YIKIM OPERASYONU VE CHP…Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Ayaklarını bu topraklara basan her devrimci dostlarını da düşmanlarını da iyi bellemelidir…

 

maliyilmaz@anafikir.gen.tr

YIKIM OPERASYONU VE CHP…

Operasyonu kim yaptı, neden yapıldı?

ABD emperyalizminin Türkiye halkına karşı gerçekleştirdiği Büyük Operasyonun başlangıç tarihi olarak 1979 yılını kabul edebiliriz. Operasyonu yapan Ortadoğu bölgesini İkinci Yeniden Paylaşım Savaşı’ndan sonraki yıllarda hegemonyası altına alan ABD emperyalizmi, 1979 yılında Batı Asya’da yepyeni ve büyük sorunlarla karşı karşıya kalıyordu. Bu sorunların en önemlileri şunlardı:

—Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesi,

—İran’da Şah’ı deviren orta kesimin teokrasiyi esas alan Humeyni’yi başa geçirmesi,

—Sovyetler Birliği’nin güney sınırını ve Doğu Akdeniz’i tutan NATO üyesi Türkiye’de yıllardır içsavaş kışkırtıcılığı yapmalarına karşın; devrimci güçlerin emperyalizme ve faşizme karşı sürdükleri bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin yok edilememesi, bölgeye hükmeden emperyalizmin geleceği ve çıkarları yönünden hayati öneme sahip bir gerçeklikti.

ABD emperyalizmi, Batı Asya’da giderek büyüyen bu yeni “sorun”lara köklü bir çözüm üretebilmek ve yenidünya düzenine geçiş politikalarının açılımını sağlamaya güçlü bir dayanak yaratabilmek için ortaya atılan Carter Doktrini çerçevesi içinde düşünebileceğimiz şekilde Türkiye’yi yeniden yapılandırmayı gerekli gördü.

ABD’nin Ortadoğu’ya verdiği önemi ve Sovyetler Birliği’ne ve bölgede ortaya çıkan anti-Amerikancılığa karşı sürdürdüğü düşmanlığı anlayabilmek için Soğuk Savaş döneminde ortaya atılan önemli iki stratejik doktrini dikkate almak gerekir. Bunlardan ilki 1957 yılında ilan edilen Eisenhower Doktrini’dir. Bu doktrin ile ABD, Ortadoğu’ya dönük emperyalist emellerini açıkça ilan etmiş, Sovyetler Birliği’ne gözdağı vermeye çalışmıştır. Bu doktrinden sonra Bağdat Paktı üyeleri (üyeleri arasında Türkiye’nin de olduğu bu paktın adı 1959’da CENTO olmuştur) yaptıkları açıklama ile ABD’ye koşulsuz olarak teslimiyetlerini beyan etmişlerdir.

Ardından Menderes iktidarı, bu doktrine uygun olarak, 1958’de Londra’da ABD ile varılan mutabakatın gereği olarak, 1959’da Ankara’da ikili bir anlaşma imzalamıştır. Bu anlaşma ile Menderes iktidarı, Türkiye’nin ABD’ye bağımlılığını perçinlemekle kalmamış, “dolaylı saldırı”ya karşı Amerikan müdahalesini kabul ederek; 1960’lı ve 70’li yıllarda devrimcilere karşı meydana sürülen gerici-faşist örgütlenmelerin CIA tarafından projelendirilip, yönetilmesinin alt yapısını oluşturmuştur.

1979 sonlarında ise Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a askeri müdahalede bulunarak bu ülkeyi işgal etmesi üzerine, ABD bu atağı Basra Körfezine ve Hint Denizine çıkışa doğru atılmış bir adım olarak ele aldı. İran’ı da kaybetmiş olan ABD Başkanı Carter bir açıklama yaparak, herhangi bir yabancı devletin körfezin denetimini ele geçirmeye çalışmasının ABD’nin hayati çıkarlarına saldırı sayılacağını ve askeri kuvvet kullanılması da dâhil her türlü tedbiri alacaklarını ilan etti. Carter’den sonra 1980 başında işbaşına gelen Reagan ise sosyalizmin koyu düşmanı Friedman’ın yıllardır savunduğu neo-liberal görüşleri Thatcher’le birlikte bir dünya politikası haline getirerek emperyalizmin saldırganlığını ve sömürüsünü azdırdılar. Sosyalist sistemin 1990 sonrasında çökmesiyle birlikte “küreselleşme” adını verdikleri haraca bağlama dönemini başlatarak dünyadaki bütün direnç odaklarının etkinliğini kırdılar.

Türkiye’deki gelişmeler de ABD emperyalizminin yönlendirmesine uyumlu bir süreç izlemiştir. Hem ekonomik, hem siyasal, hem de askeri olarak dışa bağımlı bir duruma getirilmiş olan bir ülkenin bağımsız bir tavır geliştirmesi de beklenemezdi. 24 Ocak 1980’de ilan edilen ekonomik kararları 12 Eylül darbesi takip ediyordu. Bu darbeden itibaren hem siyasi hem ideolojik hem de toplumsal tasfiye süreci başlatıldı. Ve bu büyük operasyon yıllardır kesintisiz bir şekilde sürdürülmektedir.

Operasyon kimlere karşı yapıldı?

Emperyalizm büyük tasfiye operasyonuna devam ediyor. Önce en yetenekli entelektüellerin ve kitle örgütçülerinin kümelendiği devrimci- sosyalist solu zorla (işkenceler ve öldürmeler dâhil), psikolojik, ideolojik saldırıyla,  ekonomik ve yasal bütün yolları kullanarak ezdiler ve böylece yoğun bir tasfiyeye tabi tuttular. Bu tasfiye bazen yoğunlaşarak bazen daha düşük seviyede olmak üzere önce önder kadrolarını etkisizleştirerek, itibarsızlaştırarak, halkla aralarına aşılması zor engeller koyarak başarılı bir şekilde sürdürüldü. Emperyalist güç odaklarıyla işbirlikçilerinin planlayıp uygulamaya koydukları bu operasyon ile devrimcilerin ana akım hareketleri, oluşumları etkisizleştirildi. Yeni nesil devrimcilerin ortaya çıkışlarının önü de çürümüş, hastalıklı veya moda akım ve fikirlerle, politikalarla kesilmeye, tıkanmaya çalışıldı ve bu faaliyetlere ara vermeksizin devam ettiler.

Emperyalist güçler, Soğuk Savaş döneminde birlikte çalıştıkları sağ kesimi yeni dönemin politikalarına uyum sağlamaya zorladılar. Amerikancı “İslam-Türk Sentezi”ni neredeyse bütün sağcılara benimseterek emperyalizmin ideolojik zokasını yutturdular. Böylece BOP’ne doğru giden teslimiyetçi yolculuğa başladılar. Emperyalistler, yeni döneme uyum sağlayamayan ya da işbirlikçi olmayan milliyetçiliğin ve Amerikancı olmayan İslamcılığın iplerini çekmekte bir an bile tereddüt etmediler. Bunların yerine Amerikancı dinciliği ve mezhepçiliği, etnikçiliği, yerelciliği esas alan emperyalizmin yeni ideolojik- politik yaklaşımına ayak uydurabilen siyasal kesimleri ve ideolojileri öne çıkardılar.  ABD’nin yeni emperyalist politikalarını benimseyenler, ABD’nin uzantısı haline gelmeyi içlerine sindirenler desteklenerek iktidara taşındılar ve bir süredir de bu işbirlikçi çevrelerle BOP’ni el birliği ile kotarıyorlar.

Operasyonun en önemli hedeflerinden birisi de Türkiye’ye kuruluşundan itibaren kazandığı ulusal rengi veren Atatürkçü damarın kurutulmasıdır.  Planlı bir şekilde sürdürülen bu büyük operasyon ile ulusallaşmacı projenin ekonomik, kültürel-ideolojik ve siyasi kanatları ve dayanakları birer birer yok edildiler. Bu yok etme süreci bir günde ve bir “olay”la gerçekleştirilmedi. 12 Eylül döneminde CHP’nin kapatılmasıyla başlatılan geriletme süreci inişli çıkışlı bir şekilde sürdürüldü. Son dönemlerde, Partiyi büyütmek adına kuruluş ideolojisine tümüyle aykırı, ilkesiz, somut hayattan ve geniş kitlelerden kopuk, fantastik ve sağcı fikirlerle, politikalara başvurmayı marifet sanan yöneticilerce adım adım sağa çekildi. Bazen dinsel ritüellerin gölgesi altına sokuldu, bazen de aşırı milliyetçi eğilimler öne çıkarıldı. Bunların hepsinden önemlisi de ABD ve AB emperyalizmine yönelik teslimiyetçi çizginin dışına çıkılamadı. Öte yandan bu kadar yalpalamaya ve savrulmaya rağmen alternatifsizlik nedeniyle, sosyalist solun ana damarı olan kesiminin devrimci fikirler yerine sivil toplumcu, reformcu yollara sapmasının veya saptırılmasının yarattığı güvensizlik nedeniyle de sola eğilimli geniş halk kitlelerinin CHP’ye hapsedilmeleri sağlandı. Amaç bütün solu fikirsiz, ilkesiz ve amaçsız bırakarak iğdiş etmekti.

En sonunda AKP’nin de solu tasfiye etme sürecine dâhil olmasıyla, CHP’ye düzenlenen operasyon ile “cumhuriyetçi” projenin en önemli siyasal kurumu olan bu parti ana doğrultusundan tamamen saptırılarak neo-liberalizmin şark kurnazlığı ile harmanlanmış bataklığına çekilme sürecine sokuldu. “Renkli Devrim”, bu parti içinde, “halkçı”lar arasında da patlatılarak bu kesim ideolojik ve politik olarak sersemletilerek, adeta şoka sokuldu. Ve bu şok ortamında, sisli havada ava devam edildi. Bu partinin neo-liberal politikaların etki alanına sokulmasına karşı en fazla direnebilecek toplumsal kesimlerin başında gelen Alevileri etkisizleştirebilmek için “baltanın sapı”nı da bu cenahtan yontmayı unutmadıklarını da belirtmeliyiz.

Bu arada tertiplenen Genel Başkan operasyonunun birçok sosyalisti de aldattığını, bu “değişim”in onlara da yeni bir “umut” gibi sunulduğunun da altını çizmeliyiz. Devrimci-sosyalist kesimin kendi ana çizgilerinin karartılmış, etkisizleştirilmiş, ya da saptırılmış olmasının da etkisiyle bu kesimden de birçok insan kolayca aldatılabilmiştir. Ama onlar gerçek durumu ve nereye doğru sürüklendiklerini hızla kavrayacaklardır. Ve devrimci ve mücadeleci bir çizginin yaratılması için kollarını sıvayacakları günün yaklaştığını da göreceklerdir. Çünkü onların öngörüleri yüksektir.

Bu yeni hücumu da yeterli görmeyen egemen çevreler, Soros’un çocukları ve bunların politikalarına alet olmalarını fırsata çevirmeye çalışan siyaset bezirgânları, Aleviler ile Atatürk’ün arasına, Aleviler ile aynı dost meclisinde oturan demokratlar arasına ve hatta Aleviler ile Aleviler arasına, üzerindeki acılı kanı çoktan kurumuş bir paslı hançeri de saplamaktan geri durmadılar. “Baltanın sapı” da Genel Başkanı olduğu partisine sahip çıkıyor görüntüsü ile bu saldırıyı, her gün demeç üstüne demeç tazeleyerek savuşturmaya çalışıyormuş gibi yaparak, gerçekte kendini oraya getirenlerin gizli gündemlerine hizmet etmektedir. Hiç şüphesiz bu arada kendi partisini daha fazla zora sokmakta, parti içinde yeni sorunlar yaratmakta ve partinin geleneksel Atatürkçü çizgisinden kalan kırıntıları da unufak ederek örgütüne neo-liberal politikaların hâkim olmasını sağlamaya çalışmaktadır.

BOP Eşbaşkanı ile giriştikleri kayıkçı kavgasında ise sürekli altta kalarak tabanının boynunun eğik kalmasına neden olmaktadır.  Böylece sürekli yenilen, ideolojik yönden varlık gösteremeyen, propandif açıdan kaybeden görünümünden kurtulamayan, belirleyici değil edilgen konumu adeta tercih eden bir partinin halk üzerinde etkili olması,  Ana muhalefet düzeyinde etkin olması mümkün mü? İdeolojik olarak özgünlüğünü, ulusallığını, Türkiye topraklarından çıkmışlığını kaybetmiş, varlık sebebi olan “Milli Kurtuluşçu”luktan, “ortanın solu”ndan ve “sosyal demokrasi”den söylem olarak da uzaklaşmış bir CHP’den ülkeye ve yıllardır omuz verenlere ne hayır gelebilir ki… Emperyalizme karşı mücadele içinde mayalanmış ve vücut bulmuş bir toplumsal kesimin örgütünü yönetenlerin içinde bulundukları bu zavallılığı veya en azından öyle bir görüntü sergilenmesini “o cenah”ın yıllardır kapısını bekleyen parti emekçileri benimseyebilirler mi? Ana damarlarından kurtulmaya çalışan, sözde yeni açılımlarla gerçek partililerin duygu ve özlemlerini hiçe sayan, unutan bir yönetimin başında olduğu bir partinin ülke gündemininin belirlenmesinde etkili olması, halkın gündemine oturması mümkün mü? Vefalı kadrolarını görmezden gelerek, devşirmelerle iş bitirmeye kalkanların, partiyi ABD’ci ve AB’cilere teslim edenlerin kendileri de ya devşirilmişlerdir ya da işbirlikçilerin, yalakaların gazına gelerek ayakları yere basmamaktadır.

Bu gelişmeler üzerine, devrimciler, “bize ne, beter olsunlar”, ya da “biz kendi işimize bakalım, CHP’liler kendi sorunlarını kendileri çözsünler” diyerek kenara çekilebilirler mi? Hiç şüphesiz onlar kendi sorunlarını kendileri çözecekler. Ama ülke sorunlarının bir parçasını oluşturan ve somut hayatta bizim diğer kesimlere oranla daha yakın ilişkilerimizin olduğu bu geniş topluluk ve onların siyasal sorunları ile ilgimizin olmadığını veya olmaması gerektiğini söyleyemeyiz. Emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadele diye bir sorunu olan devrimcilerin bu büyük kitleyi de olabildiğince bu mücadelenin içine katmak gibi bir dertlerinin de olması gerekir. Özellikle çok büyük bir kısmının sınıfsal konumları, kültürel ve ideolojik yapıları nedeniyle bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinde yer almaları gerektiğini hepimiz biliyoruz. Halk dediğimiz ve bizim ilk elde ulaşabileceğimiz geniş kitlenin en büyük kısmını CHP’ye oy veren kesimin oluşturduğunu unutmayalım. O kesimin ilerici, demokrat çizgilerini korumaları devrimciler için önemlidir. Ayakları bu topraklara basan her devrimci dostlarını da düşmanlarını da iyi bellemelidir…

Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir