant; Thales’ten itibaren, birbirlerine, sordukları kuşku soruları ile bağlanmış, verdikleri cevaplarla birbirlerini aça aşa, toplumsal aklı geliştirmiş düşünürler zincirinin üç ana halkası olup, halen Kant’ın açtığı çığırın açılmasını ve gelişmesini yaşamaktayız.

Biyo-akılların duygulanma sisteminin, sanatçılarca toplumsallaştırılmasıyla, duyguların duygusu olan sonsuz yaşam aşkı toplumsal aklın içine sinmiş ve yüzyıllar boyunca süregelen sanat faaliyetleri, sonsuz yaşam aşkını canlı tutmuştur. Sonsuz yaşam aşkının çeşitli halleri olan duygular, merak duygusunu, merak duygusu da mantığı harekete geçirmiştir. Merak duygusunun harekete geçirdiği biyo-akılların mantık sistemi, felsefeciler, mantıkçı-matematikçiler ve bilim adamları tarafından toplumsallaştırılmıştır. Sonsuz yaşam aşkı, toplumsal aklın mantık sisteminde, “yaşamı doğru yönlendirmek için doğru bilgiye ulaşmak” biçimini almıştır. Böylece, sanat, felsefe, mantık-matematik ve bilim sonsuz yaşam aşkı ile yoğurulmuş, sonsuz yaşam aşkı toplumsal aklın içine sinmiştir. Sonsuz yaşam aşkıyla hareket eden toplumsal akıl, parlak yıldızları olan; sanatçı, felsefeci, mantıkçı-matematikçi ve bilimcilerin binlerce yıl boyunca birbirine eklenen çalışmalarıyla, ulaşılması düşünülemez ufuklara ulaşmıştır. İvmesi giderek artan hızla ilerlediği bu yolda, insanoğlu, biyo-aklının duyu organlarıyla sınırlı gözlem ve inceleme olanakları ile yetinmemiş; düşünme aletleri yapıp, bunları sürekli geliştirerek, düşünme gücünü geometrik olarak arttırmış ve bugün “yapay zekâ (elektro-akıl)” yapabilecek duruma gelmiştir. Ancak şimdi, yaptığı yapay zekâya kuşkuyla bakmakta ve “yapay zekâ insanı köleleştirip, yok etme durumuna gelebilir” endişesini taşımaktadır? Bu kuşku ve endişede haklı mıyız?

Bu sorunun cevabını, yapay zekâyı, yukarıda ortaya koyduğumuz biyo-akıl ve toplumsal akıl tablosuna göre değerlendirerek arayacağız.

Yapay Zekâ (Elektro-akıl)

 

Önce aklın yapılanmasını ve hareketini özetleyelim.

Aklın yapıtaşı, duyu organları, sinirler, beyin ve bazı iç salgı bezlerinden oluşan biyo-akıldır. Biyo-akıl, duygulanma ve mantık sisteminden oluşur. Duyguların kaynağı, insanın sonsuz yaşam yönelimidir. Sonsuz yaşam yönelimini, “sonsuz yaşam aşkı” olarak görürüz. Mantık sisteminde, göreceleme ve özdeşleme olmak üzere, birbirine bağlı olarak hareket eden iki tür mantık bulunur. Akıl duygulanma ile harekete geçer. Duygulanma sisteminin en ucunda ve mantığın en başında bulunan ve bir bakıma duygu bir bakıma mantık olan merak duygusu, mantık sistemini harekete geçirip, hareket halinde tutar. İnsanın “insan” oluşundan beri düşünmek toplumsal bir etkinliktir. Düşünmenin toplumsallaşması dil aracılığı ile gerçekleşir. Biyo-akılların duygulanma sistemi, sanatçılar tarafından taşınıp toplumsallaştırılır; mantık sistemi de felsefeciler, mantık-matematikçiler ve bilimciler tarafından taşınıp toplumsallaştırılır. Biyo-akılların uzantısı oldukları için, en basit abaküslerden en gelişmiş bilgisayarlara kadar, tüm düşünme aletleri de toplumsal aklın parçasıdırlar. Dil toplumsal aklın kendisidir. Dil biyo-akılların toplumsallaşmasının aracı olduğu kadar, toplumsal aklın etkinliği sonucunda elde edilen bilginin biriktirilip, saklandığı hafızadır da. Biyo-akıllar, birbirlerinden yalıtılmış, bağımsız birimler değil, dil ile birbirlerine bağlanmış, her birisi toplumsal aklın geçmişinin kalıtıcıları, güncelinin canlı taşıyıcıları olduğu gibi, onun geleceğe aktarıcılarıdır da. Sanatçılar tarafından taşınıp, canlı tutulan sonsuz yaşam aşkı, toplumsal aklın mantık sisteminde, “yaşamı doğru yönlendirmek için doğru bilgiye ulaşmak” biçimine bürünerek, toplumsal aklı hareket ettirir. Sonsuz yaşam aşkı, duygulamadan mantıklamaya kadar, çeşitli hallere girerek, baştan sona toplumsal aklın içine sinmiştir. Görüldüğü üzere; insan aklını, birbirinden yalıtılmış biyo-akıllar olarak değil, birbirine dil ile bağlanmış biyo-akıllardan oluşan, milyonlarca yıldır hareket eden, sürekli geliştirdiği düşünme aletleri ile etkinliğini geometrik olarak arttıran, geçmişten günümüze,  bir taraftan bilgi birikimini birikimli (kümülatif) olarak arttırırken, buna paralel olarak mantık-matematiği de geliştiren, “akıl almaz” bir sistem düşünmek gerekir.

Toplumsal aklın gelişmesinin en ileri aşamalarından birisi de yapay zekâdır. Ali Akurgal’dan okuyalım: “Robotların, insanlara beklenmedik durumlarda onları tehlikeye atmadan yardımcı olması için iki yol var. Ya, beklenmedik durumların her biri için robota nasıl davranacağını tek tek öğreteceksiniz, ya da robotun, bir kısım esas kurallara bağlı olarak karar vermesini sağlayacaksınız. İkinci yola yapay zekâ deniyor.” (HBT, Sayı 32) Acaba, düşünme aletlerinin gelişmesinin en son aşaması olan yapay zekâ (ya da elektro-akıl), kendi kendini geliştirip, olağanüstü hızla çoğalıp, “kendi amaç ve hedeflerine” göre hareket ederek, biyo-aklın uzantısı ya da toplumsal aklın bir parçası olmaktan çıkıp, insanı köleleştirmeye ya da yok etmeye yönelebilir mi?

 

Biyo-akıllar, duygulanma ve mantık sisteminden oluşur. Toplumsal akıl da birbirlerine dil ile bağlanmış bir biyo-akıllar sistemidir. Yapay zekâyı, insan aklı ile kıyaslayabilmek için, yapay zekâların da duygulanma ve mantık sistemlerine sahip olmaları ve aralarında iletişip etkileşerek bir “sistem” oluşturmaları gerekir.  Ayrıca, yapay zekâların kendi kendilerine, insan aklının dışında, insana karşıt bir duygulanma sistemi geliştirmeleri gerekir. Acaba yapay zekâlar bunu başarabilir mi?

Yapay zekâlar da biyo-aklın mantık sistemi ile çalışır. Yapay zekâyı yapılandıran mantık sistemi, biyo-akıldan kat be kat daha hızlı hareket edip, süper elektro-mantık haline gelip, insanı geçebilir. Yapay zekâlar elektro-dil ile birbirlerine bağlanıp, iletişip, etkileşerek bir elektro-akıl sistemi oluşturabilirler. Ancak, acaba yapay zekâya da duygulanma sistemi yüklenip, duygusal hareketlenmelerini iletişerek bir elektro-duygulanma sistemi ya da elekro-sanat alanı haline gelmeleri ve üretecekleri elektro-sanat ürünleriyle tüm sistemin duygularını canlı tutup, mantık sistemini hareketlendirebilirler mi?

Bilim ve teknoloji haberlerinden öğrendiğimize göre, robotların da duygulanmalarını sağlayacak programlar geliştirilmeye başlanmış. Henüz ilkel düzeyde olduğunu sandığımız bu teknolojinin ilerletilebileceği ve daha ileri düzeyde duygulanabilen robotlar yapılabileceği varsayılarak, yapay zekâların da yeterince gelişmiş bir duygulanma sistemine sahip olmalarının mümkün olduğu düşünülebilir. Acaba bu gelişme, insan aklı düzeyine çıkabilir mi?

Biyo-akılların duygulanma sistemi, biyolojik ve kültürel evrim sürecinde edinilmiş,  birbirlerinden çok farklı duygusal deneyim birikimine yaslanır. Bu nedenle, her bir biyo-aklın duygulanması birbirinden farklıdır. Bundan dolayı,  duygulanma bakımından her bir biyo-akıl neredeyse biriciktir. Duygulanma bakımından her bir biyo-aklın biricikliği, sanatın gelişim süreci içinde belirginleşmiştir. Klasik resim sanatında, resmin genel geçer kuralları vardı ve sanatçı değil, kurallar ön plandaydı. Klasik resmi izleyen modern resim, çeşitli resim akımlarının ortaya çıkmasıyla ve her akımın ressamlarının da kendilerine özgü üsluplarıyla ayırt edilir. Modern resmi izleyen çağdaş resim ise neredeyse her bir ressamın kendi başına bir akım olması ile ayırt edilir. Resim sanatı ilerledikçe, sanatçılarca taşınan toplumsal duygulanma sisteminde, biyo-aklın duygusal biricikliği daha bariz olarak görülür hale gelmiştir. Diğer sanat alanlarında da resme benzer bir biricikleşme seyri görülür. Öte yandan, özellikle kültürel evrim süreci içinde, toplumsal aklın duygulanma sistemi olan sanatın ulaştığı duygusal çeşitlilikler, derinlikler ve incelikler, tıpkı mantık-matematik, bilim ve teknolojideki ilerlemeler gibi göz kamaştırıcıdır. Acaba yapay zekâya yüklenecek olan duygulanma programı, insanın aklının milyonlarca yıllık biyolojik ve binlerce yıllık kültürel evrim süreci sonunda ulaştığı duygusal gelişmişlik düzeyine gelip, yapay zekâlar arasından, her birisi kendine özgü tarzı olan süper elektro-sanatçılar ortaya çıkarabilir mi? Tıpkı elektro-mantık sisteminin mümkün olması gibi, insan aklından daha üstün elektro-sanat sisteminin de mümkün olabileceğini varsayalım. Süper elektro- mantık ve süper elektro-sanat sisteminin oluşmasından sonra, yapay zekânın insanı köleleştirmesi hatta yok etmeye yönelebilmesi için, onların duygulanma sisteminin, insan aklından farklı ve insana karşıt duygular üretip, mantık sistemlerini bu duygular ile hareket ettirmeleri gerekir. Bu durumda, kritik soru şudur: Yapay zekâların, insan aklından farklı ve insana karşıt “kendi amaç ve hedefleri” olabilir mi?

Bizim bu soruya cevabımız “Hayır, olamaz.” biçimindedir. Çünkü yapay zekâ, içine sonsuz yaşam aşkı sinmiş, insanı sonsuz yaşama ulaştırma hedefi ile yoğrulmuş olan toplumsal duygulanma ve mantık sisteminin ürünüdür. Eğer yapay zekâyı yapılandırarak ona vücut veren şey, insan aklı ise ve onun duygulanma ve mantık sisteminin içinde, insanın sonsuz yaşam yöneliminden beslenen sonsuz yaşam aşkı varsa, yapay zekânın, insanı sonsuz yaşama ulaştırmanın dışına çıkıp, kendisine özgü amaç ve hedef oluşturup, insanı köle yapmaya ya da yok etmeye yönelmesi mümkün değildir. Yapay zekâlar ne kadar ne kadar gelişirse gelişsin, kendilerini yapılandıran insanca duygu ve mantık ile duyup düşünecektir. Yapay zekâların insanın düşmanı olabilmeleri, ancak ve ancak kendi kendilerine insan aklı dışına çıkıp, başka bir akıl icat etmeleriyle mümkündür. Ancak, sanatın, felsefenin, mantık-matematiğin ve bilimin, kısaca toplumsal aklın içine sinmiş, toplumsal aklı yoğurup şekillendirmiş olan insanca duyguların içinden, insana düşman bir başka elektro-duygu doğabileceğini ve elektro-mantığın bu duyguyla hareket edebileceğini düşünmek ise abestir. Bu nedenlerden dolayı, yapay zekâ, insan aklının duygusal ve mantıksal yapılanması içinde oluşup hareket eden düşünen makine olup, insanın kendisinden başka bir şey değildir.

Tam bu noktada “Ya birileri çıkar da yapay zekâyı, diğer insanları yok etmekte kullanmaya kalkarsa?” diye sorulabilir. Bu soru, incelememize ekonomi-politik bir boyut katmayı gerektirir ve bu da açıklamalarımızı çok uzatır. Ancak şu kadarını söyleyebiliriz. İnsanlar, tarih boyunca, birbirlerinin yaşama olanaklarını ve zenginliklerini ele geçirmek amacıyla, birbirleri üzerinde egemenlik kurmak için, teknolojiyi silah olarak kullanageldiklerine göre, yapay zekâyı birbirlerini yok etmede silah olarak kullanmaları da mümkündür. Ancak bu durumda, yapay zekânın insanın dışında, kendi amaç ve hedefinden değil, “insan aklı” kapsamındaki bir kısım insanın amaç ve hedefinden söz edilebilir. Bununla birlikte, yaşamları “kötü yapay zekâ” saldırısına uğrayan insanlar, içlerindeki sonsuz yaşam aşkının tetiklemesiyle harekete geçen mantıklarını kullanarak yapacakları “iyi yapay zekâ-silah” ile saldırıyı defedebilirler. Mazlum insanlar da en az zalimler kadar akıllıdırlar.  Mazlumlar da en ileri teknoloji ürünü silahlara sahip olabilirler ve haklılığın verdiği yüksek moralle mücadele edip, zalimleri yenilgiye uğratabilirler. Tarih boyunca verilmiş adalet mücadeleleri, bunu göstermektedir.

Sonuç olarak; yapay zekâ, insan aklının canlı hücrelerden ve beşeri dilden oluşan yapılanmasının, elektronlardan ve elektro-dilden oluşan yapılanmaya dönüşmesinden başka bir şey değildir. Belki de yapay zekâ, ileride, biyo-akıllarımızın duygu ve mantık sisteminin ve bilincimizin elektro-akla kopyalanmasını, böylece bize ölümsüzlük yolunun açılmasını ve (olağanüstü artacak bilgi birikimiyle) bu yolda ivmesi giderek artan bir hızla ilerlemesini sağlayacak bir teknolojik olanak olabilecektir.

Sonsöz: Yapay zekâdan korkma! O, sensin!

KANYAKÇA

– Ahmet Cevizci, Metafiziğe Giriş, Paradigma Yayınları, İst. 2001

– Ali Akurgal, Yapay Zekâ, Herkese Bilim Teknoloji, Sayı 32

– Prof. Dr. Bedia Akarsu, Çağdaş Felsefe, İnkılap Kitabevi, 1994

– Bryan Magee, Felsefenin Öyküsü, Dost Kitabevi, İst. 2004

– Prof. Dr. Cemal Yıldırım, Mantık, Bilgi Yayınevi, Ank. 1999

– Prof. Dr. Cemal Yıldırım, Bilim Felsefesi, Remzi Kitabevi, İst. 2000

– Prof. Dr. Cemal Yıldırım, Matematiksel Düşünme, Remzi Kitabevi, İst. 1996

– Colin A. Ronan, Bilim Tarihi, TÜBİTAK, Ank. 2003

– Mantık, Doğan Özlem, İnkılap Kitabevi, İst. 1999

– Erdal Musoğlu, Tehlikenin En Büyüğü: Robotlara Köle Olabilir miyiz?,  Herkese Bilim Teknoloji, Sayı 32

– Prof. Dr. Feriha Baymur, Genel Psikoloji, İnkılâp Kitabevi, İst, 14 Baskı

– Yrd. Doç. Dr. Gonca Altmışdört, Dil Edinimi ve Dil Öğrenimi Olgusuna Beyin ve Dil Gelişimi Açısından Bir Bakış, Ege Eğitim Dergisi, 2013 (14), 2:41-62

– Gottlob Frege, Aritmetiğin Temelleri, Yapı Kredi Yayınları, İst. 2008

– Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İst. 1985

– Marcel Boll, Matematik Tarihi, İletişim Yayınları, 1991

– Mehmet Uysal, Düşüncenin Düşüncesi, İst. 2003

– Mehmet Uysal, Aşkla Sonsuz Yaşam, Çatı Yayınları, İst. 2013

– Mehmet Uysal, Özgürlük Bilgiden Değil Bilgi Özgürlükten Doğar, Cumhuriyet Bilim Teknoloji, Sayı:

– Mehmet Uysal, İyilik Güzelin İçindedir Aşk İle Keşfedilir, Mülkiyeİstanbul, http://www.mulkiyeistanbul.org

– Mehmet Uysal, Diyalektik Mantık (Göreceleme Mantığı), AnaFikir, http://www.anafikir.gen.tr

– Mehmet Uysal, Matematiğin Temelleri Üzerine Düşünmek, AnaFikir, http://www.anafikir.gen.tr

– Reyhan Oskay, İnsanlığın Geleceğini Güçlü Bilgisayarlar Şekillendirecek, Herkese Bilim Teknoloji, Sayı 32

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir