AKP Hükümeti’nin Orta Doğu Politikası-Haluk Başçıl

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Türkiye, Orta Doğu-Kafkaslar ve Orta Asya ile olan tarihi – kültürel geçmişi ve ilişkileri

nedeniyle, ABD’nin küreselleşme politikalarında önemli bir yere sahiptir. Bu özellikleri nedeniyle 1990’lı yıllarda tüm bölgeye yönelik strateji tartışmalarında ve yönelimlerinde Türkiye önemli bir tutar.
ABD’li stratejist Brzezinski’nin, ‘Büyük Satranç Tahtası, Amerika’nın Küresel Üstünlüğü ve Bunun Jeostratejik Gereklilikleri’ kitabından: ‘… Türkiye halen kimliğini tanımlama sürecindedir. Üç ayrı yöne çekilmektedir. Modernistler bir Avrupa devleti olduğunu görmek istemektedirler… İslamcılar Orta-Doğu’ya ve Müslüman bir topluma yönelmektedirler… Milliyetçiler Türkî halklara yani doğuya bakmaktadırlar… Bunların her biri stratejik olarak farklı eksene sahiptir’.

Bu siyasi yapılar aralarındaki uyuşmazlıklara, iktidar mücadelelerine de kısaca değinir. Bu güçlerin birbirine karşı yürüttükleri iktidar mücadelesinde, ABD küreselleşme politikaları doğrultusunda Modernistlere (Kemalistlere) ve Milliyetçilere (MHP – ülkücü çevrelere) karşı (Ecevit-Bahçeli-Yılmaz koalisyonuna yaşatılan ekonomik kriz ve erken secimler vb. ile) İslamcılara destek vererek AKP’nin iktidara gelmesine büyük katkı sağlar.

AKP’nin kuruluş ve iktidara geliş sürecini kısaca hatırlamak bu partinin dış politikasını anlamamıza da katkı sağlayacaktır. AKP oluşumunda 28 Şubat askeri müdahalesi kilit bir öneme sahiptir. Bu müdahale ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’in çağrısıyla Washington’da yapılan toplantıda Erbakan’ın başbakanlığındaki hükümetle ilgili olarak ‘‘doğrudan bir askeri darbe olmadan bu hükümet gitmeli’’ kararı ile gerçekleşir.* ABD’nin bu çözümü önerisi 28 Şubat kararlarının alındığı MGK toplantısından 2 hafta önce verilmiştir. 2 hafta sonra da MKG’da 28 Şubat kararları Erbakan hükümetine tebliğ edilir.1 

 ‘Milli Görüş’ düşüncesinin milli ekonomi anlayışının Küreselleşme politikalarına aykırılığı nedeniyle, Hükümet istifaya zorlanır. Refah Partisi kapatılır. Erbakan’a politika yapma yasağı konur. Milli görüş kadroları ‘gelenekçiler’ (milli görüşçüler) ve ‘yenilikçiler’ (gayri milliciler) olarak bölünür. ABD’nin desteği ile Milli Görüş içinde çıkan ‘yenilikçiler’ AKP’yi kurarlar.* 14 Ağustos 2001’de kurulan AKP Kuruluşundan bir yıl sonra 2002 Kasım’ında yapılan seçimlerini kazanarak tek başına iktidara gelir.

AKP aracılığıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin İslami bir devlet yapısına dönüştürülmesine ve toplumun İslamlaştırılmasına verilen bu destek Türkiye ile sınırlı olmayıp tüm Orta Doğu’ya yönelik bir politik adımdı. Orta-Doğu ve Arap dünyasını yakından izleyen, siyaset bilimci Samir Amin, 2008 yılında yazdığı makalede bu durumu güzel bir şekilde özetler. Amin makalesinde bölge ülkelerinde geleneksel siyasi yapıların 3 farklı ideolojik eksende birbiri ile çatışma halinde olduğunu belirtir. Bunları da milliyetçi geçmişi savunan çevreler (geçmişin mirasına sahip çıkan yozlaşmış ve rüşvetçi ulusal-popülist bürokratik kesimler), siyasal İslam’ı savunan çevreler ve liberal ekonomi yönetimi ile uyumlu, demokratik talepler etrafında öne çıkmaya çalışan çevreler olarak tanımlar. Bu “üç eğilimin” de, emperyalist sistemin ve onunla bütünleşmiş egemen sınıfların çıkarlarını savunduğunu, emekçi halkın, ülkenin çıkarlarının karşısında olduklarını söyler.  

R.T. Erdoğan başbakan olduktan bir süre sonra Küreselleşme politikalarının bileşenlerini oluşturan ‘Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması’ projesinin ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin günümüzdeki biçimiyle Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığını üstlenir. Bu proje, bölgedeki enerji kaynaklarını ve petrol-doğal gaz boru hatlarını kontrol altına almayı, Rusya ve Çin’in bölge ülkeleri üzerindeki etkinliğinin sınırlandırmayı ve hedef ülke rejimlerini değiştirmeyi, emperyalist-kapitalist sisteme entegre etmeyi içeren politikalardan oluşur. ABD’nin dolaylı bir şekilde ifade ettiği GOP’un sınırları; Afrika’nın kuzeyinde Fas’dan başlayıp, doğuya doğru Kuzey Afrika ülkeleri, Körfez dâhil olmak üzere Orta Doğu ülkeleri, Kafkasya ve Orta Asya’yı içine alan, Çin sınırına kadar uzanan bir bölgeyi kapsar.

Bu projenin eş başkanlık görevini Başbakan R. T. Erdoğan, değişik zamanlarda ve yerlerde yaptığı konuşmalarda açıklar.

 Başbakan R. T. Erdoğan: “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Girişimi içinde önemli bir rol oynuyoruz. Amerika’nın Ortadoğu’da oynayacağı önemli bir rol var. Onun bir parçasıyız ve şu anda onun dâhilinde çalışıyoruz.  …Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika İnisiyatifi’ndeki rolümüz, eş başkanlık görevimiz bize özellikle Ortadoğu’da önemli görevler yüklemektedir. Bugüne kadar başlattığımız bütün dış politika hamleleri, bu parametre üzerine kurulmuştur. Az önce birkaçını hatırlattığım bu girişimler, aynı dış politikanın, aynı vizyonun tutarlı ve tamamlayıcı parçalarıdır”3

   
Gerçekten de ABD’nin bölge politikalarına uygun bir dış politika izler. Geleneksel dış politikayı terk ederek Orta Doğu’ya (Müslüman ülkelere) yönelir. Bu politikanın mimarı olan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 2001 Nisan’ında basılan Stratejik Derinlik kitabında yer alan düşünsel çerçeve 1996 da Brezinski ve diğer ABD’li akademisyen-politikacı çevreler tarafından çok önceden yazılıp çiziliyordu. AKP kadroları ve hükümete destek olan liberal kesimler, geleneksel sağın bir kesimi ‘yumuşak güç’ politikasına uygun bir şekilde İslamiyet’in ülkemizin ve bölgenin kültür ve geleneklerindeki yerine, bölge tarihinde oynadığı role atıflar yaparak ‘doğal bir biçimde’ ABD’nin küreselleşme politikalarının siyasi İslam’ı yönlendirmesinde birlikte davranırlar.  Orta Doğu’da ABD politikalarına tam anlamıyla uyum sağlamayan Suriye, Libya, Filistin Özerk Yönetiminden HAMAS, (Hizbullah’ın güçlü olduğu) Lübnan ile ekonomik ve politik ilişkiler geliştirilir. Karşılıklı olarak vizeler kaldırılır. Bu ülkeler AKP Hükümeti aracılığıyla küreselleşme politikalarına (kazan kazana) ikna edilmeye çalışılır. ‘’Türkiye’nin bölgedeki rakibi İran’dır’’ söylemlerine uygun olarak, Orta Doğu’da ABD’ye karşı bir direniş cephesinde yer alabilecek bu ülkelerin/örgütlerin İran ile kurdukları işbirliğini zayıflatılarak İran yalnızlaştırılmaya çalışılır. Bu ülkelere yönelik ikna politikalarının yetersiz kalmasıyla birlikte önce Libya sonrasında Suriye’de iç çatışmalar çıkarılır. “NATO’nun Libya’da ne işi var? Libya’nın petrolü Libyalılarındır” diyen Başbakan bir hafta içinde NATO’nun saldırıları gücünde yer alır. Kaddafi’nin gitmesi için muhaliflere para ve toplantı desteği verir. Kaddafi öldürülür ve Libya’daki rejim yıkılır. Yerine küreselleşme ile uyumlu İslami bir rejim konur. Kabileler ve bölgeler arasında iktidar çatışmaları sonlanmaz. Ülke, Cirenaica, Fezan ve Tripolitania olmak üzere 3’e bölünme aşamasına gelir. Libya’da yürütülen operasyonun bir benzeri Suriye’de uygulamaya konur. AKP iktidarı Libya’dan sonra Suriye’de daha ileri bir rol üstlenir. İsyancılara para, silah ve lojistik destek verir. Topraklarını sonuna kadar yabancı ülke ajanlarına, cihatçılara açar. Hatay isyancıların lojistik üssü haline gelir. AKP hükümeti tüm söylem ve eylemleriyle egemen bir ülke olan Suriye’nin iç işlerine karışıp müdahale bulunur.

1.    ABD’nin Doğrudan ve Dolaylı Müdahaleleri ile Irak ve Suriye’nin Egemenliklerinin Çiğnenmesi

Irak:
1990’da Birinci Körfez savaşı sonrasında, 1992 yılında ABD Savunma Bakanlığı’nda hazırlanan ‘Savunma Planlaması Rehberi’nde potansiyel tehlike içeren yerler içinde de Irak ilk sıraya konur.  4

H. Kissinger, ‘‘ 1970’lerin sonuna değin İran, Körfez’deki Amerikan güvenlik politikasının güven kaynağıydı. Birleşik Devletler’in önleyemediği ve denetim altına alamadığı bir iç devrim, bu ülkeyi bölgenin güvenliği için en büyük tehdit haline dönüştürdü. Körfez’de Batı çıkarını koruma görevi, bölgedeki ikinci en büyük ülke olan Irak yüzünden daha da karmaşıklaşmıştı. …Körfez’in güvenliği, en güçlü iki ülkenin en zayıf ve en güvenilmez yerde olana karşı koyduğu bir ortamdan çekilip alınmalıdır.

Oldukça basit bit şekilde, gerçek şudur: Endüstriyel demokrasiler Körfez2deki petrole ulaşamamayı kabul edemezler ya da Körfez’in kendilerine düşman bir ülke veya ülkeler grubu tarafından yönetilmesine razı olamazlar’5


Irak ABD planlarında sürekli gündeme getirilen, vurgulanan bir ülkedir.

Yeni-conlar’ın 26 Ocak 1998’da yazdıkları Başkan ‘Clinton’a Mektup’ dan, ‘‘ Yeni bir stratejiyi açık dille ifade etmenizi kuvvetle tavsiye ediyoruz. Bu strateji her şeyden önce Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesini amaçlamalıdır. …Kararlılıkla davranmanızı kuvvetle tavsiye ediyoruz. ABD’ye ve müttefiklerine karşı kitle imha silahları tehdidine son vermek için derhal harekete geçerseniz, ülkenin en temel ulusal güvenlik çıkarları doğrultusunda davranıyor olacaksınız. Zayıflık ve akıntıya kapılma hattını kabullenirsek, çıkarlarımızı ve geleceğimizi riske atarız’’    6

20 Eylül 2001 yılında Başkan ‘Bush’a Mektup’ dan ‘‘Dışişleri Bakanı Powell’ın Saddam Huseyin’in ‘yeryüzünün önde gelen teröristlerinden biri’ olduğuna ilişkin son açıklamasına katılıyoruz. …Kanıtlar Irak ile saldırı (11 Eylül saldırıları kastediliyor) arasında doğrudan bir bağlantı kuramasa bile, terörizmin ve destekçilerinin kökünü kazımayı amaçlayan bir strateji, Saddam Hüseyin iktidarını devirme doğrultusunda kararlı bir girişimi içermek zorundadır. … ABD’nin Irak muhalefetine tam bir askeri ve mali destek vermesi gerekir. Irak muhalefetine, faaliyet gösterebileceği bir ‘güvenli bölge’ sağlamak için Amerikan askeri gücü kullanılmalıdır’’7

ABD, 11 Eylül 2001’de yapılan saldırı sonrası 1990’lı yıllarda Savunma Bakanlığı’nca hazırlanan stratejik politikaların uygulamaya koyar. Saddam rejiminin kitle imha silahlarına sahip olduğu ve uluslar arası terörü (el Kaide’yi) desteklediği gerekçesiyle İngiltere ile birlikte oluşturduğu Çok Uluslu Koalisyon ülkeye askeri müdahalede bulunur. Saddam Hüseyin rejimi çökertilir. Irak’ta egemenlik Geçici Koalisyon Yönetimine devredilir. Yeni bir Irak devleti ve toplumu inşasına girişilir. Bu amaçla yeni anayasa yapılır. Anayasa’da farklı etnik ve dini inanç yapıları ayrı bölgeler temelinde tanımlanır. Yeni devlet yapılanmasında ulus devletin oluşturduğu kamu hizmetleri devlet sektöründen piyasa ve sivil topluma kaydırılır. Devlet kurumları serbest piyasa kuralları temelinde yeniden inşa edilir. 8   Yeni Irak devletinde, bir önceki ulus devletin temel karakteristikleri ve fonksiyonları ortadan kaldırılır. Böylece devlet ‘devletin milleti yaratması’ anlayışı doğrultusunda yeni bir Irak ulusunun oluşturulmasında işlev üstlenir.

 ‘…yalnızca resmi kurumlar ve yetki makamları değildir; onlar, yönettikleri toplumları şekillendirir ve onlar tarafından şekillendirilirler. İnsanların yaşamını yöneten, din, yakın ve ortak tarihsel deneyime dayanan yazısız kurallar da rejimin bir parçasıdır’.9

Farklı etnik ve dini inanç yapılarına sahip ırak ulusu; Kürtlerin, Arapların (Şii ve Sünni) ortak tarihi/kültürel geçmişleri yok sayılarak, geçmişte yaşanan olumsuzluklar, kötü anılar, iktidarın baskı, zulüm ve şoven politikaları öne çıkarılarak, farklılıklar ve ayrılıklar beslenir. ‘Yeniden ayrıştırma programı’ doğrultusunda Irak devletinin uluslaşma süreci kırılır, toplum modernite öncesindeki gibi etnik ve inanç temelinde Kürtler, Sünni Araplar ve Şii Araplar olarak parçalanır. İç savaş uzmanları bu program doğrultusunda görevlendirilir. Bunlardan bilinen iki tanesi John Negroponte ve Robert Ford’dur.*

Michel Chossudovsky,  ‘‘Irak ve Suriye’deki Ölüm Mangaları makalesinden:  ‘‘Ford ve Negroponte, kirli işlerinden bazıları için İngiliz ve Amerikalı yanıltma harekâtı terör birimlerini kullandı. Bu birimlerden birinin Iraklı gibi giyinmiş iki İngiliz Özel Kuvvetler subayı üyesi, 19 Eylül 2005’te Basra’da Irak askerleri tarafından tutuklandı. Bu İngilizler, “Iraklı mezhepçilerin” suçlandığı cami ve pazar yeri bombalamalarını gerçekleştirmişti. Kılık değiştirmiş iki İngiliz askeri tutuklandığı zaman, arabaları silah ve bomba doluydu. Tutuklanmalarını ertesi gününde İngiliz ordusu, iki yanıltma harekâtı teröristinin üzerini örtmek ve Ford, Negroponte ve Basra’daki İngiliz terör ekibinin suçlarını ifşa edecek mahkemeden onları korumak için Basra hapishanesini, duvarlarını tanklarla yıkarak yok etti.

Irak’taki belki de en büyük ABD destekli yanıltma harekâtı saldırısı – ki Ford ve Negroponte tarafından planlandığı varsayılabilir – 22 Şubat 2006’da Samarra’da El Askeri “Altın Kubbe” camisinin bombalanmasıydı. Mahalledeki tanıklar, bombalamadan önce ABD kuvvetlerinin camiyi kordona aldığını ve kontrol ettiğini aktarıyorlardı. Bombalamanın, o sırada kordona alınmış camiyi tam kontrol altında tutan ABD kuvvetleri tarafından gerçekleştirildiği konusunda kimsenin kafasında kesinlikle şüphe yoktu. Doğal olarak, bu ABD saldırısı için “El Kaide” suçlanır.’’10

İç savaş uzmanları Irak’taki etnik ve mezhep temelli çatışmaların artıp yaygınlaşmasına ve günümüzde de devamına önemli ‘katkı’ sunarlar. 2011 sonunda ABD ve koalisyon askerlerinin ülkeyi terk etmesine rağmen, iç çatışmalar, mezhepsel gerginlikler, intihar saldırıları, petrol zenginliklerinin paylaşımı ve iktidar çekişmeleri,  günümüzde de devam eder. Kürt ve Şii nüfusunun yoğun olduğu Kuzey ve Güney Irak bölgeleri daha sakin iken Sünni ve Şiilerin bir arada yaşadıkları (Kürt, Arap ve Türkmenlerin bir arada yaşadıkları Kerkük vb şehirlerde) bölgede bombalar patlatılır. Bu bombalar toplumda etnik-dini temelde düşmanlıkların arttırılmasının yanı sıra her bir toplumsal yapının kendi bölgesine çekilmesine, coğrafi arındırma politikalarına da hizmet eder. İngiliz ‘Iraq Body Count/IBC’ kuruluşuna göre, 2012 yılında 961 bombalı saldırıda 2.813 sivil ölmüş, 7.544 sivilde yaralanmıştır. Haftada ortalama 18 bombalı saldırı gerçekleştirilmekte, 54 insan ölmekte, 145 kişi de yaralanmaktadır. Büyük ölçekli 12 bombalı saldırıda 400 kişi ölmüş, 1.000 kişide yaralanmıştır. 11

ABD’nin temel yöneliminin kapitalizmin ulaştığı düzeye ve sistemin yeni ihtiyaçlarına uygun bir şekilde, ulus devletlerin ve ulusların yeniden biçimlendirilmesi olduğu görülüyor. Nitekim CIA ile birlikte çalışan RAND Corporation ve ulus inşası deneyimleri üzerinde çalışanlar, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden itibaren her 2 yılda bir yeni ulus inşası müdahalesi olduğunu belirtiyorlar.   12

Yeni devlet ve ulus inşası projelerinin Irak da dâhil olmak üzere 1990 yılarda (Somali, Haiti, Kamboçya, Bosna, Kosova ve Doğu Timor vb) diğer ülkelerde de denendiği ve istenen başarıya ulaşılamadığı, ABD’deki birçok kesim tarafından kabul ediliyor.*   13

 ‘Dış tavsiyeler ve destekler kesildiğinde ayakta kalabilen, kendine yeter bir devlet kapasitesi oluşturulmasının tarihte başarıyla gerçekleştirildiği durumların sayısının, endişe verici bir şekilde, iki elin parmaklarıyla ifade edilebilecek rakamlara düşmektedir.’   14

Nitekim Dünya Bankası iktisatçılarının -2001 yılında- yaptıkları araştırma, savaş sonrası dönemlerdeki yeniden inşa girişimlerinin yarısından fazlasının istikrarlı bir devlet oluşmasından ziyade yeni çatışmaların doğmasıyla sonuçlandığını ortaya koyuyor.*  15

ABD’nin Irak’ta yeni ulus yaratılması projesi, işgal sonrasında da Şii-Sünni Araplar ve Kürtler arasında iç savaş temelindesürüyor.

Brent Scowcroft, ‘‘… bölgede felaket için oluşturulan bir formül ve bana göre, en olası sonuçta bu. Kürtler Şiilerle bir araya gelemeyeceklerdir. Kürtler, ‘Sonuna kadar savaşan sizdiniz. Biz mutluyuz’’ diyeceklerdir. Kürtlerin zaten oldukça kapsamlı bir özerklikleri var ve sonrasında da kendi yollarına gideceklerdir. Şii bölgesinin Sünni bölgesinden daha güçlü olduğu kesin… uzun süren bir iç savaş çıkacaktır’’16

Gerçekten de ulus devletlerin kuruluşunda da yıkılışında da iç savaş önemli bir yer tutuyor. Dolayısıyla Irak’ta (Suriye’de de olduğu gibi) yeni devlet ve ulus inşası da iç savaş üzerinden yürütülüyor. Irak’ta ABD askeri müdahalesi öncesinde dış destekli bir iç savaş senaryosu temelinde uçuşa yasak bölgeler aracılığıyla Irak silahlı güçlerinin hareket alanı daraltılmış, bu kapalı alanlarda muhalefetin güçlenmesine destek verilmiştir.

H. Kissinger, ‘‘Irak’a karşı askeri kampanya için ikinci bir ön koşulsa, siyasi sonuçların tanımlanmasıdır. Büyük olasılıkla yerel muhalefet, Kuzeyde Kürt azınlığı ve güneyde Şii azınlığı tarafından yürütülecektir. … Prensipte, ben Irak iç direnişini teşvik etmekten yanayım; ancak bu gizli girişimlere içerden tanık olduğum için, dikkat edilmesi gereken üç not belirtebilirim. Bu gizli operasyonlar maceraperestlerce değil, profesyonellerce yürütülmelidir. Özellikle Türkiye, Suudi Arabistan, İran ve Ürdün gibi komşu ülkelerin çıkarları gözetilmeli, bu ülkelerin katlanmayacakları ya da katlanmak istemeyecekleri sonuçlara sürüklenmeleri önlenmelidir. Birleşik Devletler sorun çıktığında direniş hareketini askeri açıdan desteklemeye hazır olmalıdır’’17

Bu senaryo aynı zamanda işgale karşı direnişi etkisiz kılmaya, işgalin meşruluğunu sağlanmaya da hizmet etmiştir. Bu acımasız senaryonun insani boyutu ise bir felakettir.

2007 yılında yapılan bir çalışmaya göre Irak’ta tahminen 1 milyon sivil yaşamanı yitirir. UNHCR Nisan 2008 verilerine göre 4,7 milyon Iraklı (nüfusun %16’sı) evlerini terk etmek zorunda kalır. Bunların da 2 milyonu komşu ülkelere sığınır.

Suriye:
ABD’nin 1 Mayıs’ta Irak’a ‘zaferini’ ilan ettikten hemen sonra, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Suriye’yi Saddam rejimi yandaşlarına yataklık yapmakla suçlar ve sıranın Suriye’ye geldiğini söyler. Rumsfeld’in istihbarat yetkililerine Suriye’nin olası işgali için bir plan hazırlanması emri verdiğini söylenir. Savunma Bakanlığı sekreter yardımcısı Douglas Feith* de Suriye’nin terör örgütlerine verdiği destek ile ilgili bir politika belgesi hazırlamaya soyunur. Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz de “Suri¬ye’de değişim olacağı” mesajları vermeye başlar. ABD Savunma Bakanlığı resmi kuruluşu Savunma Politikaları Kurulu Tavsiye Komitesi Başkanı, ‘Karanlıklar Prensi’ unvanlı Richard Perle, bir röportajda, “Ortadoğu’daki diğer düşman rejimlere kısa bir mesaj verebiliriz, 2 kelime¬lik bir mesaj: ‘‘Sıradaki sizsiniz” diyerek Suriye’yi hedef olarak gösterir.18  Artık Suriye ABD’nin Orta Doğu’daki yeni hedefidir. ABD işgal güçlerinin Irak’tan 11 Aralık 2011 tarihli resmi çekilişinden 3 ay sonra, 15 Şubat 2011’de önce Libya’da, 15 Mart 2011’de de Suriye’de iç çatışmalar başlar. Irak’ta uygulamaya konulan dış destekli bir iç savaş senaryosu, Libya ve Suriye’de uygulamaya konur.  

ABD-AB ve İsrail birlikteliğinin Suriye müdahalesi, ABD’nin soğuk savaş dönemindeki rejim değişikliği yapma, ülkede destabilizasyon yaratma eylemlerini andırır.  ABD’nin Honduras’ın Nikaragua ile komşu sınır bölgesinde Kontralar için güvenli bölge oluşturulması, bu bölgede eğitim kampları kurulması, silah ve lojistik desteği sağlanması ve bu bölgeden Nikaragua’daki Sandinist iktidara saldırılar düzenlemelerinin bir benzeri, bugün Türkiye üzerinden Suriye’ye yapılıyor. Özgür Suriye Ordusu Türkiye Suriye sınırında kuruluyor, eğitiliyor, silahlandırılıyor, lojistik destek sağlanıyor, üsler veriliyor ve buradan saldırılar düzenleniyor. ABD, geçmişte Honduras üzerinden yaptığını bugünün Türkiye üzerinden yapıyor. Eski CIA Ajanı Philip Giraldi ABD taşeronuTürkiye ile birlikte NATO’nun gizlice Suriye iç savaşında devreye girdiğini söylüyor.

Philip Giraldi, ‘Suriye yakındaki İskenderun askeri havaalanına inen üzerinde hiçbir işaret bulunmayan NATO uçakları, Kaddafi sonrası Libya’dan gelen silah ve cephaneyi ve Libya iç savaşı deneyimine sahip gönüllüleri getiriyor. İskenderun’da Suriye Ulusal Konseyi’nin askeri kanadı Özgür Suriye Ordusu’nun üssü bulunuyor. Fransız ve İngiliz özel kuvvetler eğitmenleri buradalar ve CIA, ABD Spec Ops savaşçıları ile birlikte Suriyeli isyancılara haberleşme araçları, askeri eğitim ve savaş taktikleri konularında destek veriyorlar’  19

ABD ve Batılı güçler, dış destekli bir iç savaş senaryosu doğrultusunda Irak’ta olduğu gibi Libya ve Suriye’de de dünya kamuoyunu yanıltan, çarpıtılan bilgiler temelinde Dünya medyasını sonuna kadar kullanıyorlar. Çeçenistan, Yemen, Mısır, Tunus, Libya, Türkiye, Suudi Arabistan ve diğer Müslüman ülkeden kendilerine mücahit adı veren paralı katiller Suriye’ye taşınıyor. Bunlar etnik ve dini farklılıklar temelinde katliamlara girişiyorlar. Toplumda korku ve dehşet salmak için kafa kesmelerini, kurşuna dizmelerini, insan eti yemelerini vb videoya kayıt ederek yayınlıyorlar. Bu cihatçı ve Özgür Suriye Ordusu adı altındaki paralı askerlere ABD-AB, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar vb para, silah, eğitim, sağlık yardımı, lojistik yardımda bulunuyor. Tüm bunların dünya kamuoyu tarafından bilinmesi gölgelenirken, yanıltıcı haberler ve görüntüler tüm dünya medyalarına servis ediliyor.   

BM ‘e göre, süren iç savaşta bu güne kadar 93.000 kişi ölür. UNHCR, Dünyada en fazla insanın göç etmek zorunda kaldığı ülkenin Suriye olduğuna dikkat çekiyor ve mülteci sayısının 2013 sonuna dek 3 milyona ulaşacağını belirtiyor. BM Mülteciler Yüksek Komiseri Antonino Guterres, BBC’ye yaptığı açıklamada BM’in 2012 verilerine göre Suriye’de 21.1 milyon kişi yaşıyor ve Suriye’den kaçanların yarısını çocuklar oluşturuyor. Resmi rakamlara göre Suriyelilerin 700 bini Lübnan’a, 307.700’inin Türkiye olmak üzere Irak ve Ürdün’e sığınır. Gerçek rakamların bunun çok üstünde olduğu söyleniyor.

Ayrıca Suriye’ye sığınmak zorunda kalan750.000’i Iraklı mültecinin iç savaşla birlikte Suriye’den kaçmaya başladıkları ve sayılarının da 471.400’e indiği söylenir. Aynı şekilde Ürdün’de bulunan 450.000 Iraklının yaklaşık 390.000’inin de burayı terk eder.  

2.    Bölgede Yaşanan İç Çatışmaların Ülkemize Yansıması, Güney Geçidi: Diyarbakır-Antakya

Her iki komşu ülkede yaşanan iç savaşlar bu ülkeleri yakıp yıkıyor. Şiddetin hedefi ve mağduru binlerce insan da yaşamlarını sürdürmek için evlerini terk ederek iç-dış göçe mecbur bırakılıyor. Binlerce insan hayatını kaybediyor. Irak ve Suriye’de hekim, mühendis, avukat-hâkim, öğretmen, akademisyen vb meslek mensupları ve aydınlar suikastlarda yok edilerek ya da ülkelerini terk etmek zorunda bırakılarak ülke toplumsal-tarihi bilgi birikimden mahrum bırakılıyor. Böylelikle toplumsal hafıza ve uluslaşma birikimi yok edilmeye çalışılıyor.

Irak’ta olduğu gibi 3. yılına yaklaşan iç savaşla birlikte Suriye’de de uluslaşma süreci kırılarak Kürt, Alevi-Sünni Arap temelinde 3 parçalı bir yapı ortaya çıkarılmıştır. Bu gelişmeler ülkemizi de derinden etkiliyor:

1.    Türkiye’nin Güney sınırında: Irak Kürt bölgesinde ortaya çıkan Kürt Özerk Bölgesi diğer bölge ülke sınırları içinde yaşayan Kürt nüfusunun özerklik, konfederasyon vb. biçimlerdeki taleplerini güçlendiriyor. Suriye’deki iç savaş ortamı Suriye’de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgede özerk bir yönetimin oluşmasına yol açıyor. Kürtlerin bölge ülkelerindeki uluslaşma süreci, Kürt ulus kimliğine uygun bir devlet oluşumunu güçlendiriyor.

2.    Hatay bölgesinde yaşayan ve Suriye Arapları ile tarihi, kültürel ve aile bağları olan Arap kökenli vatandaşlarımız, Sünni Alevi temeline oturtulmaya çalışılan iç savaşta yakınlarının mağduriyetlerinden, ölümlerinden etkileniyor. Kendi geleceklerine ilişkinde kaygı duyuyor. AKP Hükümeti’nin izlediği politikalar bu kaygıları daha da arttırıyor:
•    Türkiye Suriye sınırının Müslüman ülkelerden gelen cihatçılara açılması ve Antakya bölgesinin bunlara lojistik alan olarak kullandırılması, para, silah ve savaş mühimmatı desteği ve askeri eğitim sağlanması,
•    Çatışmalardan sonra Antakya bölgesine gelmeleri burada barınmaları, yaralılarını devlet ve özel hastanelerde tedavi ettirmeleri,
•    Suriye’ye savaşmaya gelen cihatçıların Antakya bölgesinde serbestçe dolaşmalarına, barınmalarına, bölge halkını tehdit etmelerine göz yumulması, Antakya’da tüm toplumsal kesimler tarafından dile getiriyor ve eleştiriliyor.

Hatay’da yapılan birçok sosyal çalışma raporları bu durumu açık olarak ortaya koyuyor. Reyhanlı’da yapılan bombalı saldırı öncesinde ve hemen sonrasında Türk Tabipleri Birliği’nin yaptığı alan çalışmasında insanlarla yüz yüze yapılan görüşmelerde özellikle alevi kökenli yurttaşların kaygıları oldukça yüksek boyutlara ulaşmış durumda.

28 yaşında kadın, üniversite mezunu, ‘‘Siz dinlemişsinizdir ekonomik sosyal kültürel olarak nasıl etkilendiğimizi. Ben psikolojik etkisini anlatmak istiyorum. Biz kültür olarak Suriye halkına çok yakınız ve konuştuğumuz dil de aynı. Onlara yapılan bu saldırıyı direkt kendimize yapılmış olarak algılıyoruz ve öyle hissediyoruz. Bu savaşın sadece ekonomik kaygılarla değil, aynı zamanda Alevilik kültürüne (kültür olarak görüyorum ben) yönelik olduğunu düşünüyorum dolayısıyla burada Esad, bizi temsil ediyor ve savaş da bizi hedef almış oluyor. Zaten Türkiye devletinde hiçbir zaman adalet veya eşitliğin olmadığını düşünüyorum ancak şimdi de bu kadar çarpıcı bir şekilde muhaliflerin ne kadar kıymetli ve bizim insanımızın (burada sadece Hataylılardan bahsetmiyorum) ne kadar değersiz olduğunu görmek beni çok sarstı.’’

48 yaşında anne, üniversite mezunu, ‘‘Bu savaştan psikolojimiz bozuldu. Daha önce Alevi-Sünni-Hıristiyan bizim için hiç önemli değildi. Şu anda karşımızda bir Sünni gördüğümüz zaman “Acaba bizim için ne düşünüyor? Acaba şu anda Suriye’deki muhalefetle aynı düşüncede mi? Acaba bize karşı aynı hisleri mi besliyor?” içimize böyle bir kaygı, böyle bir endişe, böyle bir huzur bozukluğu düştü. Aramızda iti kopuğu, ne olduğu belli olmayan yığınla insan dolaşıyor. Çarşıya çıktığımız zaman, acaba bu Suriye’de gördüğümüz görüntüler gibi her an karşımıza bir katil çıkıp bizi bir kenara çekecek mi, acaba bizim bir organımızı kesecek mi diye kaygıyla dolaşıyoruz’’

Ayrıca Başbakan Erdoğan ve AKP yetkililerinin demeç ve söylemleri, var olan olumsuz tabloyu daha da ağırlaştırıyor:
•    Suriye’deki Alevilere karşı Sünni cihatçıları savunmaları, ülkemizdeki alevi kökenli yurttaşlara yönelik ayrımcı, aşağılayıcı söylemlerde bulunmaları, mezhepsel farklılığı vurgulayıcı konuşma üslupları ile mezhepsel bir politika izlemeleri *
•    Başbakan R.T.Erdoğan ve Dışişleri Bakanı A. Davutoğlu’nun Suriye’de barışçıl çözüm yerine sürekli olarak askeri müdahalede bulunmaları,  savaş kışkırtıcı politikalara girmeleri,
•    R.E. Erdoğan’ın AKP lideri ve başbakan olarak, Esad’ın Aleviliğini ve CHP’si lideri Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğini gündeme taşıyarak mezhepçi Sünni bir dil tutturması ve devlet kurumlarının Sünnileştirilmesi,
•    Ayrıca son Gezi eylemleri sürecinde öldürülen 6 gencin hepsinin alevi, bunlarında 3’nün Antakyalı olması,

başta Arap kökenli alevi yurttaşlar olmak üzere alevi kesimlerde kendilerine yönelik özel bir politika uygulandığını düşündürüyor. Alevilerin tepkilerini arttırıyor, alevi-Sünni fay hattını yeniden canlandırıp derinleştiriyor.

Arap Alevi yurttaşlarımız kendilerine yönelik geçmişten beri sürdürülen ayrımcı politikaları** örneklerle dile getiriyorlar ve büyük tepki duyuyorlar. AKP hükümetinin Suriye’deki cihatçıları açık bir şekilde desteklemesi, Antakya bölgesini kullandırması tepkileri daha da arttırıyor.

49 yaşında Bağ Kur emeklisi Erkek Arap Alevi, ‘‘Gerçekten ülkemizde barış içinde Alevi’sinin, Sünni’sinin, Müslüman’ının, Kürt’ünün aklıma gelmeyen bütün dinlerin, bütün ırkların çok rahat yaşayabilecekleri, Amerikan emperyalizmine uşaklık etmeden çok rahat yaşayabilecekleri, çocuklarımızın gülebileceği bir ülkedeyiz. Yeter ki bunun değeri bilinsin, onun bunun oyununa gelinmesin hatta gelenlere lütfen karşı gelinsin, engellensin. Benim ricam budur.’’

37 yaşında kadın, Üniversite mezunu, eşi Arap Alevi, kendisi Kürt Alevi,  ‘‘Öfke burada; yani siz, evet yeniden bir harita çizmeye çalışıyorsunuz, siz orada işte bir şeylerin paylaşımını yapmaya çalışıyorsunuz. Bunu yaparken de işte, elinizde gerekçeleriniz yok. Arap Baharı dediğinizde elinizde kalıyor, sonra işte şimdi bir Alevi- Sünni çatışmasına döndürüldü.’’

40 yaşında, evli iki çocuk babası, Arap Alevi, Üniversite mezunu, ‘‘Suriye ve Ortadoğu üzerinde oynanan emperyalist oyunlar ve bu oyuncular teşhir edilmeli ve her akşam bize medya tarafından pompalanmaya çalışılan yalan yanlış haberlerin tersine bambaşka bir Suriye ve Ortadoğu gerçeği olduğunu bilmeliyiz. …Küreselleşme, globalleşme adı altında dayatılan Yeni Dünya Düzeni; Bizi yoksulluğa ve açlığa mahkûm ettiği açıktır. O dünya düzeni ki; İnsanlığa, işsizlik, yoksulluk, işgal ve savaştan başka bir şey getirmemiştir, Biz işte bunu bizzat yaşıyor ve tanıklık ediyoruz.’’

54 yaşında 3 çocuklu, bir torunlu anne, ilkokul mezunu, ‘‘Afganistan da, Libya da ,Suriye de dincilerin neler yaptıklarını duyuyoruz…Arap aleviyiz.Kendimize dinci muhalifleri tehdit olarak görüyoruz…Bu topraklarda kardeş kardeş yaşadık..Türkiye ve Suriye laik yönetimle idare edilirse biz kendimizi rahat hissederiz…Samandağ halkı hep bunu söylüyor..’’

63 yaşında iki çocuk babası, Çerkez Sünni, emekli işçi, ilkokul mezunu, ‘‘Din, mezhep, ırk ayrımcılığı gibi hassas konular tehlikeli ve kontrolü olamayacak noktalara savrulacak konulardır.’’

31 yaşında, lise mezunu, üç çocuklu kadın, asgari ücretle çalışıyor, ‘‘Güçlükle geçiniyoruz. Kendim içinde akrabalarım ve alevi topluluğu için kaygım, korkum var. Huzur ve güven içinde yaşamak için çaba gösteriyoruz. Birlikte konuşuyor dertleşiyor birbirimizi sakinleştirmeye çalışıyoruz. … Hıristiyan komşularımız da öyle. …Samandağ olarak Suriye de burada hiçbir yerde savaş istemiyoruz. … Savaşın kötülüğünü hep okuduk… O devlet yıkıldı bu devlet kuruldu. Ama o savaş ta çekilen acı ve dramlar nerede.’’

Toplumda artan tepkiler çatışma için elverişli bir ortam oluşturuyor. Antakya bölgesinin Suriye ile tarihi, kültürel ve etnik bir bütünlük oluşturduğu düşünüldüğünde, Suriye iç çatışmasının bu bölgeye de yansıması riski oldukça yüksek görünüyor. AKP Hükümetinin tüm politikaları bu riski daha da büyütüyor. Bölgede AKP politikaları mezhepsel fay hattını tetikliyor. Antakya bölgesinde başlayacak (Alevi-Sünni) mezhepsel bir çatışma ülke boyunca yaygınlaşabilecektir. Yakın tarihte şahit olduğumuz Alevi-Sünni temelinde kışkırtılan çatışmalar yeniden, daha yaygın ve şiddetli bir şekilde ortaya çıkabilecektir.

ABD’nin Küreselleşme politikalarının Ortadoğu’daki uygulamalarına bakınca, ülkemizdeki tablo bu politikaların hayat bulmasına elverişli bir ortam sağlamaktadır. TTB olarak Hatay bölgesinde yaptığımız yüz yüze görüşmelerde bu kaygılar net olarak ifade ediliyor. Güney sınırlarımıza dayanan etnik ve dini temeldeki ayrışmaların daha da artması durumunda, bu parçalayıcı gelişmelerin ülkemize yansıma ihtimali hiç de küçümsenecek bir olasılık değildir.  

ABD düşünce kuruluşlarının, stratejistlerinin ve politika yapıcıları Soğuk Savaş’ın bitişiyle birlikte Türkiye’nin uluslar arası rolünün ve konumunun büyük ölçüde değiştiğinde hem fikirdirler. 1990’lı yıllarda yapılan tartışmalar, yayınlanana raporlar vb çerçevesinde oluşturulan düşüncelerin, politikaların genel hatları ile günümüzde de ağırlığını, geçerliliğini sürdürüyor.

Graham E. Fuller, ‘Soğuk Savaşın sona ermesi NATO’nun önemini köklü biçimde azaltmış olmakla birlikte, Türkiye’nin büyük bir istikrarsızlık ve çatışma içinde bulunan ve geniş kapsamlı politikalarının önemli ve beklenmedik bir değişime yol açabilecek bazı bölgelerin merkezinde yer alması daha belirleyici bir rol oynamaktadır.20

Soğuk Savaş sonrası yeni siyasal ortamda Birleşik Devletler kendi çıkarlarını yeniden tanımlamaya çalışırken, oluşturulacak yeni jeo-politikada dünyada mevcut potansiyel etnik ve dinsel fay hatlarının mutlaka göz önünde bulundurulması gereklidir. Bu fay hatları bağımsızlık kazanma potansiyeli olan ülkeler, ulusal bütünselleşme hedefleri ve hatta – siyasal ve topraksal değişimlerin geçmişte olduğu gibi global anlamlar taşımadığı yeni ortam çerçevesinde-  gelecek yıllarda söz konusu olabilecek toprak talepleri hakkında ip uçları sağlamaktadır.21

Türkiye’nin Kürt bölgelerinde liberal ve yenilikçi politikalar uygulaması dahi, Kürt halkının bugün en azından özerklik arayışına girmesini engellemeyi garantilememektedir. … Kısacası, daha liberal politikalar yoluyla, Irak, İran ve Türkiye’de Kürtlerin kendi kaderlerini tayin yönünde tarihsel bir hareket sergilemesini engellemesi için artık çok geç kalınmış olması muhtemeldir. … Yalnızca zaman, bölgesel gelişmeler ve devlet politikalarının mantığı her şeyi ortaya koyacaktır. Ankara’nın tarihsel olarak geri dönüşü mümkün olmayabilecek bir eğilimi durdurmaya çalışması halinde yaşanacak karmaşa ve maliyet çok yüksek olabilecektir. Bu tür bir teşebbüs sadece Türkiye’nin büyük bir toprak kaybetmesine yol açmakla kalmayacak, aynı zamanda Kürt nüfusunun neredeyse yarısının Güneydoğu’daki etnik bölgeden diğer bölgelere yayılmış olması nedeniyle tüm Türkiye çapında etnik ilişkilerin bozulmasına da kaçınılmaz olarak yol açacaktır.’22

Bölgemizde Irak, Libya ve Suriye’de ‘diktatörlük rejimlerinin yıkılması’, ‘demokrasinin kurulması’, ‘insan hakları’ vb kavramlarla kışkırtılıp organize edilen, lojistik destek sağlanan iç savaşlar ile ülke rejimleri ve toplum dokusu kapitalizmin ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden biçimlendirilmeye çalışılıyor. GOP projesini de içine alacak şekilde Orta Asya’da yaşayan etnik ve dini özellikteki halklar da Güney Batı Asya (Irak, Libya, Magrep ülkelerir ve şimdi de de Suriye’de olduğu gibi) halkları gibi bir çatışma içine sokulmaya çalışılıyor. Türkiye ve İran’ı içine alacak etnik ve dini temelli iç çatışma bu iki ülkenin de tarihi ve kültürel bağları olan Kafkasya ve Orta Asya’da yaşayan tüm halkları da içine çekecek büyük bir kargaşayı da tetikleyebilecektir. Rusya’nın ve Çin’in kendi bölgelerindeki bu iç çatışmalar nedeniyle zayıflatılması ve ABD’nin de bölgedeki etkisinin artmasını düşünüyorlar.   

H. Kissinger, ‘‘Birleşik Devletlerle (Çin’in) karşı karşıya gelmesine yol açabilecek şey, Komünizm değil ancak ulusçuluk olabilir. …Eğer Çin bütünlüğünü korursa, büyük bir güç haline gelmesi muhtemeldir ve bu şekilde Birleşik Devletlere meydan okumak için çok büyük bir kapasitesi olacaktır’’23

‘‘Siyasi düzlemde, İslami köktenciliğin tehdidi muhtemelen en baskın Rus meselesidir. Rusya’nın liderleri Afganistan’daki Taliban’ın ve benzeri hareketlerin daha önceden Sovyet devletleri olan ve Rusya’nın güvenliği için büyük önem taşıyan bağımsızlığını yeni kazanmış Özbekistan, Azerbaycan, Kazakistan, Tacikistan ve Türkmenistan’a tehdit olarak algılamışlardır. Daha da ötesinde, Moskova militan ideolojilerin Rusya’nın güneyindeki Müslüman bölgelerde ayrılıkçılığı ateşlemesinden korkmaktadır.’24

Z. Brezezinski, ‘‘Üstelik küresel sistematik istikrarsızlığın dünyanın pek çok kısmında mevcut devlet sınırlarına karşı çıkılmasıyla güçlenmesi muhtemeldir. Özellikle Asya ve Afrika’da devlet sınırları genellikle imparatorluklardan miras kalmıştır, etnik ya da linguistik sınırları yansıtmazlar. Bu sınırlar yükselen siyasi bilinç daha iddialı toprak isteklerine yöneldikçe artan basınca karşı hassastır. Daha uzun vadede, Çin-Rusya sınırı bile Uzak Doğu’nun son derece düzensiz nüfusu göz önüne alındığında savunulamaz olabilir.’’  25

H. Kissinger gibi, Z. Brzezinski’nin de kitabında dile getirdiği ‘Asya Balkanları’ nda yaşayan 400 milyon insanın yer aldığı bu bölge sonu gelemeyen etnik/dini savaşlar içine itilmeye çalışılıyor. Geniş bir coğrafi alan harap olurken milyonlarca insan da büyük acılara maruz kalabilecektir.

Yazının başında belirtildiği gibi tek kutuplu dünyanın süper gücü ABD’de çeşitli düşünce kuruluşları, vakıflar, stratejistler, politika yapıcılar vb düşünceleri ve bu düşüncelerin politikalara dönüştürülmesi, hayata geçirilmesi genel bir çerçevede ele alınmaya çalışıldı. Geliştirilen düşüncelerin ve politikaların dünyadaki gelişmelere paralel olarak ABD savunma belgelerinde yer bulması ve uygulamaya sokulması her zaman planlandığı gibi de yürümemektedir. Hedef ülkenin, bölgedeki diğer ülkelerin iç dinamikleri, AB, Rusya, Çin gibi diğer güç odaklarının sürece müdahaleleri, ABD politikalarını (1. Körfez savaşında ve Libya’da) kolaylaştırabildiği gibi (2. Körfez savaşında ve Suriye’de) zora da sokabilmektedir. Dolayısıyla ABD politikaları tüm bu dinamiklerin gücüne göre bir değişime de uğramaktadır.

ABD’nin Orta Doğu politikalarının ateşi ülkemizin güney sınırlarına dayanmış ve bizi de tehdit etmektedir. Ülkemizde Kürt halkının kendi kaderini belirme, Alevi toplumun kendi kimliğini koruma, inançlarına sahip çıkma mücadelesi son derece haklı talepleri de içeriyor. Kürt halkının ve Alevi toplumun hak mücadelesi küreselleşme politikalarının ülkeleri etnik-dini-kültürel topluluklar temelinde ayrıştırma gayreti ile örtüşe biliyor. Küreselleşme politikalarının ayrıştırma hedeflerinden uzak durulamadığı taktirde haklı talepler temelindeki mücadele, bir büyük gücün, yani ABD’nin stratejilerinin bir unsuru haline getirebilecektir. Bu durum hem talep sahiplerini, hem de diğer toplumları mağdur edebilecektir. Bu olumsuz gidişatta en büyük sorumluluk da toplumun büyük çoğunluğu oluşturan ‘Türk ve Sünni kesimlere’ düşmektedir.

Tüm dünyada kendi kaderini belirlemek isteyen halklar, kendi kültürlerini ve dillerini yaşatmak isteyen etnik topluluklar, dini inanç toplulukları, egemenlik ve bağımsızlık savunucuları emperyalizmin dayattığı toplum ve devlet biçimleriyle hesaplaşmaksızın ideallerine ulaşamayacaklardır. Dolayısıyla günümüzde baş çelişki emperyalizm ile ezilen halklar arasındadır. Bu çelişki görmezden gelinerek ne ulus devlet içinde yaşayan farklı etnik ve inanç gruplarından oluşan halklar/Millet, ne de etnik, aidiyet, kimlik üzerinden ‘homojenliğini’  sağmaya çalışan toplumsal kesimler, kendi kaderlerini belirme olanağını da, egemenliklerini de elde edemeyeceklerdir.

Z. Brezezinski; Siyasi uyanış coğrafi ölçekte küresel, sosyal ölçekte kapsamlı, nüfus açısından çarpıcı derecede genç, bundan dolayı siyasi harekete hızlı geçişe açık ve arzuların kaynağı bakımından, okur yazarlık ve kitle iletişiminin kümülatif etkisi nedeniyle, uluslar üstüdür. …Küresel uyanış tarihi olarak emperyalizm karşıtı, siyasi olarak Bat-karşıtı ve duygusal olarak giderek Amerikan karşıtıdır.  26

Ülkemizde Sünni Türkler, Kürtler, Alevilerin tüm bölge halklarının temel taleplerine sahip çıkarak gerçek bir vatandaşlık temelinde, birlikte ve ortak bir mücadele içinde bu temel çelişkiyi çözme şansına sahiptir. Ancak bu şekilde
•    Gelir dağılımında adalet, eşitlik
•    Kamusal ve özel alanlardaki her türlü ayrımcılığın sonlanması,
•    Demokratik-sosyal ve kültürel hakların önündeki engellerin kalkması,
•    Egemenlik hakları temelinde bağımsız ve özgürce kendi geleceklerini belirleme,
taleplerine kavuşabileceklerdir.

Aksi takdirde, Irak, Libya, Suriye vb ülkelerin teker teker düşürülmesi sırasını diğer ülkeler izleyeceklerdir. Devrimcilerin, yurtseverlerin, antiemperyalist toplumsal kesimlerin; emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin bölgemizde tek tek ülke ve toplumları (doğrudan askeri müdahale, iç çatışmalar ya da yumuşak güç aracılığıyla yapılan)  yeniden biçimlendirme politikalarına karşı Orta Doğu-Kafkas halklarını ve tüm bölgeyi gözetecek bir mücadele perspektifine sahip olmalarının önemi büyüktür.

Haluk Başçıl

* Cengiz Çandar; ‘‘1999-2000 yıllarındaAmerika’daydım. Türkiye’yle ilgili müşterek bir kitap yazımı projesine katıldım. Kitabın çeşitli bölümlerinin yazarları toplantı yapıyoruz. ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz kitabın editörü.İsrail lobisinin düşünce kuruluşu Washington Institute’ın Türkiye bölümünün başında olan Alan Makovsky de toplantıda. Makovsky sık sık Ankara’ya gider gelir, Genelkurmay’a girer çıkardı. Kahve molasında Makovsky Abramowitz’e “Sen yedinci kattaki toplantıda niye yoktun” diye sordu. Ben “ne toplantısı” diye merak ettim. Meğer 12 Mart 1997’nin cumartesi günü Washington’da dönemin Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın çağrısı üzerine Bakanlık binasının yedinci katında Türkiye ile ilgili bir toplantı yapılmış. Bu toplantı, 28 Şubat kararlarının alındığı MGK toplantısından hemen iki hafta sonra düzenlenmiş. Hatırlayın… Refah Yol, haziranda iktidardan gitti. Bernard Lewis, Paul Wolfowitz, Richard Perle hepsi toplantıdaymış. Türkiye’ye ilişkin olarak ne yapılmalı, o toplantıda konuşulmuş. O toplantıdan çıkan genel eğilim, “doğrudan askerî bir darbe olmadan bu hükümet gitmeli” olmuş.
* 09.05.2011  tarihinde Bayburt’ta konuşan Demokrat Parti Genel Başkanı N. Kemal Zeybek AKP’nin kuruluşuna ilişkin şunları söyler: “Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi kurucusu ve başkanı olarak görevimin başındayken, ABD büyükelçiliği siyasi müsteşarı beni ziyarete gelmek istediğini söyledi. Yanında heyetle geldi. Bana üniversiteyle ilgili sorular sordu, cevaplar verdim ama asıl geliş sebepleri başkaymış. O zaman AKP diye bir hükümet yoktu, 57. koalisyon hükümeti vardı. (AKP diye bir parti kurulursa nasıl olur) dedi. (İyi olmaz) dedim. (Biz onu destekleyeceğiz, siz de içinde var olur musunuz) diye sordu.”

* Negroponte politika kariyerine Vietnam’da başladı ve hızla yükseldi. 1981-1985 arasında Honduras büyükelçisi oldu. Nikaragua’daki Sandinista Hükümetini devirmek için Honduras’ta silahlı milis güçlerinin örgütlenmesi ve Honduras’ın Nigarugau’ya karşı saldırılarda lojistik üs ve askeri eğitim ve saldırı merkezi olarak kullanılmasını organize etti.  El Salvador iç savaşı ve Honduras’ta muhaliflerin ortadan kaldırılmasını yönetti. On binlerce insanın iç savaşta öldürülmesi, suikastlar, katliamlardan, insan hakları ihlallerinin sorumlu olarak ilan edildi. Rejim değişimleri ve iç savaş konusunda uzmandır.
Robert Ford, tecrübeli diplomat ve Arap dünyası uzmanıdır. CIA ve Pentagon’un çeşitli birimlerinde görevler alır. Ford, ülkelerde kargaşalar ve siyasi değişim uzmanıdır. 2004-2005 yıllarında Bağdat’ta Negroponte’nin ekibinde çalıştı. Irak için Salvador Seçeneği ile “isyanı bastırmak” programını yürüttü. CIA ve MI6 “Irak’taki El Kaide” güçlerini denetleme görevini yürüttü. Bu program kapsamında John Negroponte ve Robert Stephen Ford, Irak’ta ölüm mangalarının inşasından sorumluydular. Negroponte operasyonları ABD elçiliğindeki ofisinden yönlendirirken, ileri düzeyde Arapça ve Türkçe bilen Robert S. Ford, “Yeşil Bölge” dışında, Şii ve Kürt milis kuvvetleri ile bağlantıları sağlamakla görevliydi.
Iraktaki başarıları ve burada uygulanan dış destekli bir iç savaş senaryosunun Suriye’de de yürürlüğe konması amacıyla Robert Stephen Ford 2011 senesi Ocak ayında ABD Büyükelçisi olarak Şam’a gönderilir.
* Michele A. Flournoy: ‘Ulus İnşası, Alınan ve Alınmayan Dersler’ makalesinde ABD’nin 1990’larda yürüttüğü ulus inşası çabalarını değerlendirdiği makalesinde, Somali, Haiti, Bosna ve Kosova’daki yapılanmaları değerlendirir. Elde edilen deneyimlerden yararlanılmadığını ortaya koyar.

Staratejik ve Uluslar arası Çalışma Merkezi’nin Uluslararası Güvenlik programının baş danışmanıdır. Ulusal Savunma Üniversitesi (NDU) bünyesindeki Ulusal Stratejik Çalışmalar Enstitüsü’nde araştırma profesörü olarak görev yaptı. Dört yıllık Savunma Gözden Geçirme çalışma grubunu kurdu ve yönetti.  Savunma Bakanlığı Strateji ve tehdit azaltmadan sorumlu

başyardımcı görevinde bulundu. Savunma Bilim Kurulu, ABD Strateji Komutanlığı Strateji Danışma Kurulu, Dış ilişkiler Konseyi, Apsen Strateji Grubu ve Women in International Security’nin yönetim kurulu üyesidir.
* Johanna Mendelson Forman: ‘Bağdat’ta İşe Koyulmak’ isimli makalesinde Irak’ta savaş sonrası dönemde yapılanma sürecinin nasıl ters gittiğini ortaya koyar.

2002 yılından beri BM Vakfı’nda barış, güvenlik ve insan hakları konularından sorumlu üst düzey program uzmanı olarak görev yapıyor. Başta sivil sorunlar olmak üzere silahlanma, iç güvenlik ve barışı koruma olmak üzere güvenlik ve kalkınma ile meselelere odaklanıyor. Stratejik ve Uluslar arası Çalışmalar Merkezi başkanlığındaki bir ekibin üyesi olarak, Irak’taki Koalisyon Geçici Yönetimi’nin savaş sonrası yeniden yapılandırma çabalarının gözden geçirilmesi çalışmalarına katıldı.
* Douglas Feith: George W. Bush döneminde Beyaz Saray’da Stratejik Etki Dairesi oluşturdu. Bu ofisin amacı yabancı medyayı yönlendirecek ön yargılı raporlar (politik karar alıcıları ve dünya kamuoyunu etkileyecek) hazırlamaktı. Irak’ın işgal edilmesi sırasında yararlanılan yalan rapor ve bilgilendirmeler burada üretildi. 2001 Irak işgalini ve Afganistan savaşını yöneten Général Tommy Frank 2011 Nisan’ında yazdığı makalede, Douglas Feith’le ilgili olarak “the dumbest fucking guy on the planet” demektedir.

2007 Şubat’ında Pentagon müfettişleri bu Daire’de yanıltıcı, uydurma bilgiler üretildiğini tespit ederek raporlarlar.
* Başbakan Erdoğan, partisinin Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda: ‘ “Reyhanlı olayları sıradan bir olay değildir. Reyhanlı’da dikkat edilirse 53 Sünni vatandaşımız ne yazık ki şehit edildi.’ Diye konuşarak eylemi yapanların Alevi olduğu mesajını vererek alevi yurttaşları hedef göstermiştir.

* * Arap Alevi kökenli insanlarla yaptığımız yüz yüze görüşmelerde; Antakya bölgesinde Arap Alevi kökenlilerin bir kamu yöneticisi (il milli eğitim yada il sağlık müdürü, hatta polis bile) olmasına izin verilmediğini söyleyerek, kendilerinin sürekli dışlandığını ifade ediyorlardı.

 Graham E. Fuller: 1965 ve 1985 yılları arasında ABD Dış İşleri Bakanlığı’nda çalıştı. Faaliyet alanı o kadar genişti ki hem National Security Advisory (Ulusal Güvenlik Danışmanlığı) hem CIA hem de Dış İşleri için çalıştı. 20 yıl boyunca CIA’nin Türkiye, Lübnan, Suudi Arabistan, Yemen, Afganistan ve Çin bürolarında görevler üstlendi. CIA Orta Doğu şefi görevini yürüttü.

CIA’in Orta Doğu ile ilgili uzun vadeli öngörüler bölümünde stratejist olarak da çalışan Fuller, Soğuk Savaş döneminde SSCB, komünizm gibi konularda da önemli bilgiler topladı. Bu dönemde Sovyetlerin geleceği nasıl olacak konusunda raporlar yazdı.
1977 ile 1980 yılları arasında Türkiye’de de görev yapan Fuller’in, 1980’li yıllarda Türkiye için Yeşil Kuşak projesinin hazırlayıcısı olduğu biliniyor. Mükemmel derecede Türkçe, Rusça ve Kürtçe bilmektedir. Ayrıca Rusça ve Çince kadar birçok Orta Doğu dilini çok iyi konuşabilmektedir.
1986 yılında CIA’nin Ulusal İstihbarat Konseyi’nde stratejik öngörü bölümünün başkan yardımcısı görevini yürüttü. CIA’nin düşünce kuruluşu olan RAND Corporation’ın siyaset bilimi bölümünün 12 yıl başkanlığını da yaptı. Fuller’in Türkiye, İran, Afganistan, Pakistan gibi ülkeler hakkında RAND ve CIA için hazırladığı birçok rapor ve dosyalar vardır. Ayrıca Müslüman dünyanın jeo-politiği ve siyasal İslam üzerine birçok makalesi ve kitabı bulunmaktadır.

 

  1. http://www.habername.com/haber-cengiz-candar-28-subat-necmettin-erbakan-cevik-bir-73397.htm ve   http://www.belgeselyayincilik.com/genel/erbakan-ile-28-subat-roportaji
  2. Samir Amin, Mettre en déroute l’islam politique et l’impérialisme, deux objectifs stratégiques indissociables,  http://www.gabrielperi.fr/Mettre-en-deroute-l-islam
  3. http://www.odatv.com/images/2010_08/2010_08_17/basbakan-cengiz-candari-nasil-yalanliyor-1708101200_m.jpg
  4. Neocon Yeni Muhafazakârlık Temel Belgeler ve Eleştiriler, Gamze Erbil-Ali Şimşek, Yeni Hayat Kütüphanesi, 2004, s 34
  5. Amerika’nın Dış Politikaya İhtiyacı Var mı?, Henry Kissinger, ODTU Geliştirme Vakfı Yay. ve İletim AŞ, 2001, s 149
  6.  Neocon Yeni Muhafazakârlık Temel Belgeler ve Eleştiriler, G. Erbil-A.Şimşek, Yeni Hayat Kütüphanesi, 2004,s 60
  7.  Neocon Yeni Muhafazakârlık Temel Belgeler ve Eleştiriler, Gamze Erbil-Ali Şimşek, Yeni Hayat Kütüphanesi, 2004, s 64
  8.  Devlet İnşası, Francis Fukuyama, s 17
  9.  Ulus İnşası ve Kurumsal Hafızanın İflası, Francis Fukuyama, Devlet inşası s 15
  10.  Irak ve Suriye’deki Ölüm Mangaları- Michel Chossudovsky, http://muhalefet.org/yazi-irak-ve-suriyedeki-olum-mangalari-michel-chossudovsky-27-4704.aspx
  11.  http://www.iraqbodycount.org/analysis/numbers/2012/
  12.  Ulus İnşası ve Kurumsal Hafızanın İflası, Francis Fukuyama, Devlet inşası s 13
  13.  Ulus İnşası, alınan ve Alınmayan Dersler, Michele A. Flournoy, Devlet inşası, Francis Fukuyama, s 140
  14.  Devlet inşası, Francis Fukuyama, s 65
  15.  Bağdat’ta İşe Koyulmak, Johanna Mendelson Forman, Ulus İnşası,  s 302
  16.  Amerika ve Dünya, Amerikan Dış Politikasının Geleceğine Dair Konuşmalar, David Ignatius, Zbigniew Brzezinski ve Brent Ccowcroft,  Profil Yayıncılık, 2009, s66
  17.  Amerika’nın Dış Politikaya İhtiyacı Var mı? H. Kissinger, ODTU Geliştirme Vakfı Yay. ve İletim AŞ, 2001, s 177-272
  18.  Neocon Yeni Muhafazakârlık Temel Belgeler ve Eleştiriler, Gamze Erbil-Ali Şimşek, Yeni Hayat Kütüphanesi, 2004, s 25
  19.  NATO vs. Syria, http://www.theamericanconservative.com/articles/nato-vs-syria/
  20.   Dünyada Türkiye’nin Artan Rolü, Graham E. Fuller, Balkanlar’dan Çin’e Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu, Graham E. Fuller – Ian O. Lesser, Alfa Basım Yayın Dağıtım, 2000, s 212
  21.   Dünyada Türkiye’nin Artan Rolü, Graham E. Fuller, Balkanlar’dan Çin’e Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu, Graham E. Fuller – Ian O. Lesser, Alfa Basım Yayın Dağıtım, 2000, s 233
  22.   Dünyada Türkiye’nin Artan Rolü, Graham E. Fuller, Balkanlar’dan Çin’e Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu, Graham E. Fuller – Ian O. Lesser, Alfa Basım Yayın Dağıtım, 2000, s 223
  23.   Amerika’nın Dış Politikaya İhtiyacı Var mı? Henry Kissinger, ODTU Geliştirme Vakfı Yay. ve İletim AŞ, 2001, s131-132
  24.  Amerika’nın Dış Politikaya İhtiyacı Var mı? Henry Kissinger, ODTU Geliştirme Vakfı Yayıncılık ve İletim AŞ, 2001, s 286
  25.   İkinci Şans, Brezezinski, İnkilap Kitabevi, 2008, s 215
  26.   İkinci Şans, Brezezinski, İnkilap Kitabevi, 2008, s 210

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir