Değerli Anafikir okurları,
İçinden geçtiğimiz günlerin anlamına uygun yazılarla görüş açılarımızı genişletmeye, yeni bakışlarla zenginleştirmeye çalışıyoruz.
Özellikle genç direnişçilere yapmakta oldukları işin büyük önemini ve ne anlama geldiğini yazılarımızla anlatmaya gayret ediyoruz. Bu yöndeki çalışmalarımıza devam edeceğiz.
Bu arada sitemizde çıkan makalelerden başka yayın organlarında yazdıkları yazılarında faydalanan arkadaşların, alıntı yapanların kaynak belirtmelerinin doğru olacağını hatırlatmak isteriz.
*** ***
Bir halk direnişi olan 31 Mayıs halk hareketinin kökleri Anadolu ve Rumeli topraklarının derinliklerinde yatmaktadır. Yüzyıllardır bu topraklarda ortaya çıkan bütün ilerici-devrimci şiirlerin, manilerin, deyişlerin, türkülerin; destanların, düşüncelerin; baskıcı-talancı yönetimlere karşı kıpırdanmaların, bireysel veya toplumsal kalkışmaların; emperyalist işgale karşı direnişlerin, sömürüye karşı yürütülen hak ve emek mücadelelerinin günümüzde gün yüzüne çıkan halidir bu mücadele.
Dünyanın hiçbir bölgesine nasip olmayacak kadar çok zengin tarihi, siyasi ve askeri gelişmelere; toplumsal –sınıfsal olaylara sahne olmuş olan bu topraklar çok çelişkili, çok basit ve çok farklı fay hatlarının kesiştiği bir yerdir. Yüzyıllarca üstünde çok çeşitli dini-mezhebi, etniksel farklılıkları harmanlayarak barındıran ve bugünlere taşıyan, bütün dönemlerin en emperyal güçlerinin istilalarına, işgallerine uğramış olmasına karşın hep ayakta kalmayı başarmış olan bu toprakların çocukları, bir kez daha geçmişlerinden, üzerine bastıkları yerden güç alarak doğruluyorlar.
Bu büyük gerçeği görmeyen ya da görmek istemeyenler, büyük acılarını ağıtlarıyla zamanın derinliklerinde öğütenlerin, zalimler karşısında yenilseler de birgün mutlaka ayağa kalkmasını bilenlerin çocuklarının başlattığı 31 Mayıs direnişini asla küçümsemesinler. Bu toprakların derinliklerinde, fay hatlarında nasıl büyük enerji birikiyorsa bu yerin üstünde yaşayan canlılar da, ağaçlar ve insanlar da yıllardır ezenlere karşı enerji biriktiriyorlar. Ve zamanı gelince de sönmüş yanardağın yeniden patlaması gibi lavlarını püskürtmeye başlıyor ve karşısına çıkanları perişan ediyorlar. Tarih bilinci olanlar bu gerçeğin ne anlama geldiğini iyi bilirler.
Yıllarca Batılı sömürgeci devletlerin oyuncağı olmuş Osmanlı hanedanını ve sarayın çevresine çöreklenmiş hazır yiyici zulüm erbaplarını 1876’da ikaz eden bu halkın aydınları, 1908 Devrimi ile sarsmış ve bir yıl sonra da 31 Mart gerici kalkışmasını ezerek ders vermiştir. Birinci Paylaşım Savaşı’nın hedefi olan bu toprakların emperyalist devletler tarafından işgal edilmesi üzerine halk ve önderleri yıllardır ezilmişliklerinden dolayı biriktirdikleri devrimci enerjilerini harekete geçirmişler ve düşmanı ülkelerinden atmışlardır. Yıllar içinde bu ülkeyi yönetenler, dün savaştıkları emperyalist işgalcilerle yeniden işbirliği yaparak ülkeyi adım adım onların hegemonyası altına soktular. 1960’lı ve 70’li yıllarda halkın devrimci güçleri bu emperyalist hegemonyaya karşı direnişler ortaya koymuşsa da kurtuluş sağlanamamış ve sonuçta dünyada meydana gelen gerici gelişmelerin de etkisiyle bu kalkışmalar yenilgiye uğramıştır. 1980’den itibaren, yirmi yıl boyunca bu gericilik ülkeyi kasıp kavurmuş, son on yılda ise sömürü, kamuyu talan, siyasi gericilik ve dinci baskılar hat safhaya ulaşmıştır.
Amerikan emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi’nin hayata geçirilmesinde kullanmak için iktidara taşıdığı AKP yönetimi bölgede saldırgan ve savaşçı bir politika izlerken; ülkede de gerici-faşist bir baskı düzeni kurmaya yönelmekten geri durmamıştır. İdeolojik olarak Amerikan Sünniciliğini benimsemiş olan bu gerici diktatörlük ülkenin bütün yer altı ve yer üstü değerlerini satarak, dünyanın sıcak para patronlarına ülkeyi peşkeş çekerek, yakın çevrelerinde yeni zenginler yaratarak; işçiyi, köylüyü ve bütün dar gelirlileri sömürü çarkının altında on yıldır inletmektedir. Kendi dışındaki bütün siyasi çevreleri, kitle örgütlerini, sendikaları, kadınları, gençleri baskı altına alarak, onları yok sayarak dediğim dedik-çaldığım düdük anlayışıyla ülkeyi yöneten bu diktatörlüğün en son attığı adımlar artık halkın tahammül sınırlarını fazlasıyla zorlamıştır.
Yıllardır halkın laik yaşam tarzına ve ilerici-demokrat değerlerine karşı sürdürdükleri saldırılar, eğitim ve sanat alanında planlı olarak yürütülen gericileştirme faaliyetleri başta olmak üzere halkın bütün aydınlanmacı değerlerini yok etmeye yönelik yoğun bir çaba sarf etmektedirler.
Halkın haberleşme hürriyetini kısıtlayan, medyayı baskı ve kontrol altına alan AKP iktidarı; yargıyı ve kolluk kuvvetlerini de doğrudan denetimi altına alarak ülkeyi faşist yöntemlerle yönetmeye başlamıştır.
Demokrasiyi içinde ne döndürüldüğü şüpheli sandığa ve güdümlü hale getirdikleri parlamentoya indirgeyen bu zihniyetin ülkeye barış ve huzur getirmesi düşünülebilir mi?
Bu faşist diktatörlük koşullarında yapılacak yeni bir anayasanın demokratlığından söz edilebilir mi, bu işbirlikçi ve gerici zihniyetin sahiplerine geleceğimizi teslim edebilir miyiz?
İşte kitleler bu diktatörlüğe karşı 31 Mayıs’ta ayağa kalktı. Bize düşen görev bu direnişin içinde yer alarak büyütmek- geliştirmek ve doğru devrimci çizgisinde ilerlemesine yardım etmek olmalıdır. Bu noktada kafamıza takılabilecek en önemli soru “doğru devrimci çizgi nedir” sorusudur. Bu çizgiyi bu ülkenin ilerici-devrimci tarihiyle bugünkü kalkışmanın eylemsel özünde bulabiliriz.
Bugün İzlememiz Gereken Devrimci Çizgi Nedir?
Öncelikle 31 Mayıs devrimci eyleminin nedenlerini, hangi politikalara ve kimlere karşı olduğunu yukarıda özetledikten sonra, bir kez daha altını çizelim:
1-Bu eylem, emperyalizme ve içerideki uzantılarına karşıdır. İşbirlikçi, gerici AKP diktatörlüğünü ve faşist politikalarını hedef almaktadır.
2-. Bu eylemin kimler tarafından gerçekleştirildiğini biliyoruz. Bu devrimci eylemin asıl yükünü genç insanlarımızın, liselilerin, üniversitelilerin, mahallelerin gençlerinin ve kadınların taşıdığını biliyoruz. Çalışan ve işsiz emekçilerin, esnafın ve emeklilerin de bu mücadelenin içinde yer aldıkları; aydınların ve küçük burjuvaların ezici çoğunluğunun da bu direnişi desteklediği açık.
3-Bu direnişin “kitle çizgisi”nin ilerici-devrimci geçmişimizin bugünkü koşullarda devamı mahiyetinde olduğunu eylemin kendisi adeta haykırıyor. Bu çizgi; Efesli Herakleitos, Yunus Emre, Şeyh Bedrettin, Börklüce Mustafa, Pir Sultan, Köroğlu, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Tevfik Fikret, Nazım Hikmet, Deniz Gezmiş-Mahir Çayan’ın devrimci çizgisidir. Yani kısacası bu topraklardan fışkıran ve emperyalist işgale karşıbayrak dalgalandıranların ve Dev-Genç’in yoludur.
Bu gün, 31 Mayıs devrimci mücadele sürecinin kitle çizgisi, devrimcilerin politikaları, anti-emperyalist mücadele–Dev-Genç hattını esas almalıdır. Bunun ötesine geçmek kibirlilik, mücadeleyi saptırma ve hatta çıkmaza sürüklemek olur. Günümüzün devrimci çizgisi budur. Bu çizginin politikadaki karşılığı, tam bağımsızlıkçı-gerçek demokrasi ve özgürlük mücadelesini ilk hedef olarak AKP diktatörlüğünü sonlandırmaya yöneltmek olmalıdır. Bunu yaparken en geniş kitlelerle kucaklaşmalı, sekterlikten ve dayatmacılıktan uzak durulmalıdır.
Ayrıca bu sağlam çizgi, R.T.Erdoğan ve çevresinin 31 Mayıs devrimci hareketine yönelik yaptıkları “dış güçler kışkırtıyor” türünden iftiraları geçersizleştirecektir. Anti-emperyalizm ve bağımsızlıkçılık ilkesini esas almakla hem doğru çizgi takip edilmiş olacaktır hem de ABD’nin iktidara taşıdığı bilinen AKP yöneticilerinin iftiraları sahiplerine geri dönecektir. Bunun için 31 Mayıs devrimci hareketinin “Kahrolsun ABD Emperyalizmi” ve “Bağımsız Türkiye” sloganlarını kullanması doğru olacaktır.
Başka bir önemli mesele de 31 Mayıs halk hareketini; ağızları laf yapan, yazan-çizen ama bu maharetlerini hareketin devrimci içeriğini boşaltmakta kullanmayı iyi bilen deneyimli liberallerden, yetmez ama evetçi’lerden korumaktır. Bu tür önderlikten yoksun hareketleri etkilemekte, ele geçirmekte onların üstüne kimse yoktur. Hareketin gerçek sahibi, militanı olan gençler onları iyi tanımalı ve ne olursa olsun hareketi onlara karşı da korumalıdır. Meydanlarda kazanılan başarılar masalarda veya kürsülerde kaybedilirse çok yazık olur.
Bu büyük kitlesel hareketin bir diğer önemli sonucu da, kısa bir süre öncesine kadar yanlış sularda seyretmeye başlayan bir kısım solcuyu doğru yola sokmaya başlamış olmasıdır. Bu devrimci kitle çizgisinin bir-iki ay önceki akillik çizgisinin tam aksi olan halkın devrimci nehrinin yatağı olduğu unutmamalı ve eylem çizgisi ve hattı bu gerçekliğe uygun bir şekilde örülmelidir.
Bu arada AKP borazanlarının “dış mihrakların işi”, “Soroscu” ya da “ulusalcı, Ergenekoncu” gibi saçma sapan suçlamaların eylemi etkisizleştirmek amacıyla insanların kafalarını karıştırmaya dönük olarak ortaya sürülen dezenformasyon çalışması olduğunu da unutmayalım ve bu tür iftiraları, yakıştırmaları ciddiye almayalım.
Hergün, her saat sokaklarımızda, meydanlarımızda akan, geri çekilmeler olsa da daha uzun süre akacağını sandığımız bu büyük ve şanlı nehir hepimizi yıkamakta ve arındırmaktadır. Bu devrimci mücadelede yer alanlara ne mutlu…
Editör