Aydın Sorumsuzluğu Mu Yoksa İhaneti Mi? -Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Gerçeği Aramaktan Vazgeçmemeliyiz…

İki nedenden dolayı en kararlı biçimde Türklerden yana tavır almaktayız:

Birincisi, çünkü biz ‘Türk köylüsünü’ Türk halk kitlesini inceledik ve onun kesinlikle ‘Avrupa’daki köylülüğün en becerikli ve ahlaklı temsilcisi’ olduğunu gördük.

İkincisi, ‘Rusların yenilgisi, Rusya’da bir sosyal devrimi’, ki böyle bir devrimin öğeleri yığınla mevcuttur, çok hızlandırmış olacaktır.” (Karl Marx-Friedrich Engels, Collected Works, Volume 45, S.296, 208’inci Mektup.)

93 Harbi olarak da bilinen 1877–78 Osmanlı-Rus savaşının cereyan ettiği dönemde Marx, Türklere ve Türkiye’ye bakışını, bu savaşın yaratacağı sonuçlar hakkındaki düşüncelerini 4 Şubat 1878’de W. Liebknecht’e yazdığı mektupta ortaya koyuyordu. Ama bizler, Türkiye’de devrimcilik yapmaya başladığımızda (1970’lerde) Marx’ın Türkler hakkındaki bu olumlu görüşünü bilmiyorduk. Bu durum karşısında şu soru ister istemez aklımıza takılıyor; ülkemizin aydınları, çevirmenleri-yayıncıları sosyalizmin bu büyük önderinin Türkler ve Türkiye ile ilgili görüşlerinin tamamını neden Türkçeye çevirip yayınlamamışlardı?

Marx ve Engels Oryantalist Düşünceyi Eleştirdiler

Yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi Marx ve Engels, özellikle 1876’dan sonra yazdıkları birçok mektupta Türkiye ve Türklerle ilgili (Marx ve Engels’in Osmanlı değil de Türk ve Türkiye kavramlarını kullanmaları dikkat çekici) 19. yüzyılda Avrupalı aydınlar arasında yaygın olan oryantalist değerlendirmelere aykırı tespitler yapıyorlar. Bilimsel sosyalizmin kurucuları 1870’li yılların ortalarından itibaren yazdıkları mektuplarında Türkiye’yi Rusya’nın işgal etme ve Batılı devletlerin sömürgeleştirme isteklerini eleştirirler.

Marx, bu tarihten itibaren Leibniz, Voltaire, Kant ve Hegel gibi Avrupa’nın önemli filozoflarının oluşturduğu oryantalist düşüncelere aykırı görüşleri savunur. Bu tavrın belli başlı nedenleri; Doğu’yu daha yakından tanımaya başlaması, Rus çarlık yönetiminin yayılmacı eğilimlerinin büyümesi ve Avrupa burjuvazisinin gittikçe gericileşmesidir. Marx’ın ömrünün sonlarına doğru Cezayir’de bir yıl kadar kalması Avrupa merkezci düşüncelere sırt çevirmesinin son noktasıdır. Çünkü Cezayir’de Doğu toplumlarını daha yakından tanıma fırsatı bulur.

Kırım Savaşından (1853-56 Osmanlı-Rus Savaşı) sonra, 1876’dan itibaren, özellikle de 93 Harbi ile birlikte Marx – Engels’in Şark meselesi ve Türkiye ile yeniden sıcak biçimde ilgilenmeye başladıklarını görüyoruz. Marx, tüm Avrupa’nın kaderini etkileyecek olan bu savaş karşısında sessiz kalmadı. Türkiye’de devrimci gelişmeden/devrimden yana olan Marx ve Engels, Çarlık despotizminin Avrupa devrimi için en büyük engel olduğunu ve bu devletle savaş halinde olan Türkiye’nin, nesnel olarak, Avrupa’nın devrimci potansiyelinin harekete geçmesinde etkin olabileceğini düşünüyorlardı. Osmanlı-Rus savaşını hangisinin kazanacağı bu bakımdan önemliydi. Marx, Rusya’nın yenilgisinin “bütün Avrupa’daki dönüşümü de hızlandıracağı” düşüncesindedir. Aynı mektupta Marx, “Türkiye’nin Avusturya’nın Rusya’ya karşı dalgakıran olduğunu” söyleyerek soruna ne kadar stratejik baktığını da ortaya koyar. Marx, Türkiye’ye Rus, İngiliz ve diğer Avrupa devlet adamları gibi bakmıyordu. O, Türkiye’yi Avrupa devlet düzeninin son kalelerinden biri olarak görüyor ve Türkiye’nin yıkılması durumunda Avrupa devlet düzeninin tamamen çökeceğini söylüyordu.

Marx ve Engels’in Türkiye’de önem verdikleri bir gelişme de İstanbul’da ortaya çıkan ilerici gelişmelerdi. Midhat Paşa’nın öncülüğünde yürütülen demokrasi ve laiklik kavgasını sempatiyle izliyorlardı.

Midhat Paşa ve arkasında toplanan hürriyet taraftarları tarafından Sultan Abdülaziz’in 30 Mayıs 1876’da tahttan indirildiği tarihten önce, 24 Mayıs 1876 tarihli mektubunda Engels İstanbul’daki gelişmeler hakkında Marx’a bilgi verir. Engels mektubunda gazetelerde İstanbul’da bir “softa (medrese öğrencisi) devriminden söz edildiğini” yazar, bunun üzerine Marx ona bir gün sonra verdiği yanıtta şöyle der: “Hatırlarsan, kısa bir süre önce seninle Türkiye hakkında konuşurken, Türkler arasında püriten (Kuran’a dayanan) bir parti ihtimalinden söz etmiştim. Bu olasılık şimdi gerçekleşti. Frankfurter Zeitung’un İstanbul’daki muhabirine göre, bu gidişle Sultan tahttan indirilecek ve yerine kardeşi (V. Murat) geçirilecek.” ( Bu mektuplar; K. Marx-F. Engels, Collected Works, Volume 45, 117-119’uncu sayfalardadır.)

Türkiye’deki olayların hızı ve verdikleri önem dolayısıyla Marx ile Engels arasındaki mektuplaşmalar sürer gider. Mesela Engels’in üç gün sonra (28 Mayıs 1876’da) Marx’a yazdığı cevapta bu olayların gidişatı hakkında onun haklı çıktığını belirtir ve “Doğu devrimleri”nin öbürlerinden daha fazla ve hızlı kararlılık gerektirdiğini ifade eder. (Age, s.122)

marx (2)

Bu Yönlendirmenin Nedeni Nedir?

Engels’le Marx arasındaki bu mektuplar incelenince Türkiyeli solcuları ilgilendiren önemli gelişmelere ışık tutan değerlendirmelere yer verildiği görülecektir. Örneğin Birinci Meşrutiyet’in ilan edildiği koşulları Marx ve Engels’in ele alışlarıyla birlikte anlamanın önemi yadsınamaz. Bu nedenle I. Meşrutiyet’in ilan edildiği dönemi değerlendiren aydınların – solcuların bu mektupları okumadan o devir hakkında yaptıkları tahlillerin isabet oranları tartışılır.

28 Mayıs 1876 tarihinde Engels’in Marx’a yazdığı söz konusu dönemle ilgili üçüncü mektup Sol Yayınlarının 1996’da bastığı “K. Marx F. Engels, Seçme Yazışmalar 2, 1870-1895” isimli kitabın 97-99’uncu sayfalarında yer alıyor. Ancak bu kitapta Türkiye ile ilgili kısım üç nokta konularak geçiştirilmiş (s. 99). Marx’ın mektubunun tamamının yer aldığı Karl Marx-Frederik Engels, Collected Works, Volume 45, S.123’e bakınca mektubun bu kısmının çevrilmediği görülüyor. Buradan hareketle bazı mektupları inceleyince Marx – Engels’in Türklerin ve Türkiye’nin lehine olan ama çarlık Rusya’sının aleyhine olan yazılarının çoğunlukla Türkçeye çevrilmediği görülüyor.

Sosyalizmin temel eserleri Türkçeye ilk kez büyük ölçüde 1960 ve 1970’li yıllarda çevrildi. O yılların devrimcileri sosyalist teoriyi esas olarak bu çevirilerden öğrendiler.

Türkiye’deki bazı solcu politikacılar veya politik çevirmenler ve yayıncıların Marksist literatürü oluşturan eserlerden kendi politik görüşlerini desteklediğini düşündükleri parçaları öncelikle çevirip yayınladıkları, bu görüşlerine uygun buldukları makaleleri bir araya getirip kitaplaştırdıkları biliniyordu ama politik görüşlerine ve amaçlarına uygun olmayan yazıları görmezden geldikleri pek bilinmiyordu.

1960’lar, 1970’ler ve sonrasında çeviri faaliyeti yürüten yayınevlerinin Marx – Engels’in 1876 ve sonrasında Türkler ve Türkiye ile ilgili yazdıkları mektupları yayınlamamalarının nedenleri üzerinde durmak gerekiyor. Sol, Bilim ve Sosyalizm, Birikim, Belge, Kaynak ve diğer yayınevlerinin Marx ve Engels’in söz konusu dönemde yazdıkları mektupları neden yayınlamadıklarını açıklamaları gerekir. Bunca zamandır bu ve benzeri yayınevlerini ayakta tutan okuyucularına karşı sorumlulukları var.

Bizim kuşakların Marksist ideolojiyi öğrendiği en önemli eserleri Sol Yayınları’nın bastığı bilinen bir gerçek. Sol Yayınları’nın ilk cildini 1995’te, ikinci cildini 1996’da bastığı “K. Marx – F. Engels, Seçme Yazışmalar” adlı kitapta Türklerle ilgili bazı mektuplara yer verilmemiş olmasını yadırgamamak mümkün değil. “Bu bir seçme”dir ya da “çevirisi yapılan kitapta (Selected Correspondence) söz konusu mektup(lar) yoktu” veya “eksikti” denebilir. Ama Türkiye’de yayınlanan böyle önemli bir eserde en çok Türkiye ve Türklerle ilgili mektuplara yer vermek, hatta bu mektupların tamamını bularak çevirmek ve yayınlamak gerekmez miydi? Bu tavrı “yoktu”yla ya da “eksiklik”le izah etmek mümkün mü?

Sosyalizmin bu büyük önderlerinin Türkiye ve Türklerle ilgili yaptıkları değerlendirmelere (özellikle de Türklerin lehine olan ifadelere, bölümlere) bu kitapta yer vermeyerek ne yapılmak istendiği sorusu, ister istemez aklımıza geliyor. Bu tavrın altında yatan asıl neden nedir? Türkiye insanına Marx ve Engels’in halkımız ve ülkemiz hakkındaki düşüncelerinin tam olarak-bütün yönleriyle- okutulması doğru çevirmenlik ve yayıncılık anlayışının gereği değil mi?

Batı’dan kaynaklanan oryantalist önyargıların kırılması, Türkiye halkının kendine güveninin artması, sosyalizmin önderlerinin Türklere nasıl baktıklarının öğrenilmesi istenmiyor mu, amaç nedir? Aklımıza ister istemez Türkiye’deki “ulusal sorun”la ilgili yönlendirme yapılmak istendiğine dair sorular geliyor. Birincisi, genç devrimcilerin Türkiye’nin uluslaşma sürecinin başlangıç dönemlerini (I. Meşrutiyet’in ilanı ve sonrası) Marx ve Engels’in yazılarından öğrenmeleri istenmemiş olabilir. Böylece köklü bir geleneğe sahip olan Türkiye’deki uluslaşma sürecinin ömrü kısaltılırken, 19. yy sonlarında verilen mücadeleler “Batı taklitçiliği” değerlendirilmesiyle sınırlandırılarak itibarsızlaştırılmaya çalışılmış olabilir. Sorunun bir başka yönü de bazı çevirmen ve/veya yayıncıların solu etnikçi kavgaların mücadele alanı ve aracı haline getirmek istemeleri olabilir. Bu düşünceyle bağlantılı olarak, Marx-Engels’in Türkiye ve Türkler yönünden olumlu değerlendirmeler içeren mektuplarının ülkemiz devrimci gençliği üzerinde pozitif etki yaratmasından çekinilmiş olabilir.

İki başka mektupla bitirelim: Marx’ın 4 Şubat 1878’de Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin önde gelenlerinden W. Liebknecht’e yazdığı ve bu yazının girişine koyduğumuz alıntının yer aldığı mektuba “K. Marx – F. Engels, Seçme Yazışmalar” adlı kitapta yer verilmemiş olması yukarıdaki düşüncemizin doğruluğunu desteklemektedir. İkincisi, Marx’ın 11 Şubat 1878’de yine W. Liebknecht’e yazdığı mektuba bu kitapta yer verilmiş ancak Türklerle ilgili kısımlar görmezden gelinmiş. Seçki yapan yabancılar Türklerin lehine Rusların aleyhine olan kısımları görmezden gelmiş olabilirler ama bu mektup Türkçe olarak basılırken neden tamamı çevrilip basılmadı, sorusunu sorma hakkına da sahibiz. Bu mektubun İngiliz işçi sınıfı, sendikalar ve burjuva partileriyle ilgili kısmı çevrilmiş ama Türklerle ilgili kısımlarına yer verilmemiş. (Üstelik bu mektubun Türklerle ilgisinin olduğu Açıklayıcı Notlar-284’ten de anlaşılıyor.) Söz konusu mektubunda Marx, Polonyalıların daha önce Rusların safında Türklere karşı savaştığını, o tarihlerde (1878) Türklerin Polonyalılara karşı savaşmalarının sağlanmaya çalışıldığından söz ettikten sonra; “Avrupa’nın en cesur iki soyu olan Türkler ve Polonyalıların aşağılanmalarının öcünü Avrupa’dan alacaklarını” yazıyor. Marx bu mektubunda Batı’da yaygın olan aşırı Helen severliğe karşı da mesafe koymaktadır. (Onur Bilge Kula, Batı Felsefesinde Oryantalizm ve Türk İmgesi, s.436-37, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2005.)

Marx ve Engels’in mektuplarının tamamını, özellikle de 1876 ve sonrasında Balkanlar, Rusya, Türkiye ve Türklerle ilgili yazdıkları (mektupları) olduğu gibi çevirip basacak bir yayıncı aranıyor!

 

Mehmet Ali Yılmaz

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

6 Responses

  1. hocam yazınızı okudum ama dil bilginizin sadece türkçe ile sınırlı olduğunu düşünüyorum… eğer almanca veya başka dil bilmiş olsaydınız o tarihlerde osmanlı devleti veya osmanlı imparatorluğu kullanılmıyordu, yerine türkiye kullanılır, osmanlı tebaası yerine türk kullanılır gerçeği ile karşılaşırdınız.. marks ve engelsin kullandığı türk içinde ermeni, rum, arnavut, arap, yahudi…. yani osmanlı içinde yaşayan her halkı kucakladığını bilmeniz gerekliydi.. ırk yok orada.. almanya demek ile alman demek gibi bir şey. almanları eleştirirken ırk almanı değil, polanyalı,çek, slovak… alman ve yahudileri içine alırdı… sınıfsal bakış içinde ırk imgeleri kullanılmazdı… bu arada bildiğiniz gibi tercümanlar işine geleni değil, ona o işi ısmarlayanların tercihini göze alırdı, bu tercihi tüm yayıncılar ve okuyucular bilirdi ki, siz de bildiğinizi söylüyorsunuz.. demektir ki sansürlü olan tercüme kitabı okuyordunuz… o yüzden her devrimci birden fazla dil bilmek ile yükümlüdür, devrimci olmaya aday insanlara dil öğrenmesi için koşullar yaratmak ile yükümlü olmalıdır… gördüğünüz gibi eksik bilgiler ile yola çıkanlar 12 eylül gibi ortamda birden düşmesi ve “illüzyonu” kaybetmesi ile yüzleşir… yenilginin en büyük sebebi bugün ayağa kalkamadığımız sonuçlar ile tartışılması daha anlamlıdır… türk kelimesine gereksiz anlamlar yükleyerek, mussolini ile aynı kulvarda buluşmamak için daha dikkatli davranmak gereklidir…

    1. Mehmet Ali Yılmaz’ın yazısı önemli bir noktayı vurguluyor ve diyor ki;
      “Batı’dan kaynaklanan oryantalist önyargıların kırılması, Türkiye halkının kendine güveninin artması, sosyalizmin önderlerinin Türklere nasıl baktıklarının öğrenilmesi istenmiyor mu, amaç nedir?”
      İsmail Cem Özkan’ın yorumunun elitist bir anlayışın ürünü olduğu görülüyor. İşçi sınıfının önderleri ve devrimci gençlerin kolejlerde mi yetişmesi gerekiyor? Bu yorumdaki anlayış yazıda eleştirilen yanlış tavra hak vermekten başka bir işe yaramaz.
      Devrimcilere teşekkürler…
      Elif

  2. Yazının mesajla biten kısmına katılıyorum. Gecikmiş de olsa belki yapılacak bir şeyler vardır? Ya da bu işten yeterince rant sağlayanlar olmuştur ? Hani şu kasım kasım gezinipte sanki kendinde bir hikmet varmış edası uyandırmaktan pek bir hoş hoşlar vardı ya şimdilerde de viski düşkünü olup taraflı tarsız kalemşör hazretler veya yaslanacak sağlam duvar arayanlar diyorum… Amacım bu değili..
    , Marks’ın Türkler tanımında açıklık yeterince net değil gibi . Böyle düşünmeme yol açan neden, Mithat Paşa için benim düşüncem bir Osmanlı reforumcusu olarak görmemdendir. 1850 lerden sonra aydınlar arasında özellikle de Namık Kemal Türklük lafını kullanmışsa da yine de Osmanlıcılık yapmıştır.Marks ve Engels’in, Türk ve de özellikle Türkiye kavramını nasıl kullandığını düşünmeden edemiyor insan….

  3. Hemen “Türk” sözcüğüne takmış yorumcular. Marks ve Engels bu toprakları Türklerin görüyorlar. Hem etnik olarak hem bir kültür olarak… Ermeni ve Rumların olması burası hakkında Türkler denmesini engellemez ki… Almanya’da başka soyların halkların olması Almanlar dememizi engellemediği gibi… Neyse… Yazının Türk diye böyle bir anafikiri yok. “Anafikir”i Osmanlı yönetimi, Türlerin yönetimi konusunda o dönemdeki devletin konumu konusunda yazılanları içinde sırf “Türk” geçiyor diye niçin yayınlamamışlar. Bu düşmanlık niçin? Soru bu…

  4. yazıyı ve yorumları okudum. doğrusunu isterseniz yazıya da, Ali arkadaşın yaptığı yoruma da yürekten katılıyorum. türk adını görünce düşünmeyi bırakıp saldırıya geçen kişilere söyleyecek söz bulmak zor. türklere bu nefretiniz, kininiz niye? bu ülkede türk olup da solcu olan, devrimci olan milyonlarca insan oldu. ayrıca “mussolini” vb… küfür edebiyatına sarılmak için hakikaten insanın şuurunu iyice yitirmiş olması lazım. böyle şuursuz insandan da düşünmesini beklemek yanlış olur aslında. saldırmak için saldırı yapılmış. bunun için kullanılan tezler de o kadar pespaye ki yazan insanın aklını büsbütün yitirmiş, delirmiş olması lazım. muhattap almaya bile gerek yok. ama şu kadarını belirtelim. 1970’li yıllarda geniş halk kesimlerinin, hatta onu geçelim devrimcilerin çoğunun bile öyle işi gücü bırakıp dil öğrenecek ne vakti ne imkanı vardı. bir avuç kolejli çocuğu bir kenara ayırırsak orası başka. ikincisi, böyle bir imkan olsa bile, yayıncılık-çevirmenlik yapan kişi, hele sol klasikleri çeviriyorsa, halka karşı doğrudan doğruya sorumludur. yoksa, tam da bu yüzden kenan somer’i eleştiren mahir çayan’a; “eleştiri yapma da git dil öğren cahil çocuk” demeniz gerekirdi. aynı mantığın-kafanın tutarlı sonucu budur. makyavel’inden erasmus’una, montaigne’e kadar adamlar türk demiş, türk’e türk, rum’a rum, slav’a slav demişler. calvin’in zindanındaki servetus bile kendisini zindana atanlara sitem etmek için “reva mı bu, beni canavar, kafir türkler gibi zindanlara atıyorsunuz” demiş. görülüyor ki her türden kimlikçiliğin, mezhepçiliğin, yobazlığın karşısında bu halk birlik olup dimdik duramadıkça bizden bir şey çıkmayacağı açık… cahiller küstah olur demişler, bu yorumları gördükçe de işimizin ne kadar zor olduğu anlaşılıyor. mehmet ali yılmaz’a “sabır” dilerim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir