Nebi oğlu Ahmet Şükrü (dedem, anamın babası), Sakarya meydan savaşında hastalanıp Afyon Sandıklı’da hayatını kaybeden amcam Mehmet Ali gibi Bağımsızlık Savaşına süvari olarak katılarak, İnönü’de, Sakarya ve Büyük Taarruz’da savaştı.
Ekim 1920’de Konya’dan Bozkır’a, Akseki üstünden Manavgat’a ve Alanya’ya kadar yayılan İngiliz’in esiri Sultan’ın isyancıları Ahmet Şükrü’nün Kuvvacıların safında, Büyük Millet Meclisi Ordusunda yerini almasını önleyemediler.
Sakarya savaşında boynundan şarapnelle yaralanan Şükrü dedem İzmir’e ilk giren süvarilerden biriydi. Onlar atlardan, topraktan ve dedelerinin yaşadıklarından öğrendikleriyle mandacıları, işbirlikçileri, din bezirgânlarını ve işgalcileri alt edenlerdi.
Dedem, 26 Ağustos sabahını ve sonraki günleri çok net hatırlar ve her anlatışında adeta yeniden yaşardı.
Büyük Taarruzda atlarının ayaklarına keçe sararak geceleri yürüdüklerini ve böylece düşmanın arkasına sarktıklarını anlatan Dedem, Yunan komutanı General Trikopis’i yakalayan birlikte yer aldığından da söz ederdi.
Bu Yunan komutanın yakalanmasıyla ilgili savaştan sonra farklı iddialar ortaya atılmıştır. Refet Bele dahil bazı komutanlar da Trikopis’in yakalanmasıyla ilgili görüşler öne sürmüşlerdi.
Bir süvari olan dedem Trikopis’i Uşak taraflarında bağ evi gibi bir yerde yakaladıklarını, atına bindirmeyerek maiyetiyle birlikte yürüttüklerini ve hatta Yunan komutanının atına kendisinin bindiğini, Trikopis’i teslim alan Türk komutanın bu duruma çok kızdığını, hatta bu komutanın “Seni Divan-ı Harbe vereceğim, Yunan da olsa koskoca komutanı nasıl yürütürsün?” dediğini, ama Divan-ı Harbe verilmediğini anlatırdı. (Ahmet Çavuş isimli bir başka asker ise Trikopis’i Afyon dışında bir manga askerle yakaladıklarını belirtmiştir. Afyon’lu Ahmet Çavuş’un anlatımından bu manganın süvari birliği olmadığı ve Trikopis’i Uşak’ta değil Afyon’da yakaladıkları anlaşılmaktadır.)
Yakalanmasıyla ilgili Trikopis ise anılarında Türk süvarilerine Uşak civarında teslim olduklarını açıklamaktadır: “Türk süvarilerinin hatlarımıza yaklaşıp, mukavemet gösterdiğimiz takdirde askerlerin kesileceğini anlayınca beyaz bayrak çekmek mecburiyetinde kaldık.
Uşak dışında esir olup o zamanki Türk ordusu kumandanı İsmet Paşa’nın… dairesine götürüldüm; o da beni Mustafa Kemal’e götürdü.” (General Trikupis’in Hatıraları, s. 103, Akşam Kitap Kulübü, 1967, İst.)
Nazım Hikmet Kuvayı Milliye Destan’ında Trikopis’in yakalanmasıyla ilgili şöyle der:
“Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvâyı külliyesi imha ve esir olundu.
Esirler arasında General Trikopis :
Alaturka sopa yemiş bir temiz
ve sırmaları kopuk frenk uşağı…”
Dedem, Büyük Taarruz boyunca Afyon’dan İzmir’e doğru tanık oldukları birçok hazin olaydan söz eder ve özellikle
Yunan askerlerinin geçtikleri yerlerde yaptıkları zalimlikleri, köyleri-kasabaları ateşe vermelerini bütün otoriter yapısına rağmen gözleri yaşararak anlatırdı. 9 Eylül’de İzmir’e ilk girenlerden olduğunu ve şehre girdikten kısa bir süre sonra da Çanakkale’ye gönderildiklerini, Boğazda İngiliz askerleriyle karşı karşıya geldiklerini, TBMM’nin zafer kazanmış askerleri olarak atları üzerinde kılıçlarını çekerek onlara karşı gösteriler yaptıklarını gözleri parlayarak anlatırdı.
Savaştan hemen sonra İstiklal madalyasıyla ödüllendirilen dedem, ben ortaokuldayken Sabahattin Selek’in Kurtuluş Savaşı’nı özetleyen “Anadolu İhtilali” isimli kitabını okutur ve savaşta yaşadıklarını adeta yeniden yaşardı.
Dedem ölünceye kadar bağımsızlığı savundu, Atatürk’e ve Cumhuriyete söz söyletmedi…
Bir Yanıt
Büyük dedemizin kutsal değerlerimiz uğruna verdiği mücadeleye ilişkin yaptığın araştırma nedeniyle teşekkürler amca…